Yeni Üyelik
57.
Bölüm

57. Bölüm

@herdem6060

57. Bölüm

Merve aldığı mesajdan sonra daha iyiydi. Kendinde herkese her şeye karşı savaşacak gücü bulmuştu. Daha önce de Ali Buğra ve ailesi sayesinde cesaret bulmuştu yoksa bu aşamaya bile gelemeyebilirlerdi ama babasıyla karşılaşmadan rahat edemeyecekti. Bütün stresi o yüzdendi. Ah babam ne olur benim içimden çıkmayacak sözler etme bana diye düşünürken Tokat sınırlarına geldiler…

Küçücük olan şehirde en uzak yer yarım saatti zaten camı açtı… Memleketinin güzel çam kokularından bir nefes aldı. Kollarını birbirine sarıp cama dayandı. Başını daha çok dışarı çıkararak soğuk rüzgârı hissetti yüzünde oh biraz kendime geldim diye düşündü.

İçinde öyle patlamaya hazır bir bomba vardı ki… Gidin ne olur varmayın gelmeyin üstüme… Yeter bana dokunmayın diye bas bas bağırası vardı. Allah’ım ne kadar çileli başım varmış, ne kadersizmişim bir türlü düze çıkamıyorum. Gözyaşlarım hem içime hem dışıma akarken neden kimse görmüyor çaresizliğimi neden rahatlayamıyorum diye yine Rabbine dönmüştü. Evlerinin önüne geldiklerinde gözlerini bile açamıyordu. Buket’in serzenişlerini duydu.

“Of akbaba gibi hepsi burada… Aman bir rahat bırakmayın çekirdek aile olarak sorunlarını konuşmasınlar.” Onun üzerine gözlerini açtığında apartmanın önünde bir sürü kişi vardı. Aile apartmanı ve özel mülk olduğundan bahçesi çok büyük olan yer akrabalar tarafından donatılmıştı. Basketbol sahası gibi olan alanda bir sürü araba vardı. Kızlar arabadan inmişti. Merve bir süre gözlerini akrabalarında gezdirdi.

Gözüne annesi takılmıştı. Suratı beş karıştı. Zaten normal olsa şaşardım diye düşündü. Bir kere ya bir kere de benim arkamda olsan en azından neden diye sorsan hemen yargılamasan diye sanki annesine konuşurmuş gibi kendine konuşmuştu. Gözlerinin önüne Ali Buğra’nın gülen yüzü geldi. O gülüşüne kurban olduğun adamı istiyorsan herkese dişini göstermelisin diyen kalp sesine gülümsedi. O kocasını bırak kaybetmeyi kaybetme ihtimalini bile düşünemiyordu.

“Sen yardım et Allah’ım…” diye mırıldanarak yavaşça arabadan indi. Kızların sırasında herkesle hoş beş etti. Kuzenlerine güler yüzle hoş geldin diyen akrabaları ona gelince ağız ucuyla diyordu. Umurunda mıydı? Asla değildi. Tek derdi biran önce babasını görüp, ne diyecek ve ne yaşanacaksa olsun istiyordu. Kimse senin nasıl yandığını bilmiyor… Onlara, bırak unutursun diye söylemek kolay sen sadece sevdiğin adamı düşün diyen kalp sesi hiç rahat bırakmıyordu.

Annesine sarıldığında ne olur yanımda ol anne deyip ağlamamak için zor tuttu kendini annesi o kadar soğuk bir hoş geldin demişti ki sadece yutkunabildi. Gözleri doldu ama ağlamayacaktı. Onun yıkımını görmek isteyen kimseye göstermeyecekti. Kuzenleri herkesle başka konular açıp, Merve’ye laf söylemelerini engellemeye çalışıyorlardı. Hele Buket ona laf atıyor buna laf sokuyor konuyu tamamen Merve’den uzak tutuyordu. Hepsi biliyordu bunlar geçici sürelerdi. Kimse başına geleceklerden kaçamazlardı. Babasını amcalarını göremedi. Merve annesine yaklaştı sessizce;

“Anne babam nerede?” Annesi şöyle bir baktı. Küçümser bir hal aldı bakışları ve herkesin duyacağı şekilde kızını yerin dibine sokmaya başladı. Sanki bunu bekliyormuş gibi içini boşaltı.

