@heressalvatore
|
Eğer hayatta bir şeylere inancım kalmış olsaydı kargaların ölümü sezdiklerine hemen emin olurdum. Yere sertçe çarpan botlarımın kaldırımda çıkardığı sesler gecenin karanlığında yankılandı. Boş sokakta acele etmeksizin yürürken sokak lambasının tepesine tünemiş beni izler gibi takip eden illet bir karga o anda öttü. Belki de insanlar kargalar için ölümün habercisi derken gerçekten de bir bildikleri vardı. Simsiyah tüyleriyle bu hayvanlar ölüm, merak ve akıl üçgeninin bariz temsiliydi. Hayvanın küçük çokbilmiş gözleri adeta beni takip ederken yavaşça ilerde duran gri, lüks araca yaklaştım. Kilidin açılma sesiyle birlikte filmli camlar sayesinde dış dünyanın etkisinden kendini soyutlamış olan arabaya binip gecenin ayazını dışarıda bıraktım. "İşi bitirdin mi, Albora?" Başımı çevirmeden onu onayladım. Şu ana kadar bitirmediğimi kim görmüştü? Uzanıp torpidodan sigara ve çakmağı alarak kapağı geri kapattım. Sigarayı dudaklarımın arasına koydum ve ucunu yaktım. Başımı geriye yasladım. Derin bir nefes çekmeden önce "Ödemeyi yaptılar mı?" diye sordum. Ödeme önemliydi. Bunca zahmete boşuna girmiş olamazdım. Arabanın içine yayılan duman yüzünden yüzünü buruşturan Güney başını salladı. "Dün gece hesaba yatırmışlar." Arabayı çalıştırmadan bekliyordu. Bana söylemeye çekindiği bir şeyler var gibiydi. Göz ucuyla baktıktan sonra sigaramdan bir nefes daha çekerek ona döndüm. Sertçe konuştum. "Dökül Güney." Dudaklarını birbirine bastırdı, ardından beni sinirlendirmeden konuşmaya başladı. "Aslında söylemek bana düşmez. Zaten Acar sana vakti gelince anlatır ama ben yine de önceden haber vereyim, Albora." Gözlerimi kıstım. Daha fazla uzatmadan devam etse iyi olurdu. Çünkü birazdan botumdaki bıçağı boynuna saplayabilirdim. Az önce gördüğüm kan bana yetmemiş olmalıydı. Nedenini bilmediğim bir şekilde ellerim titriyordu. "Yeni bir görev var. Adama çok yüksek bir miktar biçmişler. Onu ortadan kaldırmanı istediler." Göz devirerek başımı cama çevirdim. Her zamanki şeylerdi. Biri dünyadan başka bir kişiyi silmek ister ve paralar yağdırıp, öldürmem için görevi Acar'a verirdi. Acar da bana iletir, ben de parasını almış her tetikçi gibi öldürürdüm. Yaşasın! Ne kadar da normal bir hayat... Üzerinde kırmızı rujumun izi kalmış olan sigarayı söndürdüm. Sigaranın üzerinde kalmış olan dudak iziyle daha çok ilgilendiğimi fark eden adam onu pek de umursamadığımı kısa sürede anladı. Umarım susarsın Güney. Çaresizce dikkatimi çekmek için söyleyecek bir şeyler aradı. İlgimi bu kadar çok istiyorsa bana düzgün bir yem vermeliydi. Elini saçlarının arasından geçirdi ve bildiğine emin olduğum bir şeyi söyleyip söylememek arasında kaldı. Beklemediğim bir anda "Çelik Karan'ı öldürmeni isteyecekler." diye mırıldandı. Bakışlarım tekrardan ona dönerken hızla yerimden doğruldum. Kabul, ilgimi çekecek kadar iyi bir yemdi. Başka bir şey söylemeden arabayı sürmeye başladığında yola odaklanmış yüzüne baktım. Ona baktığımı fark etse de gözlerini yoldan ayırmadı. Aptal herif, şimdi konuşması gerekirken susuyordu. Çelik Karan, uzun zamandır kimsenin ele geçiremediği bir ajandı. Bildiğim kadarıyla da iki yıl önce emekliye ayrılmıştı. Onu öldürmek isteyenler daha çok eski mafyalar ya da hapse tıktığı büyük suçlulardı. Her şeye rağmen bu adam o kadar da masum ve kötüleri haklayan bir kahraman değildi. Bunu herkes biliyor olsa da sırtı sağlam olduğu için yediği haltları saklayabiliyordu. "Bu görev ne zaman geldi? Omuz silkti. "Geçen hafta, cuma günü. Acar neden sana