Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm İhanet

@hermoso_m

Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.


Bu kitapta geçen kişiler ve kurumlar tamamen hayal ürünü olup kurgudan ibarettir.


Keyifli okumalar!


şarkılar:Anıl Durmuş Başlangıç.


Karya Çandar, Sefo Liman


Gökhan Türkmen Sen İstanbul'sun.


İhaneti geleceğine haps etmiş bir adama layık görmemeliydi aşk kendini.


Sahi kaç gündür böyleydi? Sanki annesini o kara toprağın altında bırakırken ruhuda ölmüştü, Yaşarken ölmek böyle birşey miydi? Saatlerdir odasının bir duvarını kaplayan penceresinin önünde oturmuş, yağan şiddetli yağmurun etkisine kendini kaptırmıştı. Hafif aralık bıraktığı penceresinden sızan koku onu rahatlatıyor gibiydi. 'Keşke bende yağmur olsam da toprağa karışsam' demeden edemiyordu. Annesinin ölümünün ardından bir hafta geçmişti ama, o sanki nereye baksa annesini görecekmiş gibi gözleri sürekli baktığı yerlerde uzun uzun oyalanıyordu. Gitmişti içten içe annesinin artık gelmeyeceğini bilse de bir yanı bu gerçeğe inanmak istemiyordu. "Öldün beni bu dünyada yapa yalnız bırakıp gittin" dedi kendi kendine fısıldayarak. Çatallaşmış sesi, kurumuş dudakları aksini idda etmek isterdi. Ama kendisine söylediği yalanlar annesinin ölmüş olduğu gerçeğini değiştiremezdi, bunu biliyordu. Belki de hayatındaki en zor günlerini geçiriyordu, kendini haps ettiği şu dört duvar arasında. Yapa yalnızdı. Babası vardı kapının arkasından durup onunla her gün konuşmaya çalışıyor, sesini duymak istiyor olabilirdi ama hiçbir zaman annesine hayran olarak büyüyen bir çocuğa, bir kız çocuğuna annesinin yokluğunu hissettirmeme sözü veremezdi. Oysa ki babası ona bu sözü vermişti değil mi? Her zaman ona verdiği sözleri tutan babası ilk defa ona tutamayacağı bir söz vermişti.


Çünkü bir anne ölmüştü, bir çocuk ölmüştü.


Bir anne ölmüştü, bir gül solmuştu.


Aden.


Alnımı pencereye dayayıp yağan şiddetli yağmura bakıyordum. Kokusu beni esir almıştı tazeliği, saflığı temsil eden bu kokuyu seviyordum.


Kendimi öyle kaptırmıştımki odamın kapısının tıklatıldığını bile Anastasya'nın sesini duyduğumda idrak edebilmiştim.


"Küçük hanım babanız sizi salonda bekliyor" diyen sesi her zamanki gibi fazla nazik çıkmıştı. Babamı en son annemin mezarında görmüştüm. Annemin ölümünden sonra kedimi odama kapatmıştım.


Babam kapıyı açmıyacağımı bildiği için kapının arkasından konuşup gidiyordu. Normalde bu saatte işte olurdu. Babam annemim ölümünden sonra kendini hızlı toparlamıştı ve işinin başına dönmüştü.


Önemli birşey olmasa beni yanına çağırmazdı. Alnımı dayadığım pencereden kaldırıp odamın sağındaki gri kapıya baktım.


Pencerenin önünden kalkıp beyaz pikamalarımı ve kaç gündür tarak geğmemiş olan saçlarımı umursamadan adımlarımı kapıya yönelttim. Yorgun adımlarım kapıya doğru giderken gözlerim boy aynama kaydı bu benmiyim?


Gözlerimin içi ağlamaktan kızarmıştı, beyaz tenim sarıya bürünmüştü. Ben sanki kendime değil de bir yabancıya bakıyor gibiydim. Olduğum kişiden ne kadar da uzaklaşmıştım. Yutkunarak gözlerimi boy aynamdan ayırıpadımlarımı tekrar kapıya yönelttim.


Kapımın kilidini açarken ellerim titriyordu, korkuyordum bom boş bir ev görecektim karşımda annemin sesi, gülüşü, kokusu gitmişti annem gitmişti.


Kapıyı aralayıp açtığımda ilk gördüğüm kişi Ana olmuştu. Her zamanki gibi sarı saçlarını sıkı topuz yapmıştı, buz mavisi gözlerini örten uzun kirpiklerini sürekli kırpıştırıyordu. Giydiği beyaz gömlek ve kalem etek fiziğini ortaya çıkarıyordu. Uzun boyuyla modelleri bile kıskandıracak güzelliğe sahipti.


Bu kız yardımcı olmak için fazla güzeldi. Keşke dört yıl önce verdiğimiz iş ilanıyla bize gelmek yerine bir ajansa yazılsaydı. Geleceği daha parlak olurdu. Acaba hiç ajansa gitmeyi düşündü mü? Tanrım bu kız gerçekten kendi güzelliğinin farkında değil.


Odadan çıkmayacağımı düşünse de beni bekliyordu. Beni görünce başını saygıyla yere eğip iki elini önünde birleştirdi. Benim odam üçüncü kattaydı ve merdivenler doğrudan salona iniyordu. Yavaş adımlarım merdivenlere doğru ilerledi. Basamakları birer birer inerken ellerim nazikçe trabzanlara temas ediyordu.


Merdivenleri bitirmeme birkaç basamak kala babamı ve yanındaki kadını görmüştüm. Ayak seslerimden anlamış olucak kı babam oturduğu kanepeden başını kaldırıp bana baktı. Aramızdaki mesafeyi hızlı adımlarla kapatıp yanıma geldiğinde gözlerindeki bu heyecana anlam vermeye çalıştım. Bu yedi gün sonra beni görmenin heyecanı olamaz değil mi?


"Baba" dediğimde sesim durğun çıkmıştı. Bir haftadır kimseyle konuşmadığım için sesim bile bana yabancılaşmıştı. "Kızım" sesinde rahatlama vardı kollarını bana sarıp kokumu içine çektiğinde ben ona sarılamadım ellerim titriyordu.


Ondan uzaklaştığımda rahatsız bir nefes verdim "Konuşacaklarımız var geç otur kızım" diyerek bana kanepelerden birini gösterdi, babama yorgun gözlerle bakarak "Burada konuşsak çok yorgunum odama döneceğim" gözlerimle kanepede oturan kadını işaret ettim "Misafirimiz kim?"


Babam gözlerimle işaret ettiğim yere baktı, kadın dudaklarına yerleştirdiği tebessümle bize bakıyordu. Sinsice gülümseyen bu kadını hiç gözüm tutmadı. Babam bana dönerek sıkıntıyla karışık bir nefesverdi.