“Babam nerede diye sorabiliyor musun gerçekten… Senin verdiğin utançla baş etmeye çalışıyor… Bir haftadır ne yiyor ne içiyor nede konuşuyor… Ben demiştim. Bu kızı okutma, okuyacak da ne olacak demiştim… Ah gel babana anlat… Yukarıda amcanlarla misafirleri bekliyorlar nerde olacak…” annesi yapmıştı yine yapacağını artık hiçbir şey diyemiyor neden diye bile soramıyordu. Demek annesi savaş baltalarını hemen çıkarmıştı. Tamam, kendileri bilirdi. Yeterdi artık… Merve de boğazının acısının izin verdiği kadar bağırmaya başladı.

“Bana bak ya bana… Ben senin kızınım ne kadar hasta olduğumu da mı görmüyorsun… Bugüne kadar ne dediyseniz sustum ama yeter artık… Bir kere bile bir şeye ihtiyacın var mı? İyi misin demedin bir kere bile bırak içimdeki feryatları gözlerimden okumayı döktüğüm gözyaşını gördüğün halde bile silmedin… Şimdi sakın bana karışma anne…” Bugüne kadar Merve’den böyle bir çıkış görmeyen akrabalar şaşkın bakıyorlardı. Bu kızın içine cin mi kaçmış diye düşüneni bile vardı. İstanbul bunun huyunu suyunu değiştirmiş kız kısmını başıboş bırakırsan böyle olur diye düşünen daha çoktu.

Merve herkes de korkusuzca gözlerini gezdirdi. Bakışlarıyla hiçbirinizden korkmuyorum, çekinmiyorum ne yaparsanız yapın ayaktayım diyordu. Bugün hesap günüyse kendinden önce o hesabı ilk buradakiler verecekti. Çok şükür Allah’a babamdan başka kimseye verecek hesabım yok diye düşünüp, içinde olan her şeyi döktü.

“Bugüne kadar hanginize saygısızlık ettim, hanginize kötü davrandım... Sürekli beni yaraladınız yine de büyüğüm dedim sesimi çıkarmadım. Ancak bugün sevdiğim adam ve ailesi geliyor asla bir şey demenize ve saygısızca konuşmanıza müsaade etmem…” Merve ağlamayacağım dedi ama bunları konuşurken yağmur gibi akan yaşlarını tutamadı. Yengesinin yanına gitti.

“Senin oğlunla ortaokulda aynı sınıftaydık. Onun karnesi zayıf doluyken benim aldığım takdir belgesi sanki suç işlemişim gibi yüzüme fırlattınız. Okuyup orospu olacak dediniz daha orta ikiye giden bir çocuktum ben ya…” Yengesinin şaşkın ifadesinin arkasından halalarından birine döndü.

“Ya sen eme bu kız sabah çıkıyor akşam geliyor ne bok yiyor biliyor musunuz diye herkesin ayağını kaldırırken kulaklarımla duydum… Tek kelime ettim mi yine de sen benim yarı annem sayılırsın neden böyle yapıyorsun dedim mi? Babam sizin dolduruşlarınızla beni dövdüğünde bile tepki verdim mi?”

Boğazı çok kötü olmuştu. Buse, Merve yeter kötü oldun diye yanına gelse de umursamadı. Yanıyordu gönlü hep destek aramıştı bugüne kadar peki ablası ve babasından başka kim yanındaydı. Hiç kimse koskoca hiç kimse… Diğer akrabalarına baktı tekrar kendi aralarında fısır fısır konuşmalarını gördü. Daha çok sinirlendi.

“Ya siz bir kere olsun derslerin nasıl, arkadaşlarının yanında eksik bir şeyin var mı? İstanbul gibi büyük bir şehirde nasıl yaşıyorsun… Kızım bir şeye ihtiyacın var mı dediniz mi?”

O arada babası ile göz göze geldi. Yüreği yandı. Şuan tek ihtiyacı olan babasının kucağıydı. Peki! O kucak hala var mıydı? Yerinde miydi? Sanki babasına tutsak olmuş gibi sadece ağlayarak baktı. Babasının da gözlerinin dolduğunu gördüğünde ateşlere düştü. Bu kadar zor olmamalıydı. O sadece birini sevmişti. Babasının kızmasından korksa da son vuruşu yapmadan bu konuşmayı bitirmek istemedi.