söylemedi bilmiyorum. Ama tehlikede olmanı istemiyorum, Albora. Bu yüzden söyledim." Araba evin önünde durunca beklemeden kapıyı açtım ve aşağı indim. Arkamdan seslenen Güney'i dinlemeden öfkeli adımlarla eski apartmana girdim. Birinci kattaki dairenin kapısına vardığımda köşeye sakladığım anahtarı çıkardım. Anahtar deliğe girmemekte ısrar ederken sinirden bağırmamak için yanağımın içini ısırdım. Nedense bu lanet işler ben öfkeli olduğumda daha da zor oluyordu. Bir kez daha denediğimde bu sefer başarılı olmuştum. Eve girip kapıyı arkamdan sertçe kapattım. Hızlı hareketlerle perdeleri çektikten sonra ışıkları açtım. Koyu renk perdeler evin içindeki ışığı dışarı yansıtmıyordu. Hem daha rahat hissediyor hem de olası bir saldırıyı kısmen önlemiş oluyordum. Üzerimdeki kıyafetleri çıkarıp dezenfekte olması için kullandığım kovanın içine attım. İç çamaşırlarımı da çıkardıktan sonra ayrı bir kovaya atıp kenara koydum. Aslında cinayetlerden sonra yakmam ya da ortadan kaldırmam gerekirdi ama sürekli kıyafet alacak zamanım yoktu. Çok sevmeme rağmen genelde alışverişe ayıracak vaktim olmuyordu. Sabahları bana büyük paralar kazandıran o görevler için plan kuruyor ya da Ozoğlu'nun şirketinde zaman geçirmeye gidiyordum. Gece de planlarımı uygulamak için karanlığa karışıyordum. Güzelim topuklular, elbiseler ve mücevherler ise mağazada benim tatil günlerimi bekliyordu. Arka planda çalacak olan müziği açtım ve yavaşça soyunup ılık suyla doldurduğum küvete girdim. Yüzümdeki makyajı silmemiştim ama umrumda değildi. Bordonun koyu bir tonu olan ojeli tırnaklarımla küvetin kenarında garip bir ritim tutturdum. Arkadan çalan müziği mırıldanırken paketten bir dal sigara çıkarıp yaktım. Gözlerimi kapadım, o anın tadını çıkarmaya başladım. Eski banyo, bu evde en çok sevdiğim yerdi. Tüm o pis cinayetlerden sonra vücudumda kalan kirden arınıyordum. Ruhuma bulaşmış olan kirler ise onlarla yaşamayı öğrendiğimden beri pek sorun yaratmıyordu. Dış kapının açılma sesi kulaklarıma dolduğunda göz devirdim. Sigarayı dudaklarıma yaslayarak evin içindeki adım seslerini dinlemeye başladım. Banyonun önüne geldiğinde durdu ve kapıyı açtı. Gelen kişinin kim olduğunu bildiğim için gözlerimi aralamadan konuştum. "Evime öyle her istediğinde gelmezsen sevinirim. Özel hayat diye bir şey var." Acar, kemikli elleriyle gömleğinin manşetlerini kıvırmaya başladı. Gülerek birkaç küçük adımda küvete doğru yaklaştı. Yavaşça eğilip dizlerinin üzerinde durdu ve kollarını küvete yasladı. Yakışıklı yüzünde gözlerimi gezdirdim. Başını yana eğdi, "Bu hayatta benden gizlediğin bir şey var mı ki Albora?" diye sordu. Küvetin kenarına doğru yaklaştım. Sadece göğüs uçlarımı kapatan su oldukça berraktı. Bakışları vücudumda gezindikten sonra tekrardan gözlerime çıktı. Parmağımı onun çene çizgisinde gezdirirken "Beni bilemem ama senin oldukça var, Acar." dedim. "Neden kendi görevimi senden duymak yerine çaylağından öğreniyorum?" Acar gülerek doğrulmaya çalıştığında üzerindeki siyah gömlekten tutup kendime çektim. Ona fazlasıyla sinirliydim. Çıplak ellerimle onu öldürmek istiyordum. Gülümsedi, sakalları arasındaki gamzesi belirdi. "Öyle deme, çocuk senden çok hoşlanıyor." Alaylı tavrına daha çok sinirlenirken katil bakışlarımı onun griye dönük mavilerine doğrulttum. Normalde önemli görevleri önceden haber verir ve planlamamı beklerdi. Bazen de şimdi olduğu gibi evime gelir benimle birlikte plan kurardı. Bu görev geleli çok olmuştu. Ve ben başka kişilerden duyuyordum. O ise karşıma geçmiş gülüyordu. Acaba