@heressalvatore
|
Karanlıkla dostluğum on üç yaşındayken başlamıştı. Küçük bir bebeğin kalp atışından on üçüne yeni basmış bir çocuğun çığlıklarına kadar masum ve temiz geçen hayat daha sonrasında kana ve vahşete bulanmıştı. Kendi çığlığı duyulmayan bu küçük kız, başka insanların çığlığına güler olmuştu. Ben masum bir şekilde yetimhanenin bahçesinde bebekleriyle oynayan bir kızken ne zaman böyle kanlı ellere sahip bir kadına dönüşmüştüm? On üçüncü doğum günümden sonra kendimi bu pis dünyada bir katil olarak bulmuştum. Zaten oldum olası doğum günlerimi hiç sevmemiştim. Doğduğum gün yalnızlığın kollarına bırakılmıştım. Daha sekizinci doğum günümü kutlarken dövülerek ceza için tuvalete kapatılmıştım. On üçüncü doğum günümde ise bir katile dönüşmüştüm. Her doğum günümde hayatın benim için yeni şeyler hazırladığını düşünürdüm. Tüm düşüncelerim doğru çıkmıştı. Hayat bana her doğum günümde yeni bir acı hazırlamıştı. Korkunç bir tetikçi olsam da kendimle gurur duyuyordum. Bu pislik dünyayı daha da karartan canileri öldürmek yaptığım en mükemmel işti. Yine kirli elleriyle küçük çocukların hayatını karartan bir adamı öldürmek için bu panayıra gelmiştim. Keşke gelmeseydim. Keşke bu çadıra hiç girmeseydim. Afet'in beni sarsmasıyla görüşüm netleşti. Kendime geldiğimde ellerini üzerimden çekip hızla ayağa kalktım. "Sizin boktan falınıza çok bile dayandım. Çekil önümden." Dilsiz kızı iterek çadırın çıkışına doğru yürüdüm. Aniden başımın dönmesiyle sendelediğimde Afet kolumdan tutarak dengemi sağlamama yardım etti. Kolumu kızın parmaklarının arasından çektim ve yoluma devam ettim. "Buradan isteyerek çıkıyorsun, Albora. Ve isteyerek geri geleceksin." İhtiyarın sözlerine kulak asmadan dışarı çıktım. Saatime baktığımda sadece beş dakika geçtiğini fark ettim. Kaşlarım olabildiğince çatıldı. Oysaki yaklaşık yarım saattir içeride olduğuma emindim. Tuhaf çadırdan koşar adım uzaklaşıp ilerideki tuvalete girdim. İçeride aynanın karşısında duran sarı, çiçek desenli bir elbise giymiş olan kadına gülümseyip kabinlerden birine girdim ve kapıyı kilitledim. Hızla çantamdan sirk çalışanı kostümünü çıkardım. Üzerimdekileri bir çırpıda soydum ve çantaya tıktım. Bu kabinde panayır çadırlarının arkasına çıkan küçük bir havalandırma vardı. Buradan sıyrılıp sirk çadırına çalışan olarak girecektim. Planın geri kalanı ise Çelik'in aldığı cipse konulan peynir sosuydu. Sos benim şişemden çıkmıştı. Muhtemelen cipsi sadece çocuk yemişti. Yediklerinden dolayı midesi bulanacak ve Çelik de onu tuvalete götürecekti. İnsanların ve güvenliklerin çoğu sirkte olacağından dolayı etraf daha tenha olacaktı. Ben de Çelik'i öldürecek ve hızla bu tuvalete gelip üzerimi değiştirerek tekrardan basit bir kadın olacaktım. Sirk gösterisi bitene kadar iki saatim vardı. Ancak iki parttan oluşan gösterilerin arasında sade on beş dakikalık mola vardı. Mola süresinde tuvalete gelecek biri benim için risk yaratırdı. Sirkte giyilen tek parça kıyafet oldukça seksiydi. İnce askıları ve açık göğüs dekoltesi dikkat dağıtıcıydı. Mayoya benzer bir kıyafet olduğu için kalçalarım fazlasıyla açıkta kalmıştı. Üst bacağıma kadar olan file çorapları giydim ve ayağıma da parlak topuklu botları geçirdim. Dantel eldivenleri giyip, boğazıma da kırmızı papyonu taktım. Saçıma da küçük tüylü şapkayı taktığımda tüm kıyafetleri giymiş oldum. Bu kostümle sirk çalışanı yerine seks oyuncağına benzemiştim. Çantanın içinden makyaj malzemelerini çıkararak yüzüme tanınmayacak, şekilli bir makyaj yaptım. Zahmetli