Adı söylenen ev cini Kreacher, iki efendisinin önünde belirdi. "Kreacher'dan bir isteğiniz mi vardı?" Sirius öfkeyle solurken Regulus konuştu. "Kreacher. Sirius evden gittikten sonra yazdığım mektuplar ve onun bana gönderdikleri. Neredeler?" Kreacher, rahatsızca kıpırdanıp parmağını şıklattı. Az sonra önlerinde bir mektup yığını duruyordu. Regulus, şaşkın şaşkın fısıldadı. "Kreacher.. Sen ne yaptın?"
Kreacher başını önüne eğip mahçup mahçup konuştu. "Kreacher bunu yapmak zorundaydı, Efendi Regulus. Kreacher, Efendi Sirius evden gittikten sonra Hanımı ve Efendi Orion'un konuşmasını duydu. Efendi Orion çok sinirliydi. Efendi Regulus eğer Efendi Sirius ile iletişime geçerse onu da aileden reddedeceği ile ilgili konuşuyorlardı. Kreacher bunu duyunca çok korktu. Kreacher, Efendi Regulus'un ve Efendi Sirius'un mektuplarını sahiplerine ulaşmadan topladı."
Regulus halâ şaşkınlıktan dili tutulmuş hâlde dikilirken Sirius sinirle burnundan soluyarak Kreacher'a ilerliyordu ancak Hermione önüne geçti. Genç kız, ev cinine dönüp onunla aynı boya gelmek için diz çöktü. Kreacher'ın bakışları halâ yerdeydi. Hermione, elini onun omzuna koydu. "Kreacher, doğruyu söylediğin için teşekkür ederiz. Senin bir suçun yok. Şimdi gidebilirsin."
Kreacher, Regulus'a baktı. Regulus başını hafifçe sallayınca, bir 'pop' sesiyle oradan ayrıldı. Sirius öfkeyle atıldı. "Hepsi o aptal ev cinin yüzünden!" Hermione, elini bu sefer onun omzuna yerleştirdi. "Onu suçlayamazsın, Sirius. Onun tek yaptığı Regulus'u korumaktı." Sirius da onun haklı olduğunu bildiği için derin nefesler alarak sakinleşmeye çalıştı. Hernione tekrar söze girdi. "Bütün bunlar, demek oluyor ki ikiniz de suçsuzsunuz. Yani barışmamak için hiçbir sebebiniz yok." Ardından Regulus'a döndü. Reg ağladı ağlayacak gibi duruyordu. Hermione ona şefkatli bir gülümseme verirken, Reg ile aynı durumda olan Sirius kollarını iki yana açtı. Yüzünde buruk bir tebessüm belirirken, titreyen sesiyle konuştu.
"Ağabeyine sarılmayacak mısın, Reg?" Regulus daha fazla dayanamayarak ağabeyine koşup kollarını onun boynuna doladı sıkıca. Önündeki sahneyi gülümseyerek izleyen Hermione, bir anda kendisini üçlü bir sarılmanın içinde buldu.
"Teşekkür ederim, Herm." dedi Regulus ağlamaklı bir sesle. "İyi ki varsın, Mione." Genç kızın yanakları kızardı. "Ehm. Şey, bizimkilerin yanına gitmeye ne dersiniz?" İkili, onun bu tatlı utangaçlığına gülümseyerek teklifini kabul ettiler.
Sonunda diğerlerinin olduğu yere vardıklarında Hermione, Riddle'ın yanına geçip Black'lerin tatlı atışmalarını izlerken diğer yanındaki Rodolphus yerinde rahatsızca kıpırdandı. Hermione kaşlarını çattı. Yine ne olmuştu? "Rod? Bir sorun mu var?" diye fısıldadı. Rodolphus gergince ona baktı. "Ben.. şey yapmak istiyorum.." Hermione gülümsedi. Anlamıştı tabii ki. "Bella'ya çıkma teklifi yapmak mı?" Rodolphus sahte bir şüpheyle ona baktı. "Biliyor musun Mione, bazen aklımı okuduğunu düşünüyorum." Dudaklarının kenarında hafif bir gülümseme belirdi. "Ve evet. Doğru tahmin. Ama nasıl yapacağım?" Hermione onu sakince cevapladı. "Hemen şimdi Bella'nın karşısına geç ve içinden ne geçiyorsa söyle. Bir an bile kendinden şüphe etme." Omzuna hafifçe vurarak gülümsedi. "Sonuna kadar arkandayım."
