Yeni Üyelik
1.
Bölüm

45+1- Senin Tüm Dünya Dediğin Başkasının Mahallesini Doldurmaz Sevdiğin Zaman.

@hestiamy


Bu kitap hiçbir kişi, kurum ya da kuruluşla alakalı değildir. Sadece bir kurmacadan ibarettir.

İyi okumalar♡


Işıkları ve sesi sevmezdim. Hem de hiç. Mesleğinin ne olduğunu sorarsanız bir gece kulübü sahibiyim.

İçinizden ne geçirdiğinizi biliyorum ama paranın nereden geleceği belli olmaz arkadaşlar. Tıpkı bugünkü gibi.

Eteğimi uçuşturan hafif bir meltem vardı bu akşam. Şöyle bir iç çekip yaralarımın üzerine cilayı sürdüm. Geçmişi, kaygılarımı unuttum çünkü güzel görünmek için buna ihtiyacım vardı.

Bugün önemli bir gündü çünkü söylenene göre ünlü bir futbolcu olan Barlas Aşkın Akyol bugün benim kulübüme gelecekti ve bundan dolayı ekstra bir yoğunluk bekleniyordu.

Bunda da bir çelişki vardı ki dedem fanatik bir şekilde desteklediği takımı tüm kuşaklara diretmiş ve hep dediği olmuştu ancak ben alakam olmayan bir şeyi kabullenmek istemedim. Bu bayağı olay oldu ancak kimse bana istemediğim bir şeyi yaptıramayacağından hiçbir itiraz işe yaramadı. Aslında benim nazımla bu denli oynanmasının sebebi annemin beni doğururken vefat etmesiydi. Babam, dedelerim, babaannem ve anneannem üzerime titremişti ve benim şu an bir memur olduğumu düşünüyorlardı. Tabi bu düşüncelerinde gram doğruluk payı yoktu.

Telefonum çaldığında futbolcunun menajeri beni arıyordu. Bu parti gibi bir şey olacağından her şeyi menajeri ayarlıyordu.

"Efdal Bey buyurun?"

"Canım biz geliyoruz, her şey hazır değil mi? Seni de orada konuğumuz olarak görmeyi çok istiyoruz." torpidodan haplarımı ararken konuşmaya devam ettim.

"Elbette, ben de geliyorum, biraz geç kalacağım kusura bakmayın. Ama çalışanların hepsine haber verdim."

"Tamamdır, çok teşekkürler."

"Rica ederim, ne demek."

Telefonu kapattıktan sonra derin bir nefes alıp gülümsedim. Biraz mutluluğa ihtiyacım vardı. Hapları içtikten sonra bir süre dinlendim.

Arabamı çalıştırıp trafiğin içine karıştım yoksa geç kalacaktım, yine telefonum çaldığında telefonu açtım. İlk açtığımda iş için sanıp açtım ama büyük bir yanlışlık yaptığımı sonradan fark ettim.

"Efendim Kenan?" erkek arkadaşım beni aramıştı, biraz kıskanç biriydi ve ben bundan çok sıkılmıştım. İlk baştan beri kendi yapmadığı edepsizlik kalmış gibi beni fırçalamaya çalışıyordu.

"Neredesin sen? Evde yoksun." sana ne? Manyak mısın nesin yürü git dememek için ölüp bitiyordum.

"Hani ben bir işletme sahibiyim ya, işte oraya gidiyorum."

"Ben sana kaç kere diyeceğim bu iş olursa bizim ilişkimiz yürümez-" işte bu kayışlarımı koparan son hamleydi.

"Tamam. Ayrılalım. Hiçbir şey benim hayatımdan büyük değil hadi güle güle." zaman kaybıyla yeterince kaybetmiştim. Aşk insana hız treni gibi hissettirmeliydi ama sürekli yukarı çıkan bir hız treni değil. Can sıkardı.

"Mercan-"

"Kes, senin o arkadaş grubunda benim arkamdan dediklerini bilmiyor muyum sanıyorsun ahlaksız."

Telefonu kapatıp sessize aldım ve yoluma devam ettim. Sakin bir şekilde şarkı açıp yoluma devam ettim. Artık kalp atışımı hızlandıran hiçbir şey istemiyordum. Evet, işte bu kadar basitti.

