Yeni Üyelik
58.
Bölüm

58. Bölüm

@herdem6060

58. Bölüm

“Gazamız mübarek olsun gençler…” Fatma hanımın sanki savaşa gidiyorlarmış gibi söylediği cümleyle herkes koptu ve kahkaha atarak indiler arabadan resmen… Böyle bir mutluluk beklemeyen ahali ufak bir şaşkınlık yaşa da bozuntuya vermeden hoş geldin demek için sırada beklediler…

Hurşit Ağa üçüncü katın balkonundan misafirlerine bakıyordu. Kardeşleri tam istediği gibi karşılamışlardı. Arabadan bir sürü genç adam inmişti. Hangisi kızının gönlünü çalan adamdı acaba diye düşünmeden edemedi. Aile de gayet neşeli inşallah mutlu olursun kızım inşallah hiç pişman olmazsın diye mırıldanırken içeri girdi.

Misafirlerini kapıda karşılaması daha uygun olurdu. Mutfak balkonundan seyrettiği görüntüyü hazmetmeye çalıştı. Süre kazanmak için bir bardak su aldı. Yudum yudum suyunu içti. Aklından sadece her şeyin iyi olacağını tekrar ediyordu. Arkasını döndüğünde kızıyla göz göze geldi.

Merve’nin üzerinde siyah pantolon ve beyaz şifon bir bluz vardı. Saçlarını atkuyruğu yapmış makyajı çok sadeydi. Geldiklerini öğrendiğinde evde oraya buraya yürürken babasıyla karşılaştı. İçi rahatlamıştı ama nedense babasından utandı. Olabildiğince buraya uygun giyinmeye çalışmıştı. Kapı çalınca hemen hole döndü.

Buket kapıyı açtığında Fatma Hanım önden girdi. Diğerleri de peşinden Hurşit Ağa herkese hoş geldin diyerek misafir odasını gösteriyordu. Tek tek herkesle tokalaşırken kendini tanıtıyordu. Hurşit Ağa yine sert tavrına büründüğünden gelenlerde ciddileşiyordu. Zaten ciddileşmesi gerekiyorlardı çünkü önemli bir şey için oradaydılar…

Uzun boylu kumral yakışıklı bir adamın kızına nasıl baktığını fark ettiğinde o olduğunu anladı. Siyah takım elbisesinin içinde çok şık terbiyeli gözüküyordu. Nedense gerildiğini hissetti. Genç adamın gelip elini öpmesiyle bir nebze rahatladı. Zengin olduklarını duyunca çok canı sıkılmıştı. Çünkü onlar çok fakir büyümüş. O yüzden sahip oldukları her şeyin kıymetini bilerek şükür ederek yaşıyorlardı. İlk başta bu konuda hor görünmekten çekinmişti. Evlerimiz onların yaşadıkları ne evlere benzer nede yemeklerimiz onların yediklerine benzer inşallah suratlarından olsun hoşnutsuzluk görmem diye düşünmüştü. Çünkü kaldıramadığı bir şey varsa kibir… Kibirli insanlardan nefret eder Allah’ın ona verdiklerine ihanet ettiklerini düşünürdü. Şükür nedir bilmeyen insanlarla pek işi olmazdı. Hacı Bayram Veli’nin ve Mevlana’nın bu konuyla ilgili en sevdiği sözlerini aklından geçti. Daha doğru o sözlerle yeni dünürlerini tartmaya başladı.

 

*Ne kadar alçaktan uçarsan düştüğün zaman o kadar an incinirsin. Kibri bırak alçak gönüllü ol. Mevlana

*Kibir, bele bağlanmış bir taş gibidir. Onunla ne yüzülür, ne de uçulur. Hacı Bayram Veli

Hurşit Ağa gayet memnun oldu ilk tanışmadan ne evlerine ne kendine ufak bir burun kıvırma ya da yüz çevirme görmedi. Damadı olacak karşısında buram buram terliyordu Bundan daha çok hoşlandı. Zenginliğine güvenip, kızı kesin alırım havaları yoktu. Büyük hanımı sevmişti. Oturduğu kalktığı yeri bilen görgülü bir hanımdı. Kadir bey ve Kardelen hanımdan da hoşlandı. Biraz sohbet edildikten sonra sofra hazırlığı için izin istendi. Fatma Hanıma dönüp,

“Yoldan geldiniz, açsınızdır bir kap yemeğimizi yiyelim ondan sonra sohbete devam edelim olur mu?” Hurşit Ağa’nın sözleriyle Ali Buğra kabul etme babaanne biran önce isteyelim ne olacaksa olsun istediğiniz kadar yiyin diye geçiriyordu. Babaannesinin kabul etmesi üzerine gözlerini kapattı. Nasıl sinir olduğunu belli etmemeye çalıştı. Her hareketini izleyen adamdan habersiz isyan noktasına gelmişti.

Yere sofra bezleri serildi. Arı gibi çalışan kadınlar Buse, Buket’te dahil yemekleri taşıyorlardı. Özellikle masaya hazırlatmamıştı. Karşı tarafı iyice tartıp, ölçmeli gurur denen duyguya kapılıp kapılmadığını her yönde anlamaya çalışıyordu. Özellikle saç kurdurmuş katmer ve çökelekli yaptırmıştı. Sıcak sıcak onlar büyük tabaklarla ortaya konulmuş. Yanına da sadece baklalı yaprak sarma ve ayran getirilmişti. Buyur edildiklerinde herkes bağdaş kurarak oturmuşlardı. Sadece Fatma Hanım;

“Oğul ben dizlerimden oturamıyorum malum yaşlılık elime tabakla şunlardan versen…” diye Hurşit Ağa’nın içini nasıl ısıttığını bilmiyordu. Adamın içi mutluluktan coştu resmen tabi ana deyip hemen bir tabak yapıp verdi. Diğer gençlerin sofrada olmadıklarını fark edince Kadir Bey’e döndü.