büyük Ozoğlu, küçük Ozoğlu’nu öldürsem bana nasıl bir ceza verirdi? Ceketindeki ellerimi çekip suyun içine soktum. Yüzümde sinir bozucu bir gülümsemeyle ona bakmaya başladım. Kıvrılmış dudaklarımın aksine gözlerim alev alevdi. "Beni görev için yeterli görmedin." Damarlarımdan kan yerine öfke akıyor gibi hissettim. Üzerine atlayıp tüm etlerini parçalamak isteyen ellerim karıncalanıyordu. "Sen kimsin de beni yeterli görmüyorsun piç! Seni-" Dudaklarıyla söyleyeceklerim yarım kaldı. Beklemeden öpüşüne sertçe karşılık verdim. Alt dudağını ısırdım. Geri çekildi ve yüzüme baktı. "Adi herif." Yakasından tutarak onu da suyun içine çektiğimde üzerindeki takımı umursamadan suya girdi. Elleri çıplak vücudumda dolaşırken dudaklarını sertçe öpüyordum. Boynuma inen dudaklarıyla kafamı arkaya yasladım. Sakalları boynumu gıdıklıyordu. Çenemi öptükten sonra gözlerimin içine baktı. "Seni yeterli görmediğim için değildi, Albora. İstediğim anın gelmesini bekliyordum.” Dudaklarımı kısaca öptükten sonra yine geri çekildi. "Senin gücünü ve zekanı küçümseyebilecek birini tanımıyorum, vahşi kadın." Gömleğinin yakasından tutup kendime daha fazla çektiğimde "Ve vücudunu." diye ekledi. Bir eliyle belimi sıkıca kavradı ve diğer eliyle de bacaklarımı iki yana açıp sertçe kendine çekti. Bacaklarımı dolayıp kendimi ona bastırdım. İnleyerek dudaklarımı daha sert öptü. Kendisini bana yaslarken ellerim saçlarının arasında dolaştı. Aramızda sadece kumaş pantolonu olduğundan dolayı sertliğini hissedebiliyordum. Dudaklarını boynuma eğip orada biraz oyalandı. Dilini yavaşça boynuma sürterken parmakları bacağımın arasında gezindi. İşte bu kadardı. Yavaşça onu iterek küvetten doğruldum. O çıplak vücudumu seyrederken umursamadan üzerime kırmızı bornozu giydim. Oflayarak "İntikamını her türlü alacaksın değil mi Albora?" dedi. Yüzümdeki zafer gülümsemesiyle ona bakmadan banyodan çıktım. Bunu ben yapmamıştım. Bunu ona kendi zevkleri yapmıştı. Onunla ilişkimiz böyleydi. O benim işverenim, ben de onun tetikçisiydim. İstersem onunla sevişirdim. O da bundan memnuniyet duyardı. Ancak aşk veya sevgi gibi sözcükler ilişkimizden uzaktı. Onun taştan kalbi ve benim karanlık kalbim bu tür duyguları barındırmayacak kadar kirliydi. Bedenlerimizin tutkusu ilişkimizi canlı tutuyordu. Bana karşı fazlasıyla arzu doluydu. İşine her şeyden çok önem veren bir adam olduğu için arzularına ayıracak zamanı olmuyordu. Genellikle ciddi ve soğuk olduğundan da hiçbir kadın ona yaklaşamıyordu. Kadınlar kendilerini her şeyin üzerinde tutan erkekleri hak ederdi. Aksi takdirde bu adamlar sadece bir gece yatak süsler ve ardından işlerine dönerdi. Odama girerek dolaptan siyah iç çamaşırlarını çıkardım. Rahat bir tayt ve üzerine bol bir tişört alıp giydim. Altıma sütyen giymediğim için göğüs uçlarım görünüyordu ama dert değildi. Aynanın karşısına geçtim ve sarı saçlarımı taramaya başladım. Tarak saçlarımdan kayarken aynada gördüğüm yüze gülümseyerek baktım. İnsanların hiçbir art niyet aramayacağı kadar güzeldi. İnsanları kandırabilecek kadar genç ve canlı görünen birinin yüzüydü. Daha fazla kendime bakamadım. Zaten hiçbir insan bu yüzü taşırken uzun bir süre gözlerine bakmayı beceremezdi. Taramayı bitirdikten sonra saçlarımı ördüm. İşim bittiğinde odadan çıkmak için kapıya doğru yürüdüm. Salona varmadan hemen önce burnumdan dudaklarıma doğru akan sıvıyı hissettiğimde hemen elimle tuttum ve hızla banyoya koştum. Kapıdan çıkmakta olan Acar kenara çekildi. Musluğu açıp yüzümü yıkadım, kenardaki