"Reyhan bir misafir değil" dedi tedirgindi sürekli gözlerini kaçırıyordu. Anlamsız gözlerle ona bakarken sözlerini devam ettirdi "Bundan sonra bu evde bizimle birlikte yaşayacak" dediğinde soluğum kesildi ne demek burda bizimle yaşıyacak? Kanepede oturan kadına tekrar baktığımda o sinsi tebessümü yüzüne yayılmıştı.


"Neden" dedim babam bana bir şeyleri anlatmakta zorluk çekiyordu. Adının Reyhan olduğunu öğrendiğim kadın siyak deri çantasının içinden kırmızı bir cüzdan çıkarttı düşündüğüm şey değildir ya. Kadın elinde tuttuğu siyah cüzdanla bana doğru geliyordu.


Omuzlarına kadar sarkan kırmızı kıvırcık saçları vardı tilki gözleri ve sinsi gülümsemesi. Esmerdi giydiği mini siyah elbisesi fiziğini gözler önüne seriyordu.


Elindeki cüzdanla gelip tam katşımda durdu. Ve elindeki cüzdanı açıp bana uzattı "Çünkü biz babanla evlendik" o kadının ağzından çıkan kelimeleri idrak etmeye çalışıyordum.


Kan beynime sıçramış gibiydi. Hayır ya bu ihanet anneme bunu yapmaz. Kadının bana uzattığı cüzdanı görmezden gelerek babama baktım.


Babam anneme ihanetin kör kelepçelerini takmıştı


Hayır babam inkar etmiyordu yapmadım demiyordu daha çok 'benden duymalıydı' der gibi bakıyordu yanındaki kadına. Aralarında kısa süreli sözsüz bir bakışma geçtikten sonra babamın kaşları çatıldı.


Yutkundum, gözlerim doldu ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. "Birşey söyle" sesim olması gerektiğinden sakin çıkıyordu "Kizim" dedi ben bu konuşma ilerledikçe kendimi kontrol etmekte zorlanacaktım.


"Ben senden bana kızım demeni beklemiyorum, ben senden bir açıklama bekliyorum, hayır de yapmadım de, de ki annemle birlikte beni de gömmüş olma"


Susuyordutek kelime bile etmiyordu aslında bu suskunluğu tüm sorularımın cevabıydı. "Ben..." Demişti ki sözünü kestim "Aldım ben cevabımı" arkamı dönüp indiğim basamakları çıkmaya başladım bir kaç basamak çıkıp durdum "Umarım iğrençliğinizde boğulursunuz" bunları yüzümü onlara dönmeden söylemiştim çünkü yüzlerine baktıkça bidem bulanıyordu artık.


Arkamdan "Alışacak ona biraz zaman tanıyalım" diyen sesini işittim bu ses bu eve yabancıydı, bu ses bu eve yabancıydı.


Odama geldiğimde nefes alamadığımı hissettim boguluyordum. Sanki biri beni bi okyanusa itmiş. Çırpınıyorum çıkmak için çırpındıkça daha fazla batıyorum. Gözlerimden yanaklarıma doğru süzülen her damla nefesimi kesiyordu.


Sakin biri olduğum aptal olduğum anlamına gelmez. Annem hayattaykende o kadının babamın hayatında olduğuna kalıbımı basarım.


'Başlangıçlar kelimelerle ifade edilemeyecekken sonları yazmak bu kadar kolaymıydı ya da bir sona bile layık olmayacak kadar bir başlangıcımız yokmuydu'


Okulların açılmasına son dört gün kalmıştı ve ben lisedeki son yılıma olaylı bir dönüş yapacaktım hayatımla ilgili yapılan yorumları hiçbir zaman takmamıştım. Ama bu hayat benim değildi bu annemin hayatıydı, annemin gururuydu aldatılmıştı ve annemin o herkesten sakındığı hayatı herkesin diline düşecekti.


Telefonumu tamamen kapatmıştım annem öldükten sonra sürekli birileri baş sağlığı dilemek için arıyordu. Herkes sahte üzüntüsünü takınıp beni teselli etmeye çalışıyordu. Ve eminim ki telefonu kapattıktan sonra kendi neşeli hayatlarına dönerek gülüp eğleniyorlardı. Kimsenin yükü kimsenin omuzlarında olmuyordu aslında. Benimde üzüntüm kimseyi ilgilendirmiyordu. Hiçbir zaman bencil biri olmamıştım. En azından insanların benim için üzülmesini isteyecek kadar aciz ve zavallı biri değildim.


Benim annem bir hayat değildi ki bitince herşey son bulsun. Aslında benim annem anne olmaktan başka hiçbir şey değildi. Annem sadece annemdi.


Bir günü daha odamda geçirmiştim. Yatağımın yanındaki komodinin üzerinde duran telefonu açtım. Aramalar ve mesajları görünce ufak çaplı bir şok geçirdim. Babamın yaptığı şey çabuk duyulmuş olmalı ki 114 arama 92 mesaj vardı.


Kulaktan kulağa yayılan doğru olup olmadığını anlamak içindi bu aramalar, mesajlar telefonu sinirle yatağın üzerine fırlattım. Yine kapım tıklatıldı gelen tabi ki de Ana'ydı.


"Aden hanım babanız sizi yemeğe bekliyor" nefesimi dışa bırakırken sakin olmaya çalışıyordum. "Yemeyeceğimi söyle Ana git burdan" kapının arkasından Ana'nın sesini beklerken farklı bir ses geldi alay dolu sesi sinirlerimin uçmasına yetmişti. Kapıyı açınca tam karşımda duran kadına öfke saçarak baktığımda yüzüne yine o mide bulandırıcı gülümsemesini kondurmuştu.


"İsmim senin kirli dudaklarına yakışmıyor" dedigimde gülümsemesi silikleşti.


30 dk sonra


Babamın gözlerinde gördüğüm bu duygu neydi. Adeta 'Sen yaptın' der gibi bakıyordu. Hayır kendimi savunmayacaktım. Bana inanıp inanmamak babama kalmıştı


Babam ayağının dibinde kıpırdamadan yatan karısına bakıyordu. Tek kelime bile etmeden karısını kucaklayıp koşar adımlarla dışarı çıktı.


Onları umursamadan odamın kapısını ittirip odamdan içeriye girdim ve penceremin yanına adımladım perdeyi aralayıp baktığımda babam çoktan arabayla bahçeden çıkıyordu. Muhtemelen babam onu hastaneye götürüyordu.


Her şeyi boş verip yatağa uzandığımda kulaklığımı telefona bağlayıp gelişigüzel bir şarkı dinlemeye başladım.


