Hermione, sabahın erken saatlerinde gözlerini açtı. Biraz fazla erkendi hatta. Saat 05.03'tü. Black kardeşler uyuyorlardı. Günlerden cumartesiydi. Hermione, kimseyi uyandırmamaya çalışarak yatağından kalktı. Yatağını düzeltip kıyafetlerini alarak banyoya gitti. Sessizlik tılsımı eşliğinde yaptığı banyodan sonra üzerine kısa, gri renk bir tshirt, siyah, İspanyol paça bir kot pantolon ve rahat, gri spor ayakkabılarını giydi. Saçlarını bir büyüyle kurutup kabarıklığını aldıktan sonra hafifçe dalgalandırarak açık bıraktığında hazırdı. Odadan sessiz sedasız ayrılıp Ortak Salon'a gitti. Henüz kimse uyanmamıştı. Zindanlardan çıkıp Dumbledore'un odasına gitti. Şifreyi bilmiyordu. Birkaç saniye bekledikten sonra merdivenler açıldı. Merdivenleri yavaş yavaş tırmandıktan sonra kapıyı çaldı. Saat 05.58'di. Dumbledore'un uyanmış olduğunu düşünüyordu. İçeriden gelen 'gel' komutuyla kapıyı açıp içeri girdi.
Albus'un gösterdiği koltuğa oturdu. Yüzünde zarif bir gülümsemeyle söze girdi. "Günaydın, Profesör." Albus da kibarca gülümsedi. "Günaydın, Miss. Granger. Sizi buraya hangi rüzgar attı?" Hermione ciddi bir ifade takınarak konuştu. "Profesör, sizden bir şey rica edecektim. Voldemort'un o hâle gelmesinin sebeplerinden biri hortkuluk yapmaktı. Hortkuluklar ile ilgili bilgi edindiği yer Hogwarts Kütüphanesi'nin Yasaklı Bölümü'ydü. Ben..." "O kitabı oradan almamı veya ortadan kaldırmamı istiyorsunuz." Genç kız başını salladı. "Evet. Biliyorum, kitabı başka herlerden de bulabilir ama en azından bu biraz geciktirmemize yardımcı olur." "Pekâla, Miss. Granger. Kitabı okuldan çıkaracağım. Size haber veririm. Siz, diğerlerine hayatınız hakkında ne söyleyeceğinizi düşündünüz mü?" Hermione başını iki yana salladı. "Sanırım doğaçlama yapacağım, Profesör. Ben Black'ler uyanmadan gitsem iyi olacak. İzninizle.."
***
"Pole Star." Genç kız, şifreyi fısıldayıp geçitten geçti. Ortak Salon'a girdiğinde halâ kimse uyanmamıştı. Köşedeki kitaplıktan rastgele bir kitap alıp usul usul yanan şöminenin yanındaki koltuğa oturdu. Bacak bacak üstüne atıp kitabını okumaya başladı. Saat 8 civarı Ortak Salon'a öğrenciler gelmeye başladı. Bella da onlardan biriydi. Hermione'yi görür görmez yanına geldi.
"Hey! Saat kaçta uyandın?" Hermione ona gülümsedi. "Sanırım 5'ti." Bella şaşkınlığını çabuk atlattı. "O saatte neden uyanık olduğunu sormayacağım bile. Herneyse, hadi kalk kahvaltıya gidelim." İkili, tatlı bir sohbet içinde kahvaltı ettiler. Bella ondan özür dileyerek Hogsmeade'e gideceklerini söyleyip yanından ayrıldı. Aslında çoğu öğrenci de aynısını yaptı. Hermione ise elindeki kahveyi yudumlayarak etrafı izliyordu. Okul neredeyse tamamen boşalmıştı. Slytherin masasında kalanlardan tanıdığı tek kişi Riddle'dı. O da tabağındaki yemekle oynuyordu. Bir lokma bile yememişti. Gözlerini devirdi. Az sonra Çapulcular takıldı Hermione'nin radarına. Kahvesini kafaya dikerek Gryffindor masasına ilerledi.
