Hermione, odayı dolduran seslerle açtı gözlerini. Uyku sersemi kahveleri, etrafa bakınırken onun uyandığını gören Bella, yanına gelip yatağın ucuna oturdu. "Günaydın, Herm." Hermione, uykulu uykulu gülümsedi. "Günaydın. Bu telaş ne?" Bella omuz silkti. "Bugünkü balo elbette. Cissa, annemin gönderdiği elbisede bir kusur olup olmadığına bakıyor, Andy 'hangisini giysem' diye dolaptaki elbiselerle bakışıyor." Hermione, meraklı bakışlarını üzerinde gezdirdi. "Sen?" Bella bilmiş bilmiş gülümsedi. "Elbette siyah giyeceğim. Sen ne giyeceğine karar verdin mi peki?" Hermione birkaç saniye düşünüp cevapladı. "Şimdi verdim. Toz pembe renkli bir elbise. Sence yakışır mı?" "Tabii ki yakışır Mione." Hermione başını salladı. "Ben bir duşa girsem iyi olacak."
Rahat bir duşun ardından, kahverengi bir etek, siyah bir boğazlı kazak ve kahverengi bir pelerin giydi. Botlarını da ayağına geçirdiğinde hazırdı. Saçlarını da kurutuo banyodan çıktı. "Hadi aşağı inip kahvaltı edelim. Balo akşam başlayacağına göre, yemek yiyecek kadar zamanımız var bence." Bella gülerek Hemione'nin yanına geldi. "Haklısın Mione. Hadi gidelim." Cissa elbisesine son bir bakış atıp Andy ile birlikte onları takip etti.
Büyük Salon'daki gürültü, muazzam boyuttaydı. Kimi akşamki baloda ne giyeceği ilgili, kimi de baloya kiminle gideceği ile ilgili konuşuyordu. Hermione'nin niyeti, çabucak yemeğini yiyip bu gürültüden kurtulmaktı.
***
Hermione, bir yandan tırnaklarına parlatıcı sürerken bir yandan da Cissa ile konuşuyordu. "Hadi ama! Bu elbisede bir kusur yok, Cissa. Sakinleş ve biraz dinlen. Öğle yemeğini yeni yedik. Daha zamanımız var. İlle de birşey yapmak istiyorsan... Oje sürebilirsin." Cissa, Hermione'nin haklı olduğunu bildiği için başını sallayarak onayladı. Ardından makyaj masasına ilerleyip ojelerden birini seçti.
Hermione, sadece Cissa'yı değil, Andy ve Bella'yı da oje sürmeleri için ikna etmişti. Şuanda hepsi yataklarına oturmuş tam konsantre ile oje sürüyorlardı. Ojeleri kuruduktan sonra Cissa ile ilgilenmeye başladılar çünkü onu bir an önce hazırlayıp çenesinden kurtulmak konusunda hemfikirlerdi.
"Ah! Bella, saçımı çekmeden yapamaz mısın?" Bella, düşünür gibi yaptı. "Imm.. Hayır!" Cissy gözlerini devirdi. "Cissa başını oynatma. Andy, şu eyleinerı uzatır mısın?" Andromeda aynanın önündeki eyleinerı Hermione'ye verip elindeki kolyeyi gösterdi. "Sence bu nasıl?" Hermione başını iki yana sallayıp takı köşesine baktı. "Hayır. O elbisesine uymaz. Şuradaki beyaz ve ince olan daha iyi." Andromeda başını sallayıp Cissa'nın takılarını taktı.
"Saçların tamam, Cissy."
(Cissa'nın saç modeli) ⬆️
Hermione gülümsedi. "Makyaj da tamam. Hazırsın Cissy. Ve sıra sende Andy. Otur bakalım."
Bella, elindeki tarakla aynadan Andy'e baktı. "Nasıl birşey istersin, Meda?" "Topuz." Bella, başını sallayıp Andy'nin saçını yapmaya koyuldu. Hermione makyaja başlamıştı bile.
(Andy'nin saç modeli) ⬆️
"Sıra sende Bella." Bella, Andy'nin kalktığı yere oturup Hermione'ye baktı. "Sadece makyaj." Hermione başını salladı. Bella, saçları kıvırcık olduğu için uğraşmak istemeyip onları her zaman açık bırakırdı. Doğruyu söylemek gerekirse, açık saç ona çok yakışıyordu.
Hermione, Bella'nın makyajını bitirmek üzereydi. Tek eksik, Bella'yla özdeşleşmiş kırmızı rujdu. Onu da sürdüğünde, işlem tamamdı. Aslında en çabuk hazırlanan Bella olmuştu.
"Sıra sende Mione. Koltuğa otur ve kendini bana bırak." dedi Bella, gülümseyerek. Hermione de öyle yaptı. "Saçını nasıl yapayım?" Hermione kararsızca konuştu. "Topuz- yada açık mı olsa. Hayır hayır topu-" Bella güldü. "Tamam tamam. Sakin. O iş bende." diyip işe koyulurken bu kez konuşan Cissa'ydı. "Makajın nasıl olsun?" "Sade."