makyaj uzun sürse de tam zamanında bitti. Cinayet silahlarımı da kostümün içine sıkıştırıp doğruldum. Klozetin üzerine çıktım, havalandırmanın ızgarasını çıkardım. İnce bedenimi havalandırmadan sokarak kendimi yukarı çektim ve dışarı çıktım. Birinin görüp görmediğini kontrol ettikten sonra sakince çadıra doğru yürümeye başladım. Büyük sirk çadırının arka kapısından girdiğimde kendimi içerideki koşuşturmanın içinde buldum. Oradan oraya koşan insanların aksine sakince yürüyerek çalışanların olduğu yere gittim. Üzerinde smokin olan fötr şapkalı bir adam gülerek prova yapıyordu. Kadınlar makyajlarını yapıyor ve bir yandan da sohbet ediyordu. Bozuk Türkçesiyle konuşan bir kadın bana "Buraya bakar mısın?" diye seslendiğinde derin bir nefes alarak arkama döndüm. Görev başlasın! "Sen şu Tiger Cindy yerine gelen kız mısın? Yoksa Mephi'ye yardımcı olarak mı başladın?" Sirk beş yıldan beri farklı ülkelerde gösteri düzenliyordu. Dünyanın birçok yerinden insanların çalıştığı bu sirk oldukça pahalıydı. Ülkenin ileri gelen bir yatırımcısının sirki bu panayıra özel olarak getirdiğini duymuştum. İstanbul'da böyle bir şey daha önce olmadığından dolayı çok ilgi görmüş ve haliyle birçok insan gelmişti. Ben de üzerime düşeni yapıp dün gece tüm çalışan listesini uzun uzun ezberlemiştim. Mephi, az önce gördüğüm smokinli adamdı. Yanında iki yardımcı kadınla sahneye çıkıyor ve ateşli şovlar gerçekleştiriyordu. Sirkte hayvanlar çalıştırılmıyordu. Sadece insanların yaptığı gösteriler vardı. Bir tek Mephi denen Fransız asıllı şovmenin evcil maymunu gösterilere eşlik ediyordu. Yardımcılarından biri son anda düşüp sert bir şekilde ayağını kırdığı için bu gösteriye gelememişti. Tiger Cindy denen kız da evlendiğinden dolayı sirkteki işini bırakmıştı. Onun yerine başka biri gelecekti. Normalde benim yerime gelecek olan kadın ise Yunanistan'daydı. Uyuyakaldığı için uçağını kaçırmıştı. Tabii ki, bu öylesine şans eseri olan bir şey değildi. Her şeyi Acar'ın adamları halletmişti. Bir gün önce barda dans ederken sevişmek için odaya çıktığı adam içkisine ilaç kattığı için uyuyakalmıştı. Ne yazık… "Mephisto'nun yardımcısıyım." Kadın bedenimi sararak vücut hatlarımı iyice göz önüne sermiş olan tek parça kıyafeti süzüp dudağını ısırdı. Beğeni dolu gözlerle bana bakarken eliyle ilerideki Mephisto’yu gösterdi. "Yanına gidip son bir kez prova alın. Umarım iyi iş çıkarırsın belle tette.*" Ona gülümsedim ve Mephi'nin yanına yürüyüp provasını izlemeye başladım. O da az önceki kadın gibi bozuk bir Türkçeyle prova yapıyordu. Beni baştan aşağı süzdükten sonra yamuk gülümsemesiyle çalışmalarına devam etti. O istedikçe eşyaları ona veriyor, arada pelerinini ya da maymunu tutuyorduk. Bunları yaparken gülümsemekten yüzüm acımaya başlamıştı. Adının Farida olduğunu öğrendiğim diğer kız son hazırlıkları kontrol etmek için yanımızdan ayrıldığında göz ucuyla saati kontrol ettim. Gösterinin başlamasına az kalmıştı. Gösteri ip cambazları ile başlayacak daha sonra hokkabazlar sahneye çıkacaktı. Mephi'nin yapacağı dört gösterinin ardından ilk yarı kapanacaktı. İkinci yarıda Tiger Cindy'nin yerine gelen kadın gösteri yapacak, daha sonra yine sahneye çıkan Mephi ile kapanışı gerçekleştireceklerdi. Biz ilk sahneye çıkışta kenardaki direklerde seksi ve büyüleyici bir dans sergileyecektik. Ardından Farida arka tarafa geçecekti. Ben ilk yarıdaki iki oyunu tamamladıktan sonra yer değiştirecek ve maymunu sahneye getirecekti. O arada ben de Çelik'in cinayetini bitirip sırra kadem