“Ben yirmi yedi yaşındayım… Bugüne kadar ne dediyseniz hiçbiri olmadı. Hiç babamın başını yere eğmedim. Sürekli arayış içindeydiniz ama olmadı işte... Evet, Sünni birini sevdim ve evet benimle evlenmek istiyor… Bunun da açıklamasını size değil sadece babama yaparım… Kaybedersem de inanın sadece babamı kaybederim… Babamı kaybedersem de yaşarken ölürüm zaten…” demesi ile dizlerinin üzerinde hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Ben bir şey yapmadım. Ben sadece sevdim diyor başka bir şey diyemiyordu. Ablası da onunla birlikte yanına oturdu ağlamaya başladı.

Annesi hala söylenirken Merve’nin bu hali onu hiç etkilemedi. Hala numara yapıyor falan diyordu. Birçok akrabasının fikri değişmişken annesinin bu hali onu daha kötü etti. Bu kadardı işte Merve’nin huzuru o bir rüyayı gerçek sanacak ve mutlu olacağını düşünecek kadar aptaldı. Kaderine mi lanet etsin ne yapsın bilemiyor sadece ağlıyordu. Düşündükçe çılgına dönüyordu neden ya neden onunda annesi diğer anneler gibi değildi. Babasının sesiyle herkes sustu. Çünkü Merve’nin bu hareketini kimisi saygısızlık görüp söylenirken bir kısmı vicdan yapmış üzülmüştü.

“Merveee! Eve çık misafirler için hazırlan…” Bu muydu yani babası bir hoş geldin bile demeyecekti. Acılara mı itecekti. Tek dayanağı babası onunla konuşmayacak mıydı? Titreyerek ablasının yardımıyla ayağa kalktı. Tekrar ateşi çıkmıştı. Onlarda da ataerkil bir aile sistemi olduğundan Hurşit Ağa’dan sonra kimse konuşmamıştı.

Hurşit Ağa kızına baktıkça kalbi sıkışıyordu. Biliyordu kızına çok haksızlık yapılmıştı. En çok da karısının gazına gelip sinirle kızını döverek kendi yapmıştı. Ailede ilk okuyan kız olmanın bütün ceremesini o çekmişti. Her hareketi her giydiği tırnağına sürdüğü ojeden dudaklarına sürdüğü ruja kadar olay olmuştu. Yine de bugüne kadar onu böyle görmemişti. Demek ki sevdiği çocuk bu kadar önemliydi. Sadece sevdim diye hüngür hüngür ağlayacak ve bunu herkesin içinde yapacak kadar… O ana kadar ne yapacağını bilmeyen adam bu kadarını olsun kızına borçlu olduğunu düşündü ve kararını verdi. Kızı yanından geçerken bile kolundan tutup, sarılmamak için kendini zor tuttu. Ağırlığını korumalı ve bu konuda herkese ayar vermeliydi.

Merve’nin apartmana girdiğini görünce ilk önce erkek kardeşlerine döndü. Sonra otuz yıldır bir yastığa başını koyduğu karısına baktı. İyiydi hastı tam bir ev hanımıydı ama işte kendi fikri olmayan onun bunun lafıyla hareket eden biriydi. Yıllardır değiştirmeye çalışmıştı. Değişmiyordu şuan kızının önüne siper olması gerekirken ilk oku o atmıştı. Hem de acımadan ve kızının gözyaşlarıyla yüreği yanması gerekirken hala toplumdan dışlanacak korkusuyla en çok o söyleniyordu.

Sözü dinlenirdi. Bugüne kadar kimseye yalan söylememişti. Bu yüzden başta kardeşlerinin ve birçok kişinin sözünün üstüne söz etmeyeceğini bilirdi. Bununla birlikte kaşlarını çattı. Sinirlendiği zaman nasıl olduğunu herkes bildiğinden koskoca alandan çıt çıkmadı. Ciğerleri sökülürcesine bağırmaya başladı.

