@herdem6060
|
51. Bölüm “Kızım durun hele seni ne zaman istemeye gelelim…” duydukları o kadar uzaktan o kadar inanılmaz gelmişti ki Gökçe’ye baktı. Gerçek miydi yoksa olmasını istediği şey oluyor muydu? Peki! Böylesine bir aşağılanmadan sonra bunu kabul etmeli miydi? “Kadın ağzımıza sıçtı. Bir de ne zaman istemeye gelelim diyor ya…” Gökçe kendini kaptırmış öyle bir konuşmuştu ki yanında ki adamın ağzı açık şaşırmış ona baktığının farkında değildi. Buse hafif gülümsedi. Gökçe genelde hastanede tedavi gören çocukların babaları ona sulandığında böyle küfür ederdi. İki üç günde siniri geçirmezdi. “Çok tatlı dilliymişsin maşallah…” diyen adamla dışından küfür ettiğini anladı. Ancak o kadar sinirliydi ki umurunda olmadı. İlk defa yüzüne dik dik bakarak; “Evet öyleyim ne olmuş…” diye kafasını çevirdi. Cihan ilk önce güldü. Tribin kralını yediğinin farkında olarak bu kadından daha çok hoşlandı. Cenkay yanlarına gelmiş. Buse’nin gözlerinin içine bakıyordu. Hiç yüzü yoktu ki konuşsun o böyle olmasını istemiyordu. Ancak ne zaman sevdiğini mutlu etmek istese dış etkenlerden bir şey oluyor ve üzüyordu. Bu sefer doğru dürüst savunamamıştı bile ama aşkına öldüğü kadın öyle bir kalitesini konuşturmuş ki daha dakikasında herkesin takdirini toplanmıştı. İşte bu kadını bu yüzden seviyordu. Kendine geldiği zaman özgüveni yüksek dediğini sakınmayan, yeri geldiğinde tırnaklarını çıkarıp acımadan tırmalayan kadın büyükler söz konusu olduğunda saygılı ama altta kalmıyordu. Cevabını öyle bir veriyordu ki karşısında ona karşılık verecek kişi kalmıyordu. Sürekli birbirlerine bakıyorlardı. Cenkay, bakışlarıyla ne olur benden vazgeçmemiş ol diye yalvarırken, Buse o kızdan ve babaannenin önyargılarından bana bahsetmeliydin. Hazırlıklı olmalıydım diye adamı bakışlarıyla dövüyordu. Bu bakışları daha önceden bilen Cenkay küçüldükçe küçülüyor ne diyeceğini bilememenin en insafsızca durumunu yaşıyordu. “Buse’m özür dilerim… Her şeyde bu kadar başarılı olup, senin konularında elime yüzüme bulaştırdığım için.“ Gerçekten hayatı boyunca eline attığı her işte ve ailede bu kadar başarılı olup, Buse’ye yapmak istediği her şeyin hüsranla sonuçlanması kör talih olsa gerekti. Bu küçümsenmeyi kaldırabilecek miydi? Ellerinde olan bir şey miydi? Türk olması ya da Cenkay’ın Kürt olması peki eski kafalı cahil bir kadın için bu adamı kaybetmeye değer miydi? Yaşlılığına vermek ve önüme bakmak mı gerekiyor diye düşünürken sevdiği adamı nasıl bir girdaba soktuğundan terk edilmekten nasıl korkuttuğundan habersiz düşünüyordu. Biraz kendine gelip avlunun içine doğru baktı. “Buse kabul etmeyi düşünmüyorsun değil mi?” Gökçe hala sinirli sorduğu soruyla gururlu arkadaşının bu aşağılanmayı nasıl kabul ettiğini anlamaya çalışıyordu. Buse ise tekrar Dilber’le göz göze geldi. Aşkını, kara yağızını bu kıza bırakır mıydı? Asla! Ah Cenkay sen dua et aç kurt gibi seni bırakmamı bekleyen biri var yoksa ben seni burada yerin dibine sokmasını bilirdim diye içinden geçirdikten sonra yüzüne samimiyetsiz olduğunu bildiği ve anlaşılmasını istediği bir gülümseme