“Kadir Bey arabadan üç genç daha inmişti. Onlar nerde yemek yesinler…”

“Onların Ali Buğra’nın korumaları aşağıda bekliyorlardır.” Kaşlarını çattı. Korumaları derken oldu kendi kendine… Bu adam ne yapıyor ki üç koruma ile geziyor… Gerçi dürüstlüğü ve çalışkanlığı iki hafta önce tescillenmiş ana haberlerde resmen gözüne sokulmuştu ama derken konuştu. Sesi ister istemez sert çıktı.

“Aç aç mı? Olmaz öyle şey hemen soframıza buyursunlar…” Oğlu zaten kapıda bekliyordu.

“Metin git aşağıdaki gençleri çağır yemek yesinler…” diye bağırdı. Hemen deyip fırlayan oğluyla gülümsedi. O ara Ali Buğra’yla göz göze geldi. İlk defa birbirlerine bakıyorlardı. Sert olmak istiyordu ama genç adam o kadar güzel içten bakıyordu ki kafasını çevirmek zorunda kaldı. Yoksa gülecekti. Kızını alacak adamın hemen rahatlamasını istemiyordu. Damadının da aynı duyguları hissettiğinden habersiz Erdem’ler geldiğinde içi daha rahat etti.

Erdem en son yengesinin başka bir adamla tanışmaya gittiği ve çok uzaktan gördüğü kızdan gözlerini alamadı. Allah’ım o nasıl gözler diye düşünürken yaptığının uygun olmadığını bile bile bakmaya devam etti. Bir tek Ali Buğra fark etti. Kulağına yanaşıp kimsenin duymamasını umarak;

“Erdem kardeşim falan demem Buket’e bakışların yüzünden benim işim zora girerse ağzına sıçarım. Çek lan gözlerini kızdan...”

“Abi çok güzel ya…”

“Bak hala ne diyor… Benim işim olsun söz yardım edeceğim ama kayınbabamın gözü hep üzerimde anla be oğlum…”

“Tamam tamam sen merak etme…”deyip kafasını kuma gömer gibi bir şeyler yemeye çalıştı. Bir tülü aklından çıkmayan kızın bu kadar güzel gözleri olup, yakacağından habersizdi. Hazırlıksız yakalanmıştı. Burada olacağını bilmiyordu ve şuan yüreği bir tuhaftı. Neydi bu duygunun adı yanıyor dese yanmıyordu. Mutlu dese değildi… Heyecan evet evet yıllardır ilk defa bir şeye heyecanlanmıştı.

Yemekler yenmiş çaylar servis edilirken Fatma Hanım bir yolunu bulup, bir tarafının Malatyalı ve Alevi olduklarını söylemişti. Bunu öyle bir anda yapmıştı ki kimse bilerek söylediğini anlamadı. Bu kızı bir tarafları Alevi olduğu için değil oğulları çok sevdiği için versinler istiyordu. Genel kanı olarak çok memnundu. Merve’nin annesi hariç herkes güzel davranıyordu.

Ali Buğra buram buram ter dökmesi o kadar artmıştı ki mecburen izin isteyerek ceketini de çıkardı ama nafile adam üstüne su dökmüşler gibiydi. Buse arada geliyor eline yeni peçete veriyor, elindeki ıslanmış peçeteyi alıyordu.

“Ali Buğra yeter ya evde peçete kalmadı…”

“Buse kayınbabam çok sert bakıyor ya terlememem mümkün mü?”

“Eniştemin duruşu öyle sadece sana değil rahatla biraz…”

“O zaman o zalim kuzenine söyle yüzünü göstersin. Özellikle kapının dibine oturdum ki onu göreyim diye ama yok… Başka türlü rahatlayamam… Bak hala bana kötü kötü bakıyor müstakbel babam…” Ali Buğra’nın şımarık çocuklar gibi kendini saklamaya çalışmasına kahkaha atmamak için kendini zor tuttu. Odadan çıkıp, mutfağa yerinde duramayan kuzenine anlatırken de kahkahalarının içerden duyulduğundan habersizdi.

Hurşit Ağa, karşısında koskoca adam değil de çocuk görüyordu. Sürekli terliyor alnındaki terler şakaklarına akınca kendi ya da korumalardan biri siliyordu. Sandalyede bir şey batıyor gibi bir sağ kalçasının üstünde oturuyor bir sol kalçasının üstüne oturuyordu. Dizlerini birleştirip sıkıyor, sonra daralıyor iki dizini birbirine vuruyordu. Bu çocuk kızımı seviyor hem de çok seviyor diye geçirdi. Bir taraflarının Alevi olmasına ekstra sevindi. Çünkü kızı kültürünü hiç bilmeyen birileri ile evlenmeyecek hor görülmeyecekti. Şunu bunu yap diye zorlanılmayacaktı.

Onların adetlerinde kız verildikten sonra kahve içilirdi. Bunu Merve daha önce söylediği için kimse kahve beklemiyordu. Fatma Hanım uygun bir fırsat bulup;

“Hurşit, oğlum diyorum çünkü gerçekten bu yakınlığı verdin bana… Allah’ın emri peygamberin kavli ile kızın Merve’yi torunum Ali Buğra’ya istiyorum… Bil ki kızın senin için ne kadar değerli ise bizim içinde o kadar değerli olacak. Biz gelin değil kızımızı ailemize dahil edeceğiz…” Hurşit Ağa karşısında omuzlarını dikmiş ağzından tek güzel söz çıkmasını bekleyen damadına baktı. Alnındaki terler daha belirginleşti. O arada holün kenarından içeriyi dinlemeye çalışan kızını fark etti. Bu kadar eziyet yeterdi. Hafif gülümsedi.