James'in yanındaki boş sandalyeye oturdu. Çapulcular'ın şaşkın bakışları anında ona kilitlendi. Hermione kibarca gülümsedi. "Merhaba." Şaşkınlığından en çabuk sıyrılan Remus oldu. "Merhaba." Hermione diğerlerinin şaşkın bakışlarını farkederek konuştu. "Neden şaşırdınız?" James toparlayıp cevap verdi. "Şey.. aslında Gryffindor'lar ve Slytherin'ler arasında büyük bir düşmanlık vardır. Bir Slytherin asla Gryffindor masasına oturmaz." Hermione başını salladı. "Unutmuşum. Herneyse. Konuşabilir miyiz?" Bu sefer konuşan Sirius'du. "Hepimiz mi?" Genç kız başını salladı. "Büyük Salon'un az ilerisinde kullanılmayan bir sınıf var. Orada konuşabiliriz."
***
Remus'un önerisi üzerine kullanılmayan bir sınıfa girdiler. Hermione bir sessizlik tılsımı yaptı. "Kapıyı kilitleyebilir misiniz?" Bunu aslında kendisi de yapabilirdi ama yanlış anlaşılmak istemiyordu. Remus başını sallayıp büyüyü yaptı. "Peter nerede?" Sirius, şüpheyle ona bakarken yanıtladı. "Hasta olduğu için yatakhanede kaldı. Sen Peter'ı nereden tanıyorsun?" "Ben de sizinle bu konu hakkında konuşacağım. Fakat burada söylediklerim hiçkimsenin kulağına gitmemeli. Peter'a bile söylememelisiniz." Üçlü, şüpheli bir bakış paylaşıp aynı anda konuştular. "Çapulcu sözü." Hermione gülümsedi.
"Ben Beauxbatons'dan nakil gelmedim. Gelecekten geldim." Çapulcular önce boş gözlerle ona baktılar. Sonra kahkaha atmaya başladılar. Sirius kahkahalarının arasından konuştu. "Bu-bu gerçekten iyi bir şaka." Hermione derin bir nefes aldı. "Siz Çapulcular'sınız. Sen, James, lakabın Çatalak. Remus, seninki Aylak, Sirius, seninki de Patiayak. Remus bir Kurtadam-" Üçünün de gülüşü soldu.
"Şimdi inandınız sanırım. Ve merak etmeyin bunu hiçkimseye söylemem. Konumuza dönersek... benim bir görevim var. Tam olarak anlatamam ama kısa bir cevap isterseniz, sizi ve tüm sihir dünyasını kurtarmam gerekiyor. Mr. Potter o gece beni bulduğunuz ve Profesör Dumbledore'a götürdüğünüz için teşekkür etmek istedim. Zaten o gece beni bulan kişi siz olduğunuz için yalan söylememin bir anlamı olmazdı." James kekeleyerek konuştu. "R-rica ederim." Remus meraklı gözlerle onu incelerken sordu. "Peki bizi nereden tanıyorsun?" Hermione omuz silkti. "Mr. Potter'ın oğluyla yakın arkadaştık." James'in gözleri faltaşı gibi açıldı. "Siz yakın arkadaşsanız... oğlum Slytherin miydi?" Hermione hafifçe güldü. "Hayır. İkimiz de Gryffindor'duk." James rahat bir nefes aldı. İçinden Merlin'e şükrediyordu.
***
Hermione 20 dakika sonra sınftan çıktı. 3 adet yeni arkadaşı olmuştu. Temiz hava almak ve biraz zaman öldürmek için bahçeye çıktı. Biraz yürüdükten sonra birisiyle karşılaştı. Ağaca sırtını dayamış, dizlerini kendisine çekmiş, başını fizlerinin arasına yerleştirmiş, uzun, siyah saçlı birisi. Hermione'nin aklına bir isim geliyordu ama yüzünü görmediği için kesinleştiremiyordu. Hâline bakılırsa üzgündü. Hermione neden bilmiyordu ama onu üzüntüsünden kurtarmak istiyordu. Yanına oturdu. Dizlerini kendisine çekip sırtını ağaca yasladı. Yanındaki kişi de hareketlenmeyi hissedip başını dizlerinden kaldırdı. O konuşmayınca Hermione hafifçe gülümseyerek konuştu.