yerleştirdi. “Ailemle konuşup size bilgi veririz…” dedi. Cenkay’ın ohh diye aldığı nefesten adamının nasıl korktuğunu bir kere daha anlamış oldu. Zahide Hanım gelip ellerinden tuttu. Gözleri yaşlı bir süre baktı. “Allah’ım sen ne yüce gönüllüsün… Kızımmm! Bu kara oğluma da senin gibisi yakışırdı… Teşekkür ederim çok teşekkür ederim…” diyerek sarıldı. Tekar büyük hanımın sesi geldi. Sanırım utanıp kendini affettirmeye çalışıyordu. “Yemeğe kalın gelin kızım…” “Aman sağ ol laflarınla çok güzel doyurdun bizi…” diye homurdanan Gökçe’yi yanındaki iki adam duymuştu. Cenkay ters ters bakarken, Cihan kahkaha atmak istiyordu. Bu kız ateşti ateş ve bir şekilde bu kızla birlikte yanacaktı. Homurdanması bile seksiydi. Zaten giymiş yine kısacık eteği ve güzel kalçasını sarmış diye düşünürken bedeninin verdiği tepkilere şaştı kaldı. Kıza dokunmadan düşünceyle bile tahrik olmaya başlamıştı. “Yemek davetiniz için teşekkür ederim. Biz gidelim akşam sizinle tekrar tanışmaya geliriz. Eğer uygunsanız akşam sofranızda oluruz babaanne…” dedi. Vay bu kız işi biliyordu. Kadına babaanne dediği anda dudakları kıvrılmış, memnun olduğunu göstermişti. Aile arası tartışmalarda bir şeyi çok uzatmamak gerekiyordu. Buse de bu aileye ait olacaksa affediciliğini göstermeliydi. Bu konularda Merve daha rahattı ama kendi de Cenkay için elinden geleni yapacaktı. Çok seviyordu adamını bu sevgi için aşağılanmak gerekiyorsa aşağılanacak ama kendini küçük görenlerin haddini de bildirecekti. “Olur! Kızım akşam bekliyoruz o zaman…” Zahide hanım o kadar gururlu o kadar içten davet etmişti ki, bir kere daha iyi ki de fevri davranmadım. Bu kadının şu mutluluğu için bile o mendebur büyük hanımın suratını çekmeye değer diye düşündü. Gözlerinin içi gülerek oda ellerini sıkıp, arkasını döndü. Sevdiği adamla göz göze gelince onunda gururla kendine baktığını görünce sinirlendi. Çünkü burada yaşadığı aşağılanmanın acısını ondan çok fena çıkaracaktı. Hele o kızın olduğu bir ortama hiçbir şey söylemeden getirmesi ah yine sinirlerim bozuluyor diye içinden konuşur olmuştu. Şuan Cenkay’ı ellerine verseler parça pinçik edecekti. Kaşlarını çatıp, ters ters baktıktan sonra kapıya gitti. Buse’nin arkasını dönüp gidişinden sonra bu kargaşanın babaannesinin yaptıklarının onun başına patlayacağını çok iyi anladı. Oflayarak sevdiğinin arkasından çıktı. Arabanın arkasına binmiş suratını asmış kollarını birbirine sararak oturmuştu. Sadece önüne bakıyordu. Sürücü koltuğuna oturduğunda dikiz aynasından bir kere daha baktı. Ah babaanne ah zaten yeni düzelmiştik ne yapacağım ben şimdi diye düşündü ama nasıl güzel idare etmişti. Resmen herkesi kendine hayran bırakmış sanki o aşağılanan hor görülen değilmiş gibi herkesin çekindiği büyük hanımın haddini bildirmişti. Dudakları kıvrıldı işte benim kadınım deyip arabayı çalıştı. Artık ağzına etse sesini çıkarmayacaktı. Gökçe’yse hala Buse’nin yaptıklarına anlam veremiyordu. Onun tanıdığı arkadaşı bir sürü insanın içinde hor görülecek öylemi valla adamın anasını ağlatırdı. Gidip birde kadının elini öpmüştü. Üstüne kadının yemek teklifini