peçeteyi burnuma yasladım. Kafamı kaldırdığımda bakışlarım aynadaki yansımadan beni izleyen Acar'a kaydı. Burnumun kanaması son zamanlarda artan bir şeydi. Defalarca hastaneye gitmeme rağmen hiçbir gelişme olmamıştı. Doktor, yorgunluk ve stresten dolayı olabileceğini zırvaladıktan sonra bir psikolog ile görüşmemi önermişti. Acar özel bir tedavi için ısrar etse de kabul etmiyordum. Biricik katilini kaybetmek istemiyordu ama ben bir kere inat ettiğim için de söz geçiremiyordu. Sonuçta benim başladığım yerde onun gücü biterdi. Banyodan çıkıp salona geçtim. Bir süre sonra Acar da üstünü değiştirdi ve yanıma geldi. Buraya gelirken rahat edebilmek için kıyafetlerini getirirdi. Artık ev için kirayı bölüşelim diye konuşmanın zamanı yaklaşıyordu. Koltuğa oturup bana bakmaya başladı. Ardından kenarda duran evrak çantasından birkaç kağıt çıkarıp orta sehpanın üzerine bıraktı. Uzanıp kağıtları elime aldım ve incelemeye başladım. Bir yandan da Acar'ın söylediklerini dinliyordum. "Görev, Çelik Karan'ı öldürmek. Detayların hepsi dosyada var. Gelelim seni ilgilendiren kısma.” Öne doğru eğilip kollarını dizlerine yasladı. “Adam iki yıl önce emekli oldu. Yani şu an oldukça basit bir hayat sürüyor. Eşi ve oğluyla birlikte Büyükada’da yaşıyor. Onu bulmak oldukça zor. Tüm ismi ve adresi gizli tutuluyor. Ona ait her şey ortadan kaldırılmış. Kimse nerede olduğunu bulamıyor." Paketten bir dal çıkarıp yaktım. Bu geceki kaçıncı sigaram olduğunu saymamıştım. Böyle devam etmemeliydim. Dosyada bulunan fotoğrafları inceledim. "Tabii senin dışındakilerden bahsediyoruz. Çünkü sen bulmuşsundur." Yarım gülüşüyle kafasını salladı. Egosunu tatmin etmek için söylememiştim. Çok başarılı bir mühendisti ve emrinde çalışan yüzlerce adamı vardı. Ailesinden miras kalacak olan şirketin arkasından bu kirli işleri yürütüyordu. Şu ana kadar bulamadığı tek bir yer bile olmamıştı. "Sana daha önce söylememiş olmamın nedeni adamı iyi bir yerde sıkıştırabilmekti. Eğer sana başta söyleseydim bu işe kafayı takacaktın. İşi çabucak halletmek isteyecektin. Diğer işlerine odaklanmayı kesecektin." Haklıydı. Bir işi bitirmeden gözüme uyku girmezdi. Günlerce plan yapar, en iyisini uygulardım. Daha sonrasında da bol bol dinlenirdim. Ancak bugünkü cinayetimden sonra dinlenemeyecektim. Çelik Karan için plan yapmaya şimdiden başlamam gerekiyordu. Acar, sırıttı. "İki gün sonra Büyükada'da bir etkinlik düzenleniyor. Panayır açılacak. Büyük bir sirk de kurulacakmış." Daha önce barda, yatak odasında, ormanda, lüks bir otelde adam öldürdüğüm olmuştu ama sirkte ilk defa adam öldürecektim. Söylediğine gülerek tükenen sigaramın yerine yenisini yakmak için paketi açtım ama ardından hızla paketi kenara fırlattım. Daha fazla içmeyecektim. "Gülme, Albora. Çelik'in oğlu bu sirke gitmeyi çok istiyormuş. Muhtemelen Büyükada'daki birçok kişi orada olacak. Zor ama temiz bir iş olur." Çok riskli bir işti. Birine yakalanmak işten bile değildi. Bunun dışında çocuk yaralanabilirdi. Halkın çoğu orada olacaktı. Ama yine de başımı salladım. "Çok kârlı bir iş olacak, Albora. İyi bir planla çantada keklik." ***