Rodolphus başını sallayıp tüm cesaretini topladıktan sonra ayağa kalkıp Bella'ya doğru ilerledi. Kıvırcık saçlı cadı, sorgulayan bakışlarla onu süzerken, Rodolphus, Bella'nın karşısında durup onun ellerini tutarak ayağa kaldırdı.
"Bella ben.. ben..." Bellatrix, heyecanla atan kalbini eski ritmine döndürmeye çalışırken gri gözlerini Rodolphus'un koyu kahvelerine dikti. "Evet?" Rodolphus da onunla aynı durumdaydı. Kalbi o kadar hızlı atıyordu ki, göğüs kafesini delip dışarı çıkmasından korkuyordu. "Ben, seni.." Bella daha fazla dayanacak hâlde değildi. "Rod, ne söyleyeceksen çabuk ol. Şuan bayılabilirim."
Rodolphus gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Gözlerini tekrar açıp Bella'nın grilerine baktı. İçinden ne geliyorsa söylemeye karar verdi. "Senden çok hoşlanıyorum. Sana aşığım. Seni her gördüğümde kalbim göğüs kafesimi delecekmiş gibi hızlanıyor, içimde anlamsız bir mutluluk dalgası yayılıyor, nefesim kesiliyor."
Tekrar derin bir nefes aldı. "Seni seviyorum, Bella. Benimle çıkarak beni dünyanın en mutlu adamı yapar mısın?" Bella, yaşaran gözlerine aldırmadan kollarını Rod'a doladı. Rodolphus şaşkındı. Beklediği şey.. aslında bir cevaptı. Omuz silkti. Bella'nın dilinde bu sarılma 'evet' anlamına geliyordu galiba. Gülümseyerek onun sarılışına karşılık verdi.
"Seni seviyorum, tek mal varlığım!" dedi Bella, neşeli bir sesle. "Seni seviyorum, psikopat sevgilim!"
Kahkahaları birbirine karışan grup, ikiliyi alkışlarken, oradaki herkes mutluydu. Biraz daha orada oturduktan sonra Şato'ya döndüler. Hava kararmıştı. Akşam yemeği vakti geldiğinde Riddle ve Hermione de Slytherin Masası'nda yerlerini almışlardı.
Hermione, her zamanki gibi yemekten sonra ikisinin de tabağına birer tane pasta dilimi koyuyordu ki Riddle'ın kaşları havaya kalktı. "Çilekli mi?" Genç kız, omuz silkip tabağını önüne çekti. "Bu sefer bir değişiklik yapayım dedim."
Biraz sonra tabağındaki pastadan son bir çatal alıp ağzına götürdü. Yanında duran tabak, nasıl bıraktıysa öyleydi. Kaşlarını çatıp gözlerini onun zümrütlerine dikti. "Neden yemiyorsun?" Riddle'ın dudakları yukarı doğru kıvrıldı. "Sen yedirsen?" Hermione gözlerini devirip çatalı eline aldı. Sonunda pasta bittiğinde Riddle'a daha dikkatli bakma fırsatı oldu. O, biraz yorgun görünüyordu. Burnunun ucu kızarmıştı. Genç kız, elini kaldırıp onun alnına götürdü. Ateşi vardı.
"Hasta mısın?" Riddle başını salladı. "Evet. Ama sana." Bunları söyledikten sonra hapşırmasaydı, aralıksız yarım saatlik azarlanma seansından kurtulabilirdi. Hermione onaylamaz bakışlarını ona gönderdi. "Çocuk gibisin."
***