kabul ediyordu. Otele bir gidelim hesap vereceksin bana 8. Rengim diye sinirli sinirli duruyordu. Birde Cihan pisliği vardı. Pislik deme çarpılırsın diyen iç sesinden nefret ediyordu. Ah şuan Cihan’dan, burada olmaktan her şeyden herkesten nefret ediyordu. Cihan’ın ne suçu var diyen ses ile çığlık atma düzeyine geldi. Dikiz aynasından Gökçe’nin güzel yüzünü seyreden adamsa mutluluktan kahkaha atmamak için zor tutuyordu. Ne düşünüyorsa sinirden kuduruyordu ve bu kadına sinirlenmek çok yakışıyordu. Hele alt dudağını sürekli ısırması yok mu? Hiç merak etme o dudağı yakın zamanda sadece ben ısıracağım bebeğim diye içinden geçirdi. Gözlerini alamıyordu. O kadar güzel geliyordu ki herkes önemi yitirmiş gibiydi. Oysa ondan daha güzelleri ile birlikte olmuştu. Bu kızın farkı neydi? Sonra bir şey oldu. Göz göze geldiler aynadan çakışan gözler birbirlerine her şeyi anlatıyordu. Gözlerini ilk kaçıran yüzü kızaran Gökçe oldu. Cihan ise derin bir oh çekti. Artık görünmez olmadığının aslında bayağı bu kızın kalbine doğru yol aldığının farkına vardı. Otele geldiklerinde Cenkay’da peşlerinden geldi. Cihan biran önce Gökçe’yle yakınlaşmak istiyordu. Hem de deli danalar gibi sevdiğinin peşinde dolanan ama yanına yaklaşamayan arkadaşına yardım etmek istiyordu. Çünkü bu cadı baykuşun Buse’yi yalnız bırakmaya niyeti yoktu belli oldu diye düşünüp, kolundan tuttu. Bu temasla sarsılan iki beden ne konuşacaklarını unuttu. Birbirlerine bakıp; “Biz bir kahve içelim mi?” Kolundaki temastan etkilenmemeye çalışan Gökçe ne alaka der gibi bakıyordu. Gözleriyle arkadaşlarını gösterince tamam dercesine başını salladı. Kolunu sert bir çekip lobiye doğru yürüdü. Öyle sert yürüyordu ki topuk sesleri oteli inletti. Buna bile gülümseyen adamdan habersiz karizma avukatın etkisinden kurtulmaya çalışıyordu. “Buse konuşalım mı?” “Neyi” “Aşkım lütfen…” Sinirden gözleri yemyeşil olmuştu. Bu adam neyin derdindeydi ya hala doğru dürüst açıklama yapmak yerine kendini acındırmaya çalışıyordu. “Ne lütfen ne… Ailenin yıllardır seni evlendirmeye çalıştığı biri var o evde ve sen bana tek kelime söylemedin… Onu geçtim bana babaannenin bize düşman olduğunu söyleseydin… “ “Öyle bir şey yok…” “Nasıl yok ya kadın Kürt kızlarının suyumu çıktı dedi. Diğer konuya girmek bile istemiyorum.” “Ben seninle gurur duydum. Babaannemin kolay kolay fikri değişmez ama senin on dakikanı almadı…” Buse ellerini kaldırdı. Otelin girişinde tartıştıklarına inanamıyordu. Zaten ağzındaki yaralardan dolayı bağıramıyordu ama şuan bu adama basbas bağırıp, dünyayı başına yıkmamak için kendini zor tutuyordu. Başparmağını Cenkay’ın göğsüne bastırmaya başladı. “Bana bak Cenkay Efendi… Konuyu değiştirmeye çalışma senin karşında aptal biri yok… Ailenin bu kadar ayrımcılık yaptığını biliyorsan neden beni onlara anlatmadın. En azından onların bu düşüncelerini bana söyleyip kendimi hazırlamamı sağlayabilirdin. Dilber konusunu hiç açmayacağım.” “Yavrum yemin ederim bir kere bile Dilber’e o gözle bakmadım. Her zamanda kardeşim gibi diye söyledim.” “Neyse ne akşama kadar gözüm görmesin