“Alevilik nedir? Şuan benim kızıma başta anası olmak üzere yaptığınız Aleviliğe sığıyor mu? Bizde ne zaman insanı hakir görmek var oldu. Bizim inancımızda insana şu bu diye ne zaman bakıldı. İyi, kötü, melek ya da şeytan ne varsa insanın kendinde değil midir? Her türlü olgu insanın kalbinde saklı değil midir?

*Hünkar Hacı Bektaşi Veli’nin bir dizesini söyleyeyim size…

Hararet nardadır sacda değildir
Keramet baştadır tacda değildir
Her ne arar isen kendinde ara
Kudüs de Mekke de Hac da değil

Sakın bir kimsenin gönlünü yıkma
Gerçek erenlerin sözünden çıkma
Eğer insan isen ölmezsin korkma
Aşığı kurt yemez uçta değildir

İnsan sevgisi olmadan Alevilik var mıdır? Tabi bende isterdim kızım benim kültürüme ait biriyle evlensin… Ama bunu onun için istediğimdendir. Sünni birilerini hakir gördüğümden ya da sevmediğimden değil… Haşa ben kimim ki Rabbimin yarattığı kula hor bakayım… Sadece örfümüz adetimiz birbirine uymuyor kızım ezilmesin bilmedikleri için hor görülmesin diye istemiyordum. Bize yapılanı başkasına mı yapacağız. Aleviyiz diye hep ayrımcılıklarla karşılaşmadık mı? Biz ne zaman insana din, dil, ırk, cinsiyet ayrımı yaparak değer verdik.” Hurşit Ağa derin bir nefes aldı. Sesi titremeden bu konuşmayı yapabildiği için mutlu oldu. Çünkü şuan o kadar kötü hissediyordu ki kendini sesinin titremesini bırak bütün vücudu titriyordu. Herkes de gözlerini gezdirdi. Karısı hariç herkes başını yere eğmişti. Elini kaldırdı. Şimdi söyleyecekleri ile ilk defa hanesinden birini kovmuş olacaktı

 

Birkaç saate kızımı isteyecek aile misafirim olacak… Aleviliği benimseyip öğrenmiş birileri gibi davranabilecekseniz burada kalın bana destek olun, çocuğumun mutluluğunu paylaşın… Yok! Biz Sünni birileriyle aynı ortamda olmak istemiyoruz derseniz de herkes evine gidebilir…”

 

Hurşit ağa söyleyeceğini söylemiş ve evine girmek üzere apartmana girmişti. Merdivenlere geldiğinde bacağını kaldırıp adım atamadı… Bacakları o kadar titriyordu. Merdiven demirlerine tutunduğunda gözlerinden yaşlar süzüldü. Şuanı yaşayacağıma kurşunlara geleydim diye düşündü. Kızına bu kadar ağır yük yüklediği için kendinden utandı. Kolunun tersiyle gözyaşlarını sildi. Tam yukarı çıkacakken aile büyüklerinden Arife emenin sesini duydu.

 

“Hurşit…”

 

“Buyur eme…” Yaşlı kadın gelip omzuna elini koydu. Omzunu biraz sıktıktan sonra gururlu bir sesle;

 

“Tam sana yakışanı yaptın oğul… Bırak bu cahilleri Alevi olup it kopuk mu getirseydi. Ömrü boyunca sırf Alevi biriyle evlendi diye çile çekse daha mı iyiydi…”

 

“Biliyorum eme ama Merve’min o hali çok koydu.”

 

“O kız neleri göğüsledi. Sen şimdi yanına git misafirler gelmeden rahatlat yavrucağızı… Bak bir tek babam diyor da başka bir şey demiyor…”

 

Hurşit Ağa gözyaşlarını silip omzunun üstündeki elin üstüne elini koydu. Bir iki defa vurup hiçbir şey demeden yukarı çıkmaya başladı. Kim ne derse desin söz geçmiyor ki yüreğe bunu en iyi kendi bilirdi. Evin içine girdiğinde Buse ve Buket’in korkulu gözleriyle karşılaştı. Kızlara elini uzattı. Kızlar koşarak teker teker elini öptükten sonra babalarına karşı olmayan saygılarını duydukları adama sarıldılar…

 

“Buse tekrar hoş geldiniz kızım… Hayırlı olsun… Allah tamamına erdirsin. Merve nerde?” Buse açıklama yapmak istiyordu ama oda korkmuyor değildi. Eniştesi her zaman sert duruşu ve karakteri olan bir adamdı. Yanında konuşmak için çekinirlerdi. Ancak bilirlerdi ki iyi adamdı.