"Ne ilk ne son bu henüz başlanğıç"


"Dörtbir yanım acıya saplanmış"


"Kıramadım zinciri koynumda"


"Beslediğim yar değil yalanmış"


Gözlerimi kapayıp çalan şarkıya kendimi kaptırmıştım birinin beni dürttüğünü hissederek gözlerimi açtım. Şarkının sesi o kadar yüksekti ki. Ana'nın bana defalarca kez seslendiğini bile duymamıştım. Kulaklığı çıkararak yattığım yerden Ana'ya baktım. Ne kadar zaman geçmişti müziğin beni acılardan uzaklaştırdığı?


"Yine ne var Ana" Ana iki elini önünde birleştirmiş bana bakıyordu. "Aden hanım babanız sizi çağırıyor" bu kızın beni çağırmaktan başka işi olup olmadığını merak ediyorum.


Ana Türkiye'ye geleli dört sene olmuştu ama hâlâ rusça aksanıyla konuşuyordu. Derin bir nefes verip yattığım yerden kalktım. Adımlarımı kapıya yönlendirerek odamdan çıktım.


Saate baktığımda dokuzu yiğirmi dört geçiyordu. Merdivenleri teker teker inerken gayet rahattım. Salona geldiğimde gözlerim doğrudan kanepede oturan ikiliye takıldı.


Şeytanın sağ kolunu alçıya almışlardı. Alnında küçük bir yara bandı vardı. Babam kollarını ona dolamış artık iyi olup olmadığını soruyordu. "İyyim benim için endişelenme hayatım"


Tabi ki de iyi olucak "Kendi düşen ağlamaz" diye boşuna dememişler. Salonun içine doğru adımladığımda onlarında gözü beni buldu. Ben kanepeye oturup bacak bacak üstüne atarken babam o şeytana doladığı kollarını geri çekti.


"Seni dinliyorum kızım" ne saçmalıyor söylediği şeyi anlamazlıktan gelerek "Pardon" dedim "Bir özür bekliyorum" sesindeki ciddiyet alayla gülmeme sebep oldu "Ne için?" Sakin konuşuyordum bu bile karşımda oturan şeytanın sinirlenmesine yetiyordu bu gün gerçekten fazla sakindim.


"Reyhanı ittiğin için hemen şimdi ondan özür diliyorsun" oturdugum yerden kalktım yüzümdeki alaylı ifaadeyi silmeden ikisine de bakıp "Özür dile..." dedim bilerek sözü uzattım ikisi de cümlenin sonunu bekliyordu "miyorum" diyip dudaklarımı büktüm.


Gerçelten o şeytandan özür dileyeceğimi falan belemiyordu değil mi? İkisininde yüzü değişirken ben halimden gayet memnundum kendimi bildim bileli kimseden özür dilemedim ilk özürümü ondan dileyecek değilim her halde hem de haksız yere. "Aden Reyhandan özür dile" söylediği şeyler fazlasıyla canımı sıkmaya başlamıştı.


"Dilemiyorum" merdivenlere doğru birkaç adım attım birşeyi unutmuşum gibiyüzümü onlara dönüp "Ayrıca birinden özür bekliyorsa, aynanın karşısına geçip yansımasından dilenebilir benden alamadığı özrü"


Ve arkamı dönüp merdivenlere yöneldim. "Aden" yanındaki şeytan mesajı almış olucak ki "Hayatım tamam sorun yok hem ben ona kızmıyorum" diyen sesini duydum. Yüzümü onlara dönüp "Hadi ama şu ucuz üvey anne taktikleri" Alayla kahkaha attım.


"Bence babam bu numaraları yemez" diyip tekrar gitmeye yeltendim.


Ama babamın son söylediği kelimeler, tam tersiydi, babamdan bu hayatta aldığım son darbeydi. 'Yayılı okula gidiyorsun' dedi değil mi? Yatılı okul...


Arkamı döndüm doğruydu babam bana bunları söyleöişti ve devam ettirdi "Eğer Reyhandan özür dilemezsen yatılı okula gideceksin". Buruk bir gülümseme kondurdum dudaklarıma ve adımlarımı yavaş yavaş babama doğru attım. Tam karşısında durarak.


"Tamam..." Dedim sözümü uzattım "Beni hangi cehenneme göndermek istiyorsan gönderebilirsin. Ama ben şu koluna karım diye taktığın şey her neyse... Özür falan dilemiyeceğim. Yeterince açık konuştuğumu sanıyorum".


Babamın sinirli gözleri üzerimde geziniyordu. Elini havaya kaldırdı ve sert tokadını yanağımde hissettim. Dengemi kaybedip yere düştüğümde beyaz halı bir damla kanımla kirlendi.


Bana tokat attı bu tokat ilkti, olmaması gereken bir ilk ve babamı asla affetmeyeceğimin sebepçisi olan bir ilk.


Düştüğüm yerden ayağa kalktım hayır onların gözü önünde ağlamıyacağım. Sarsak adımlarla ili adım geri gittim. Hayır bunun o kadınla bir ilgisi yoktu babamın tamamen kendi tercihiydi.


Babamın gözlerinde pişmanlık vardı. Atlı karıncaya bindiğim günkü gibi altından kalkamayacağı bir pişmanlıktı. Benim kalbimdeyse bir yok oluş vardı, babamın yok oluşu.


Arkamı dönüp merdivenleri tırmanmaya başladım birkaç basamak çıkmıştım ki babam "Valizini hazırla yarın yola çıkıyorsun" şehir dışına mı hidiyorum? Oldugum yerde öylece kaldım.


Babam sanki kendi kendime sorduğum soruyu cevaplamak ister gibi kısık bir sesle "Okul Amerika'da yarın özel uçakla buradan hidiyorsun kayıt işlemlerini buradan halledeceğim" dedi ne yani bir de önceden planlanmışmıy dı?


Yutkundum ve merdivenleri çıkmaya devam ettim.


Merdivenleri çıkmayı bitirip odama yöneldim. Kapıyı aralayıp odama girdim yatağımın bir köşesinde otururken içimde öyle bir boşluk vardı ki. Hiçbirşey hissedemiyordum. Bir hafta önceki ben olsa ne yapardı? Bağırırdı çağırırdı, hayır derdi. Ama bir hafta sonraki Aden bunları yapmadı.


Eskiden duygularımla haraket ederdim. Ama sanırım ben duygularımı annemin yanına gömmüşüm duygularım ölmüş.


Gözlerim ilk önce çalışma masama kaydı. Oturduğum yataktan kalkarak çalışma masamın yanına doğru gittim. Adimlarım bile ağırlaşıyordu. Masamın üzerınde duran annemin yazdığı notları görünce dudağımın kenarında az önce oluşan yaram sızladı.


'Koşuya gitmeden önce su almayı unutma' sabahları altıda kalkar koşuya giderdim ve yanıma su almayı hep unuturdum annem de bana akşamdan yanıma gelip unutmamam için not bırakırdı.