"Dolunay geceyi aydınlatır birtanem. Baksana ne kadar güzel. Büyük gün tatlım. Sonunda ait olduğun yerdesin." Aniden gözlerimi açarak uzandığım koltuktan hızla doğruldum. Gördüğüm tuhaf rüyayla allak bullak olmuş zihnimi rahatlatmak için şakaklarımı sertçe ovdum. Gördüklerimin üstünde fazla durmamaya çalıştım. Son zamanlarda artan bir diğer bok da buydu. Bebekler gibi uyuduğum geceleri özlüyordum. Uzun süredir oturduğum yerden kalktım ve vücudumu esnettim. Güneş daha yeni doğuyordu. Dün gece plan yapacağım diye koltukta iki büklüm uyumuştum. Biraz spor yaptıktan sonra mutfağa girip kendime bol proteinli bir kahvaltı hazırladım. Göreve gideceksem enerjik olmam şarttı. Üstelik aç olmaktan nefret ediyordum. Kahvemi ve tabağımı alıp tekrardan salona geçtim. Eski yerime oturup karnımı doyurmaya başladım. Bir yandan da kağıtları inceliyordum. İş bugündü ve Acar yalan söylemişti. Bu iş çantada keklik falan değildi. Sirk çalışanları özel olarak seçilmişti ve aralarına girmek kolay değildi. Hepsi son derece eğitimliydi. Daha önce asistan rolüne, fahişe rolüne, direk dansçısı rolüne hatta temizlikçi rolüne bile girmiştim. Bir sirk çalışanı olmadığım kalmıştı. O da Çelik Karan sağ olsun, olacaktı. Ayrıca tüm bunların dışında güvenlik çok yüksekti. Doğrusu tuhaf bir organizasyondu. Sirk için bir sürü özel koruma ve polis tutulmuştu. Muhtemelen ilk kez böyle büyük bir panayır açılacağı için herkes çok dikkatliydi. Herhangi bir terör patlamasıyla binlerce kişi canından olurdu. Ben sadece basitçe bir kişiyi öldürüp işin içinden sıyrılacaktım. Planı tamamlamıştım. Gerisi saha performansıydı. Son bir kez planımın üstünden geçtim. Aslında tek bir planım yoktu. Uygun ana göre planlarım farklılık gösteriyordu. Genelde işimi sağlama aldığım için her şeyin içinden sıyrılabilirdim. Albora olmak bunu gerektirirdi. Hızla tabağımdaki kahvaltımı bitirip bulaşıkları mutfağa bıraktım. Ardından odama geçerek hazırlanmaya başladım. Siyah braletimin üzerine beyaz bir atlet giydim. Altıma da siyah dar pantolonu giyip saçlarımı tepeden topladım. Pantolonla aynı renk botlarımı ayağıma geçirdim. Çantamı doldurduğumda tamamen hazırdım. Panayır alanına herkes gibi girecek ve planımı içeride gerçekleştirecektim. Dün adaya gitmiş ve çevreyi iyice ezberlemiştim. Girip çıkabileceğim yolların hepsini hafızama kazımıştım. Vakit kaybetmeden kapının önündeki arabaya binerek iskeleye doğru yola çıktım. Vapur saati yaklaşmıştı. Hafta sonu olduğundan özellikle trafik olmayan bir saati seçmek zorunda kalmıştım. Haliyle biraz erkendi. Etrafta yok denecek kadar az insan vardı. Kısa sürede iskeleye vardığımda arabayı park edip aşağı indim. Sırtımdaki çantamla birlikte vapura yaklaştığımda insanlar çoktan yerlerini almıştı. Acele etmeden bir yere oturup denizin tadını çıkarmaya başladım. Küçüklüğümden beri denizi çok severdim. Kaldığım yetimhane deniz kıyısındaydı. Camdan baktığımda denizi görmek bana hep huzur verirdi. İlk yetimhane müdürüm oldukça tatlı bir kadındı ve çoğu zaman beni kendi balkonuna çağırır ve oradan izlememe izin verirdi. Anne ve babamı hiç tanımadığım için hayatta ilk kaybettiğim insan Makbule anne diye seslendiğim yetimhane müdürüydü. Onun ölümünden sonra tüm hayatım mahvolmuştu. Derin bir nefes alıp güneş gözlüklerimin üstünden denizi izlemeye devam ettim. Bir süre sonra yanıma oturan küçük kızın sesiyle irkilerek ona döndüm. "Deniz çok güzel değil mi? Ne kadar berrak." Ona cevap vermeden başımı salladım. Koluma değen eliyle kendimi geri çekecekken aniden tırnaklarını etime batırdı. Geri çekilmeye çalışırken kapkara gözlerini üzerime dikip konuşmaya başladı. "Öldürdüğün adamların kanı da koca bir deniz eder mi, Yudum?" Kalbim hızla çarparken gözlerimi kapatıp açtım ve kendime geldim. Adeta ayakta kabus görmüştüm. Yanımda oturan yaşlı teyze kolumu dürtüyordu. "Evladım, adaya vardık. İn artık." Başımı salladım, hızla yanından geçtim ve vapurdan indim. Manyak