 

“Çok teşekkür ederim misafir odasında enişte… Şeyy enişte hasta yine boğazı şişti.” Hurşit Ağa kızlara sadece kafasını sallayarak cevap verdi. Kızının strese girdiğinde üzüldüğünde uykusuz kaldığını bu yüzden vücut direncinin düşüp boğazının şiştiğini en iyi o bilirdi. İçeriye girdiğinde kızını büzülmüş yatarken gördü.

 

Merve babasını görür görmez hemen ayağa kalktı. Ne yapması gerektiğine karar veremiyordu. Gidip elini mi öpmeli yoksa olduğu yerde mi kalmalıydı. Gözleri dolu dolu babasına bakarken babasının her zaman ki sert bakışlarını gördü. Uzun boyu kalıplı yapısı ve sert yüz hatları vardı babasının ve o aslında hayrandı. Dayanamayıp babasının önüne kadar geldi.

 

Hurşit Ağa’da ilk defa ne diyeceğini bilmiyordu. Merve birden dizlerinin üzerine çöküp, babasının ellerine kapandı. Hem çığlık çığlığa ağlıyor hem de özür dilerim babam özür dilerim söz geçiremedim yüreğime sana bunu yaşatmak istemezdim diye feryat ediyordu.

Hurşit Ağa’nın ellerine kondurulan her öpücükle kalbine ağırlık biniyordu. Başını yukarı kaldırdı. Gözyaşlarının süzülmesine izin verdi. Gözlerini o kadar çok sıkıyordu ki kızının çığlıkları yüreğini dağladı. Beraber bir süre gözyaşı döktüler… Sonra kızını kollarından tutarak yukarı kaldırdı. Alnından öptü.

“Hoş geldin kızım…” Merve’nin gözyaşları yağmur gibi inerken babasının yaptığı hareketle yüzü gülmeye başladı. İçinde ki huzursuzluk buhar olup uçtu. Biraz önce kızgın yağlarda yanan kalbi şimdi kuş gibi uçmaya hazır atıyordu.

“Hoş buldum babam…”

“Geç otur da misafirler gelmeden biraz konuşalım…” Merve hemen kenara çekildi. Babasının oturmasını bekledi. Onlarda baba oturmadan oturulmaz, baba yemeğe başlamadan başlanmaz, baba yatmadan kimse yatmazdı. Bunlar sözsüz kurallar gibiydi. Hurşit Ağa oturur oturmaz kendisi de oturdu.

“Anlat bakalım… Nasıl tanıştınız? Birkaç bilgi aldım birilerinden ama ne iş yapar nereliler, kaç yaşında… ” Hurşit ağa kızının elini birbirini kenetlemiş nasıl utandığının farkındaydı. Kızıyla gurur duyuyordu. O utanma duygusunu biliyordu. Güzeldi yavrusu ama ondan önce içi pırlanta gibiydi. Boşuna Mevlana dememiş;

*Güzellik Mevla’nın lütfudur. Nur’un yansımasıdır. Edep ise kişinin gönül aynasıdır. Diye aklından geçirdi. Allah’a şükür etti. O evlatlarını hep iyi huylu edepli utanmayı bilen birer birey olarak yetiştirmeye çalışmıştı.

Merve utana sıkıla ilk gördüğü günü ve bankaya gelip giderken tanıştıklarını ve Buse’nin sözlüsünün arkadaşı olduğunu söyledi. Diğer bilgileri de verdikten sonra babası tamam git hazırlan diye odadan çıkardı. Babası üstünden dünyaların yükünü almıştı sanki… Hemen duşa girip hazırlanmaya başladı. O arada İstanbul’da uçağa binmeden önce arayan, Sivas’a indikten sonra arayan Tokat’a geldikleri zaman yolda sürekli arayan kocasından habersizdi.

