Harry, kütüphanede eline rastgele aldığı bir kitabı okuyordu. Kitap, astronomi ile alakalıydı. Yıldızlardan bahsediyordu. Harry bir sayfa daha çevirdi. Bu sayfada başka bir yıldız anlatılıyordu. Harry için sönmüş bir yıldızdı bu.
Sirius Yıldızı
Sirius ya da Akyıldız, Büyük Köpek Takımyıldızı'nda yer alan bahar ayında kuzey yarı küreden görülebilen gece gökyüzünün en parlak yıldızıdır...
Harry, devamını okumadı. Okuyacak gücü yoktu. Gözlerinden düşen iki damla yaş, sayfayı ıslattı. En sonunda kitabı kapattı ve önündeki sehpaya bıraktı. Harry, Sirius'u çok özlüyordu. Sanki ona bir kere sarılsa tüm sorunları çözülüverecekti. Hiçbir derdi kalmayacaktı. Harry, madem ona sarılamıyordu, mezarına sarılırdı. Evet. Kararını vermişti. Bugün o mezarlığa gidecekti. Daha önce gitmek için cesareti olmamıştı. Fakat ona duyduğu özlem, cesaretsizliğinin önüne geçiyordu.
Odasına girdiğinde ne Draco ne de Gellert orada yoktu. Üzerine siyah bir gömlek, siyah bir pantolon ve siyah bir pelerin giydi. Cilalı siyah ayakkabılarını da giydiğinde hazırdı. "Kreacher." Kreacher, siyahlara bürünmüş genç adamın önünde belirdi. "Kreacher, beni Godric's Hollow Mezarlığı'na götürür müsün?"
Harry, gözlerini saniyeler sonra Godric's Hollow'daki mezarlıkta açtı. Mezarlığın içinde ilerleyerek Lily ve James Potter'ın yanındaki Sirius Black'i buldu. Üzerine bir hayalbozan uyguladıktan sonra etrafına sessizlik tılsımı yaptı. Şimdi istediği gibi dökebilirdi içini. Biraz daha yaklaştı mezarlara. Önce ebeveynlerininkine yöneldi. Dudakları konuşmak için aralandı.
"M-merhaba. Anne, baba. Nasılsınız? Umarım iyisinizdir. Ben mi? Ben, iyi değilim galiba. Hepinizi çok özledim. G-gitmeseniz olmaz mıydı?" dedi, sesi titreyerek. Asasıyla küçük, yuvarlak çelengler yaptı. İkisi de beyaz çiçeklerden oluşuyordu. Onları teker teker yerleştirdi mezarlarına. Ardından Sirius'un mezarına yöneldi. Titreyen dudaklarını aralayıp konuşmaya başladı.
"S-sirius. Sana da merhaba. Biliyor musun, s-seni o kadar özledim ki yanınıza gelebilmek için herşeyi yapabilirim. B-ben çok yoruldum. Yaşamak istemiyorum. S-sen de gidince... beni yapayalnız bıraktın, S-sirus. Bana veda bile etmeden öylece g-gittin. S-sana sarılırsam, tüm dertlerim uçup gidecek gibi. Herşey h-herşey düzelecek gibi. Ama sen y-yoksun. Ben kime sarılacağım?" Harry yaklaştı ve onun mezar taşına sarıldı. Çaresizdi. O'na sarılamazdı. O'nu göremezdi. O'na dokunamazdı. O'nun sesini bile duyamazdı.
Bir mezarla konuşmak... bu çaresizliği anlatacak kelime yoktu. Kelimeler kifayesiz, sözcükler yetersiz kalıyordu. Bunu ancak yaşayan bilirdi. O mezarla konuşurken insanın kalbine çöken ağırlığı, boğazındaki düğümü, yasla bakan gözleri ve o gözlerden süzülen yaşları, hıçkıra hıçkıra ağlama isteğini ama ağlayacak bir omuz bulamayıp gözyaşlarını içine akıtmayı...