gibi etrafa bakınarak o kız çocuğunun etrafımda olup olmadığını kontrol ettim. Psikoloji uğruna bende bir şey kalmamıştı. Saate baktığımda panayırın daha yeni açılmış olduğunu gördüm. Hemen cebimden telefonumu çıkarıp dün Çelik'in evinin oradaki sokak lambasına taktığım mini kameranın görüntülerine girdim. Evden yeni çıkıyorlardı. Panayır ve evleri arasında on beş dakikalık bir mesafe olduğuna göre çok geçmeden burada olurlardı. Hızla panayırın olduğu alana doğru adımladım. Gözlerim panayır alanına doğru heyecanla yürüyen aileler ve babalarının kucağında gülen çocukların üzerinde gezindi.. Küçükken babamla böyle gülmek istediğim anlar zihnimde canlandı. Zaman geçtikçe beni bırakan kişilerle ilgili hayal kurmak saçma gelmeye başlamıştı. Şimdiyse bu ailelerin itici mutlulukları sadece midemi bulandırıyordu. Güvenlik görevlisinin önüne geldiğimde çantamı makineye koydum ve geçtim. Güvenlik üzerimi aradıktan sonra gülümseyerek yoldan çekildi. Ben de yüzüme yerleştirdiğim sahte heyecanla ona güldüm ve çantamı alıp panayırın içinde yürümeye başladım. Etraf şimdiden kalabalıktı. Sirk çadırı kurulmuştu ve tabelasında saat 13.30 - 18.30 ve 23.30'da gösteri sunacakları yazıyordu. Gözlerimle Çelik'i ararken bakış açıma kapıdan giren baba-oğlu girdi. Tam zamanında gelmiştim. Elinden tuttuğu oğlu Yiğit heyecanla zıplıyordu. Onlar panayırı gezmeye başladıklarında ben de dikkat çekmemek için kısa bir tur atmaya karar verdim. Araştırmalarıma göre Yiğit, peynir soslu cipsi çok seviyordu. Öncelikle gidip planımın ilk kısmı için soslu cips satan tezgahtaki peynir sosu yerine kendi şişemi koydum. Genç satıcı arkasını dönerken hızla geri çekildim. Gülümseyerek bana baktı. Yüzüme masum bir gülücük yerleştirip başımı yana eğdim. "Acaba buralarda fotoğraf kabini var mı? Kız kardeşim panayırı çok merak ediyor. Onun için anı biriktirmeliyim." Sevimli yüzüme dayanamayan satıcı gülümseyerek fotoğraf kabinini tarif etti. "Sirk çadırının yanında sarı bir çadır daha var. Onun arka tarafında. Bilgin olsun daha çok sevgililer kullanıyor." Sesindeki imayı fark etmiştim. Göz devirmemek için kendimi tuttum, cilveli bir şekilde kıkırdayarak teşekkür ettim. Arkamı dönüp uzaklaştığımda o da işinin başına geçti. Cips standını iyice arkamda bırakırken sosisli satan standa yaklaştım. Mide, para ve topuklular önemliydi. "Bir sosisli alabilir miyim?" Genç kız gülümseyerek siparişimi hazırlamaya koyuldu. "Herhangi bir sos ister misiniz?" "Hardal ve ketçap yeterli." Kız, başını sallayıp hızla sosları sıktı ve sosisliyi bana uzattı. Parayı ödedikten sonra stanttan ayrıldım. Biraz daha dolaşırken aldığım sosisliyi yemeye başladım. Etrafta öylesine göz gezdirdiğim sırada dikkatimi çeken alanla sırıttım. "Evet! Hedefleri vurursan bu güzel oyuncaklardan biri senin olur!" Sürekli tekrarlanan mekanik ses sinirimi bozsa da satıcının yanına yaklaşıp parayı uzattım. Gülümsdi, parayı aldı ve bana silahı uzattı. İlk gerçek cinayetimi bir silahla işlemiştim. On beş yaşında art arda sıktığım kurşunların sesi kulaklarımda yankılanıyordu. Hala sık sık poligona giderdim. Benim için rahatlatıcı bir spor gibiydi. Silahı doğrultup ilk hedefi on ikiden vurdum. Diğerleri de peşi sıra yere düştüğünde satıcının yüzü iyice bozuldu. Şaşkınlıkla bana baktı. Hiçbir şey söylemeden elimle kenarda duran robot oyuncağını gösterdim. Açılmış gözleriyle bana uzattığı oyuncağı alıp poligondan uzaklaştım. Asıl amacım aptal bir oyuncak kazanmak ya da egomu tatmin etmek değildi. Zaten bu hedefler benim