'Doğum günün kutlu olsun Aden'im" her notu okurken kalbim duracak sandım. Eskiden yüzümde tebessümle okuduğun notların bi gün ağlama sebebim olucağını tahmin etmezdim.


'Seni çok seviyorum Aden'im kokunu içime çekemediğim her gün özleyeceğim seni'. Bu son yazdığı nottu ve yanaklarımdan süzülen yaşlar tamamlayamadıklarımaydı.


Üç günlük bir gezi için Antalya'ya gitmeden önce bırakmıştı annem bu notu. Uykum çok hafifti ama annem bi şekilde beni uyandırmadan yazyordu bu notları.


Gözümdeki yaşları hızlıca silip, Gardrobuma ilerledim.


Gardrobumun sol bölmesini açarak en altta duran siyah büyük boy valizi çekip aldım. Valizi yatağımın üzerine bırakarak açtım. Ve içine ihtiyacım olan şeyleri doldurmaya başladım. En sonunda yatağımın yanındaki komodinin üzerinde duran annemle çekilmiş olan fotografımızı aldım. Fotoğraf karesi dört yıl önce çekilmişti.


Ne kadarda mutlu görünüyorduk bi anlık bi fotoğraf parçasında. Fotoğrafı çektirdiğimiz gün gözümün önünden film şeridi gibi geçti.


4 yıl önce.


'Ya anne baksana bu çiçekler solmuş gibi' dedim yeni ekmiş olduğumuz çiçeklerin yanına diz çökerek. 'Evet canım çünkü o buraya ait bir çiçek değil' gözlerimi çiçeklerden ayırıp anneme baktım. 'Neden bence burada da yeşerebilirlerdi'. Annem içyen bir tebessümle yüzüme baktı ve yanıma oturdu. Elini şefkatle yanaklarıma bastırdı 'Bak kızım çiçeklerde insanlar gibi, ait olmadıkları yerde açmazlar. Sararıp solarlar. Eğer bi gün olduğun yerde mutsuzluk kapını çalarsa gitmekten hiç çekinme çünki bil ki bu gün olduğun yerde mutsuzsan yarında mutlu olmak için bir sebep yoktur, ve sen hiç bir zaman kendini mutsuz olduğun yere ait hissetme'


Şimdi


Annem sanki bu günlerin geleceğini bilerek yapmıştı o konuşmayı benimle.


Gözümden akan bir damla yaş elimde tuttuğum fotoğrafa damladı. Derin bir nefes alıp yutkundum. "Ben artık kendimi buraya ait hissedemiyorum anne"


dedim kendi kendime. Elimde tuttuğum fotoğrafı valize yerleştirdim ve valizi kapattım yatağımın üzerinden alıp kapının yanına bıraktım. Tekrardan gardrobuma yöneldim ve içinden salaş beyaz kısa bir tişört altına da etek alıp geri çekildim.


Gardrptan seçtiklerimi üzerime geçirip aynanın karşısına adımladım. Tarağı elime alıp saçlarımı taramaya başladım. Tişört kısa ve salaştı o yüzden karnım açıkta kalıyordu. Etek ddizlerimin bir karış altında bitiyordu ve sol tarafında dızlerimim çok üzerine kadar gelen bir yırtmacı vardı kahve rengiydi ve üzerinde minik beyaz çiçek desenleri vardı. Ayağıma beyaz bir spor ayakkabısı geçirdim son olarak çantamı alıp odamdan çıktım.


Merdivenleri ikişer üçer inerek evden çıktım, araba kullanmayı bilmiyordum. Evin müştemilat kısmına geçtim. Ve gözlerim bir köşede arabayı temizleyen Süleyman amcayı buldu.


"Süleyman amca" sesimi duymasıtla bana bakması bir oldu.


"Aden kızım" dedi bana her zamanki o içimi ısıtan gülümsememi bahş etmişti.


Kollarını açtı ve bende adımlaeımı huzlandırarak koşup ona sarıldım.


Süleyman amca kırklı yaşlarının sonundaydı. Beyazlamış saçlarında hala sıyahlar cardı. Ela gözleri hâlâ ışıl ışıldı, sıkılası pembe yanakları onu daha çok sevmeme neden oluyordu. Mira adında bir kızı vardı ve bende iki üç yaş büyüktü. Karısı Ceren teyze bizim evde aşçıydı ve mutfağa girmediğim sürece onu göremezdim.


"İymisin?" Ondan ayrılıp yüzüne baktım "İyyim. Sen masılsın Süleyman amca?" Gözleri bir süre dudağımın kenarındakı yarada oyalandı. Kendi içinde bir şeyleri sorguladı. Yüzündeki gülümsemeyi genişletip"İyyim. E sen bir yere mi gidiyorsun?" Derin bir nefes alıp "Şey... Evet Süleyman amca, beni annemin mezarına götürürmüsün?" Bu söylediklerim ikimizinde keyifini kaçırmaya yetmişti.


Süleyman amca durumu toparlamak ister gibi "Tamam kızım tamam hadi geç" arabanın arka kapısını benim için açmıştı.


Arabanın arka koltuğuna geçip oturduğumda Süleyman amcada şöför koltuğuna geçip oturdu.


                         


                         😟


Arabada derin bir sessizlik vardı. Ben camdan akıp giden you izlerken sessizliği ilk bozan Süleyman amca oldu. "Aden kızım o kadını sen itmedin değil mi?" Bu soru beni afallatmıştı, Süleyman amca olanların bir kısmına hakımdı.


30 dakika


"Ah evet senin ismin bir tek annenin dudaklarına yakışırdı değil mi? Ne derdi sana Aden'im"


Öfkeyle karışık bir nefes verdim. "Sakın" Ana'ya git dercesine gözleriyle işaret verdi Ana onu anlamış olucak ki başını öne eğip yanımızdan gitti. "Ne bu? Evin iplerini elime aldım gösterisi mi?"


Ana'yı gönderince istediğini elde etmiş olucak ki kulağıma yaklaşarak fısıldadı ılık nefesini kulağımda hissederken geri çekilmek istedim ama kolumu kavrayınca olduğum yerde kaldım. "Annenden sonra mı Baba'nın hayatına girdim sanıyorsun?" Bu bilmediğim bir şey değildi zaten bunu anlamak için dahi olmama gerek yok değil mi? Bu kadın gerçekten sabrımı sınıyor. Kolumu ondan kurtarmak için kıpırdandım ama kolumu daha sıkı tuttu. "Bence kendinden nefret ettirmek için bu kadar çabalamana gerek yok" kolumu ondan sertçe çektim hiçbir zaman kendini ezdiren biri olmadım bu kadın ondan korkmamı falan mı bekliyor? Hadi ama be külkedisi falan değilim. "Zaten sevilmediğini sana fazlasıyla hissettirdiğimi düşünüyorum" sesim fazla yüksek çıkmış olmalı ki babam söylenerek merdivenleri çıkıyoordu. Babamın geldiğini oda anlamış olucak ki gözleri bi anlığına merdivenleri buldu trabzanları tutarak kendini bi anda merdivenlerden aşağıya bıraktı her şey bi anda oldu. Bir kaç saniye sonra babamın önüne düştü.Babam ayağının dibinde kıpırdamadan yatan karısına bakıyordu. Tek kelime bile etmeden karısını kucaklayıp koşar adımlarla dışarı çıktı.