Bir saat sonra mekana vardığımda içeri girmek için kimlik kontrolü istiyorlardı, beni görünce onaylar şekilde içeri geçirdiler.

Yüksek sesli müzikle tiksinme ifadesine büründükten sonra bu halimden memnun görünmem gerektiğini bildiğimden yüz ifademi değiştirdim.

Locada bir yoğunluk olduğunu görünce Aşkın'ın geldiğini anladım.

Locaya girdiğimde köşede kızlarla oturan adamlardan biri bana baktı. Öyle bir bakakaldı ki elindeki kadehi içmek yerine üzerine devirdi, şortu ve gömleği mahvoldu. Yine de bunu umursamadı.

"Buyurun Hanımefendi." yanıma gelip beni yanına davet etti, benim kim olduğumu anlamamıştı.

"Tamam." yanında yürüdüm ve yanına oturdum, benimle temas etmeyecek bir şekilde oturduk.

"Siz partiye geldiniz değil mi?" bana soruyu yönelttiğinde gözlerini gözlerime dikmişti.

"Evet."

"Fotoğraf çekinelim mi?" böyle saçma bir soru sorduğunda anlamadım ama mekan benim olduğundan bunu reddetmek istemedim.

"Tamam, olur." telefonunu çıkarınca elimi boynuna attım, bundan rahatsız olmaması için fazla temas etmedim. Fotoğrafı çekindikten sonra bana dönüp büyülenmiş gibi bakıyordu. Çoğu erkek böyle bakmıştı ama bunda farklı bir şeyler vardı.

"Numaranızı verirseniz size atabilirim fotoğrafı." ne alaka dememek için kendimi zor tuttum.

"Neden fotoğrafı bana atacaksınız ki?" anlamlandırmadan ona baktım.

"Siz benim partime gelmediniz mi?" demek bu genç adam futbolcuydu. O kadar başarılı birini bu kadar genç beklemiyordum.

"Aaa, siz Barlas Aşkın Akyol musunuz?"

"Siz kimsiniz?" şaşkınlıkla bana bakıyordu.

"Ben buranın sahibiyim, Mercan Yalçınkaya."

"Ben pardon, sizi şey sandım." el sıkışırken şaşkınlığı devam ediyordu.

"Taraftar sandınız, ama değilim."

"Evet, bu numaranızı vermeniz için bir neden olabilir.

"Bakın, bugün iyi bir gün geçirmiyorum, mutlu da değilim. Kimseyle tanışacak havamda değilim."

"Mutluluğun hikayesi olmaz zaten Mercan Hanım."

"Mutluluk dediğiniz şey hedeflediğimiz şeylerin süregelmesi ise dediğiniz doğru ama mutlu olacağımız şeyler her dakika değişir ve bu değişken kriterler sürekli karşılanırsa hikayesi olur."

"Ben şaka yapmıyorum, bunu hakkımda çıkan haberlere bakarak da anlayabilirsiniz çünkü daha önce hiç bir kişiyle çıkmadım. Yine de sizi zorlayamam. Ama sizin de tanışma niyetiniz varsa bu bizim için ayrılan ilk ve son hak belki de." ilk ve son demek her şeyi değiştirirdi, güzel anıların önünü kapatmak gibi bir şeydi son hakka sahip çıkmamak.

"Güzel, eğer yine parti için bir planınız olursa numaramı menajerinizden alırsınız. İyi günler." ona açık kapı bıraktığımın farkındayım çünkü bu kadar ünlü olup da böyle tavırda olan bir insan hoşuma gitmişti.

İnsanlara selam verip iki laf yaptıktan sonra kulüpten çıkıp arabama bindim ve internetten Barlas Aşkın Akyol araması yaptım.

25 yaşında, bir seksen beş boyunda ve üç kardeşin en büyüğü. Şu an oynadığı takım Manchester United ancak kiralık olarak gitmek için Fenerbahçe ile görüşmeleri sürüyor. Zaten bundan daha önce de hep Fenerbahçe'de oynamış. Bilgiler ağzımı açık bırakmıştı, Manchester United gibi bir takımda oynamasını beklemiyordum.