"Merhaba." Severus, lafı dolandırmayı sevmezdi. "Neden buradasın?" Hermione omuz silkti. "Seni gördüm ve yanına gelmek istedim. Peki sen neden buradasın?" Düz ve bıkkın bir ses tonuyla konuştu genç adam. "Canım istediği için. Peki bundan sanane?" Güldü. "Evet doğru söylüyorsun. Bu arada ben Hermione Granger. Tam bir baş belasıyım ve... -parmaklarıyla tırnak işareti yaptı- iflah olmaz bir ukalayım." Severus yarı şaşkın yarı ilgili bir ifadeyle ona baktı. "Kendi kendisine gülerek hakaret eden birisiyle hiç karşılaşmamıştım." "Aslında son söylediğimi ilk başlarda nefret ettiğim ama sonradan değer verdiğim, vefat etmiş bir Profesör'üm söylemişti."
Aralarında birkaç saniye sessizlik hakim oldu. Sessizliği bozan ise Severus'du. "Beauxbatons'dan neden geldin?" "Ebeveynlerim.. Vefat ettiler." Severus'un bakışları mahçubiyete büründü. Yumuşak bir sesle konuştu. "Ben... üzgünüm." Genç kız burukça gülümsedi. "Sorun değil. Onları öldüren kişiye bile en ufak bir nefret duymuyorum." "Neden?" "Çünkü o, sevginin zayıflık olduğunu düşünen bir aptaldı." "Zaten öyle değil mi? Birisini sevdiğimizde ona birşey olmasından korkarız. Ona birşey olmaması için kendimizden ödün veririz. Sevgi güçsüzlüktür." Hermione başını iki yana salladı.
"Hayır. O da böyle düşünüyordu. Onun sevgi anlayışı, gücü sevmekten ibaretti. Güç sevgisi ise huzuru engelleyen, bitmek bilmeyen bir arayıştan başka bir şey değildir. Hep daha fazlasını istersin. Kazandıklarınla huzur bulmazsın." Hermione Severus'un elini tuttu ve kalbine koydu. "Fakat birini seversen, tam burada bir savaş olur. Sevginin gücü, güce olan sevgiye galip geldiğinde anlarsın sevginin gücüne sahipken, gücü sevmenin aptallık olduğunu." Severus bakışlarını yere çevirdi.
"Peki sevdiğin kişi seni sevmiyorsa?" Hermione gülümsedi. Severus'un bahsettiği kişinin Lily olduğunu anlamıştı. "Birini seviyorsan mutlaka karşılığını alırsın. Farklı biçimlerde olsa bile. Mesele bununla yetinebilmek. Etrafına bir bak. Çevrendeki tek kişi o değil." Genç kız, destek olurcasına hafifçe vurdu Severus'un omzuna. "Görüşürüz." Yüzündeki gülümsemeyle ayrdı oradan.
Hermione, Severus ile konuşurken kendisini sadece onun dinlediğini sanıyordu ama bir kişi daha kulak misafiri olmuştu. Bu sözlere en az Severus kadar ihtiyacı olan bir kişi. Tom Riddle.
Hermione'nin bir sonraki durağı geçmişte, daha doğrusu gelecekte Hagrid'in kulübesinin olduğu yerdi. Şuan oraya neden gittiğini bilmiyordu. Sadece aklına Hagrid'in kurabiyeleri gelmişti. Taş gibi olan ama her gidişlerinde sırf Hagrid üzülmesin diye aldıkları kurabiyeler. Tam kulübenin olacağı yere geldiğinde, Hagrid'i orada bulmayı beklemiyordu. Şaşkınlığından sıyrılıp yarı devin yanına gitti. Genç Hagrid, yere oturmuş, köpek seviyordu. Yanına geçip oturdu. Yüzünde tatlı ve samimi bir gülümsemeyle konuştu.