“Sürün kahveyi ocağa…” diye bağırdı. Zaten elleri kalbinde kapının önünde bekleyen Buse ve Buket aynı anda coşkulu bir sesle;

“Emret eniştem…” diye bağırdılar… Ali Buğra ne olduğunu başta anlamadı ama sonra karısının kız verilirse bizde kahve içilir sözü aklına geldi. Gözleri doldu. Hiç kimseyi umursamadı. Ayaklanıp, Hurşit Bey’in önüne geldi. Bir süre baktıktan sonra dizlerinin üzerine oturup ellerini tuttu. Dudaklarını bastırdı. Bir taraftan şükür ederken bu kadar kolay olduğu için minnetini göstermeye çalışıyordu. Gözlerini kaldırdı.

“Hiç pişman olamayacaksın baba…” dedi. Hurşit Ağa da gülümseyerek elini kaldırıp omzuna bir iki kere vurdu. Daha fazlasını yapacak gücü yoktu. Çünkü hüngür hüngür ağlayası vardı. Hem ne kadar içten baba demişti. Şuan yüreğime nasıl yer ettiğinden haberin var mı genç adam diye içinden konuştu.

Kahveler içildi. Ali Buğra’ya zehir gibi bir kahve yapılmıştı. Buket, tuzun yanı sıra karabiber de koymuştu. Ancak aşık adamımızı etkilemiş miydi? Asla! Bir dikişte içti. Ona zaten aylardır Merve’yi vermeyecekler korkusuyla her yediği zehir oluyordu. Şimdi ki kahve ona baldan tatlı geldi. Karısını vermişlerdi ya gerisi boştu… Sonradan yaşayacağı mide ağrısı da ödül olurdu ona… Hurşit babasının gür sesiyle kendine geldi.

“Metin hocayı getirin de Allah’ın emri okunsun denilince…” herkes dikkat kesildi. Yeni dünürlerinin anlamadığını düşününce açıklama gereği duydu.

“Bizim adetlerimizde kız dua ile verilir. Birde herkesin içinde hoca sorar…” deyince Ali Buğra için gergin bekleyiş başladı. Yeni yeni normale dönen vücudu yeniden sıcak bastı. Bugüne kadar doğru dürüst terlediğini bilmezdi. Bugün sürekli su dökmüşçesine terliyordu. Hoca geldiğinde herkes ayaklandı. Hoca herkesle tokalaştıktan sonra kıblenin tarafını sordu. Kadınlar dışarı çıksın dedi.

Hurşit Ağa dünürü Kadir Bey’i buyur diye yeri gösterdi. İkisi de dizlerinin üstüne oturdular. Hoca babaların ve evlatlarının isimlerini bir kağıda yazdıktan sonra gür sesiyle konuşmaya başladı.

“Bugün burada iki genç için Allah’ın emri okunmak üzere beni çağırdınız. Hurşit Ağa, Kadir oğlu Ali Buğra’ya kızın Merve’yi verdin mi?”

“Verdim.”

“Verdin mi?

“Verdim” Bunu üç kere tekrar ettikten sonra hoca diğer adama döndü.

“Kadir Bey, Hurşit kızı Merve’yi oğlun Ali Buğra’ya aldın mı?”

“Aldım.”

“Aldın mı?

“Aldım..” Kadir Bey’de üç kere tekrar ettikten sonra ellerini açıp, hocanın duasının bitmesini beklediler. En sonun da El- Fatiha denilince odada ki herkes Fatiha süresini okumaya başladı. Dualar bittikten sonra hoca;

“Gelin kızımız da gelsin…” dedi. Merve içeri girince Ali Buğra’ya tüm güzelliğiyle kafasıyla işaret vererek beni takip et dedi. İlk önce kendi babasından başlayarak herkesin elini öptüler... Onların adetlerinde aynı gün söz olmazdı. Ertesi gün ya da en fazla bir hafta sonrasında olacak şekilde büyük kahve dedikleri bir adet verdi. Bu adetler konuşuldu ve ertesi gün öğle saatinde büyük kahve yapılacağı herkese haber verildi. Burada erkek tarafının yapması gerekenler anlatıldı.

Erdem hepsini not alıyordu. O kadar mutluydu ki abisi için anlatılanlarından kendine pay çıkarıyordu. Bunları öğreneyim belki işime yarar diye çaktırmadan gülücükler saçan Buket’e bakıyordu. Kendine bir an şaştı daha yirmi sekiz yaşındaydı ve otuz beşten önce evlenmeyi hiç düşünmüyorum derdi. Nasıl tek kelime bile konuşmadığı kız ona evlilik düşündürmüştü.

İstanbul’da onlardan haber bekleyen arkadaşları da çok mutlu oldular… Cihat özellikle benim uçağım daha büyük kullanın dese de Ali Buğra ve Fatma Hanım belki hoş olmaz… Merve’nin anlattıklarından babası gösterişten hoşlanmıyor yanlış anlaşılmasın diye tarifeli uçakla gelmişlerdi. Fatma Hanım, sıkıntılı bir durum olacağından kalabalık etmeyelim diye kimsesin gelmesini istememişti.

Kardelen Hanım eşi ve oğluna güzel haberi verdiğinde Cihat şimdi yarın kardeşimin sevdiği kızla yarı nişan sayılacak töreni var ve biz yokuz olmaz öyle şey deyip program yaptı. Pilotu aradı sabah yedi de hazır olup Sivas’a gideceklerini söyledi. Cenkay zaten Buse’yi yalnız göndermek istememişti. Annem yanımızda yok utanırım hoş olmaz diye sevdiğine kabul ettirememişti. Oda bu haberle hemen Gökçe’yi ve Ecem’i aradı. Kızlarda çok mutlu oldu. Cihan’da tamam olunca herkes havaalanında buluşmak üzere sözleştiler.