Onun bir skandalı vardı, her yerde gördüğüm bir skandalından bahsediyorum yoksa onun hakkında çok haber vardı.

Habere tıkladığımda görsel ve videoyla karşılaştım.

"Maçta karşı takımın oyuncusunun Barlas Aşkın Akyol'a yakın temasta bulunmasına rağmen gayet sakin karşılayan futbolcu yaralanmasına ilk müdahaleden sonra oyuna devam etti. Seyirciler bu duruma tepki gösterse de ünlü futbolcu, bu durumda taraftarı sakinleştirdi. Tüm futbol dünyasını şaşkınlığa sürükleyen bu olaydan sonra daha bu olay haberlere yansımadan maçtan sonraki gece ikide, futbolcu başka bir habere manşet oldu; yakın temasta bulunan oyuncuyu evinin önünde darp etti. İşte o görüntüler burada:"

Videoyu izlediğimde Aşkın koşarak adamın üzerine uçtu ve yumruğunu adamın suratına indirdi. Tek iyi olduğu spor futbol değilmiş demek ki dedirtmişti.

"Kamera kayıtları ortada daha sen mi yaptın diye soruyorsunuz. Evet, ben yaptım. Onun maçta yaptığını ben sokakta yapınca mı illegale bindi işler?"

Bana davrandığından tamamen farklı olarak aksi bir adamdı sanırsam.

Daha aşağılara indiğimde kolunun sakatlandığı bir video çıktı karşıma ama bunu izlerken ruhum bedenimi neredeyse terk ediyordu.

Sarı lacivert formayla sahada koştururken top çalmaya çalışıyor ancak ayağı karşı takımın oyuncusuna takılınca ve oyuncu da harekete geçince geriye doğru düşecek gibi olduğu için elini arkaya götürüyor ve bileği burkulduğu gibi serçe parmağının üzerine düşüyor ve parmağı geriye doğru katlanıyor. Bu acıya dayanamayıp yerde yattıktan sonra elini sardırıp maça devam etmesi bir yana, maçtan sonra yaptığı açıklama da manyak bir şeymiş.

"Takımım sağ olsun. Galibiyet için değerdi. İyi günler."

Bu kadar hırslı olmak iyi miydi ya? Sonrasında tedavi görmüş ama o hırsla acıyı mı hissetmemişti acaba? Arabanın içerisinde hayretlenirken araştırmayı kesmem gerektiğini düşündüm ama artık kendimi durduramıyordum.

Takım kaptanıymış, bu adam artık gözümde o kadar büyüdü ki bir an benimle işinin ne olduğunu bile sorguladım.

Yorumları kaldırırken bir tartışmanın ortasına düştüm, yorumların yarısı Fener'e kiralık gidecek derken diğer yarısı yok gitmeyecek diyordu. Ben ince ince bu konuyu araştırırken biri cama vurdu. Arabanın filmli camını indirince Aşkın'ın suratını görmek beklediğim en son şeydi.

"Sana bir sır vereyim; fanatikliğimden dolayı ne kadara olursa olsun Fener'e kiralık gitmek isteyeceğim. Bunu ilk öğrenen kişi sensin, internette aratsan da çıkmaz. İkinci olarak dediğim tarz haber bulamadın değil mi benim hakkımda?"

Doğru,hiç sevgili haberi yoktu.

"Yok, senin yaptığın psikopatlıklardan başka bir şey çıkmadı. Bayağı fanatiksin anlaşılan."

"Çok seviyorum, her şeyi göze alacak kadar."

"O belli oluyor."

"Sen takım tutmuyor musun?"

"Yok, baba tarafım koyu Trabzonsporlu ama ben tutmuyorum garip bir şekilde."

"Bu konuda yorum yapmayacağım. Zaten bir şey de diyemem herkes istediği takımı tutar." eliyle arabanın dışında ritim tutarken etrafa baktım. Kimse yoktu.

"Anladım, senin burada işin ne?"

"Seni görmeye geldim."

"Sapık mısın sen?" kendimi geri çekip yadırgar bakışlarla ona baktım.