Ali Buğra kafayı yeme noktasındaydı. Gel beni al mesajından sonra sevdiğine hiç ulaşamamıştı. Kesin Merve’nin aklını çelmişlerdi. Kesin elinden telefonunu almışlardı ve o yüzden açılmıyordu. Ailesi ne derse desin umurunda değildi. Babaannesi, halası, babası ve kendisi gelmişti. Tabi ki can yoldaşları Erdem, Oğuzhan ve Samet’te koruma olarak yanlarındaydı. Aslında tepki almaktan korkmuyor değildi. Bu adam nasıl işler karıştırıyor korumaları falan var diye hatta o yüzden Erdem’e siz gelmeyin demişti. Ancak üç çalışanı değil kardeşi olan adam kabul etmemişti. Erdem;

“İstersen biz görünmez oluruz abi ama geliyoruz.” demişti. Ailesinin yanında onlarda sürekli konuşsa da yok işlemiyordu. Karısıyla konuşmadan kendine gelemeyecekti. Tokat sınırlarına geldiklerinde sevdiğinin yaptığı gibi camı açıp, ciğerlerini havayla doldurdu. Buse’yi aramayı akıl ettiğinde kendine kızdı.

“Efendim…”

“Buse Merve’m nerde…”

“Sana da merhaba Ali Buğra…” deyip güldü. Kafayı yiyecekti. Kendisi delirmek üzereydi. Buse gülüyordu.

“Duşta çıkınca söylerim arar… Siz geldiniz mi?”

Geldik geldik… İyi mi kötü bir şey dediler mi? Aşkım üzüldü mü? Of Buse bir şey söylesene ya…” Arabada ki herkes şokla Ali Buğra’ya bakıyorlardı. Sivas havaalanında bir Mercedes Benz-Vito kiralamışlardı. Hepsi aynı arabadaydı ama Ali Buğra’nın kimse umurumda değildi.

“Ali Buğra birde bana derler seni görsünler asıl… Bir sus da motorun soğusun eniştecim… İyi iyi merak etme hadi kapatta konum atayım sana…” diye yüzüne kapatılan telefonla yumruklarını sıktı. Gözlerini yumdu.

“Oğlum bir sakin ol bir şey olsa bile gidiyoruz işte…”

“Olamıyorum babaanne… Karım hastaydı ya…” Bir sinir kafasını cama çevirdi. Kimseye derdini anlatamıyordu. O arada gelen konum mesajını Erdem’e attı. Merve’m beni sevsin beni hiçbir şey üzemez derken bu ağlama isteğine anlam veremiyordu. Aklından geçen tek şey Ah Hurşit babam ne olur Merve’mi benden ayırma idi…

Bu süreçte Alevilikle ilgili ne varsa okumuş ve en az onlar kadar öğrenmişti. Belki kayınbabası bir şey sorardı. Bu isteme törenine davalarına hazırlanır gibi hazırlanmıştı. O kadar ciddiye almıştı ki İstanbul’da ki cem evlerinden birine gidip, orda ki dedeler ile sohbet etmiş durumunu anlatmıştı. Tek rahatladığı konu gerçekten Aleviliği bilen ailelerin insana insan olarak değer verdiğini söylemiş eğer kayınbaban gerçekten biliyorsa sana sorun çıkarmaz demişti dedelerden biri… Arabanın doldurmasıyla şöyle etrafına baktığında evin önündeki kalabalık dikkatini çekti.

“Ali kim ne derse desin sesin çıkmayacak bana bırak…”

“Babaanne bana denilsin susarım da karıma laf ederlerse bilmiyorum ne yaparım…” Fatma Hanım kaşlarını çattı. Elini kaldırdı. Bütün otoritesiyle bağırdı.

“Hayır! Bu adamları tanırım saygısızlığı ömrü boyunca unutmazlar bu yüzden Merve’yi seviyorsan, istiyorsan hiçbir şeye karışma…” Ali Buğra küçücük çocuk gibi dudaklarını büzdü. Karısı onun olsun da istersen burada dövsünler beni diye düşünüyordu.

“Tamam babaanne…”

“Haydi! Şu arabadan inelim ve ATALAY ailesinin kim olduğunu gösterelim… Veee! Ne yapıp edip gelinimizi alalım…” Herkes sanki bir maça çıkıyormuş gibi edilen cümleye gülünce sözlerine devam etti.

“Gazamız mübarek olsun gençler…”

 

 

 

( Alevilikte dini öğretenlere dede deniyor.)

Loading...
0%