seni…” dedi. O kızın adını Cenkay’ın ağzından duymak bile yüreğini sızlattı. Bu yüzden konuşmayı kesecek odasını gidip ilk önce bir güzel ağlayacaktı. Ondan sonra da duşa girip, bu yaşadıklarını suyun alıp götürmesi için dua edecekti. Belli etmiyordu ama büyük hanımın söyledikleri çok ağır gelmişti. Tam otele girecekken Cenkay elinden tutup, çekti. “Benden tiksiniyormuş gibi davranma bana… Hem bu kadar görmek istemiyorsan neden babaannemin yemek teklifini kabul ettin…” Cenkay da sinirlenmişti. Çünkü kendini anlatamamaktan bıkmıştı. Ben avukatım arkadaş bir sürü insanı savunup, davalar kazanırken şu kızın karşısında kendimi savunamayıp, onunla girdiğim her davayı kaybediyorum diye bedenini bir sinir dalgası ele geçirdi. Buse Cenkay’ın ne kadar sinirlendiğini anlamış geri dönmüştü. Dibine kadar girdi. Kulaklarına doğru uzandı. Sessizce beynine kazımak istercesine konuştu. “Eğer bu olayı bundan iki ay önce yaşasaydım. O avluyu başınıza yıkar seni de bir daha affetmezdim ama ben ölümden döndüm biliyorsun değil mi? Ölüm var ölüm… Bugün gördüğünü yarın görememek, sevememek affedip söyleyememek var. Evet! Gururum çok kırıldı. Şuan bile ağlamamak için zor tutuyorum kendimi ama sana olan sevdam gurur yapamayacağım kadar büyük…” “Buse’m elimden özür dilemekten başka bir şey gelmiyor.” “Dileme Cenkay dileme sadece akşam yemeğinde o kızın orda olmamasını sağla yeter bana… Bu kadarını bari hak ediyorum en azından değil mi?” Cenkay kulağına doğru söylenen sözlerden sonra kendini tutamadı ve Buse’nin belinden tutup, kendine bastırdı. “Ah bebeğim bir benim gözümle baksan kendine… Neleri hak ediyorsun benim gözümde bir bilsen…” Buse’nin yanağından ufak ufak öpmeye başladı. İki aşık birbirlerine sarılmış kendileri dışında yaşadıkları sarsıcı olayı en aza indirgemeye çalışıyorlardı. Buse ne yaptığını fark edip hemen kendini geri çekti. “Akşam o yemeğe geliyorum demek dünyayı sana dar etmeyeceğim anlamına gelmiyor.” dedi ve arkasını dönüp otel girdi. Cenkay ise kimseyi umursamadan bağırmaya başladı. “Kimse değil ama sen yapabilirsin hatun…” Buse arkasını dönmedi ama dudaklarında ki gülümsemeden aslında hemen yumuşadığının farkındaydı. Odasına gelince kendini direkt duşa attı. Küveti sımsıcak suyla doldurdu. İçi yanıyordu varsın bedeni de yansındı. Duş jelini boşaltıp, içine girdi. Kafasını geriye attı. Merve’yi düşündü. O ilk defa Alevilik yüzünden aşağılandığını hissetmişti ve Allah kahretsin ki bu iğrenç bir duyguydu. Kuzeni bunu çocukluğundan beri kaç defa yaşamıştı. Gözlerinden yaşlar kendiliğinden inerken o sadece sadistçe kendine o anları hatırlatıp acı çektiriyordu. Çünkü akşama kadar bunun acısını dibine kadar yaşamalıydı. Anlamıyordu insanları hiç kimsenin yarına çıkacağının bile garantisi yokken nasıl bu kadar kolay kalp kırabiliyorlardı. Güya görmüş geçirmiş yaşlı başlı insanlar, bu cahillik ne zaman bitecek acaba diye düşünmeden edemedi. O kız geldi gözlerinin önüne Cenkay’a bakarak ağlayışı ve ona bakan sert güzel gözleri sıcacık suyun altında bile buz kestiğini hissetti. Bu adam çok yakışıklıydı ve kader ona senin