"Şaka yaptım, arabam burada ve artık gitmem gerekiyor." bu halime güldü ve cidden aklım karışmaya başlamıştı.

"O sahadaki sert kişilik mi sensin yoksa buradaki mi? Kimsin sen Barlas Aşkın Akyol?"

"Sen hangisini istersen. İyi akşamlar, basına malzeme olmak istemiyorum; sen de istemezsin." son sözünü de söyleyip gülümseyerek gitti.

Kendime gelip artık arabayı çalıştırmam gerektiğini söyleyen iç sesimi dinleyip kontağı çalıştırdım.

Gülümsedim istemsizce. İnsanlarla tanışırken olan o tedirginlik çökmemişti üzerime. Bu beni biraz ürkütüyordu. Her zamanki kırgınlığım vardı yine üzerimde. Kendime mi kırgınım yoksa birine mi bilmiyorum. Her köşe başında kendimi ağlarken buluyordum sadece.

Tek hamlede park yerinden çıkıp gaza bastığım gibi evime gitmek için yol aldım. Ben eve varmaya çalışırken telefon bilinmeyen bir numara tarafından çaldı. Numaraya baksam da benim için hiçbir anlam ifade etmediğinden tanıyamadım ve telefonu açtım.

"Alo?"

"Yes, doğru numaraymış." bu tanıdık ses az önce duyduğum sesle aynıydı.

"Sen-"

"Evet, Aşkın."

"Aşkım mı?"

"Barlas Aşkın Akyol." verdiğim embesilce cevap için utançtan kırmızıya dönmüştüm.

"Doğru, neden aradın?"

"Numarayı kontrol etmek için."

"Doğruymuş, sonra görüşü-"

"Neden bu kadar depresif bir ruh halindesin?"

"Bilmiyorum, derin bir yalnızlık hissediyorum belki de."

"Kimsen yok mu yani?"

"Var, çok kişi var etrafımda ama onlar bana kötülük yapıyorlar sanki, hep onlara anlattığım şeyleri başkalarından dinliyorum."

"Mutlu olmak için pencerenin önündeki tozları çırpmalısın, kalabalık yaptıkları için onları saklamak doğru değil."

"Sen hiç mutsuz olmadın mı? Eminim ki mutsuzluğu pek bilmiyorsundur, ya zamanın yoktur ya da partilerdesindir."

"Acının yarışı olmaz, ama emin ol ben de çok acı çektim. Herkes acı çeker, herkes efkarlıdır, herkes kendi hayatının dramına sahiptir."

"Haklısın, benim sorunum."

"Sorunun değil, senin hayatının ta kendisi olmuş. Salla, takma ya diyeceğim de bu da Atiye şarkısı gibi oldu."

"Hiç canını düşünmez misin sen?"

"Nasıl yani?"

"Haberlere bakarken denk geldim, sahada elin kırılmış ama ona rağmen devam etmişsin."

"Takımımı seviyorum sadece."

"Bu sevmek mi?"

"Ben sevdiğim şey için sonuna kadar giderim."

"Ben o denli ileri gitmem." eve geldiğimde hâlâ konuşuyorduk. Anahtarı kapıya taktığımda kilitlediğim kapının kilitli olmadığını fark ettim ve o anki korkuyla ağzımdan bir kelime çıktı.

"Aşkın." fısıltı gibi çıkan bu sesi umursayacak kadarki zamanım olmamıştı. Kapı anahtarı çevirmemle açılmıştı.

"Efendim? Niye fısıldıyorsun?"

"Çünkü evde sanırsam hırsız var."

"O zaman sakın eve girme, çık evden." ona takılmadan merakla eve adımı attım. Ayağım soğuk zeminle temas ettikçe içim ürperdi.

"Mercan, beni dinliyorsun değil mi? Girme eve."

"Konum at, geliyorum. Şu an konuşamadığın halde reddettiğini biliyorum ama sen atmazsan ben bulurum. Eve girme ben gelene kadar." bunu duyduğumda daha da bir korku sardı beni, insanlardan duyduğum şeyler beni daha da panik yapardı genelde.