Şimdi.


Tek kelime bile etmeden başımı ağır ağır hayır anlamında salladım. "Baba'nın bundan haberi olduysa..." demişti ki sözünü kestim "Haberi yok"


Bir bana bir yola bakıyordu endişesini hissedebiliyordum.


                          🙁


Araba mezarlık girişinin yakınlarında durduğunda soluğum kesildi. Arabadan indiğimde her yerim titriyordu. Adımlarım yavaş yavaş mezarlığın girişine doğru ilerlerken bir damla yaş süzüldü yanaklarımdan. Alt dudağımı ısırıp adımlarımı hızlandırmaya çalıştım ama olmuyordu sanki bacaklarıma ağır prangalar takmışlar gibi ilerleyemiyordum.


Annemin mezarının olduğu yere doğru adımladım.


Annemin mezarının başınd durduğumda yeni ekilmiş olan zambak çiçeklerini gördüm. Bu hissettiğim belirsizlik neydi? Hani ölünçe üç gün sonra unuturlardı? Ben neden unutamıyordum? Mezarın yanına oturdum ve mezarlık taşına baktım Vera Sonsuz yazıyordu. Çiçeklerin taç yapraklarının üzerinde parmaklarımı gezdirirken


"Neden gittin anne?" Kelimeler dudaklarımdan dökülürken yanaklarımdan süzülen yaşları durduramıyordum.


"Neden beni bo karanlık dünyada ışığına muktaç bıraktın?" Bu sorularıma bir cevap veremiyeceğini biliyordum ama en azından sormak istiyordum cevapsız kalacağını bile bile sormak istiyordum.


"Biliyormusun?" Dedim "Babam evlendi." Duraksadım burnumu çektim sanki biri nefesimi kesiyordu. "Evet evlendi. Reyhan. Hatta bu akşaö onu merdivenlerden ittim" gözlerimden akan yaşları elimin tersiyle sildim ama gözyaşlarım durmak bilmiyordu.


"En azından babam öyle sanıyor"


Duraksadım ve devam ettim. "Babam sormadı anne" sesim titredi hiçkırarak ağlamaya başladım. "Babam neden sormadı anne? Neden onu benim itip itmediğimi sormadı?"


Derin nefes almaya çalıştım. "En ağırıda ne biliyormusun? Babam o kadından özür dilememi istedi." Burnumu çektim "E bende dilemedim tabi sonra" devamını getiremedim bana tokat attı diyemedim. " Sonrasını boş ver"


Süleyman amca bir iki adım ötedeydi. Ve söylediklerimi duyuyordu. Ağlıyordu ona bakmasam bile ağladığını derin almaya çalıştığı nefeslerinden anlayabiliyordum.


"Buraya sana veda etmek için geldim anne" titriyordum derin bir nefes alıp devam ettim "Yarın Amerika'ya gidiyorum babam beni oradaki yatılı okullardan birine gönderiyor" buruk bir tebessüm yerleştirdim dudaklarıma. "Karısından özür dilemediğim için" diye devam ettirdim sözümü.


Gözlerimi kapadım gözyaşlarımı sildikten sonra tekrar baktım son kez baktım üstünde annemin adının yazılı olduğu mezar taşına. "Sana çok kırgınım" dedim ve ayağa kalktım. Gitmek için bir kaç adım attım ama burdan gidemiyordum kahretsin ki gidemiyordum. "Hoşçakal anne seni çok seviyorum" diyip yutkundum annemin mezarına bir kere daha bakmadan gittim çünkü daha fazlası olsun istemiyordum.


Mezarlıktan çıkıp arabaya doğru ilerledim ben arka kapıyı açıp oturduğumda Süleyman amca çoktan şöför koltuğuna oturup arabayı çalıştırmıştı. "Uçuruma sürermisin?" Dedim gözlerindeki hüzün yerini korkuya bırakmıştı.


"Sadece nefes almak istiyorum" diyip alnımı arabanın camına dayadım yağmur çiselemeye başlamıştı.


        


                          


Araba uçurum yakınlarında durduğumda arabadan indim. Yağmur rüzgarın da etkisiyle yüzüme geliyordu.


Islak toprağın kokusu burnuma gelirken uçuruma doğru adımladım arkamdan Süleyman amcanın "Aden düşüceksın" demesini umursamadan biraz daha gittim biraz daha ve biraz daha. Uçurumun kenarında oturup ayaklarınmı uçurumdan sarkıttım.


Şimdi şuradan kendimi arsam kimsenin umurunda olmaz.


"Süleyman amca" dedim "Sence buradan kendimi atsam babam kaç gün ağlar?" Sonra dudaklarımı büzüp düşünüyormuş gibi yaptım. Ne ağlaması ya "Ağlamaz ya bence"


"Aden kızım hadi kalk gidelim" dedi yanlış bi şey yapmamdan korkar gibi. "Hani ben yarın gidiyorum ya. Anneme gidip" duraksadum "ona kırgın olmadığımı söylermisin?" Yüzüne baktım "Sana... Sana kırgı değilmiş de"


"Bi de onu benim için ziyaret edermisin? En azından haftada bir kez" Süleyman amca gözündeki yaşları sılip "Ederim ya ederim. Sen iste ben anneni her gün ziyaret ederim" burnunu çekti "Hem yeni çiçeklerde ekerim, her gün sularım" dedi ona sarılıp hiçkorarak ağlamaya başladım.


En sonunda yine eve geldiğimde sabahın beş'iydi ve birazdan güneş doğacaktı. Kapıyı açıp eve girdim. Mutfağa adımladım eskiler canlandı gözümde. Artık ağlamıyordum. Mutfaktan çıktıktan sonra adımlarım salona yöneldi. Yavaş adımlarım salonun her köşesinde gezindi. Kulaklarımda annemin sesi çınladı.


"Kızım Aden" . Ve dün olanlar canlandı gözümde kulaklarıma bana atılan tokadın sesi geldi.


Saçımın tek bir teline bile kıyamayan babam nasıl da vurmuştu ama bana. Demek ki o kadar da kıyamıyor değilmiş.