kara yağızını elinde tutman zor dercesine oyunlar oynuyordu. Sonra Cenkay’ın yakışıklı güzel yüzünü düşündü. Onu öpüşü dokunuşu daha biraz önceki hatun deyişi istemsizce gülümsedi. İçi rahattı cahil bir kadının laflarına bakıp ölesiye sevdiği bir adamdan vazgeçmemişti. Odanın açılma sesini duyunca en zor kısım diye düşündü. Şimdi Gökçe onun ağzından burnundan getirecekti ama sevgi hemen arkanı dönebileceğin bir duygu değildi. Hızlı bir duş alıp, banyodan çıktı. Arkadaşının ona kötü kötü baktığının farkında iç çamaşırlarını giydi. Bir şort ve badiden sonra odadaki su ısıtıcısının başına geçti. Gökçe’yle göz göze geldiklerinde ondan başka bir şeye de sinirli olduğunu anladı. “Hadi bekliyorum kız bağır…” “Buse o kadın bizi aşağıladı ve sen gidip onun elini öptün ya… Onu geçtim kadının yemek teklifini kabul ettin…” “Cenkay’ı çok seviyorum oda babaannesi ne yapayım?” “Bu mu yani başka açıklaman yok benim tanıdığım arkadaşım bu değil sen bu aşağılanmayı kaldıracak biri değilsin. Ben seni tanıyorum bu sen değilsin…” diye bağırıp odada dolaşmaya başlayınca biraz sustu. Van’a geldikleri için küfür ederek söyleniyordu. Sakince kahveleri yaptı. Gökçe yataklardan birinin üzerine oturunca ellerini tutup ayağa kaldırdı. “Hadi gel kahve içelim…” “Sen ilk önce benim 8. Rengime ne yaptın onu söyle…” “Canım, gururlu olmak tabi ki güzel ama bu hayat beklemiyor… Sen ne yaşarsan yaşa doğa yapacağını yapıyor en yakının dahil kendi hayatını yaşamaya devam ediyor… Sen istediğin kadar öl geber zaman su gibi geçiyor…” Gözleri doldu yine içindekileri nasıl anlatacaktı bilmiyordu ama konuşmalıydı. Çünkü onu Gökçe anlamazsa kimse anlamazdı. “Bak ağzımın içi tarla gibi bil ki hayatım boyunca ağzım her yara olduğunda Cenkay’la yaşadığım iki kötü olay aklıma gelecek. Birinde kendi yerle bir etti beni birinde de babaannesi ama gözlerimi kapattığımda ondan başkası yok… Hayat arkadaşım o, hayalimde ki baba modeli o mutluluk o… Sence içimden çıkacak mı bu yaşadıklarım biliyorum çıkmayacak ama gücüm yok işte… Gurur yapıp arkamı dönecek onu kaybetmeye göze alacak gücüm yok…” Hüngür hüngür ağlamaya başladı. Bugün o avluda yaşadıkları onu yerle bir etmişti. Artık kendisini de bırakmıştı istediği gibi bağıra bağıra ağlayabilirdi. Gökçe gelip sarıldı. Haklıydı mutluluğu yakalamışken kimse için kaybetmeye değmezdi. “Hıışşştt tamam… Bak akşama gözlerin kıpkırmızı olup, şişecek ve o cadı kadına istediğini vermiş olacaksın bunu istemeyiz değil mi?” ağlaması durdu cadı kadın ha diyerek biraz önce ağlayan kız şimdi kahkaha atmak istiyordu. “Hadi kahvelerimizi içelim ve hazırlanalım… Malum bir tane de rakibin bekliyor.” deyince Buse cırladı. Gerisi bol bol dedikodu ve sohbetti. Cenkay ise konağa gittiğinde ilk iş babaannesinin hakkından gelmek oldu. Kadın Buse’den o kadar etkilenmişti ki torununa hiçbir şey diyemedi. Birinin Müslüman olup, olmadığını nasıl ima ederdi. Büyük günaha girmişti. Bir müminin başka bir din kardeşine yapmaması gereken en ağır şeyi çocukluğundan beri duyduğu dedikodular ile kendi de devam ettirmişti. Bu kıza kendimi