25 dakika sonra, Hermione de hazırdı.
(Hermione'nin saç modeli) ⬆️
Bella ona döndü. "Sen ikisinden birine karar veremeyince, ben de ikisini birleştirdim. Harika oldu." Cissy gururla yaptığı makyaja baktı. "Makyajın da mükemmel." Andy, asasıyla bir tempus attı. "Saat 19. 27!" Bella güldü. "Mione, Büyük Salon'a gitsen iyi olur. Riddle, bekleye bekleye ağaç olmuştur." Hermione derin bir nefes aldı. "Balo'da görüşürüz kızlar."
Hermione, zindanlardan çıkmış Büyük Salon'a giden merdivenlerden iniyordu. Merdivenlerin sonunda bekleyen Riddle'ı görebiliyordu. Heyecanla dudağını ısırdı. Riddle, mağazada Hermione'nin beğendiği takım elbiseyi giymişti. Başka bir yere bakıyordu. Onu henüz fark etmemişti. Merdivenden inmeye devam ederken, topuklu ayakkabısının tok sesi, koridorda yankılandı.
Riddle, duyduğu sesler ile merdivenlere döndü. Zümrüt yeşilleri Hermione'yi bulduğunda nefesi kesildi. Çok güzel görünüyordu. Üzerindeki elbise ona çok yakışmıştı. Yavaşça yutkundu. Hermione de, onun beğendiği elbiseyi giymişti.
Hermione, yanına gelip kahvelerini üzerinde gezdirerek gülümsedi. "Yakışmış." Riddle da dudaklarının yukarı doğru hafifçe kıvrılmasına engel olamadı. "Sana da." Ardından kolunu uzattı. Hermione koluna girdiğinde, Büyük Salon'a ilerlediler.
Salon'un kapısının önüne geldiklerinde durdular. Diğer şampiyonlar da burada bekliyorlardı. Biraz sonra Mc Gonagall geldi yanlarına. Hepsini teker teker inceledikten sonra -Hermione'ye bakarken hafifçe gülümsemeyi ihmal etmemişti- konuştu. "Hepiniz çift sıra olun ve beni izleyin."
Önde Beauxbatons'lu şampiyonlar, onların arkasında Durmstrang'lı olanlar, Durmstrang'lıların arkasında da bizim ikili vardı. Hepsi hazır olduğunda, Büyük Salon'un kapıları açıldı ve Profesör Mc Gonagall önderliğinde Salon'a giriş yaptılar. Onlar Salon'un başındaki, jürilerin oturduğu büyük, yuvarlak masaya doğru ilerlerken, Salon'dan alkış sesleri yükseldi.
İçerisi güzel dekore edilmişti. Salonun duvarları pırıl pırıl parıldayan gümüş buz saçaklarıyla tamamen örtülüydü. Yıldızlı siyah tavan, yüzlerce ökseotu ve sarmaşık çelengiyle boydan boya kaplıydı. Bina masalarının yerine yüz tane kadar küçük, fenerle aydınlanmış, on iki kişilik masalar konulmuşlu.
Şampiyonlar, masaya yaklaşırken Dumbledore, gözleri parlayarak gülümsedi. Madam Alarie de aynı şekilde gülümsüyordu. Mr. Jayden ise ciddi bir ifadeyle onlara bakıyordu. Mr. Jhonson, kibarca ellerini çırparken, Mr. Brown, çocuksu bir neşeyle alkışlıyordu onları.
Masaya vardıklarında, Hermione ve Riddle, Dumbledore'un yanına otururken diğer dörtlü de kendi müdür ve müdirelerinin yanına oturdu. Biraz sonra akşam yemeği için masalar donatılmıştı.
Dumbledore, Hermione'ye gülümseyerek fısıldadı. "Çok güzel olmuşsunuz, Miss Granger." Hermione, yanaklarında belirdiğine emin olduğu kırmızı lekeler ile gülümsedi. "Siz de çok şıksınız, Profesör." Albus, bordo renkli, şık bir takımelbise giymişti. Takımelbise ona gerçekten yakışıyordu. Hermione, ister istemez onun ne sebeple takımelbiseden büyücü cübbelerine geçtiğini merak etti. Dumbledore, ona hafifçe gülükseyip önüne dönerken akşam yemeği devam etti.
Hermione, diğer masalarda gözlerini gezdirirken Black kardeşlerin oturduğu masayı gördü. Bella, Rodolphus ile, Cissy, Lucius ile, Andy de Severus ile gelmişti. Yüzünde güzel bir gülümseme oluşurken, üzerindeki bakışları farkeden Lucius, ona bakıp gülümseyerek göz kırptı. Hermione'nin gülümsemesi daha da büyürken, Lucius, Cissa ile ettiği sohbete geri döndü.
Hermione'nin gözleri bu sefer Çapulcular'ı aradı. Kenardaki masalardan birinde oturmuş, gülerek sohbet ediyorlardı. James, elbette Lily ile gelmişti. Fakat Sirius, Remus ve Peter, başkalarıyla gelmişti. Sirius'un yanındaki kız Marlene McKinnon'du. Peter'ın yanındaki kıvırcık saçlı kız, Mary Macdonald'dı ve Remus'un yanındaki de Dorcas Meadoves olmalıydı. Yoldaşlık'ın kuruluşundan bir fotoğrafta görmüştü onları. Harry'e o fotoğrafı Sirius vermişti.