Salondan çıkıp hızlı adımlarla merdivenleri tırmandım odama girip gardrobuma yöneldim ve içindan dar bir kot pantolon üzerine de siyah bir tişört alıp geri çekildim. Üzerimdekileri çıkarıp seçtiklerimi üzerime geçirdim ayağıma da yüksek tabanlı beyaz bir spor ayakkabısı geçirdim. Bo aynamın karşısına geçip hizla gelişigüzel bir ev topuzu yaptım.


Dünden hazırlamış olduğum valizi alıp tam odadan çıkacağım sırada arkamı dönüp derin bir nefes aldım ve odamdan çıkıp kapıyı kilitledim. Kimsenin odama girmesini istemiyorum.


Valizi merdivenlerden indirmek biraz zor olsada bunu başarmıştım. Pencereden sızan güneş her yeri aydınlatmaya yetiyordu. Durmuş evin her köşesine bakarken merdivenlerden birinin indiğini ayak seslerinden anlayabiliyordum.


Gözlerimi merdivenlere çevirdiğimde babamı gördüm. O hep erken kalkardı zaten. "Daha çok erken" dedi üzğünmüydü? Hayır buna hakkı yoktu üzgün olmaya hiç hakkı yoktu.


Arkamı dönüp gideceğim sırada. "Orada sana bir kart verilecek içine her ay düzenli olarak para yatıracağım" söylediklerini duymazdan gelerek kapıya doğru adımladım yine sözleri yolumu kesti. "Amerika'ya indikten sonra siyah bir araba seni almak için bekliyor olacak" bunlar umrumda değil tabi ki


"Vicdanını rahatlattıysan def olup gitmek istiyorum" diyip derin bir nefes verdim ve kapıya adımladım kapıyı açıp tam çıkacakken "Uçağın yedi'de kalkıyor" ve sözüne devam etti "Bir şey söylemeyecekmisin?" Ben artık dayanamıyordum. "Ne söylememi bekiyorsun boynuna sarılıp veda mı edeyim?" Yüzüne bakarak söylediklerimden sonra yüzümü inceliyordu. Ama ben gayet sakindim yine olmamam gerektiği kadar sakin. Ruhsuzca söylediklerim keyifini kaçırmıştı. "Ne olursa olsun burada bir baban olduğunu unutma" dedi


Güldüm ve aramızda bi adımlık bir mesafe bırakarak tam karşısında durdum. "Ben bir babam olduğunu unutmam da sen bi kızın olduğunu unut" dedim ve arkamı dönüp kapıya doğru ilerledim valizimi de alarak az önce açmış olduğum kapıdan çıkıp kapıyı arkamdan kapattım.


Süleyman amca arabayı hazırlıyordu Ceren teyze gözlerindeki yaşları beni görünce silmeye çalıştı ve Mira ablada hemen Ceren teyzenin yanındayadı. Vedalaşmak için bekliyorlardı.


Valizimi sörükleyip Ceren teyzenin yanına gittim Ceren teyze elinde tuttuğu suyu Mira ablanın eline tutuşturup bana sım sıkı sarıldı. Onları özleyecektim "Hoşçakal kızım" dedi gözünden akan yaşlara engel olamıyordu dayanamayıp bende ağladım.


Ceren teyze benden ayrıldığında Mira abla sırasını bekliyormuş gibi o da bana sım sıkı sarıldı."Hiç birşey son değil bitmedi daha geliceksin ve burda seni bekliyor olucaz" dedi.


Mira abla benim gerçek ablam gibiydi. Küçükken düştüğümde yaralarımı sarıp gözyaşlarımı silen ablamdı. O benim ablamdı.


Sim siyah saçları kap kara gözleri vardı gözlerini açsa siyah kirpikeri kaşlarına değecek kadar uzundu kalın siyah kaşlari bem beyaz bir teni vardı dolgun dudaklarına ruj sürmesine gerek yoktu. Hiç bir makyaj bu güzelliği bozmamalı.


Ondan ayrıldığımda vakit kaybetmeden arabanın arka koltuğuna geçip oturdum.


Arabanın camından eve bakıyordum bu sırada şeytanın gülümsemeyle pencereden bana baktığını gördüm zaferdi onunkisi.


Kulaklığımı takıp şarkı dinlemeye başladım.


"Kos koca okyanusta bi limanım yok"


"Kapıldım dalgalara kaçış yolum yok"


"Ruhum hırçın rüzgarda sürükleniyor"


"Sussam da yüzüm beni ele veriyor"...


Uzun bir yolun sonunda araba Dış hatlarda durdu. Ben arabadan inerken Süleyman amca bagajdan valizimi çıkarıyordu. Durup Süleyman amcanın valizimi bagajdan çıkarmasını bekledim. Süleyman amca valizimi bagajdan çıkardıktan sonra doğrulup bana baktı. "Ah be kızım" benim için üzüldüğünden mi yoksa uykusuz kalmasından mı solgun görünüyordu.


Süleyman amca arabanın yolcu koltuğuna doğru ilerleyip kapıyı açtı ve koltuğun üzerinden bir paket alıp bana doğru geldi. Elindeki paketi bana uzatırken "Ceren sana vermemi istedi senin sediğin kurabiyelerden yapmış yolda acıkırsan yersin diye" gözlerim dolmuştu Süleyman amca gözünden akan bir damla yaşı silerken bana uzattığı paketi aldım.


"Hoşçakl Süleyman amca" dedim ve ona sım sıkı sarıldım. Süleyman amcaya sarılırken gözümden akan yaşları umursamadım. Ondan ayrıldım ve yaşlı gözlerle son kez baktım yüzüne. Valizi alıp arkama bile bakmadan uzaklaştım.


                          🛫


Uçaktaydım aynanın yanındaki koltuğa oturduğumda kulaklığımı tekrardan taktım. Beni bütün gerçeklikten uzaklaştıran tek şeydi müzik. (Beni de)


Uçak havalandı hoşçakal İstanbul sen çok güzeldin. Gözlerimi kapadım ve tam o sırada kulaklığımda çalan müzik değişti.


"Köşedeki çiçekçi seni sordu bu sabah"


"Burada yok dedim selam söyledi tazeymiş gülleri"


"Yokluğun gibi"


"Yürüdüm biraz seni düşledim"

"Umudumu senle süsledim ne dar sokaklar ne boş duraklar seni unutmama yardım etti"

"Senin küçük bir elvedan böyle büyük bir aşkı bitirebilir mi? Ne sanıyorsun?"

"Bazen bi kaldırım taşı, bazen bi sokak çalgıcısı yani sen İstanbul'sun"

"Senin küçük bir elvedan böyle büyük bir aşkı bitirebilir mi? Ne sanıyorsun?"