basacaktım. Artık ikinci yarıda kim yardım ediyorsa edebilirdi. O kısım beni ilgilendirmiyordu. "Tatlı kız, ilerideki halkayı bana getirir misin?" Yüzümdeki gülümsemeyi silmeden yaylanarak yürümeye başladım. Mephisto aniden kalçama şaplak attığında olduğum yerde kaldım. Sinirden ellerim titremeye başlarken karton kutunun üzerinde duran halkayı aldım. Arkamı döndüm ve yüzümde oluşan arsız gülümsemeyle ona doğru yürüdüm. Omuzlarından bastırarak onu yere çöktürdüğümde yüzüme açlıkla bakıyordu. Yavaşça eldivenli elimi yüzünde gezdirdim. Gözlerini yumdu. O adeta kendinden geçerken elimdeki halkayı boynuna geçirip çektim. Nefesi kesilen adam hızla gözlerini açtı ve bana korkuyla bakmaya başladı. O kurtulmak için çırpınmadan önce yavaşça yüzüne eğildim. "Si tu me touches encore, je t'arracherai les mains.**" Fransızca söylediğim şeyle çabucak başını aşağı yukarı salladı. Halkayı çekip bir köşeye fırlattım ve kıvırarak Farida'nın yanına doğru yürüdüm. Kız direkten inerken "Sigara içmeye çıkacağım. İstersen katıl." dedim. Başını sallayarak peşime takıldığında arka tarafa çıktık. Paketten bir dal çekip geri kalanı ona uzattım. Sessizce alarak dudaklarının arasına koydu. Sigarayı yaktıktan sonra çakmağı da avucunun içine bıraktım. Gözlerim sürekli tuvalet havalandırmasındaydı. Eğer bir terslik olmazsa aynı yerden geri girecektim. Ona döndüm ve "Mephi sana da şu aptal el şakalarından yaptı mı?" diye sordum. Sigarasından bir nefes çekti ve başını iki yana salladı. "İlk geldiğimde bir kere memelerimi sıkmıştı. Ama bir daha öyle bir şey yapmadı." Kaşlarımı çatarak ona baktım. Tacizci bir adam nasıl bu kadar normal karşılanırdı? "Sen ne yaptın?" Güldü. "Sirke katıldığımda henüz on sekiz yaşındaydım. Üvey babamın cehenneminden kaçmıştım. Barınacak başka yerim yoktu. Bu yüzden ses çıkaramadım. Zaten bir daha da böyle bir şey olmadı. Şakaydı herhalde." Sinirle derin bir nefes aldım. Bu işin şakası ya da yanlış anlaşılması olmazdı. Taciz tacizdi. Bir zamanlar ben de öyle sanmıştım. Başımı okşamasını sevgi, kucağına alışını merhamet sanmıştım. Bu pis insanlar böyleydi. Masum, korumasız kişileri gözlerinden anlayıp onlara kirli zorunluluklar yaşatıyorlardı. Nasılsa ses çıkaracak güçleri yoktu. Sigaram bittiğinde Farida ile birlikte içeri girdim. Gösteri birazdan başlayacaktı. Koşuşturma artmıştı. İnsanlar yerlerini alıyordu. Sunucunun kısa bir hoş geldiniz konuşmasının ardından seyircilere sunulan cambazlar sahneye çıktı. İnanılmaz bir heyecan dalgası insanları sarıp sarmalamıştı. Yavaşça perdenin kenarından dışarıya baktım. Görüş açıma Çelik Karan ve oğlunun girmesiyle dudaklarım kıvrıldı, sırıttım. Planımı gerçekleştirmeme az kalmıştı. Cambazların gösterisi bittiğinde heyecan daha da arttı. Sunucu insanları coşturdukça sevinçli sesler de çoğalıyordu. Hokkabazlar sahneye çıkarken alkışların sesi tüm çadırı inletmeye başlamıştı. Mephi, arkadan İngilizce bir şekilde hazırlıkları tamamlamamızı söylüyordu. Hokkabazlar arka tarafa geçtiklerinde ışıklar kısıldı. Farida ve ben hızlı adımlarla direklere çıktık. İnsanlar heyecanla soluklarını tutmuş bizi izliyordu. Bacaklarımı direğe dolayıp pozisyon aldığımda bakışlarım karanlıkta Farida’nınkileri buldu. Güven verici bir gülümseme gönderdiğinde ışıklar ikimizin üzerinde parladı. Elimi direğe koyup kendimi yukarı çektim. Tek bacağımı direğe doladıktan sonra etrafında döndüm. Birkaç zorlayıcı dans hareketinden sonra aniden aşağı atlayıp selam verdik. Üzerimizdeki ışıklar birden Mephi'ye