Riddle ortadan kaybolalı iki gün olmuştu. Hermione Büyük Salon'da bile görememişti onu. Bugünkü derslerin hiç birine girmemişti. Dersler biteli 3 saat olmuştu. 2 saat boyunca Slytherin ortak salonunda kitap okumuş, daha doğrusu okumaya çalışmıştı. Olanlardan sonra dikkatini kitaba yöneltmesi zordu. Artık endişelenmeye başlıyordu. Sonunda kitabı elinden bırakıp ortak salondan çıkmıştı. Bir saattir Riddle'ı arıyordu..
Ortak salonda değildi. Lucius sayesinde öğrendiği üzere yatakhanesinde de değildi. Zindanlardaki tüm oda ve sınıflara bakmıştı. Büyük Salon'da da değildi. Okulun her yerine bakmıştı. İki yer hariç; kütüphane ve Astronomi Kulesi. Eğer onu oralarda da bulamazsa bahçeye ve ormana bakacaktı.
Hayır, yoktu. Oralarda da yoktu. Okulun her yerine bakmışt-
Bir dakika bir dakika... İhtiyaç Odası! Evet oraya da bir baksa iyi olacaktı. Aceleci adımlarla boşkafa Barnabas'ın ifritlere bale öğrettiği goblenin arkasındaki boş duvarın önüne geçerek üç kez gidip geldi.
"Riddle'ı bulmaya ihtiyacım var."
"Riddle'ı bulmaya ihtiyacım var."
"Riddle'ı bulmaya ihtiyacım var."
Önündeki duvarda bir kapı belirirken gerginlikle bir nefes aldı. Kapıya yaklaşıp pirinçden yapılmış kulpu çevirdi. Kapı aralanırken Hermione içeri girdi. Kapı ardından kapanmıştı.
Gördüğü manzara... Burası Slytherin'deki yatakhanelerin aynısıydı. Fakat eşyalar yere saçılmış, bazıları kırılmıştı. Riddle odadaki duvarların birinin önünde yerde oturuyordu. Yumruk yaptığı elinin eklemleri bembeyaz olmuştu. Dişlerini sıkmaktan çenesi kasılıyordu. Ayaklarını ritmik şekilde yere vuruyordu. Öfkeliydi, hem de çok. Birkaç eşya kırmak ve etrafı dağıtmak öfkesini geçirmemişti anlaşılan. Hermione'nin içine su serpilmişti onu bulunca. Fakat öfkeli zümrütlerin üzerine dikilmesiyle serpilen sular buharlaşıp yok olmuştu resmen. Yutkunmasına engel olamadı genç kız.
Yine de her zamanki cesaretinden bir şey kaybetmemişti. Gidip Riddle'ın yanına oturdu. Bir süre ikisi de konuşmadılar.
Sessizliği bozan Riddle'dı.
"Nasıl buldun beni?" "Ben.. iki gün oldu. Artık endişelenmeye başlamıştım. Bugün tüm okulu aradım. Yoktun. Sonradan burası aklıma geldi. Bir umut buradasındır diye düşündüm." Riddle öfkesini sesine de yansıttı. "Neden geldin peki? Neden arıyordun beni?" Hermione aniden gelen sesle irkildi. Yine de cevap verdi. "Ben seni merak ettim. İki günd-" Riddle sinirle ayağa kalktı. "Neden?! Ben senin neyinim ki?! Neden merak ettin beni?!" Hermione şaşkınlıkla ona bakarken Riddle öfkeyle konuşmaya devam etti. "Bir ailem olmadığı için acıdın mı bana?! Sana ihtiyacım yok! Hiç kimseye yok!" Hermione başını iki yana salladı hızla. "Hayır. Ha-hayır ben-" "Sen ne!? Sen kimsin ki! Benim hayatım seni ilgilendirmez! Benim nasıl olduğumdan sanane!"
Hermione daha fazla dayanamadı. Ayağa kalkıp aynı öfkeyle tam karşısında durdu Riddle'ın. "Evet! Doğru söylüyorsun! Beni ilgilendirmez! Lanet olsun ki haklısın! Tamam mı?! Hadi durma, tüm öfkeni benden çıkarmaya devam et! Sırf seni düşündüm diye!" Hermione'nin gözleri dolmuştu. İçinde bir şeyler kırılmış gibiydi. Kötü hissediyordu.
Riddle'ın zümrütleri Hermione'nin dolu dolu bakan kahvelerine döndü. Hermione'nin gözündeki yaşlar daha fazla dayanamayarak yanaklarından süzülmeye başladı. Riddle içindeki duygulara anlam veremedi. Onun ağlamasını istemiyordu. Onu ağlatmış olmak..
Yumruk yaptığı elini yanındaki duvara vurdu. Ardından yumruğunu zar zor açıp Hermione'nin yüzüne götürdü. Sinirle söylendi. "Lanet olsun! Ağlama!" Hermione'nin dudakları da titremeye başladı. Riddle bu görüntüye daha fazla dayanamadı. İçindeki öfke uçup gitmişti sanki. Yumuşak bir sesle tekrar konuştu. "Tamam. Özür dilerim. Ağlama.. lütfen." Hermiome başını hafifçe sallayıp gözlerini kapayarak derin bir nefes aldı. Sakinleştiğinde yaşlı kahveleri Riddle'ın zümrüt yeşillerine kilitlendi.