"Bazen Kanlıca sahili, bazen yalnız Kız kulesi yani sen İstanbul'sun "


                               🛬


Uçak on saat kırk dakika sonra hava alanına inmişti. Ve artık ABD'nin Washington eyaletindeydim. İstanbul'dan yedi de uçmuştum ve İstanbul Washington arasında yedi saatlik bir fark vardı. Burada şu anda sabah saat onu kırk geçiyor olmalıydı. Valizimi alıp ilerledim ve babamın söylediği gibi siyah lüks bir araba beni bekliyordu.


Araba beni yatılı okula götürecekti. Arabanın arka kapısını iri yarı bir adam benim için açtı. Yüzüne baktığımda korkutucu görünüyordu. Benim için açılan kapıdan içeri girip koltuğa oturdum. Şöför olduğunu düşündüğüm adam kapıyı kapattı ve valizimi alıp bagaja yerleştirdikten sonra şöför koltuğuna geçti ve arabayı çalıştırdı.


Süleyman amcanın bana yolluk için verdiği paket yanımdaydı. İçini açıp matruşkanıniçindeki kurabiyelere baktım. Saatlerdir hiçbir şey yemediğim için acıkmıştım. Matruşkayı paketten çıkarıp açtım. Bir tane kurabiyeyi alıp ısırdığımda ağzımda bıraktığı tadı bam başkaydı. Sanki ilk kez tadıyordum son kez tadıyordum.


Araba iki saat sonra ormana saptı. Korkmalımıyım?"Neden buradan gidiyoruz?" Beni duymuştu ama cevap vermemişti. Tedirgindim. Yaklaşık iki dakika sonra büyük çok büyük bir demir kapının önünde durduk.


Ne yani okul ormanın içindemiydi? 'Hangi cehenneme göndermek istiyorsan gönder' dediğimde böyle bir yer kast etmemiştim. Apar topar geldiğim için okulu araştırma fırsatı bulamamıştım. Demir parmaklıkları andıran kocaman giriş kapısına bakarken afallamıştım. Benim gibi yeni gelen öğrenciler girişe doğru ilerliyorlardı. Çoğunun elinde valizler bazılarındaysa sırt çantaları vardı.


Şöför arabadan indi bende fazla vakit kaybermeden arabanın arka kapısını açıp arabadan indim. Gözlerimi koca binadan ayıramıyordum. Nerede başlayıp nerede bittiği ile ilgili en ufak bir fikrim bile yoktu.


Şöför arabanın bagajından valizimi alıp yanıma bıraktı ve arabaya yöneldi. Arabaya binip çalıştırdı ve geldiği yoldan giderek gözden kayboldu.


Neler yaşıyacaktım burda? İyi kötü nasıl anılarım olucaktı? Alışabilecekmiydim bence alışırım. Bu başlangıcın sonu nasıl bitecek?


Derin bir nefes verdim vebende diğerlerinin yaptığı gibi büyük girişe doğru ilerlemeye başladım bu başlanğıç beni korkutuyordu.


Yüksek bir binaydı kaç katlı olduğunu takmi edemiyorum. Dış görünümüyle fazlasıyla sarayı andırıyordu kasvetliydi hayır bana bunları düşündüren ormanın içinde okul olması değil.


Büyük girişten geçip adımlarımı okulun içine doğru yönelttim. İçeriside en az dişarsı kadar kasvetliydı. Siyah beyaz zemini hademe olduğunu düşündüğüm mavi önlüklü bir kadın söylenerek temizliyordu.


Biraz ilerde kabul için duran çalışanlar vardı. Bilgisayar başında oturan kadına doğru adımladım "Merhaba" Esmer olan kadın yüzüme baktı siyah saçlarını sıkı nir at kuyruğu yapmıştı. Dolgun dudaklarına baktığımda botoks yaptırmış olduğunu anlamak zor değildi. Düz bir burnu kahve rengi güzel gözleri vardı.Kaşları biçimliydi kendine özgü bir güzelliği vardı.


Bir şey ister gibi yüzüme baktığında kimliğe benzer bir şeyler istediğini anlamam uzun sürmedi. Pasaport ve kimlik gibi şeylerimi uzatıp karşımdaki kadına verdim. Bu sırada birkaç adım uzağımda duran çocuğa baktım o da benim gibi yeni gelmiş olmalıydı bu yanındaki valizinden anlaşılıyordu. Bi anlığına gözlerimiz kesişti.


Tam da bu sırada "Aden Sonsuz" dedi kadın kendime gelerek karşımdaki kadına baktım."On birinci kat yüz on yedi numaralı oda." Elindeki kartı bana doğru uzattı ve bende aldım. "Teşekkürler" valizimi sürükleyip olduğum yerden uzaklaştım. Asansörü bulduğumda açılması için düğmeye bastim. Biraz bekledikten sonra asansörün kapısı açıldı. Asansörün boş olması içimi rahatlatmıştı yabancılardan hoşlanmıyordum.


Asansöre binip on birinci katın düğmesine bastım. Kapılar tam kapanıcakken biri eliyle kapının kapanmasını engelledi elindeki yarım ay dövmesi dikkatimi çekti.


Ve asansörün kapısı tekrar aralandı.


Asansöre binen oydu o da kartını almış olmalıydı. Yedinci katın düğmesine bastıktan sonra asansörün kapıları kapandı ve haraket etti. Konuşmuyorduk ama delici bakışlarını üzerimde hissediyordum bu normal mi?


Asansörün ışıkları yanıp sönmeye başladı. "Neler oluyor?" Dedim sesim titriyordu. Karanlıkta kalma korkusu ürpermeme neden oldu "Duracak" dedi donuk bir sesle yerimde rahatsızca kıpırdandım.


   


Işıklar daha hızlı yanıp sönmeye başladı. Tişörtümün yakasını sıkmaya başladım. Yanıp sönen ışıklar tamamen söndü. Asansör durdu hayat durdu, karanlık. "Hayır hayır... Hayır" gözümden yaşlar süzülmeye başladı. Atlı karınca. Karanlığı tekrar yaşayamazdım bunu kaldıramam.


"İyi misin?" Dedi onu duyamıyordum ya da anlamıyordum bilmiyorum. Çocukluğumun sesi kulaklarımda çınlıyordu 'Hayır bırak beni anneme gidicem' kaç yaşındaydım beş ya da altı larımda olmalıyım.


Birinin koluma dokunmasıyla ürperdim. Dengemi kaybedip tam yere düşücekken eliyle kolumu sertçe kavradı "İyi misin?" Dedi az önce sorduğu soruyu tekrar ederek yanaklarımdan süzülen yaşları umursamadan "İyiyim" dedim sesim titremişti. "Ağlıyorsun. Sebep?" Dedi duyguları yokmuş gibi bir robot gibi konuşuyordu.


"Ağlamıyorum" dedim sesim ağlamaklı çıkıyordu. Kısaca verdiğim cevap onu tatmin etmişe benzemiyordu. "Ellerin titriyor" hâlâ bileğimi sıkıca tuttuğunu fark ettim. Kolumu ondan kurtarıp "Titremiyor" dedim gözyaşlarım sessizce süzülüyordu yanaklarımdan.