döndü. Farida sessizce arka tarafa giderken ben de Mephi'nin yanına geçtim. Üstümdeki kıyafetin açık bıraktığı vücudum terden dolayı parlıyordu. "Sevgili konuklar! Bu muhteşem günde, muhteşem bir eğlenceyle gününüzü şenlendirmekten onur duyuyorum." Bozuk Türkçesiyle, ezbere söylediği cümleler insanları coştururken gösterisine başladı. Arada istediği aletleri vermek dışında sadece yanında durup gülümsedim. Bu yüzden kadınları böyle dikkat çekici bir kıyafetin içine sokmuşlardı. Hepsi, kenarda süs bebeği gibi dursalar dahi alkışları toplamaları içindi. Mephi en sonunda yuttuğu ateşi üflediğinde çadırın içinde büyük bir alkış tufanı koptu. Eğilip selam verdi. İlk iki gösterisi bitmişti. Şimdi sıra maymunla olanlardaydı. Kalçalarımı kıvırarak sahnenin arkasına yürüdüm. Farida omzunda maymunla birlikte sahneye çıkıyordu. Bir daha görmeyeceğim kadına son kez gülümsediğimde sevimli bir şekilde öpücük yolladı. Arka tarafa geçer geçmez hızla kenardaki su dolu şişeyi alıp kafama diktim. Cambaz ve hokkabazlar ilk gösterilerini tamamladığı için rahatça oturuyordu. Uzak bir köşede perdeyi aralayıp izleyicilere baktım. Yiğit tek başına oturmuş maymun gösterisini izliyordu. Güldüm. Benim amacım Çelik’i çocuğu tuvalete götürdüğünde öldürmekti. Ancak anlaşılan kendini tutamayan velet değil Çelik olmuştu. Zamanı gelmişti. Hızla kutuların arkasından geçerek dışarı çıktım. Etraftaki insan sayısı bir elin parmağını geçmiyordu. Stantlardaki çalışanlar bile satış derdini bırakmış kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Güvenliklerin bir çoğu sirkin içindeydi. Bu yüzden etraf ıssız ve boştu. Seri adımlarla erkekler tuvaletine girdim ve hızla arızalı yazısını kapıya asıp kilidi çevirdim. İçeride sadece topuklularımdan çıkan ses yankılanırken kapıları çaldım. "Onda, bunda, şundadır; Çelik Karan neredeyse, Albora oradadır." Boynuma sarılan kolla aniden geriye çekildim. Nefesim kesildiğinde dudaklarını kulağıma yaklaştırıp fısıldadı. "Demek meşhur Albora sensin. Basit bir sürtük…" Yüzümde oluşan kindar gülümsemeyle kafamı sertçe arkaya yatırdım. Burnuna çarpmasıyla gevşeyen kollarından kurtuldum ve hızla karnına tekme attım. İki büklüm geriledi. İnleyerek "Gerçekten bir işler çevirdiğini anlamayacağımı mı sandın? Ben bunca süre boşuna ajanlık yapmadım." dedi. Kahkaha attım. "Bu basit sürtüğün elinde ölmek sana çok koyacak desene." Aniden yumruğunu savurduğunda çevik bir hareketle kaçtım. Tuvalet kapısından destek alarak zıpladım ve başına gelecek bir tekme savurdum. Ancak belimden yakalamayı başardı. Beni sertçe yere yapıştırdığında acıyla inledim. Ardından memelerimin arasından çıkardığım bıçağı koluna sapladım. "Fazla yakınlığı yatak dışında sevmem Çelik Karan." Yüzünü buruşturarak geri çekilirken yumruğumu suratıyla buluşturdum. “Ve sen fazla yakındın.” Geriye sendeleyip sırtını duvara yasladı. Kolundaki bıçağı korkusuzca çıkarırken hissettiği acıyla inledi. Kıvranan sesi bana zevk verirken bir kez daha kahkaha attım. "Basit bir sürtük dediğin kadının adını ezbere biliyorsun, Karan. Cidden eziksin." Bakışlarım kolundaki kesikten bıçağa ve bıçağın ucundan da yere damlayan kana takıldığında aniden başıma bir ağrı saplandı, gözlerim karardı. Kan korkum falan yoktu. Aptal siyah çadırdan çıktığımdan beri sersemleşmiştim. Bu halimden yararlanmak isteyen Çelik hızla üzerime atıldı. Bu hamlesini fark ederek kafamı kaldırdım. Bakışlarım onu bulurken eski ajan olduğu yerde kaldı. Ayakları daha ileri gidemiyormuş gibi öylece