Gellert'ı hapisten kaçıralı iki hafta oluyordu. Adamla eskisi gibi olmaya başlıyorlardı. İkisi de mutluydu ama Hermione'nin kalbinde biraz burukluk vardı. Riddle'ın yokluğuna alışamıyordu. Riddle'ın da ondan pek farkı yoktu açıkçası.
Hermione'nin yokluğuna alışamıyordu. Günleri, eski neşesini kaybetmişti. Babası vardı. Büyükbabası vardı. Büyükannesi vardı. Fakat Hermione'nin yeri dolmuyordu. O boşluk hep oradaydı. Aklında sürekli o vardı. Acaba iyi miydi? Eski bir Karanlık Lord'la başa çıkabiliyor muydu? Onun... aklına geliyor muydu?
Ah, hayır. Gelmiyordu. Aklından çıkmıyordu ki aklına gelsin! Yaptığı her şeyde onu hatırlıyordu. Yemek yerken onu hatırlıyordu, çünkü onunla yemek yerlerdi. Kitap okurken onu hatırlıyordu, çünkü onunla kitap okurlardı. Evin yanındaki gölü görünce aklına o geliyordu, çünkü birlikte Karagöl'e giderlerdi...
İkisi de birbirlerinin yokluğuna alışamadıklarını düşünüyordu. Oysa, bu duygunun bir adı vardı;
Özlem.
"Hermione! Elini kesiyorsun!" Genç kız, aniden gelen sesle hafifçe irkilerek düşüncelerinden koptu. Gözleri, ellerine kaydı. Doğrama tahtasının üzerindeki marullar, kana bulanmıştı. Gerçekten de elini kesiyordu! Gellert, onun elindeki bıçağı alıp bir kenara koydu. Elini tutup onun elindeki kesiği iyileştirdi. "Aklın nerede senin? Dikkat etmeliydin. İyi misin?" Hermione başını salladı.
Ertesi gün, erkenden kalktı. Kısa bir duş aldı. Bordo renk bir tshirt, mavi bir kot pantolon ve siyah sporlarını giydi. Saçlarını kurutup her zamanki gibi açık bıraktı. Aşağı inip kusursuz bir kahvaltı hazırladı. Portakal sularını da masaya koyduktan somra tam Gellert'ı uyandırmaya gidecekken adamın sesi kulaklarına ulaştı. "Bu güzel kahvaltıyı neye borçluyuz, Miss. Granger?" Hermione gülümsedi. "Imm, aç olmamıza?"
İkisinin gülme sesleri, odayı doldurdu. Güzel bir kahvaltının ardından Hermione ve Gellert, sofrayı toplamışlardı.
"Gellert?" Gellert, Hermione'ye baktı. Hermione'nin kahveleri, yavru köpek bakışlarıyla parlıyordu. "Bu bakışlar, bir şey isteyeceğini söylüyor. Haksız mıyım?" Genç kız, gülümsedi. "Bugün bir yere, misafirliğe gitmeye ne dersin?" Gellert sırıttı. "Nereye gideceğiz, hanımefendi?" "Riddle Malikânesi."
Birkaç saniye sessizlik hüküm sürdü. "Eee" dedi Gellert. "Hazırlanalım o zaman." Hermione mutlulukla gülümsedi. "10 dakika sonra koridorda." Gellert başını salladı.
İkisi de odalarına girdiler. Hermione, zümrüt yeşili bir tshirt, siyah, ispanyol paça bir pantolon ve siyah spor ayakkabılarını giydi. Hogwarts Savaşı'ndan bu yana hiç kesmediği saçlarının iyice uzadığını fark etti. Saçlarını tarayıp her zamanki gibi açık bıraktı. Aşağı indiğinde Gellert'ı onu bekler hâlde buldu. O da zümrüt yeşili bir gömlek ve siyah bir pantolon giymişti. Ayağındaki cilalı ayakkabılar her zamanki gibi pırıl pırıldı.
Hermione gülümsedi. "Baba-kız kombini ha? Yeşil sana yakışmış." Gellert ona baktı. "Ah, evet. Sevgili kızım sağolsun, beni kaçırdığından beri evden dışarı ilk çıkışımız. Şık olmamız gerektiğini düşündüm."
Hermione, teslimiyetle ellerini kaldırdı. "Tamam. Tamam. Hadi gidelim." Gellert'ın koluna girerek ikisini de Malikâne'nin önüne cisimledi.
Bugün cumartesiydi. Herkes burada olmalıydı. Hermione, yaklaşıp kapıyı çaldı. Kapıyı açan Büyükanne Mary'di. Hermione'yi görür görmez bir gülümseme oluştu kadının yüzünde. "Ah, Hermione! Hoşgeldin tatlım." Gözleri, Hermione'nin yanındaki Gellert'a kaydı. "Siz de hoşgeldiniz, bayım." Tekrar Hermione'ye döndü. "İçeri buyurun lütfen."
Oturma odasına geldiklerinde Riddle hariç diğerleri oradaydı. "Hermione, hoşgeldin." dedi Mr. Riddle, kibar bir gülümsemeyle. Ardından Gellert'a dönüp elini uzattı. "Hoşgeldiniz bayım. Ben Tom Riddle." Gellert, ona uzatılan eli sıktı. "Gellert Grindelwald. Tanıştığımıza memnun oldum."