için çok kolaydı. Ben bunların 1.90 boy ve 80 kilosundakileri vuruyordum. Hem de hareket halindeyken. Yavaş adımlarla tekrar soslu cips satan standa yaklaştım. Sıraya girdiğimde önümdeki çocuk bana döndü. Bir elimdeki oyuncağa bir de bana baktı. Ardından heyecanla babasının ceketini çekiştirdi. Duymayacağımı düşündüğü bir sesle konuştu. "Baba, biz de şu ablanın elindeki oyuncaktan alalım mı?" Çelik arkasını dönüp elimdeki oyuncağa baktı. Nazik bir sesle robotu gösterdi ve "Pardon, elinizdekini nereden aldınız acaba?" diye sordu. Şirince gülümsedim, arkamdaki oyun alanını gösterdim. "Şuradaki stantta birkaç şey vurup aldım." Çelik gösterdiğim yere bakarken ben de oğluna doğru eğildim. "İstersen bunu sana verebilirim. Zaten verecek başka kimsem yok. Üstelik bunun için biraz fazla büyüğüm." Yiğit sevinerek elimdeki oyuncağı aldığında Çelik karşı çıktı. "Hayır, gerçekten gerek yok. Biz birazdan oynar bir tane kazanırız." Oyuncağı almak istememesinin nedeni içinde dinleme cihazı ya da kamera olma ihtimaliydi. Yabancı olan herkese şüpheli yaklaşıyordu. Anlaşılan ajanlığından kalmış sezgileri hala çalışıyordu. Güzel hareket Çelik. Ama kendini kurtardın sanma, bir kere Albora'nın cinayet listesine girdin. "Gerçekten hiç sorun değil, alabilir. Dediğim gibi verebileceğim biri yok. Ayrıca stanttaki tek robot buydu. Eminim peluş bir oyuncak yeterince ilgisini çekmez." Yiğit de istekle babasına bakınca adam karşı gelmeyi bıraktı. Yiğit'e bu oyuncağı vererek olmayan vicdanımı rahatlatıyormuş sanılabilirdim. Ancak aksine ona daha büyük bir kötülük yapıyordum. Bu robotu her gördüğünde ona babasının ölümünü hatırlatacaktı. Kanatlarını söktüğüm bir kuşa hadi uç demek gibiydi. Acı verici, yara kanatıcı... Babası her ne kadar iyi biri olmasa da onun için bir kahraman olmalıydı. Çelik Karan, birçok iyi şey yapmıştı. Fuhuş yapan bir çeteyi batırmış, uyuşturucu kaçakçılığı yapan gemiyi yakalatmıştı. Fakat bunlar on ve on iki yaşındaki iki kıza tecavüz ettiği gerçeğini değiştirmiyordu. Çocuklardan biri intihar etmişti. Diğeri ise yaşadığı şeyin ağırlığına dayanamayıp kendini kilitlemişti. On yılı aşkın süredir bir hastanede kalıyordu. Kendi oğlunun kahramanı olabilirdi belki ama bu adam aynı zamanda iki çocuğun hayatını ve hayallerini karartan bir canavardı. Ölümü umrumda bile değildi. Çocuğu istediği kadar arkasından üzülebilirdi. Ben işini bitirecek ve sonunda paramı alacaktım. Artı olarak bir piç dünyadan silinecekti. Yüzümdeki tatlı gülümsemeyi silmeden cipsi alıp yürümeye başladım. Arkamdan teşekkür eden Yiğit'e el sallayarak ilerideki çadırların arasına girdim. Alanda sirkin kırmızı, beyaz çadırının dışında renk renk başka çadırlar da bulunuyordu. Kapısında Falcı Gözü yazan çadır ilgimi çekti. Diğerlerinin aksine siyah olan çadır koca panayırda dikkatimi çeken tek yer olmuştu. Tekrardan saatimi kontrol ettim. Cinayet saatine daha vardı. Biraz eğlenmekten zarar gelmez diyerek siyah çadırdan içeri girdim. Çadırın içinde, yer masasında oturan yaşlı bir kadın ve tütsü yakan genç bir kız vardı. İçerisi oldukça genişti. Yaşlı kadının önünde saçma bir cadı küresi konulmuştu. Göz devirerek güldüm. Ne kadar da basit bir hareketti. Aptal insanlar da buraya gelip güya geleceklerini öğreniyorlardı. İhtiyar kafasını kaldırarak buruşmuş yüzüyle bana bakmadan konuştu. "Geldi." Ardından tütsü yakmayı bırakmış ve bana bakan kıza seslendi. "Afet! Çadırın kapısını kapat." Kız hiçbir şey demeden çadırın kapısına yürüdüğünde gözlerimle onu izledim. Ya fal bakarken