Hurşit Ağa misafirlerinin kesinlikle otel de kalmalarına müsaade etmeyeceğini anladıktan sonra Kadir Bey, Kardelen Hanım ve Fatma babaanne Merve’ler de Ali Buğra ve diğer gençler amcalar da kalacak şekilde yerler yapıldı. Ali Buğra üst katında olan ve yine ayrı yatmak zorunda olduğu sevdiğine mesaj üstüne mesaj atıyordu.

“Güzel karım bugün doğru dürüst yüzünü göremedim. Keşke bana kokunla uyuyacağım bir eşyanı verseydin ya da belki gelirsin yanıma ha…”

“Yakışıklı kocam farkında mısın bilmiyorum… Babam sorunsuz kimseyi umursamadan beni verdi. Senin derdin hala benimle yatmak ya...” Sanki kızı vermeyecekler korkusuna buram buram terleyen o değilmiş gibi peh oldu. Omuz silkip yazmaya başladı.

“Vermeseler ne olacaktı Merve’m sen benimsin…”

“Bak ya vermeseler ne olurdu öyle mi?”

“Yaniii verdiler süper oldu ama vermeseler de bu Tokat’ı altını üstüne getirir yine seni alırdım…” Gülücük emojileri koymuştu.

“Seni çok seviyorum güzel adamım…”

“Bende seni çok seviyorum harika kadınım… Gerçi harika olan başka yerlerini düşünüp kötü oluyorum ama…”

“Sapıksın, edepsizsin başka bir şey demiyorum sana iyi geceler…” Kısık bir kahkaha attı. Aslında şuan çok komik durumdaydı. Hayatında ilk defa yer yatağında yatıyor ve yanında karısı yerine yarma gibi Erdem vardı.

“Hahaha! Her yerini öpüyorum güzel karım iyi geceler…” Şuan Merve’nin bu mesajdan sonra nasıl kızaracağını düşünüp, çok şükür Allah’ım diye günlerdir ilk defa huzurlu bir uykuya daldı.

 

 

 

2. Part

Ertesi gün öyle hızlı başladı ki kimin nereye koşuşturduğu belli değildi. Neredeyse bir kamyon masa sandalye evin önüne yerleştirilmiş. Gelenlere yedirilmek üzere sipariş edilen pide çeşitleri ve ayranlar gelmişti. Merve erkenden kızlarla alışverişe çıkmış kıyafet almışlardı. Kuaföre gittiklerinde Ali Buğra delirme noktasına gelmişti. Yalnızız bir kere öpeyim diye peşinde pervane olsa da zalim karısı gecenin intikamını alıyordu.

İstanbul’da ise çok erken saatlerde havaalanında buluşuldu. Faruk Bey, Cihat, Cihan ve Cenkay tamamken kızlar son dakika yetişti. Uçağa binmek gerekiyordu ama Cenkay ısrarla hayır bir misafirimiz daha gelecek diye bekletmişti. Kızlar geleni görünce kalabalık falan demeden çığlık atıp, Bahar Hanıma sardırdılar.

Cenkay sevdiği kadına sürpriz yapmak istemişti. O yüzden Cihat’la konuşur konuşmaz kayınvalidesini arayıp, senide götürmek istiyorum akşama döneceğiz anne demişti. Kadın çok sevindi huysuz kocası yüzünden en sevdiği yeğeninin yanında olamamıştı. Akşam kız kardeşiyle konuşunca Merve’nin en sonunda herkesle yüzleştiğini öğrenmiş ve sessiz tebriklerini yollamıştı. Sorunsuz verilmesinden ziyade buna sevinmişti. Çünkü Merve’nin çocukken ve ergenlik döneminde yaşadıkları hep içinde bir yaraydı. İyi olmuş deyip, kocasını da ikna etti ve sabah zar zor havaalanına yetişti.

Uçağa binmeden önce Gökçe yine Cihan’a ters ters bakmıştı. Adamın onu soyarcasına bakmasından illallah gelmişti. İşin kötü yanı adamın o bakışları onu rahatsız etmesi gerekirken içindeki kadını uyandırıyor nasıl öpüştüğünü falan düşünüyordu. Sonra sanki daha önce öpüştün o adama yetecekmişsin gibi hayaller kurma diye kendine kızıyordu. Yakışıklı mıydı değildi ama öyle bir ağırlığı öyle bir karizması vardı ki bazen yüzüne dokunmamak için kendini zor tutuyordu. Van’da kolundan tuttuğunda hissettiği duygu deli etmişti. Zaten ondan sonra da aklından çıkmıyor çıkmadıkça da nefret ediyordu.

Cihan gözlerini Gökçe’den ayıramıyordu. Öyle özlemişti ki nerdeyse bir haftadır görmemişti. Cenkay’ların sözlendikleri gün çaktırmadan resmini çekmişti. Öyle güzel yakalamıştı ki arada bir telefonda iyice yaklaştırıyor ve dudaklarına öpücük konduruyordu. Sonrada kendine kahkahalarla gülüyor, bana bu yaşattıklarının acısını senden kat be kat çıkartacağım baykuş o zaman seni kimse elimden alamayacak diye konuşuyordu. Öyle böyle takmamıştı kafaya biliyordu bu kız kaderiydi. Bir de yanaşabilse Van’da bir adım atmak istemişti ama sürekli ters tepmişti.

Ecem ise hiç olmadığı kadar sessizdi. Cihat’ın yanında hep korkar olmuştu. Bir şey söylerim oda yine beni kıracak bir şey der diye hiç konuşmuyordu. Annesini özlemişti. O yüzden Bahar Hanımın yanından ayrılmadı. Uçakta da kafasını omzuna koyup gözlerini kapadı. Uçağın Cihat’ın olduğunu bilseydim gelmezdim diye düşünürken iç sesi çok kızdı. Merve en yakın arkadaşın ve Ali Buğra erkek kardeşin gibi oldu. Sırf bu pisliğe kızgın olduğun için mi onları yalnız bırakacaksın… Gözünü bile kırpmadan onu seyreden adamdan habersiz kızgın değilim kırgınım kalbim diye mırıldandı.