dikiliyordu. Parmakları çözüldü ve bana saplamak üzere tuttuğu bıçak yere düştü. Kendimi daha iyi hissetmeye başladığımda hırsla ona karşı atak yaptım. Ancak o sırada gözlerinden akan sıvı birkaç adım geri çekilmeme neden oldu. Kan göz bebeklerinden akarken karşımda dimdik duran adam birden yere yığıldı. Şaşkınlıkla kafamı iki yana salladım. Bıçağı sadece koluna saplamıştım. Ona dokunmamıştım bile. Yerde son kez titreyerek kanlı gözleriyle bana baktı. Ne olduğunu anlamadan sadece cesede bakıyordum. Aceleyle yerdeki bıçağı aldım ve musluğu açıp yıkamaya başladım. Şişedeki şey sadece midesini bozmak içindi. Siyanür falan koymamıştım. Biri benden önce davranıp bu piçi zehirlemiş olabilirdi. "Beni öldürdün. Beni sen öldürdün. Bunun bedelini ödeyeceksin, Albora." Duyduğum boğuk sesle başımı kaldırıp aynaya baktım. Çelik arkamda durmuş öfke dolu gözlerle bana bakıyordu. Ancak ceset gözleri açık bir şekilde hala yerdeydi. Kolumdan tutup beni kendine çevirdi. Rengi solmuş olan gözlerine korkuyla baktım. İşte bu benim için bile çok fazlaydı. Adam dokuz canlı çıkmıştı. Buz gibi elleri boynuma dolandığında kaçmaya çalıştım. Bir ölüye karşı ne yapabilirdim ki? Ne olduğunu anlamadan öylece titriyordum. Başımı aynaya yasladığımda otomatik musluk açıldı. Suyun sesiyle kendime geldim. Karşımda kimse yoktu. Ellerimin titremesini umursamadan cesedin üzerinden atlayarak çabucak tuvaletten çıktım. Hemen dışarı çıkıp zangır zangır titreyen ayaklarımla arka tarafa dolaştım. Kollarımdan güç alarak havalandırmadan geçtim ve çıktığım kabine geri girdim. Nefesim düzene girmiş olsa da hala korkuyordum. Bugün için fazlasıyla korku yaşadığıma ve cinayeti de bitirdiğime göre burada kalmamı gerektiren bir neden yoktu. Aceleyle üzerimdeki aptal kostümden kurtuldum ve gelirken giydiğim kıyafetleri üzerime geçirdim. Çantadan aldığım makyaj temizleme suyuyla yüzümdeki ağır makyajı çabucak çıkardım. Girerken dudaklarımda olan şeftali tonlarındaki ruju geri sürdüm. Kulağımı kapıya yaslayıp içerde biri olup olmadığını anlamaya çalıştım. Ses yoktu. Daha fazla bu dar alanda kalamayacağım için hızla kapıyı açtım ve kendimi dışarı attım. Aynı girdiğimde olduğu gibi sarı elbiseli kadın hala aynanın karşısındaydı. Bu kadar zamandır burada olması tuhaftı. Belki de tekrardan girmişti. Bir tuhaflık olduğunu sezip neden bunca zamandır kabinde olduğumu sormasını beklerken hiçbir şey demeden aynaya bakmaya devam etti. Suyu açıp boynumu ve ellerimi yıkadım. Kan üzerime sıçramamış olsa da tedbir almalıydım. Sonra gülümseyerek ona döndüm. "Ah, şu panayır yemekleri… Cidden içine ne koyuyorlarsa çok zararlı. Kaç kere girdim tuvalete." Kadına içerideki sıçışımı anlatmak pek güzel bir şey değildi ama şüphelenmemesi için bilerek yapmıştım. Yavaş hareketlerle başını bana çevirdi. Tuhaf bir şekilde bakmaya başladığında garipliği fark ettim. Teni çok beyazdı. Aynı az önce gördüğüm Çelik’e benziyordu. Kadın bana doğru bir adım atarken fark ettirmeden geriledim. Yüzünde hastalıklı bir gülümseme oluşmaya başladı. Çantamı sırtıma astım ve ona bir kez daha bakmadan koşarak tuvaletten çıktım. Hızla giriş kapısına yürüdüm. Buradan en yakın zamanda siktir olup gitmek istiyordum. Sabahtan beri başıma gelmeyen kalmamıştı. Burada olmaktansa çatışma ortasında kalmayı yeğlerdim. Kapıdaki güvenlik gülümseyerek bana baktı. "Umarım eğlenmişsinizdir. Bilginiz olsun panayır bir hafta daha sürecek." Gülerek teşekkür ettim ve panayır alanından çıktım. Bir daha bok gelirdim. Zaten Çelik'in cesedi