Ayaklarımın ucunda yürüyüp evden çıktım korkudan kalbim bedenimden çıkacak gibi atıyordu.

"Çıktım, ne olur gel. Korkudan ölmek üzereyim."

"Korkmana gerek yok, birazdan attığın konumdayım.

Köşeye geçip stresten tırnaklarımı yemeye başladım. Şu an akıl becerilerimden hiçbiri çalışmıyordu.

"Çabuk gel." çantamı karıştırıp içinden ilacımı bulmaya çalıştım, ilaç kutusu yere düşünce eğilip kutuya yöneldim.

"Sen olabilecek en uzak yere geç, ben geliyorum. Çok yakınım zaten oraya." beni sakinleştirmek için sakinlikle konuşuyordu.

Köşede ilacı açmaya çalışırken ses gelince duvarın kenarına geçtim ve ilacımı da elime aldım. Ses bana yakınlaşmadı, aksine uzaklaştı. Yere oturup köşeye sindim ve ilacımı içtim. Stresli yaşamımdan dolayı o kadar midem bulanıyordu ki ilacı bile zor yutuyordum. Kusmak istiyordum.

"Mercan, ben geldim." melodik bir sesin ardına ayağa kalktım. Bu beni biraz daha rahatlattı, en azından tek başıma ölmeyecektim.

"Sessiz olsana." fısıltıyla konuşunca yanıma geldi.

"Gerek yok, çıksınlar bakalım dertleri neymiş." kendinden gayet emin duruyordu.

"Polisi arayacağım ben."

"Sence polis gelirse Türkiye medyasıyla kalır mıyız?" telefonu elimden çekip bunu düşünmem için zaman tanıdı. Doğruydu, tüm dünya gazetelerinde ailem, kendi takımları hariç bir takımdan biriyle sevgili haberlerimi görebilirdi. Hem de kendi evimin önünde.

"Ya sana bir şey olursa?"

"İki ihtimal var zaten. Sen burada kal." arkasından sweatini tutsam da gitti. İçeri girdikten sonra arkasından gittim, sanki bir şey olsa engel olabilecekmişim gibi.

"Aşkın, gel buraya!"

Işığı yakmadığı halde holden geçerken geçen bir gölgeyi yakalayıp üzerine atladı.

"Kimsin lan sen?" sesler gelirken ben ışığı yaktım ve Aşkın'ın dövdüğü adamın benim arkadaşım olduğunu fark ettim. Aşkın'ın kolunu tutup onu çekmeye çalışsam da pek başarılı bir girişim değildi.

"Aşkın dur o benim arkadaşım!"

"O zaman arkadaşlarını gözden geçirmelisin." Ahmet'i ayağa kaldırıp sertçe ona baktı. Dövmeyi bırakmıştı. Ahmet eliyle burnunu silerken Aşkın'a baktı.

"Bu kim?" bu kim diye bilerek mi sormuştu? Futbolla alakalı olan birinin bu kişiyi tanımama ihtimali kaçtı ki?

"Asıl sen kimsin ki gecenin bu saatinde milleti korkutuyorsun?" ikisi birbirine her an vuracaklarmış gibi kitlendiler.

"Seni alakadar etmez, arkadaşım olur kendisi. Arkadaşlar böyle şakalarda bulunur."

"Tamam. Durun artık." aralarına girip onları ayırdım.

"Ahmet, başka bir zaman görüşelim lütfen. Ne için bu şakayı yaptın bilmiyorum ama bugün günümde değilim."

"Öyle olsun, Mercan Hanım size Barlas Aşkın Akyol ile iyi geceler."

"Bak seni-"

"Barlas Bey, yeter!" kolunu tutup onu çektim.

Ahmet evden çıkınca kanepeye oturup derin derin nefesler aldım. Bu kadar heyecana ilaç bile engel olamamıştı.

"Doktora gidelim mi? Panik atağın mı var?"

"Gerek yok, teşekkür ederim. Panik atağım da yok."

"Su ister misin? Gel uzan şöyle." bacaklarımı tutup kanepeye kaldıracaktı anlaşılan ama bunun için benden izin ister gibi baktı. Onaylar bakışlar atınca beni yatırdı ve su getirdi. Sandalyeyi başıma koyarak oturdu.