Cihat, Ecem’e baktıkça yüreği sızlıyordu. Sırf bu yüzden bile nefret ediyorum bu kızdan diye düşünürken hayır deliler gibi istiyorsun diyen iç sesine küfür etmemek için kendini zor tuttu. Alt tarafında bir yerlerin bu kızı her görüşünde böyle hareketlenmesinden delirmek üzereydi. Daha dün gece altında ki kadını becerirken gözlerinin önüne gelmesini hazmedememişken şimdi masum masum karşısında uyuyordu. Masum olsa bari diye yine durup dururken kızı kendine kötüledi.

Sivas’a indiklerinde saat sabahın dokuzuydu. Hemen Cihat’ın korumaları ve Yavuz kiralanan aracı bulmuş Tokat’a yola çıkmışlardı. Erdem’den konum istediklerinde sürpriz olduğunu özellikle belirtmişlerdi. Herkes Çamlıbel’e kadar kupkuru olan doğanın birden bire nasıl yeşile döndüğünün şaşkınlığını yaşıyordu. Her yer orman ve Mart başı olmasına rağmen yemyeşildi.

Bahar Hanım ve Faruk Bey’in sohbetleri hep Tokat’ın adetleri, yemekleri ve kültürüyle ilgiliydi. Tokat’ın sarma yaprağı çok meşhur mutlaka almalısınız diyor sonra bakın pekmezini çemenini denemeden dönmeyin gibi muhabbet herkesin ilgisini çekiyor ve gülümsüyorlardı. Cenkay zaten annem dediği kadına hayran hayran bakmaktan başka bir şey yapamıyordu. Buse’sini görüyordu. Onun sakinliği, gülümsemesi ve iyi yüreği hep annemdenmiş diye düşünüyordu.

Tokat’a geldiklerinde resmen yüz yüz elli kişilik kalabalıkla ufak çaplı şaşkınlık yaşasalar da Bahar Hanım herkesi aydınlattı. Bunu küçük nişan gibi düşünün ve Hurşit Eniştem çok sevilen biri olduğundan bu kalabalık var demiş arabadan inmişti. Hoş geldin faslından sonra kızlarda hazırlanmak için Merve’lerin evine girmişti.

Merve ise üstündeki stres kalkar kalkmaz yalandan etmiş gibi iyileşmiş… Yüzüne renk gelmiş ruhunda çiçekler açmıştı ama azgın kocasıyla ne yapacağını bilmiyordu. Yok arabada yalnızız öpeyim, yok mağaza da kabinde birazcık öpeyim yok ayakkabıcı da iki dakika tuvalete git bende gelip öpeyim diye diye deli etmişti. Burası küçük yerdi anlatamamıştı bir türlü azman kocasına içten içe bu kadar arzulandığı için mutlu olsa da her şeyin bir yeri ve zamanı vardı canım bu kadarda olmaz diye söyleniyordu.

Ali Buğra bu kolay kolay vazgeçer miydi? Bu sayede adam Türkiye’nin en iyi avukatlarının arasına ismini yazdırmıştı. Yemek getirdim sonradan yiyemezler diye bahanesiyle kuaföre gitmiş kadına bir sürü dil dökmüş ve azıcık bir bahşişle karısıyla ağda odasında yalnız kalmıştı. Merve giyinmek için yalnız olduğundan üzerinde sadece iç çamaşırları varken Ali Buğra’yı karşısında görünce çığlık atıp, bedenini kapatmaya çalıştı.

“Yavrum görmediğim şeyler mi?”

“Ali Buğra çık bak valla bir saate kalmaz herkes bizi konuşur…”

“O güzel dudaklarından öpmeden bırak Tokat’ı Türkiye konuşsa şuradan şuraya gitmem…”

“Ah adam ben senle ne yapacağım. Burası babamın akrabalarından birinin..” demeye kalmadı Ali Buğra karısının dudaklarına yapıştı. Öyle bir öpüyordu ki günlerdir yemek yememiş ve hemen doyması gerekiyormuş gibiydi. Aç öpücükleri Merve’nin alt dudağını ısırmasıyla şehvete dönüştü. Karısının kalçalarından tutup kendine bastırdı. Dün Allah’ın emri okunurken o kadar mutlu olmuştu ki resmen ikinci defa karısıyla nikah tazeliyor gibi hissetmişti. Dudaklarından ayrılıp, boynuna doğru yol aldı. Merve’nin sessiz olma çabalarına bakarak gülümsedi. Sütyenini indirip, bir süre göğüslerde de hüküm sürdükten sonra kendini geri çekti. Karşısındaki görüntüye hayran bakışlar atarak;

“Aşkım, şimdilik bu bana yeter…” dedi ve arkasını dönüp çıktı. Merve durumuna baktı. Onu bu kadar tahrik edip, bırakıp gitmiş miydi yani ne yapacaktı Merve adam doğrusunu yaptı diyen kalp sesine onu kayırma diye küfür ederek ayaklandı. Sütyenini düzeltirken görünen kızarıklığa daha da sinir oldu. Ali Buğra’dan çok ona hayır diyemeyen duygularına bedenine dudaklarına vurası vardı.

Kıyafetten sonra makyajı yapılırken hala bedeninin ısısını normale çevirememişti. Ali Buğra’yı eline verseler gırtlaklayacaktı. O kadar sinir olmuştu. Aslında yarım kalmışlığın siniri olduğunu bilmeden saydırıp duruyordu. İşleri bittiğinde ve eve gelmek üzere yola çıktıklarında bile suratı beş karıştı. Kızlar sorduğunda bir şey yok dese bile ne diyeceğim azgın kocam geldi beni ayarttı ve o halimle bıraktı mı diye düşünmeden edemedi.