affettirip, helallik istemeliyim diye içi içini yiyordu. Hasan Bey ise karısının gönlünü almaya çalışıyor, Zahide Hanım ise her şekilde oğlunun peşinde olduğunu anlatıyordu. Cenkay en son Dilber’in yanına gitti. Hiçbir zaman o gözle bakmadığı kıza şöyle baktı. Allah için güzel kızdı sanırım Buse’den bir iki yaş büyüktür diye içinden geçirdi. Kesin bir dille kardeşi olduğunu ve bu sevdadan vazgeç dedi. Asla kırmak istemediği biriydi ama başkaları kırılmasın diye sevdiğinin yüreğine ateşler atılmıştı. Yeter bundan sonra izin vermeyeceğim diye kendini daha çok doldurdu. Akşam gündüze göre iddaalı giyinen Buse daha özgüvenliydi. Malum uğraşması gereken cadı bir babaanne ve adamına aşık bir güzel vardı. Konağa geldiklerinde babaanne bile onları ayakta karşıladı. Kadın sımsıkı sarılıp, hoş geldin dedi. Gökçe yavrusunu korumak isteyen şahin misali gözlerini kadının üzerinden ayırmıyordu. Tek laf etse üzerine atlayacaktı. Cihan onun bu hallerine hayranlık duymadan duramadı. Cenkay hepsinden daha fenaydı. Bir şey olacakta sevdiği tekrar üzülecek diye tetikte bekliyordu. Akşam keyifli geçmiş, aileler hakkında bilgi alışverişi olmuştu. Büyük hanım özür dilememişti ama pişman olduğunu gösteren birçok harekette bulunmuştu. Buse için bu yeterde artardı bile o yüzden rahatladı. Dilber’in ortalıkta olmayışı da mutlu etti. Belki o kıza haksızlık ediyordu ama ne yapsın onun olan adamı seven biriyle aynı ortamda olmak istemeyişi sonuna kadar hakkıydı. Zahide Hanım etraflarında pervane olup, memnun etmek için elinden geleni yaptı. Gece güzel dileklerle sona erdiğinde her iki tarafta rahattı. Otele gelirken Buse çok çetrefilli bir işten başarı ile çıkmış gibi hissediyordu. Büyük hanımın hareketleri geldi gözünün önüne gülümsedi. Onun gülümsemesini gören Cenkay kafasındaki planı uygulayabileceğini düşündüğünden derin bir nefes aldı. Özlemişti kadınını otelde kendi içinde yer ayırtmıştı. Şimdi bu hırçın kediyi ikna etmeliydi. “Söyle hadi…” “Neyi aşkım…” “Cenkay! Aptala yatma istersen arabaya bindiğimizden beri bana bakıyorsun… Ya gülümsüyorsun ya da derin derin nefes alıyorsun...” “Vay yavrum sen benim her hareketime dikkat mi ettin tamam söylüyorum.” Gözlerini dikti. Sanki ilk defa isteyecek gibi heyecanlandı. Bu kadına bugün tekrar aşık olmuştu. Ağırlığıyla duruşuyla hayran kalmıştı. Sabahtan beri dudaklarının tadını özlemişti. Öperdi sorun değildi ama bedeninde keşif yapması gerekiyordu. “Bende otelde kalacağım. Bu gece benim odamda kalsan…” “Hayır” “Aşkım çok özledim.” “Şaka mısın sen… Bugün yaşadıklarımdan sonra rahat rahat seninle uyuyacağımı nasıl düşünürsün onu geçtim bu gece eve gitmezsen ailen ne düşünür…” Cenkay’ın morali bozuldu. Boynunu büktü acındırarak bakmaya başladı ama gaddar sevdiğine işlemeyeceğini biliyordu. “Bir şey düşünmezler…” “Cenkay eve gidiyorsun…” dedi ve arkasını döndü. Asansörlere doğru giderken yüzünde müthiş bir gülümsemesi vardı. Kara yağızına en büyük ceza buydu. “Tamam! Cenkay hasretinden ölsün zaten…” Cenkay’ın bıkkın bir sesle söylediği cümleye sessizce fısıldadı. “Allah korusun…”
|
0% |