"Bugün senin doğum gününmüş."

"Öyle miymiş, bilmiyordum."

"Arkadaşın pasta bırakmış masaya." masaya baktığımda mavi bir pasta vardı cidden, Ahmet'i kırmıştım. Bu duruma çok üzülmüştüm, Ahmet benden kat ve kat fazla üzülmüş olmalıydı.

"O yüzden böyle yapmış, bir de dayak yiyip gitti. Çok ayıp oldu çocuğa."

"Senin belli ki bir rahatsızlığın var ama sana yaptığına bak."

"Bilmiyor, kimse bilmiyor yani."

"Bir gün sana bir şey olursa ne olacak?"

"Zaten bilseler de yalnız yaşıyorum."

"Saat kaç olursa olsun, ben nerede olursam olayım bir şey olursa ilk beni ara o zaman."

"Umarım, eğer bu konuşmamızdan sıkılmayacaksan."

"Sen sıkıcı bir insan değilsin. Çok değerlisin, bence. Bunu seni tanımadan bile söyleyebilirim."

"Teşekkür ederim." Bir süre sessizce oturduktan sonra saatine bakıp önemli bir işi varmış gibi etrafa bakındı.

"Senden bir ricam olabilir mi?" bir şey arıyor gibi tekrar etrafa bakındı.

"Evet, ricana bağlı yani."

"Televizyon lazım. Normalde fener maçına gidecektim ama geç kaldım, televizyondan acilen açmamız gerek."

"Üst kata çıkalım öyleyse." daha fazla onun hareketlerini yadıragayamayacaktım çünkü aşırı fanatikti, huyunu yeni yeni kapabiliyordum.

"İzninle." koluma girip beni kaldırdı ve yukarı kata çıkmak üzere adımladık. Suratına baktığımda garip bir şeyler hissettim. Bilemedim, ne hissettiğimi bile bilemedim. Saf bir güzelliği vardı.

Yukarı çıkıp televizyonu açtığımda misafir edasıyla köşeye oturdu. Ben de diğer köşeye oturdum. Daha maç başlamamıştı. Aşkın ise kalkıp televizyonun köşesindeki çerçeveyi eline aldı.

"Bu kadın kim?"

"Annem."

"Senin gibi güzelmiş."

"Güzelmiş. Cidden. Babam çok aşık olmuş o yüzden. Çok koşturmuş babamı peşinden. Nazlı ve güzel bir kadın... O hoşluğu, tatlı dilli oluşu babamı öldürmüş." ellerimle oynarken anlatıyordum tüm bunları ona. Diğer türlü ağlardım. Beyaz halının tüylerini inceliyorum bunu anlatırken.

"Annene çekmişsin demek ki. Sen de hoşsun, hem de çok. Senin iyi kalbin yüzüne yansımış. Kimse mükemmel değil, kendinden bunu bekleyemezsin."

"Geleceğimi bile göremiyorum ki iyi kalbimi göreyim."

"Ben görüyorum."

"Sence ne olacak bana?" sanki o bu sorunun cevabını verince kesin doğru bir cevap vermiş, kesin gerçekleşebilecekmiş gibi hissettim.

"Sır." gülümseyip kollarını bağladı.

Maç başlayınca maça döndü. Resmen gözleri daha birinci dakikadan yuvalarından çıkacaktı. Uzun boyu duruşunu heyecandan dikleştirdikçe daha da belli oluyordu. Kıvırcık saçından bir tutam öne dökülünce onu alıp arkaya attı.

"Evet sayın seyirciler, maç başlıyor. Bugün locada gördüğümüz isimlerin yanında Barlas Aşkın Akyol'u bekliyorduk ancak kendisi bir akrabasının rahatsızlandığını söyleyip maça katılamadı. Kısa zamanda sağlık diliyoruz kendilerine. Evet maça dönelim..."

Aslında geriden bakıldığında tuhaftı. Kendini televizyonda dinliyordu ve bu ona normal geliyordu.

Maç başladıktan otuz dakika sonra karşı takım gol atınca Aşkın kendinden geçmişti.