bulunduktan sonra panayır kapatılırdı. Telefonumu çıkarıp Acar'ı aradım. İkinci çalışta açtı. "Efendim, Albora?" "İş tamam. Kamera kayıtlarını hallet." Söylediklerimden sonra zaferle güldü. Daha fazla bir şey demesini beklemeden telefonu kapattım. Acilen eve gidip küvete girmek istiyordum. *** Vapurdan indim ve hızla park alanına doğru ilerledim. Çantamı arkaya bıraktıktan sonra sürücü koltuğuna geçip arabayı çalıştırdım. Eve doğru sürerken telefonum ısrarla çalsa da açacak halim yoktu. Kafam fokurdayan bir kazan gibiydi. Kırmızı ışık yandığında mecburen durdum. Bunu fırsat bilerek biraz olsun rahatlamak için torpidodan bir dal sigara çıkarıp yaktım. Gerizekalı Çelik yüzünden fazlasıyla korkmuştum. Ellerim ve ayaklarım adeta buz tutmuştu. Tekrardan gaza bastım. Yola çıktığımdan beri gözümün önünde belirip duran puslu görüntüler yüzünden arabayı düzgün kullanamıyordum. Sanki beynimin içinde koca bir ateş yakmışlardı ve dumanı görüş açımı engelliyordu. Şakaklarımı ovarak kendime gelmeye çalıştım. Ancak arabanın önüne çıkan adam yüzünden aniden frene basmak zorunda kaldım. Nefes nefese direksiyona eğilmiş olan kafamı kaldırdığımda karşımda kimse yoktu. Gözlerime düşmüş olan sarı saç tutamlarını kulağımın arkasına sıkıştırdım. Az önce gördüm beyaz saçlı genç adam birden ortadan kaybolmuştu. Temiz bir yüzü ve oldukça ihtişamlı kıyafetleri vardı. Psikolojimin yerinde olmadığını biliyordum. Kan ve vahşeti hissetmekten zevk alan biriydim. Ancak şizofren değildim. Onu gördüğüme emindim. Arabayı park ettikten sonra hızla indim ve daireme geçtim. Kapıdan içeri girdiğim anda ışıkların hepsini açtım. Banyoya gidip üzerimdekileri ve çantadakileri çıkararak büyük kabinin içine attım. Eldivenleri taktım, ardından dolabın altındaki temizlik malzemelerinin arkasında kalan asiti çıkardım ve hepsini eritmeye başladım. Bu kostümlere bir daha ihtiyacım olmayacaktı. Biri görürse zaten büyük sorun olurdu. Kıyafetlerle işim bittiğinde suyu açtım ve küveti doldurmaya başladım. Ilık su, boş küveti yavaşça doldururken banyodan çıkarak mutfağa gittim. Dolaptaki kırmızı şarabı ve kadehi alıp geri döndüm. Kafamı dağıtmam gerekiyordu. Tekrardan sarsak adımlarla banyoya girdiğimde küvet taşıyordu. İstemsizce çığlık attım. Çünkü dışarı çıkan, her yere yayılan şey su değil kandı. Elimdeki bardak ve şişe yere düştüğünde ben de dizlerimin üzerine yığıldım. Deliriyor muydum emin değildim. Belki de bir şey bana musallat olmuştu. Ne söyleyeceğimi bilmiyorum, böyle inançlar vardı. Dizlerimin üzerinde emekleyerek küvete yaklaştım ve suyu kapattım. Gördüğüm kan değişmiş yerini tekrardan suya bırakmıştı. Taşan hiçbir şey yoktu. Sinirle doğrulup küvete girdim. Ellerimi küvetin iki yanına yaslayıp başımı da suyun altına soktum. Nefesim kesilene kadar orada kaldım. Tüm olanlar kapalı gözlerimin önünden geçti. Çelik’in ölü bedeni, aynadan bana bakışı, o yaşlı kadın, dilsiz kız, çadırın kırmızı beyaz çizgileri, gördüğüm beyaz saçlı adam… Dudaklarımın arasından suya baloncuklar karışmaya başladığında dayanamayarak başımı suyun üzerine çıkardım. Arka arkaya aldığım derin nefeslerin ardından aceleyle bornoza sarıldım. Banyodan çıkıp odama geçtiğimde daha mantıklı düşünebiliyordum. İki günden beri uykusuzdum. Ayık kalmak için içtiğim kahvelerin haddi hesabı yoktu. Muhtemelen fazla kafeinden halüsinasyon görüyordum. Dolaptan çıkardığım iç çamaşırlarımı üzerime geçirdim. Başka bir şey giymeye gerek duymadan yatağa girdiğimde içeriden çalan telefonun sesi kulaklarıma