Gellert, evdekilerle tanıştıktan sonra onlarla sohbet etmeye başladı. Hermione, Büyükanne Mary'e Riddle'ın nerede olduğunu sordu. "Sen gittiğinden beri odasından nadiren çıkıyor. Yanına gitsen iyi olur." Hermione'nin gözleri Büyükbaba Thomas ile sohbet eden Gellert'a kaydı. Mary, anlayışla gülümsedi. "O bizim misafirimiz. Onu merak etme. Git hadi." Hermione başını salladı.
Riddle ile kaldıkları odaya gidip kapıyı çaldı. Ses gelmeyince kapıyı açıp içeri girdi. Oda, bıraktığı gibiydi. Riddle, yatağında oturmuş kitap okuyordu. Kitaba öyle dalmıştı ki Hermione'nin geldiğini bile görmedi. Genç kız, gülümsedi. "Bana hoşgeldin demek yok mu Riddle?"
Ne? Bu Granger'ın sesiydi. Ama o burada olamazdı ki? Başını kitaptan kaldırıp sesin sahibine döndü. O gerçekten buradaydı! Kitabı bırakıp ayağa fırladı. "Granger! Buradasın! Nasıl- ne zaman geldin?" Hermione güldü. "Sakin ol. Az önce geldim. Hey, neden bana 'hoşgeldin' bile demeyen birisine açıklama yapıyorum? Ben gitsem m-" Riddle hızla başını salladı. "Hayır, hayır. Hoşgeldin. Tamam mı? Mutlu musun?" Hermione düşünür gibi yaptı. "Hmm... evet? Bir dakika bir dakika. Seni biriyle tanıştırmam gerek." Riddle ona baktı. Kim- ah. Yüzünde aydınlanmış bir ifadeyle ona baktı. "Grindelwald." "Evet. Hadi gel, içeri geçelim."
"Gellert, bu Riddle." Riddle, Hermione'ye gözlerini devirip elini adama uzattı. "Tom Marvolo Riddle." Gellert, gülümsedi. "Gellert Grindelwald." Daha sonra uyarıcı bir ses tonu ile ekledi. "Hermione'nin babasının yakın arkadaşıyım." Riddle başını salladı. 'Ben eski bir karanlık lordum!' Diyerek ev halkını korkutmak istememişti adam. "Tanıştığımıza memnun oldum, Mr. Grindelwald." Gellert imalı imalı sırıtarak Hermione'ye baktı. "Ah, hayır Mr. Riddle, lütfen Gellert de. Sonuçta Hermione benim kızım gibidir. Onun arkadaşı olduğuna göre aramızda resmiyete gerek yok bence."
Hermione, gözlerini devirdi. Ters ters baktı adama.
***
Odasındaki pencereden gelen 'tık tık' sesleriyle uyandı, genç kız. Uykulu gözlerini, elleri ile ovuşturdu. Hafifçe esneyerek bakışlarını pencereye çevirdi. Bir baykuştu bu. Siyah, bakımlı bir baykuş. Ayağa kalkıp pencereden içeri aldı onu. Kendisine doğru uzatılan ayaktaki mektubu alıp baykuş yemlerinden vererek karnını doyurdu baykuşun.
Baykuş, yemeğini yedikten sonra pencereden uçup giderken Hermione halâ mektupla bakışıyordu. Mektubun üzerindeki balmumu mührüne bile bakamadı. Bu uykulu gözlerle mektubu okuyabileceğini de sanmıyordu zaten. Mektubu çalışma masasının üzerine bırakıp banyoya yöneldi.
Rahat bir duşun ardından mavi bir tshirt, mavi kot pantolon ve beyaz sporlarını giydi. Saçlarını kurutup at kuyruğu yaptı. İşi bittikten sonra mektubu eline aldı.
Sevgili Hermione,
Merhaba, Herm. Sen yazmayınca ben yazayım dedim. Nasılsın? Ah, umarım iyisindir. Özlettin kendini! Neyse ki bir buluşma ayarladım. Daha doğrusu ayarladık. Cissa, Andy ve ben. Anneme günlerce ısrar etmemiz gerekti ama olsun. Sen de müsaitsen, haftaya salı günü Diagon Yolu'nda buluşalım. Lucius, yanında Severus ve Rodolphus ile birlikte gelip bizi oradan alacak. Hogsmeade'e gideriz. Tabii senin için sorun yoksa. Eğer istersen Sarı Civciv ve arkadaşlarını kovabilirim. Herneyse. Çok konuştum. Kendine iyi bak Herm! Salı günü görüşürüz!
Bellatrix Black
Ah... kızları unutmuştu. Hiçbirine mektup da yazmamıştı. Fakat onun geçerli sebepleri vardı. Gellert Grindelwald'ı Nurmengard'dan kaçırmak gibi. Omuz silkti, genç kız. Bir parşömen alıp Bella'ya cevap vermeye koyuldu.
Sevgili Bellatrix,
Merhaba, Bella. Üzgünüm. Size yazmayı unuttum. Aslında hiç kimseye yazmadım. 6. Sınıf konularına çalışıyor, biraz da pratik yapıyordum. Beni boşver. Sen nasılsın? İyi olduğunu umuyorum. Cissy ve Andy de iyidir umarım. Ben de sizi özledim. Pekâla, salı günü görüşürüz. Ayrıca 'Sarı Civciv ve arkadaşlarını' kovmana gerek yok. Kendine iyi bak, Bella. Kızlara benden selam söyle. Görüşmek üzere.Merhaba, Bella.
Hermione Granger
Mektubu baykuşuna verdi. "Bellatrix Black'e götür, lütfen."
***