"La havle, la havle!" evin içinde bağırıp yastıkları yere fırlatıyordu. Hatta en sonunda yastıkları bırakıp kendini yere atmayı tercih etti.

"Oğlum şuradan topu doksana taksan goldü. Atsana, atsana!" adam sanki uzaktan Aşkın'ı duyuyormuş gibi topu atınca durumun bir bir olmasıyla Aşkın evin içinde sevinç nidaları atıyordu.

Doksan dakika boyunca gözünü maçtan bir saniye olsun ayırmadan izlerken yastıkları ısırmış, yere fırlatmış, masayı tepetaklak etmiş ve kanepenin süngerlerini yerinden oynatmıştı. Maç iki bir bitince sevindikten sonra dönüp nerede olduğunu yeni anladı sanki.

"Ben nerede olduğumu unutmuşum, evi toparlayayım."

"Olsun, sorun değil." o yastıkları kabartırken bir ara hayale daldım. Evlenseydik mesela, biz evdeyken böyle mi olacaktı? Ben evlenmek için çok gençtim, Bu düşünceleri aklımdan silmeliydim. Hem sapık gibi olmuştum. Koskoca Barlas Aşkın benimle mi evlenecekti? Eminim vakit geçirmek için bana karşı bir şeyler besliyordu ya da o da benden hoşlandığını sanmıştı.

"Neden erkenden Türkiye'ye geldin."

"Özledim. Çok özledim. O eski, genç günlerimdeki heyecanları özledim. Türk taraftarları özledim. Belki buna saçma gözüyle bakabilirsin ama burası benim evim, onlar beni kucakladı ilk, sevdiler. Biri ünlendiğinde herkes sevebilir ama onlar beni Manchester'da tanımadı. Tüm bunlar başkaları için saçma gelebilir ama benim için çok önemli."

"Anlıyorum, sevilmek güzel. Kalbe dokunur, insanın ruhunu doyurur. O ilgi bitse bile vefa borcu bitmez. Hep yüreğinde yanar ateşi. Bu teke tek ilişkilerde de, milyonlarca insanın olduğu ilişkilerde de aynıdır."

"Evet, ilk gittiğimde her şey çok güzeldi, hâlâ pişman değilim ama aklım hep buradaydı. Tüm zaman boyunca."

"Bir yeri terk ettiysen özlemezsin, bıraktıysan hikayene devam edebilirsin. Sen de tamamlamak üzere hikayeni bırakmışsın."

"Bu hikayenin sonu yok. Burada ailem yok diye ailemin yanına gittim, İngiltere'ye. Ama sanıyorum ki artık burada bir ailem olacak."

"Nasıl olacak o?"

"Bilmiyorum. Öyle hissediyorum."

"Sen neden gözlerimin içine bakmıyorsun?"

"Çünkü bir sapık gibi görünmek istemiyorum. Sana o yüzden bakmıyorum."

"Deli misin sen? Konuştuğun kişiye bakmalısın elbette. Ne sapığı?" dönüp bana baktığında ufaktan gülümsedi. O an gamzesi olduğunu gördüm.

"Seni görmeden önce, yani bu gece intihar edecektim aslında." çok kolay bir şey gibi söyledi bunu.

"Neden?" ona baktığımda gözü seğirdi, bir an tereddüt eder gibi. Elleriyle oynamaya başladı.

"Çünkü başta tepki aldım, buraya gelmemden dolayı. Tek sorun bu değil, her şeyin eskisinden çok farklı olacağı gerçeği, insanların düşünceleri... Yine de ben herkesi seviyorum o sorun değil, onların bana karşı olan görüşleri değişti." sesi titremişti. Onun için çok hassas bir konu olduğu belliydi.

"Alışacaklar, zaten sen kötü niyetli değilsin bu konuda yani seni anlayacaklardır. Seni öylesine kucaklamış insanlar unutmazlar. Onların kalbinde bir yerin var bir kere. Hadi onu geçtim, tüm dünya senin karşına dursa sen kendini mi öldüreceksin? Senin tüm dünya dediğin başkasının mahallesini doldurmaz sevdiğin zaman."