Ali Buğra ise Merve’nin haline kıs kıs gülüyordu. Nasılmış hanımefendi diye içinden kendini tebrik ediyordu. Bu kadını arada bir böyle yapmam lazım daha hırçın olur ve benimle ceylan gibi değil kaplan gibi sevişir diye planlar yapıyordu. Bazen kendi bile şaşıyordu ki Merve şaşırmasındı. Tamam, genelde düzenli bir cinsel hayatı vardı ama hiçbir zaman böyle her daim hazır olmamıştı. Ancak karısını düşünmesi bile onun bedenini harekete geçiriyordu. Evin önüne geldiklerinde;

“Merveeeeeee…” diye bağırılmasından şok oldular. Ecem’le Gökçe kız daha arabadan inmeden çığlık çığlığa sarılmışlardı. Ufak bir şoktan sonra mutluluktan gözleri doldu. Tekrar tekrar sarıldılar… Merve’nin üzerinde hala havalar soğuk olduğundan uzun siyah bir kaban vardı. Ali Buğra’ya da elbiseyi göstermemişti. Vıdı vıdı etmesini istemiyordu. Kızlarla hasret giderdikten sonra içeri geçtiler…

Ali Buğra gri takım elbisesinin içinde çok yakışıklı gözüküyordu. Merve gözlerini adamından çekemiyordu. Kabanı çıkardıktan sonra tepkisinden korktuğundan olabildiğince yüzük takma törenine kadar üstünde tutmaya çalışıyordu. Ancak Ecem sağ olsun yine yapacağını yapmış;

“Merve’m elbisene bakayım hem sıcak olmadı mı ya çıkarsana…” deyince kocasına baktı. Odanın bir köşesinde arkadaşlarıyla konuşuyordu. Yavaşça üstündekini çıkarınca atmaca gibi kendine bakan adamdan ürkmedi dese yalan söylemiş olurdu. Ali Buğra’nın kahverengi gözleri gittikçe kararıyordu. Nasılsa Tokat’ta açık giyinemez diye gayet rahatken bu kıyafet neydi böyle…

Çimen yeşili ayaklarına kadar uzun ip askılı elbise sinirlerini bozdu. O büyük güzel göğüslerini ne diye ortaya döküyor bu kadın diye delirdi. Bak bak az gelmiş memelerini açmak gitmiş bacağını da açmış. Cihat o anda bir şey anlatıyordu ama umurunda değildi. Hemen elini kaldırıp kuzenini susturdu. Karısının yanına uçtu. O arada kızların beğeni sözlerini duyuyordu.

“Merve’m hani Tokat’ta açık giyilmiyordu…” tıslayarak sormuştu resmen… Ecem bu durur mu lafı yapıştırdı…

“O seni kandırmak için söylenmiş söz bir numaralı yakışıklı eniştem…”

“Ne demek bu… Merve!!!”

“Ali’m düğünlerde falan pek karışmazlar ki ben gelinim ya kim ne diyecek…”

“Banane milletin ne dediğinden git çıkar…”

“Git çıkar öyle mi?” Merve’nin sesi öyle kırgın çıkmıştı ki gözlerini kapattı. Eskiden kimsenin giyimi kuşamı dikkatini çekmezdi. Bu kadında neden ufacık bir yeri gözükünce böyle oluyorum diye düşündü. Köpek gibi seviyorsun da ondan diyen iç sesine hak verdi. Gözlerine baktı.

“Son durağım oldun be kadın kıskanıyorum işte hemen o güzel gözlerini hüzün kaplamasın…”

“Ali’m! Ben çok beğendim yakışmamış mı?” Ali Buğra gelip sarıldı. Alnından öptü.

“Sorunda bu ya çok yakışmış ve benim olan yerleri başkaları da görecek…”

Merve tam cevap verecekken Buse’nin sesi ile o yöne baktılar. Cenkay’la kavga ediyorlardı. Cenkay kaşları çatık ve sevdiği kadının söylenmelerinin bitmesini bekliyordu. Ah millet olmayacaktı ben seni susturmasını bilirdim ama dua et diye mırıldandı.

“Hep bunu yapıyorsun. Ne var elbisemde beni tanıdığında da açık giyiniyordum.” Diye söylene söylene bir etti. Kara yağızı elbisesini gördüğünden beri soğuk davranıyordu. O da buna katlanamıyordu.

Cihan da Gökçe’ye ters ters bakıyordu. Yine giymiş güzel poposunu ortaya çıkaran eteği Allah aşkına bu kadın uzun bir şey giyinemiyor mu diye içinden kızıyordu. Cenkay ve Ali Buğra en azından tepki verebiliyordu. Kendi tek kelime bile edemeyişine küfür etti. Ne olurdu sanki Ecem gibi giyinseymiş diye söylenmeden edemedi.

Ecem kırmızı İspanyol paça kumaş pantolonun üzerine siyah şifon bir gömlek giymişti. Gömleğin yaka detayı boyundan fular gibi olduğundan çok şık duruyordu. Her zaman açık giyinen kızımız Hurşit Ağa’yı iyi tanıdığından ve ilk defa geldiği bu memlekete uygun giyinmek istemişti. İyi ki de böyle giyinmişim pisliğin gözleri hep üzerimde her an bana yine laf atacak gibi sakın Ecem sakın ne derse desin görmezden geleceksin, duymayacaksın ve o duvara mı konuşuyorum lan diye kendi sinirlenecek… Sakın bakma, bakma, bakma diyerek kendini tutmaya çalışıyordu.