"Merhaba." Hagrid başını ona çevirdi. "Bekliyorum." Genç kız kaşlarını çattı. "Neyi?" Hagrid gür sesiyle soğukça yanıtladı. "Alay edip dalga geçerek gitmeni." Hermione'nin kaşları daha çok çatıldı. "Hayır, seninle alay etmek ya da dalga geçmek için gelmedim." Hagrid umursamazca konuştu. "Boş laflar bunlar. Slytherin değil misiniz? Hepiniz aynısınız." Hermione'nin kalbinde bir şeyler kopar gibi oldu. "Peki senin şimdi onlardan ne farkın kaldı? Bana bir şans bile vermeden onlar gibi olduğumu söylüyorsun. Kimsenin içini bilemezsin." Hermione kırgın ve ağlamaklı bir sesle konuştu. Hagrid, ona baktı. Gerçekten kırgın görünüyordu. Kendisini kötü hissetti. Kız haklıydı. Gür sesini biraz yumuşatmaya çalışarak konuştu. "Özür dilerim. Ben... Slytherin'ler genelde bana kötü davranırlar."
Hermione dolmuş gözlerini sildi. "Tamam, sorun değil. Ben Hermione, Hermione Granger." Hagrid, genç kızın uzattığı eli tuttu. "Rubeus Hagrid."
Hermione, bir süre Hagrid ile oturup sohbet etti. Öğle yemeği vakti geldiğinde onunla birlikte Büyük Salon'a gittiler. Hagrid, Gryffindor masasına giderken Hermione'ye el salladı. Hermione de ona karşılık verdikten sonra Slytherin masasında boş bir yere oturdu. Aç değildi aslında. Bir dilim çikolatalı pasta yemeye karar verdi. Tam onu yemeye başlarken yanına birisi oturdu. Riddle. Hermione kibarca gülümsedi. "Merhaba." Bir tabak alıp içine aynı pastadan bir dilim koyarak Riddle'a uzattı. Sonra kendi pastasını yemeye devam etti. Riddle, önündeki pastaya bakarak konuştu. "Dün gece neden bana teşekkür ettin?" Hermione ağzındaki lokmayı yutarak konuştu. "Söylerim ama bir şartla." Kendisine bir dilim daha pasta koydu. Riddle derin bir nefes aldı. "Neymiş o şart?"
Hermione, önündeki tabağı gösterdi. "Pastanı benden önce bitirirsen cevabı alırsın." Riddle şaşkın şaşkın ona baktı. "Saçmalama." "Yoo saçmalamıyorum. Gayet ciddiyim." Masadan bir çatal alıp Riddle'ın eline tutuşturdu. "3 deyince. 1, 2, 3!" İkisi de aynı anda pastalarını yemeye başladılar. Sabahtan beri hiçbir şey yememiş olan Tom'un midesi bu pasta dilimini zevkle kabul etti. İlk bitiren, Tom'du. "Bitti." Bir dakika, bir dakika. Bu da neydi şimdi? Sorusuna cevap alabilmek için resmen pasta yeme yarışı yapmıştı! Hermione, Riddle'ın çatık kaşlarına bakarken gülümsedi. "Afiyet olsun." Riddle boş boş ona baktı. "Bu neydi şimdi?"
Hermione omuz silkti. "Sabahtan beri hiçbir şey yememiştin. Ben de açlıktan ölme diye sana pasta yedirdim." Riddle gözlerini devirdi. "Artık cevap verebilir misin?" "Sen bana Ortak Salon'a kadar eşlik ettin. Şifreyi söyledin. Yatakhanenin yerini söyledin. Ders programını verdin. Ben de sadece teşekkür ettim." "İyi de ben Sınıf Başkanı'yım. Bunları yapmak zaten benim görevim." Hermione derin bir nefes aldı. "O hâlde görevini yerine getirdiğin için." Hermione masadan iki bardak portakal suyu aldı. Birini Riddle'a uzattı. Genç adam, şaşırtıcı bir şekilde, portakal suyunu aldı. Huzurlu bir sessizlik içerisinde yudumladılar portakal sularını.
Biraz sonra Riddle, bir şey söylemeden Büyük Salon'dan ayrıldı. O gittikten saniyeler sonra Hermione'nin önündeki tabağın altında bir kağıt belirdi. Hermione kimseye çaktırmadan kağıdı alıp süslü bir yazıyla yazılmış, üç kelimelik notu okudu.
Kitap, kütüphaneden çıkarıldı.
Hermione notu okuduktan sonra kağıt, yanarak kendi kendisini yok etti.
***