doldu. Umursamadan rahat bir pozisyon buldum ve uyuklamaya başladım. *** Gözümü açtığımda güneş daha yeni doğuyordu. Dün akşam saat yedi gibi uyanıp yemek yemiş sonra geri yatmıştım. O zamandan beri hiç uyanmamış aynı bir ölü gibi uyumuştum. Ölü dediğimde aklıma Çelik gelirken saatin kaç olduğuna bakmak için komodinin üzerinde telefonumu aradım. Salona bıraktığım telefonum kendini hatırlatmak ister gibi o anda çalmaya başladı. Küfrederek yataktan kalktım ve homurdanarak salona doğru ilerledim. Koltuğun üzerindeki telefon durmadan çalıyordu. Aramayı cevapladığımda Acar'ın sinirli sesi kulaklarıma doldu. "Neden telefonuma cevap vermiyorsun Albora? Dünden beri sana ulaşmaya çalışıyorum." Ofladım. "Uzatma Acar. Biliyorsun iş bitince dinleniyorum." Yüzüme yerleştirdiğim arsız gülümseme sesime de yansıdı. "Yeteri kadar dinlendim. İstersen gel biraz daha yorulayım." Acar kısık sesle gülse de sonradan ciddi sesini geri takındı. "Para hesabına yattı. Çok yüksek bir meblağ. Güle güle harca." Kısa süren sessizliğin ardından tekrar konuştu. "Bu arada babam seni görmek istiyor, Albora." Yutkunduktan sonra "Zamanım yok. Biraz dinlenip yeni bir cinayeti planlayacağım." dedim yalan söyleyerek. Derin bir nefes verdi. "Biraz zaman ayırabilirsin-" Daha fazla dinlemeden telefonu kapattım. Muhtemelen yüzüne kapattığım için kuduracaktı. Bu da işin eğlenceli kısmıydı. Babası Tufan Ozoğlu, on beş yaşındayken beni bulmuştu. O günden beri beni eğitmiş ve şu an olduğum kişiye dönüştürmüştü. İyi biri miydi emin değildim. Sonuçta beni büyütmek iyilik için yapmış olduğu bir şey değildi. Katil yapıp bir süre üzerimden para kazanmıştı. Önemli belgeleri edinmiş ve gücüne güç katmıştı. Ondan çekinmiyordum ama yanında durmak da bana iyi gelmiyordu. Bu yüzden uzun zamandır görüşmüyorduk. Yerimden kalktım ve odaya geri girdim. Dışarıda kahvaltı edecek sonra alışverişe çıkacaktım. Bunun için üzerime koyu yeşil, mini elbiseyi giydikten sonra topuklularımı da ayağıma geçirip saçımı düzleştirdim. Çantamı doldurdum ve evden çıktım. Merdivenlerden inen üst komşum Miran Bey ve kızı ile karşılaştığımda yüzüme tatlı bir tebessüm kondurarak baş selamı verdim. Şu anda en son istediğim şey birileriyle konuşmaktı. Kızı Aysun beni çok sevdiği için yanıma koşarak bana sarıldı. Kollarımı minik bedenine sardım. Kısa sarı saçlarını tatlı tokalarla iki yandan tutturmuştu. Küçük kız, astım hastasıydı. Bazen geceleri krizleri tuttuğu için onu hastaneye ben yetiştirirdim. Bana kahramanı olduğumu ve büyüyünce benim gibi biri olmak istediğini söylerdi. Beni mükemmel bir melek gibi görüyordu. Ayda birkaç kez annesi Aysun'un ısrarlarına karşı koyamaz ve onu bana bırakırdı. Belki de kendi çocukluğumu yaşayamadığımdan onunkini yaşatmak istediğim için bebekleriyle düzenlediği saçma çay partilerine konuk olurdum. Masum minik kalbi herkesi içine alacak kadar büyüktü. Miran, "Aysun'un ilacı azalmış. Onu almaya gidiyoruz." dedi kızına sevimli bir bakış atarak. Gözlerim ikisi arasında gidip geldiğinde boğazımda oluşan yumruya engel olamadım. Gülerek küçük kızın yanaklarına minik birer öpücük kondurdum. Miran Bey de Aysun ile aramızda olan bağı çok severdi. Kendi evlerine bir şey alınca hemen bana da verirdi. Hayatım boyunca, kendi ailem de dahil, kimseden böylesine sıcak bir sevgi görmemiştim. Bu yüzden bazen katil olduğum için üzülüyordum. Beni sevip, her koşulda yardım etmeye çalışan insanları kandırmayı sevmiyordum. Ancak yapacak bir şey yoktu. Ben kana susamış bir canavardım ve