Biraz sonra, yemekler yenilip bittiğinde, Dumbledore, ayağa kalktı ve Salon'dakilerin de aynısını yapmasını istedi. Asasının bir hareketiyle, tüm masalar bir anda duvar diplerine çekildi, zemin boşaldı. Asasını bir kez daha sallayarak, sağ duvar boyunca yükseltilmiş bir platform oluşturdu. Üzerinde bir davul seti, birkaç gitar, bir lavta, bir çello ve birkaç gayda duruyordu.
Şampiyonlar, yavaş yavaş sahneye çıkarken, Riddle, yüzünde hafif bir tebessümle ona dönerek elini uzattı. "Bu dansı bana lütfeder misiniz, Hanımefendi?" Hermione de gülümseyerek ona uzatılan eli tuttu. "Elbette, Beyefendi."
İkili, kendinden emin adımlarla sahneye ilerledi. Diğer iki çift ile birlikte dans pistinde yerlerini aldıklarında, hafif bir müzik çalmaya başladı. Hermione'nin bir eli, Riddle'ın elinde, diğeri de onun omuzundayken, Riddle, diğer eliyle onun belini tuttu. İkisinin de kalp atışları hızlanırken zümrüt gözler, kahvelere kilitlendi. Dans etmeye başladılar.
Riddle, o kahvelere bakarken ne kadar huzurluysa, üzerlerindeki bir çift mavi gözden de o kadar rahatsızdı. Aynı durum Hermione için de geçerliydi. Albin Dag, kin dolu bakışlarını üzerlerinden çekmiyordu.
Riddle, uzun zamandır düşünüyordu. Hermione'nin yanındayken kalp atışlarının neden hızlandığını, neden hep aklının bir köşesinde sürekli onu düşündüğünü, o yanında değilken neden büyük bir boşluktaymış gibi oluşunu...
Bütün bunların neden olduğunu bilmemek onu deli ediyordu. Çareyi, babasına yazmakta bulmuştu. Aldığı cevap ise.. çok açıktı.
"Aşıksın."
Bu duyguların adı aşktı. Peki Albin Dag'den nefret etmesi? O nedendi? Bu soruyu da cevaplamıştı Mr. Riddle.
"Kıskanıyorsun."
Bütün bunlar ona çok yabancıydı. Ama istiyordu. Hermione'nin ne hissettiğini öğrenmeyi, duygularının bir karşılığı olup olmadığını öğrenmeyi deli gibi istiyordu.
O an bir karar verdi. Gerekirse tüm okulun önünde reddedilecekti ama yine de yapacaktı. Hermione'den bir adım uzaklaşıp ellerini tutarak dizlerinin üzerine çöktü. Hermione, sorar bakışlarını ona gönderirken, arkadan çalan müzik durmuştu. Dans eden diğer çiftler, masalardaki sohbetler hepsi durmuştu. Herkesin meraklı bakışları üzerlerindeyken Riddle, derin bir nefes alıp heyecanının bastırdı. Zümrüt gözleri, tekrar Hermione'nin kahvelerine döndü.
"Hermione Jean Granger, Dünya döndükçe ve bu beden can taşıdıkça seni sevmeye yemin ediyorum. Benimle çıkar mısın?"
Riddle da dahil, Büyük Salon'daki herkes, Hermione'nin cevabını beklerken, Hermione, Riddle'ı yerden kaldırdı. Dolan gözlerinden iki damla yaş, yanaklarından süzüldü. Dudaklarını araladı. Titreyen sesiyle cevap verdi. "Evet."
Büyük Salon, Albus Dumbledore'un başlattığı, Çapulcular'ın ıslıkları ve diğer herkesin katılımı ile devam eden alkış sesleriyle dolarken, Hermione kollarını Riddle'ın boynuna doladı. Kalbi, göğüs kafeslerini delip dışarı çıkmak istercesine hızlı atıyordu. Riddle, kollarını genç kızın beline sardı sıkıca. Yüzünde oluşan gülümseme, görülmeye değerdi. Özellikle de daha önce onun güldüğünü hiç görmemiş Hogwarts öğrencileri için. Biraz sonra, öfkeyle dişlerini sıkıp hızlı adımlarla Salon'dan ayrılan Albin Dag'i umursayan sayılı kişi vardı.
"Lucy? Ağlıyor musun sen?" dedi Rodolphus, ağlamaklı bir ses tonuyla. "Sen kendine bak. Dokunsam, hıçkıra hıçkıra ağlayacaksın." Bella, mutlu mutlu güldü. "İstediğiniz kadar ağlayabilirsiniz. Ben gülmeyi tercih edeceğim." Rodolphus da gülümsedi. "Zaten sana gülmek daha çok yakışıyor." Andy şaşkınlıkla Bella'ya baktı. Yanakları mı kızarmıştı onun?
***