Dışarıdan müzik sesi gelince herkes bir şaşırsa da Buket havalara uçtu. Oh be bende ne zaman cihaz kuracaklar çalgıcılar olmayacak mı diyordum diye evden çıktı. Onun bu neşesine herkes katılıp, dışarı çıktı. Erdem içeriden çıkan kızı görünce kalbi tekledi. Lan bu ne giymiş böyle diye mırıldandı. Yavuz’un hayırdır sorularını geçiştirirken bile gözlerini Buket’ten alamadı. Siyah şort tulumun altına bacaklarını saran bir bot giymişti. O kadar yakışmıştı ki Erdem şöyle bir etrafa bakmadan edemedi. Erkeklerin Bukete nasıl baktıklarını görüce sağ kaşı kalktı. Ellerini yumruk yaptı. Saçlarından tutup, dudaklarına yapışmak bu kız benim demek istiyordu. İyi de neden bu kadar sert olmak istiyordu.

“Karıcım! Bana hala kızgın mısın?” Kocasının ses tonunda ki hınzırlıktan kuaförde onu nasıl bıraktığını hatırladı. Zaten edepsiz kocasının da hatırlatmaya çalıştığı oydu. Bozuntuya vermeden aptala yatmaya karar verdi ve tatlı tatlı konuşmaya başladı.

“Elbise konusunu hallettik ya aşkım neden kızgın olayım…” Ali Buğra zaten karısının dibinde olduğundan elini kaldırdı. Kulağının arkasından boynuna doğru tüy gibi dokunmaya başladı. Karısının tepkilerine bakınca yandan bir gülüş sundu. Ellerinin dokunduğu yerleri öpmeye başladığında Merve kendine küfür etmeye başladı.

“Ali’m ya..yapma…”

“Çok! Çok özledim aşkım…”

“Bi..biri gelebilir…”

“Hımmm tamam…” diyerek kendini geri çekti. Karsının gözlerine öyle sevdalı baktı ki Merve ben nasıl erimiyim bu adamın karşısında diye kocasına kendi sarıldı. Kokusunu içine çekip;

“Kuaförde yaptığının intikamı sizden kat be kat alınacak koca adam…” Ali Buğra kafasını arkaya atarak öyle gür bir kahkaha attı ki dışardan duyan herkes bu adamın çok mutlu olduğunu anlardı. Karısını alnından öptü. O arada Gökçe geldi.

“Hadi çifte kumrular sizin sıranız…” Merve’yi bir heyecan kapladı. Kocası elini sımsıkı tutunca kendini daha iyi hissetti. Evin önüne çıktıklarında herkes alkışlıyordu. Düşündüğünün aksine kimse küçümser bakışlar atmıyordu. Bunu görünce daha çok rahatladı. Hatta annesinin bile gülümsediğini görünce bu değişime şaşırsa da o nişanının tadını çıkarmaya karar verdi.

Fatma Hanımın ve Bahar Hanımın sabahtan beri herkesle nasıl tatlı tatlı konuşup, ortamı yumuşattığından habersizdi. Kardelen Hanım, zenginler burunları havadadır diye konuşan kadınları duymuş ve tedirgin yaklaştıklarını fark etmişti. Pideleri servis etmek için dilimleyen kadınların yanına gidip, bana da bir şalvar verin yardım edeyim dediğinde kadınların şaşkın suratlarına gülmemek için kendini zor tuttu. Ondan sonrası sohbet muhabbet ortamın sıcacık oluşu önyargının insanı nasıl yanılttığının kanıtı…

Keşke sadece insan olarak birbirimize şans versek… Şu bu demeden sadece insan olarak oturup konuşsak o zaman aslında her şeyin ne kadar önemsiz olduğunu anlayacağız… Bilmediğimiz görmediğimiz sadece kulaktan doğma söylentilerle insanı insana kırdırmak nedir ki… Bu ailenin yaşadıkları da bundan ibaretti.

Yüzükler Fatma Hanım tarafından takıldı. Sonrası vur patlasın çal oynasın… Tokat oyun havaları ortalığı inletirken Ali Buğra sevdiğiyle bol bol oynadı. Ellikte artık Cihan bile ortadaydı. Acayip eğlendiler herkesin mutlu olması Merve’nin yüreğini çok rahatlattı. Milletin dağılması akşamüzeri beşi bulmuştu.

Nişandan sonra herkes yorgunluk kahvesini içerken Kadir Bey düğün konusunu da konuşup öyle gitmenin uygun olacağını düşündüğünden kendiliğinden laf açtı. Ali Buğra babası konuşmaya başlar başlamaz dikkat kesildi.

“Hurşit Ağa biliyorsunuz biz bir saate yola çıkacağız. Düğün tarihini de yüz yüze konuşalım istedim.” Oda birden sus pus oldu. Herkes Hurşit Ağanın ağzının içine bakıyordu. Hurşit Ağa ise sadece kızını bu adamla göndereceğini ve ateşle barut olayını düşünüyordu. Kızının evli olduğundan habersiz aralarındaki muhabbetin artmasından korkuyordu. Ali Buğra da düğünü çok ileri artmalarından korkuyor nasıl itiraz ederim diye planlar yapıyordu.

“Kadir Bey, Merve artık benim değil sizin kızınız… Düğünü ne zaman yapmak isterseniz benim kabulüm zaten bizde hayırlı iş çok uzatılmaz…” Düğün tarihinin çok uzamasından korkan Ali Buğra bu konuşmayla birden ayağa kalktı.

“Teşekkür ederim babam çok teşekkür ederim…” diye heyecanla konuşunca herkes gülerken Merve yerin dibine girdi. Ben bu adamla ne yapacağım Allah’ım diye düşündü. Babasının yüzüne bakamadı. Hurşit Ağa ise heyecanlı damadına bir kere daha ısındı.