Hermione orada öylece dikilmeye devam ederken Ridlle göz temasını kesip kalktığı yere oturdu. Genç kız yüzündeki kurumuş yaşları silip yanına gitti. Elini uzattı ona. Riddle soran gözlerle ona bakarken Hermione ağladığı için incelmiş sesiyle konuştu. "Yerde halı yok. Hasta olacaksın." Hermione, beklentiyle kendisine bakarken derin bir nefes alıp uzatılan eli tutarak kalktı yerden. 'Şimdi ne yapacağız?' Bakışlarını Hermione'ye gönderdi. O da bu bakışları anlamış olacak ki "Beni takip et."
Riddle iç çekerek takip etti kızı. Gözleri kolundaki ele kaydı. Daha önce kimse dokunmuş muydu ona? Hayır, yetimhanedeki çocuklar bir ucubeye dokunmak istemezdi. İğrenirlerdi ondan. Hogwarts'dakiler ise cesaret edemezdi, soğuk bakışlı Riddle'a dokunmaya. Hatta dokunmak şöyle dursun, konuşmazlardı bile. Ama Granger... ne korkuyordu ne de iğreniyordu ondan. 'Ben seni merak ettim.' Hayatında ilk defa birisi onu merak etmişti. Onun için endişelenmişti. O ise kıza bağırmış, onu ağlatmıştı. Yine de kız onu düşünmeye devam ediyordu. 'Yerde halı yok. Hasta olacaksın.'
Kimse endişelenmezdi ki kendisi için. Yetimhane Müdüresi'nin ölse umrunda olmazdı. Profesörler, onun kendi başının çaresine bakabileceğini düşünürdü.
Bir anda adımlarının durmasıyla düşüncelerinden sıyrılıp gerçek hayata döndü. Bir meyve tabağı tablosunun önündelerdi. "Ne yapaca-" Hermione'nin ona attığı 'susar mısın' bakışlarına göz devirip sustu. Hermione, elini kaldırıp tablodaki armuda götürdü. Yüzünde hafif bir tebessümle armudu gıdıklamaya başladı. Armut küçük kahkahalar atmaya başlamıştı ki tablo, bir kapı misali aralandı. Hermione bir şey söylemeden aralıktan içeri girdi. Riddle da yüzünde meraklı bir ifadeyle onun arkasından gidip kapıyı kapattı. Burası.. mutfaktı?
Kaç yıldır Hogwarts'taydı ama mutfağın nerede olduğunu bilmiyordu. Beauxbatons'dan yeni nakil gelen birisinin burayı nasıl öğrendiğini sonra sorgulayacaktı. Hermione hafifçe gülümsedi. "Hogwarts mutfağına hoşgeldin." Sözünü bitirir bitirmez mutfaktaki ev cinlerinden birinin yanına gitti. Ev cini ile iş birliği yaparak atıştırmalık bir şeyler hazırladılar. "Hadi gidelim."
Hermione'nin önderliğinde mutfaktan çıkıp alt katlara indiler. "Yasak saat başlamak üzere." Hermione alayla güldü. "Ne zaman yasakları umursamaya başladın?"
Hiçkimseye görünmeden bahçeye çıkıp her zamanki yerlerine gittiler. Hava güzeldi. Ne çok soğuk, ne çok sıcak.
Hermione, mutfaktan getirdiği sepetin içinden iki sandviç, iki bardak da portakal suyu çıkardı. Riddle, kızın uzattığı sandviç ve portakal suyunu alırken kaşlarını çattı. "Aç olduğumu nereden biliyorsun?" Omuz silkti. "İki gündür Büyük Salon'a hiç gelmedin. Mutfağın yerini de bilmiyordun. Tahmin etmek pek de zor olmadı."
"Neden her şeyi biliyorsun?" dedi Riddle, gıcık bir sesle. "Bilmiyorum, tahmin ediyorum. Peki sen neden hiç gülmüyorsun?" Riddle anlamamazlıkla çattı kaşlarını. "Komik bir şey yok?" Hermione gözlerini devirdi. "Gülmen için komik bir şey olması gerekmez. Normalde de gülebilirsin bak böyle." Eliyle yüzünü göstererek gülümsedi. Riddle da istemsizce gülümsedi.
O an ikisi de aynı şeyi düşündüler:
'Çok güzel gülüyor.'
Ne düşündüklerini kavradıklarında aynı anda gözlerini kaçırdılar. Bir anda ellerindeki sandviçler çok ilgi çekici gelmişti sanki ikisine de.
Ellerindeki sandviçleri kemirirken az ilerilerindeki ağacın önünde oturmuş, gülümseyerek onları izleyen Albus Dumbledore'dan habersizlerdi...
***