rahatsız edilmek istemiyorlardı ya da beni burada gasp etmeye çalışacaklardı. Tabii ikinci şık biraz zordu. "Yaklaşsana. Ne dikiliyorsun orada?" Hala bana bakmadan konuşan kadına inat ayakta bekledim. Benimle konuştuğunu düşünmüyordum. Eğer öyleyse bana emir veremezdi. Buraya parasını verip girmiştim. Afet denen kız yumuşak bir hareketle sırtımdan masaya doğru itekleyince ayaklarımı sürerek ilerledim. Pekala, azıcık eğlenip çıkacaktım. Zorluk yaratmaya gerek yoktu. Bağdaş kurup, ihtiyarın karşısına oturdum. Elimdeki karton cips tabağını kenara bıraktım. Bundan yemeyecektim. Afet, ihtiyara işaret diliyle bir şeyler söylediğinde kaşlarım havalandı. Anlaşılan konuşamıyordu. "Tütsüleri yaktım. Tarot kartlarını getireyim mi?" İhtiyar sonunda gözlerini bana çevirdiğinde yüzümü buruşturdum. Keşke çevirmeseydi. Korkunç siyah gözlerinin beyazı yok denecek kadar azdı. Hızla ayağa kalkmaya çalıştığımda Afet omuzlarımdan bastırarak geri oturmaya zorladı. Ardından ellerini kaldırıp tekrardan bir şeyler söyledi. "Buradan fal baktırmadan çıkamazsın. Korkma ve ne istediğini söyle." İhtiyar homurdanarak kara gözlerini benimkilere dikti. Ekşi bir şey yemişim gibi yüzümü biraz daha buruşturup etrafa bakındım. Hemen bir şeyler seçecek ve bu saçma yerden defolup gidecektim. Siktir! Fena halde rahatsız olmuştum. Normalde bu tür şeylerden korkmazdım. Kan donduran cinayetler işleyen benim için burası sadece bir çocuk oyunuydu. Ama içimde beliren ürpertiye engel olamıyordum. Üstelik kadının gözleri midemde feci bir etki yaratmış, yediğim sosisliyi kusmama az kalmıştı. Gözlerimi masanın üstünde gezdirdim. Tarot veya başka bir fal uzun sürerdi. Zaten geleceğimle ilgili şeyleri hiç merak etmiyordum. Nefes aldığım bu bok çukurunda olsa olsa daha dibe batardım. Bu yüzden elimle masanın ortasında duran küreyi işaret ettim. "Şu saçma küreden neye bakılıyorsa onu istiyorum. Çabuk ol." Elim sürekli braletimin içine sakladığım küçük bıçağı yokluyordu. Dikkatimi ikisi üzerinden bir an olsun çekmiyordum. Afet denen dilsiz kız da masanın yanında dizleri üzerine oturmuştu. "Senin için mükemmel bir seçim, Yudum." İçimden ağır bir küfür mırıldandım. Bakışlarım Afet'e kaydı. Bana gülümsediğinde kaşlarımı çatarak tekrardan ihtiyarın yaşlı yüzüne döndüm. İsmimi hiç söylememiştim. Ama zaten bu fal yerlerinde böyle numaralar yaparlardı. Bir şekilde öğrenmiş olabileceklerini düşündüm. Belki de girişte aldığım bilet çantamın kenarından düşmüştü. Yine de başımı çevirip kontrol etmedim. Birçok ihtimal olabilirdi, olmalıydı. Başka bir açıklaması yoktu. İhtiyarın yaşlı parmakları elimi kavradığında irkilerek geri çekmeye çalıştım. Tüm kuvvetiyle tuttuğu elimi kenardaki suya soktu. Dilsiz kıza baktığımda dikkatle mumları yakıyordu. İhtiyar kadın elimi sudan çıkarıp parmaklarımdan sular damlarken yavaşça kürenin üzerine koyduğunda başımda hafif bir ağrı hissettim. Sanırım tütsü kokusu ağır gelmişti. Kulaklarım uğuldamaya başladığında gözlerim yavaşça bulanıklaştı.
- Selamlar! Yine yeni yeniden buradayız. Okuyan ve beni yalnız bırakmayan herkese teşekkür ederim. İlk halinden birkaç ufak değişimle birlikte tüm bölümleri tekrardan yayınlıyorum. Yeni gelen okurlarım, sizler de hoş geldiniz. Umarım bölümü beğenmişsinizdir. Benim yazdıklarım sizin hayal gücünüzde canlanıyorsa harika ilerliyoruz demektir. Duymaktan memnun olacağınızı düşünüyorum: Her şey daha yeni başlıyor. Ve lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. Kendinize dikkat edin. Seviliyorsunuz... |
0% |