“O zaman bir ay sonraya düğünümüzü yapalım ne dersiniz…”

“Münasiptir…”

Ali Buğra yerine bir sinir oturdu. Bütün heyecanı bulut olup uçtu. Babasına ters ters bakmaya başladı. Hurşit babası düğün uzamasın derken kendi babasına ne oluyordu. Taaa bir ay sonraya tarih veriyordu. Sinir oldu en fazla iki haftaya mis gibi düğünü olabilirdi.

Tokat’ta kına gecesi yapılıp, Balıkesir de düğün yapılacak şekilde organizasyon yapıldı. Gerekli konuşmalardan sonra hazırlanmaya başladılar. Merve annesiyle hiç konuşmamış herkesi öperken annesini es geçmişti. Bu durumu gören Bahar Hanım hemen kardeşi Sevda Hanımla konuşmadan gitmemeye karar verdi. Herkes hazırlanırken Merve’yi ve annesini aynı odaya soktu.

“Sevda kızın sana küs gidiyor bir şey demeyecek misin?”

“Ne deyim… Ben hep onun iyiliğini istedim. Anayım ben kötülüğünü ister miyim?”

“Bu nasıl iyilik istemek beni savunacağın yere herkesten önce hep sen konuştun… Lise dönemimde ne zaman dedikodu olsa suçum olmadığını bildiğin halde ben sana okuma dedim. Okumasaydın bunlar olmazdı diye az mı başımın etini yedin ama dünkü yaptığını hiç unutmayacağım.”

“Kızım ben kendimi savunabiliyor muyum? Seni nasıl savunayım...”

“Sevda yapma en azından kızından özür dile…”

“Bahar ben özür dileyecek ne yapmışım… İlk evlendiğimde neler yaşadığımı hatırlasana hiçbir şey bilmiyorum diye az mı ezildim. Bir düğmeyi kaç defa söktürüp diktirdiler bana az mı dayak yedim. Sonra en becerikli ben oldum öyle içlerine aldılar beni… Merve de benim gibi her şeyi bilsin sussun dışlanmasın istedim. Suç mu?”

“Bacım bak ben senin niyetini biliyorum ama böyle olmaz. Bırak çevrende kimse olmasın çocuklarımız olsun yeter bize…”

“Ben senin gibi değilim Bahar ama kimse kızımı benden daha çok düşünemez anlayın…” deyip ağlamaya başladı. Oda istiyordu bas bas bağırarak kızımı rahat bırakın demeyi ama çok ezilmişti çok dışlanmıştı. Eski günlere dönmek istemiyordu.

Merve yine dayanamadı gelip annesine sarıldı. Oda ağlıyordu. Ne demeliydi. Cahillikten başka bir şey değildi. Boşuna dememişler;

*Yalanı yalancı ile yanlışı cahille sakın tartışma. Çünkü yalancıya gerçeği, cahile doğruyu anlatamazsın…

Şimdi ne dese boştu. Çünkü hiç fayda etmeyecekti. Ne yapsın iyi veya kötü annesiydi O böyle kabul etmezse kim kabul edecekti. İnsan annesini babasını kendi seçemiyordu ki oda bunun niyetiyle yine de kıyamadı. Annesini öpüp kokladı. Ben gidiyorum bir şeye ihtiyacın olduğunda ararsın diyerek odada çıktı.

“Allah sana öyle bir evlat vermiş ki Sevda inşallah bir gün şu kızın değerini bilirsin…” diyerek Bahar Hanım da odada çıktı. Arkalarında pişman ama yine aynı düşüncelerde bir kadın bıraktılar.

Aşağıda vedalaşma olurken Ali Buğra kaynanasının elini öpmek için odaya girdi. Ağlayan kadına gitti sarıldı. Aslında karısına yaşattıklarından dolayı kızgındı ama o olmasaydı da sevdiğim olmazdı diye düşündü.

“Anacım kızına çok iyi bakacağım merak etme…” Sevda hanım daha çok ağlamaya başladı. O asla kızını vermek istememişti. Ne yüce gönüllü çocuktu bu böyle diye düşünüp, ellerini tuttu.

“Benim kızım çok çekti oğul… Onun öyle güçlü durduğuna bakma kırılgandır. Sırtını birine dayamaya çok ihtiyacı var… İyi ki senin gibi birini sevmiş… İyi ki herkese kafa tutup sevdasının peşinden gitmiş… Mutlu olun oğlum…” Ali Buğra çok duygulandı. Kadının ellerinden öpüp odadan çıktı.

Hurşit Ağa herkes arabalara binmişken karısının neden misafirleri yolcu etmediğini hem merak ediyor hem de bu saygısızlığa kızıyordu. Tek damadı kalmıştı. Onun binadan çıktığını görünce yüzü gülümsedi. Damadının saygılı bir şekilde kardeşleriyle vedalaşmasını seyretti. En son kendine geldiğinde eline uzandı. Elini öptükten sonra bir süre bakıştılar. Omuzundan tutup sarıldı. İçi çok rahattı. Yine de gözleri doldu.

“Kızıma iyi bak oğlum… Allah’a emanet olun…” Ali Buğra cüzdanından bir kart çıkarttı. Kayınbabasına uzatırken biraz çekinse de;

“Hiç merak etme babam… Bu benim kartım bir şeye ihtiyacınız olursa oğlunuz olarak beni aramaktan çekinmeyin…”

Araba da karısının yanına oturduğunda Merve’nin onu nasıl hayranlıkla seyrettiğinin farkındaydı. Bu duygu başkaydı. Arabalar arka arkaya hareket ettiğinde gözden kaybolana kadar arkalarından bakan Hurşit Ağa kafasını gökyüzüne kaldırdı. Yanaklarından bir damla yaş süzüldü. Aynı anda damadıyla şükür ettiklerinden habersiz içten yürekten konuştu.

“Şükürler olsun Rabbim çok şükürler olsun…”

 

Loading...
0%