Harry, mezar taşına sıkı sıkı sarılıp hıçkıra hıçkıra ağladı. Gözyaşları, taşı ıslattı. Önüne konan kuş, hüzünlü şarkısını söyledi. Rüzgâr üzgün üzgün esti. Bulutlar, Güneş'in önünü kapattı; gökyüzü Harry'e eşlik etmek için ağlamaya başladı. Bulutlardan düşen yağmur damlaları Harry'nin gözyaşlarına karıştı. Harry saatlerce ağladı, taki iki güçlü kol, bedenini yukarı çekerek onu ayağa kaldırana kadar.
***
Tüm evi aramışlardı, yoktu. Harry, yoktu. Evde değildi. Herkes onu en son kütüphaneye girerken görmüştü. Orayı da defalarca aramış fakat Harry'i bulamamışlardı. Gellert da her yeri aramıştı. Kütüphane hariç. Evet, Harry kütüphanede her zaman oturduğu yerde değildi ama kanepenin üzerinde bir kitap vardı. Gellert, kitabın sayfalarına bir göz gezdirdi. Sayfanın birinde kurumuş su damlaları vardı. O sayfayı açıp inceledi. Harry'nin nerede olduğunu artık biliyordu. Gidip ev halkına haber verse iyi olacaktı.
Salona girdiğinde, Severus endişeli bir yüz ifadesiyle odada volta atıyordu. Draco, Lucius ile Harry'nin nerede olabileceği konusunda tartışıyordu. Yüzünde endişe ve panik ifadesi hakimdi. Narcissa ise koltuğun bir köşesinde oturmuş Harry'nin bulunması için Tanrı'ya dua ediyor gibi görünüyordu. Onun da yüzünde endişe ifadesi hakimdi. Gellert, boğazını temizleyerek dikkatleri üzerine çekti.
"Harry, Sirius'u ziyaret etmeye gitmiş olabilir." Severus durdu. "Nasıl- nereden anladın? Not mu bırakmış?" Gellert başını iki yana salladı. "Hayır. Okuduğu kitabın bir sayfasında gözyaşları vardı. Sayfada Sirius Yıldızı anlatılıyordu."
Ev halkı, hep birlikte Godric's Hollow Mezarlığı'na cisimlendi. Sirius'un mezarının önüne geldiklerinde görünürde hiçbirşey yoktu. Herkes orada öylece dikilirken Gellert mezara yaklaştı. Elini sallayıp çocuğun üzerindeki hayalbozanı kaldırdı. Narcissa'nın eli Harry'i mezar taşına sarılmış halde görünce ağzına gitti. Severus, ona şefkat ve üzüntüyle bakıyordu. Draco'nun gözleri dolmuştu. Lucius üzgün bir ifadeyle önündeki sahneyi izliyordu. Gellert sessizlik büyüsünü de kırdıktan sonra kollarıyla genç adamı tutup ayağa kaldırdı.
Harry, kendisini kaldıran kişiyi görmek için başını kaldırdığında Gellert'ı gördü. O an, karşısındakinin eski bir Karanlık Lord olmasını umursamadı. Yüzünü adamın omzuna gömerken kollarını ona doladı. Harry'nin gözyaşları gömleğini ıslatırken Gellert, ne olduğunu anlamadan kollarıyla çocuğa karşılık verdi. Duyulan tek ses Harry'nin hıçkırıkları ve iç çekişleriydi. Yarım saatin sonunda Harry, Gellert'a sarılırken uyuyakaldı. Ağlayarak enerji kaybetmişti. Uyuyakalması normaldi. Narcissa, Dobby'i çağırıp hepsini dağ evine götürmesini söyledi.
***
Harry, fena halde hastaydı. Boğazının ağrısından yutkunamıyordu bile. Uzun süre yağmurun altında kalmak ona pek iyi gelmemişti. Severus ve Lucius başında dikiliyordu. Cissy, ateşini ölçüyordu. Draco, ona mor menekşe renginde, berbat bir tadı olan iksiri içiriyordu. Gellert, şifa büyüleriyle ilgileniyordu. Harry'nin ise göz kapaklarını oynatacak kadar bile hali yoktu. "Tanrım! Ateşin 36 buçuk!" Cissy, Severus'dan ateş düşürücü bir iksir getirmesini istedi. Cissy'nin bağırışıyla başındaki ağrı şiddetlendi ve dudaklarının arasından çıkan inlemeye engel olamadı.
***