onlar da benim güzel yüzüme kanan şanssız insanlardı. Aysun'a bir kez daha sarıldıktan sonra apartmandan dışarı çıkıp lüks arabama bindim. Kazandığım parayı en lüks mağazalarda harcamak istediğimden dolayı hızla alışveriş merkezine sürdüm. Bulunduğu şehrin en büyük alışveriş merkezi olduğu iddia edilen yere vardığımda arabayı otoparka bıraktım. Ve o andan itibaren günün en güzel zamanına girmiş bulunuyordum. Kendime yeni ciciler almak için art arda mağazaları gezmeye başladım. İçimde iflah olmaz bir kadın vardı. Her mağazadan en az bir paketle ayrılırken aldığım zevk bambaşkaydı. Elimdeki poşetler ağır olsa da benim için pek etkili değildi. O kadar kası sadece adam öldürmek için yapmamıştım. Bir diğer lüks bir mağazanın önünden geçerken camekanda gördüğüm siyah topuklularla adımlarımı olduğu yere çiviledim. "Sen benim olmazsan katliam çıkarırım." Mağazadan içeri girdiğimde görevlilerden biri hemen yanıma yaklaştı. "Hoş geldiniz, hanımefendi. Aradığınız bir stil varsa yardımcı olabilirim." Ayakkabıyı işaret ederek "Şu vitrine konulan siyah topukluyu istiyorum. Otuz sekiz numara." dedim. Görevli gösterdiğim ayakkabıyı getirmek için uzaklaşırken mor kadife koltuğa oturarak topuklunun gelmesini bekledim. Mutluluk siyah topuklu ayakkabılarda saklıydı. Kısa bir süre sonra görevli tekrardan yanıma geldi. Hemen elindeki kutuyu kapıp ayakkabıyı denedim. Resmen benim için yaratılan topuklular ayağıma tam oldu. Aynada yansımasına baktıktan sonra mağazanın içinde bir deneme yürüyüşü yaptım. Ben bu topuklularla Sindirella'nın bile üzerine basardım. Birkaç ayakkabı daha deneyip onları da aldım ve ödemeyi yaptıktan sonra mağazadan çıktım. Bir katili böyle görmek çok şaşırtıcıydı. Ancak konu alışveriş olunca kimseyi tanımazdım. Güzel bir vücuda sahiptim. Tabii ki de bu güzelliği yeni aldığım kıyafet, takı ve ayakkabılarla taçlandıracaktım. Yüzümde gerçek bir gülümsemeyle Victoria Secret mağazasına doğru yürüdüm. Şu anda keyfimi Acar dahi bozamazdı. Ellerimdeki poşetlerle ilerlerken bir anda gözlerim kenarda dikilen kişiye kaydığında kaşlarım çatıldı. Afet… Dün panayırda gördüğüm, o tuhaf siyah çadırda çalışan dilsiz kızdı. Üzerindeki düz siyah elbisesiyle bana bakıyordu. Onu görene kadar dün olanları ve gördüğüm tuhaf şeyleri unutmuştum. Alışveriş yapmaya gelmiş olabileceğini düşündüm. Ona baktığımı fark ettiğinde arkasını döndü ve hızla uzaklaşmaya başladı. Eğer beni takip ediyorsa bunu ona fena şekilde ödetecektim. Peşinden gideceğim sırada aniden başımın dönmesiyle sendeledim, tutunacak bir yer aradım. Dün arabanın önünde beliren beyaz saçlı adam tekrardan karşımdaydı. Ancak bu sefer daha canlıydı. Omuzlarında geniş ve gösterişli bir pelerin vardı. Göğüs kısmında altın detaylar barındıran ince açık renk bir gömlek giyiyordu. Saçları son derece düzenli bir şekilde geriye yatırılmıştı. Ardından bir önceki gibi tekrar ortadan kayboldu. Başımı kaldırıp Afet'in olduğu yere baktım. Yoktu. Bu kadar hızlı kaybolmuş olamazdı. Gittiği yere doğru ilerledim. Elimdeki bir ton çantayla bu çok zor olsa da hızlanmaya çalıştım. Belki ona yetişebilirsem gördüğüm bu boktan halüsinasyonları sorabilirdim. Otoparka kadar insem de hiçbir yerde yoktu. Adeta yer yarılmış ve içine girmiş gibiydi. Park alanında arabamı buldum ve ellerimdekileri bagaja yerleştirdim. Aklıma koymuştum. Yarın bulunan cesetten sonra kapatılmış olan panayıra tekrardan gidecektim. Belki o saçma çadır hala orada olabilirdi. . . . *belle tette : güzel göğüsler (İtalyanca)
|
0% |