"İyi geliyor mu?" Dedi hiçbir şey anlamamıştım o da bunu fark etmiş olucak ki "Kendini kandırmak iyi geliyor mu?" Ne saçmalıyordu hem ağladığımı anlamış olamaz değil mi? "Bu kadar mı korkuyorsun karanlıktan?" Çevremi saran karanlığın içinde sadece onun sesi yankılanıyordu ve bu da beni bir nebze olsun rahatlatıyordu. Okyanusu andıran kokusu daha yoğun bir şekilde vurnuma gelmeye başlamıştı.


"Korkmuyorum" sesim titreyerek çıkmıştı her yerim titriyordu. "Hem ben sana neden hesap veriyorum?" Derin bir nefes verdi. Işık. Telefonunun ışığını yakıp bana doğru tutmuştu. Derin bir nefesi içime çektiğimde ciğerlerime onun okyanus kokusu doldu. Aramızdaki mesafe yok denilecek kadar azdı.


Boyu benden oldukça uzundu 1,90 ya da 1,92 falan olmalıydı. Yüzüme bakmak için kafif eğilmişti. "Bu ilk ve son olsun" anlamamış gibi yüzüne baktığımda "Yalan" dedi 'Ağlamıyorum' demiştim gözlerim kızarmış olmalıydı. E aptal değilse ağladığımı da anlamıştır hem ne var bunda büyüyülecek.


Gözleri uzun süre dudağımın kenarındaki yarada oyalandı. "Ağlıyorum mu deseydim?" Meydan okurcasına yüzüne bakarak konuşmamla dudağı belli belirsiz yukarı doğru kıvrıldı. Elini asansöre yasladı ve tamamen onunla asansörün arasında kaldım. Ruh hastası


"Ağlıyorum deseydin" dedi sesi fazlasıyla donuktu gözlerini kırpmadan bana bakarken uzun kirpikleri lacivert gözlerini gölgelendiriyordu kalın kaşının üzerine düşen saç tutamları ve düz bir burnu vardı. Kan kırmızısı dudakları erkeksi çene hatları bir kadını kolayca etileyebilecek türdendi.


Asansöre dayadığı elini geri çekip yere oturdu cebinden sigara paketini çıkarıp içinden bir dal sigara aldı elini bir kere daha cebine atıp çakmağını çıkardı. Sigarasının ucunu yakıp dumanı içine çekti. Sigarayı dudaklarından uzaklaştırıp tam gözlerimin içine bakarak içine çektiği dümanı dışarı bıraktı.


Sigara kokusunu seviyordum. (Ve bende seviyorum).


Onun bakışlarından rahatsız olduğum için başımı çevirip başka tarafa baktım. Sigarasını içmeye devam ederken elinde tuttuğu telefonu tınladı.


Umursamadan sıgarasını içmeye devam etti.


Sigarasını içmeyi bitirdikten sonra oturduğu yerden ayağa kalktı ve sigarasını yere atıp üstüne basarak söndürdü ben oturduğum yerden ona bakarken o bana elini uzattı. Ondan yardım almadan oturduğum yerden kalktığımda bir kere daha dudakları belli belirsiz yukarı kıvrıldı


Elinde tuttuğu telefonu tekrar tınladı. Kısık bir sesle küfür savurduğunu duydum.


Telefonunun ışığı söndü. Tamamen karanlık. "Sakin ol " dedi önceden uyarır gibi. Ama şimdiden korku tüm bedenimi sarmıştı.


Asansörün yardım düğmesine bastı bir kere daha ve bir kere daha ard arda basmaya devam etti.


Nefeslerimin hızlanmaya başladığını anlayınca sıkıntıyla karışık bir nefes verdi. Ve ne olduğunu bile anlamadan bi anda sarıldı. Evet şu anda adını bile bilmediğim bir yabancı bana sarıldı. Peki neden korkum ikiye katlanmak yerine yavaş yaş yok oluyordu? Neden kendimi huzurlu hissediyordum?


Ellerim onun göğüs kafesindeydi kalbi sakin atıyordu. Onunsa kolları sım sıkı bir şekilde beni sarıyordu. Derin bir nefesi dışarı bırakana kadar nefesimi tuttuğumu anlamamıştım.


Onun kolları arasında ufacık kalırken asansörün ışıkları tekrar yanıp sönmeye başladı. Ve kısa bir süre sonra tamamen yandı. Onun kollarından uzaklaşmaya çalıştım oysa ışıkların yandığını daha anlamamış gibi hâlâ beni kollarıyla sarıyordu. Asansör ağır ağır haraket ettiğinde kendine gelip bana doladığı kollarını geri çekmesi bir oldu.


Asansör katları çıkıp yedinci katta durdu. Valizini de alıp asansörden inerken tek kelime bile etmedi tam asansörün kapıları kapanacakken yan profilinden silik bir şekilde gülümsediğini gördüm.


Asansör sekizinci katta tekrar durduğunda öğretmen olduğunu düşündüğüm bir kadın tebessüm ederek asansöre bindi. Benim aklımdaysa sadece az önce yaşadıklarım dönüyordu hayır onu düşünerek kafamı bulandırmıyacaktım.


Asansör bu kez de on birinci katta durduğunda valizimi de alıp asansörden indim. Biraz ilerde hademe zeminleri temizliyordu. Dar bir koridor du. Ve biraz ileride de başka bir koridora açılan kapıda iki tane öğrenci olduğunu düşündüğüm kız çıktı.


Onların çıktığı girişe doğru ilerleyip diğer koridora geçtim. Karşılıklı odalarla karşılaştım.


Uzun ve dar koridorda ilerlerken yüz on yedi numarali odayı bulmaya çalışıyordum.


"Yüz dokuz, yüz on... Ve yüz on yedi" sonunda bulmuştum. Ne olucaktı? Yapa yalnızmıydım? Yalnızdım.


...


Okuduğunuz ve oy verip yorum yaptığınız için şimdiden çook teşekkür ederim umarım okuduğunuz bölümden keyif almışsınızdır sizleri hayal kırıklığına uğratmak istemem. Yeni bir yola çıktım ve yanımda olmanızı çok isterim. Bu yol karanlık umarım beni karanlıkta tek basıma bırakmazsınız. Sizleri çok seviyorum🫠 yazım hataları olduysa özürler.


1.Atlı karınca' nın ne gibi bir hikayesi var?


2.Şu adını bile bilmediğimiz yakışıklı kim?🙃


3. Kitabın ilerleyen bölümlerini merak ediyormusunuz?


Bidahakı bölümde görüşmek dileğiyle


Yazarınız


sizi severrr!


Loading...
0%