"Benim durumumda kimsenin sevgisinden emin olamıyorsun."

"Bilemezsin." bana baktı, ne demek istediğini bilemedim, yardım et mi demek istedi yoksa içine mi ağladı bilemedim gözündeki kırıklıklardan.

"İyi akşamlar sana o zaman. Ben gideyim artık."

"Dur, bir şeyler yiyelim. En azından pasta yiyelim. Benim doğum günüm bugün." gözlerine baktım. Giderse kendisine bir şey yapacağından korktum. Her şeyi bahane edebilirdim o an.

"Tamam, öyle olsun."

"Öyleyse aşağı inelim." elimle aşağıyı gösterip alt kata indim.

Pastayı dilimlerken kadehleri de dolaptan çıkardığım şarapla doldurdum.

"İyi ki doğdun çiçek."

"Çiçek?"

"Çiçek gibisin, öyle demek geldi içimden."

"Çiçek olalım bugün de bari."

Öyle bir sessizlik çöktü ki ortama, sessizlik konuştu bizimle. Kadeh sesleri, göz yaşları. Dışarıdan görünmüyordu bunlar. Dürüstlüğün gelmesini bekledik, alkolün damarlarımıza işlemesini.

"Bugün seni gördüm, bilmiyorum ne oldu ama kafamdan intihar düşüncesi tamamen silindi bir anlığına. Bilmiyorum, lütfen nedenini sorgulama. Küçüklükten beri yalnızlığımın kırılmasını beklemişim. Ben hep sanırdım ki tanınırsam mutlu olurum, on sene çalıştım hiç karşılık almadan sırf bunun için. Sonra ne oldu? Çok mutlu da oldum, çok mutsuz da oldum. Sorun bu değilmiş, sorun eve gidip yastığa kafanı koyduğunda birini düşünmemekmiş. O kişinin gelmemesiymiş."

"Doğduğum günden beri bu sorunlayım. Doğduğum gün annem bile yoktu." elindeki kadehi tutarken elleri titriyordu ve ağladığını belli etmemek için arkasını dönüp gözyaşlarını sildi.

"Sen iyi birisin, gerçekten. Üzülme çünkü hep o güzel kalbinin ekmeğini yiyeceksin Barlas Aşkın Akyol."

Işıkları ve sesi sevmezdim. Hem de hiç. Mesleğinin ne olduğunu sorarsanız bir gece kulübü sahibiyim.

İçinizden ne geçirdiğinizi biliyorum ama paranın nereden geleceği belli olmaz arkadaşlar. Tıpkı bugünkü gibi.

Eteğimi uçuşturan hafif bir meltem vardı bu akşam. Şöyle bir iç çekip yaralarımın üzerine cilayı sürdüm. Geçmişi, kaygılarımı unuttum çünkü güzel görünmek için buna ihtiyacım vardı.

Bugün önemli bir gündü çünkü söylenene göre ünlü bir futbolcu olan Barlas Aşkın Akyol bugün benim kulübüme gelecekti ve bundan dolayı ekstra bir yoğunluk bekleniyordu.

Bunda da bir çelişki vardı ki dedem fanatik bir şekilde desteklediği takımı tüm kuşaklara diretmiş ve hep dediği olmuştu ancak ben alakam olmayan bir şeyi kabullenmek istemedim. Bu bayağı olay oldu ancak kimse bana istemediğim bir şeyi yaptıramayacağından hiçbir itiraz işe yaramadı. Aslında benim nazımla bu denli oynanmasının sebebi annemin beni doğururken vefat etmesiydi. Babam, dedelerim, babaannem ve anneannem üzerime titremişti ve benim şu an bir memur olduğumu düşünüyorlardı. Tabi bu düşüncelerinde gram doğruluk payı yoktu.

Telefonum çaldığında futbolcunun menajeri beni arıyordu. Bu parti gibi bir şey olacağından her şeyi menajeri ayarlıyordu.

"Efdal Bey buyurun?"

"Canım biz geliyoruz, her şey hazır değil mi? Seni de orada konuğumuz olarak görmeyi çok istiyoruz." torpidodan haplarımı ararken konuşmaya devam ettim.

"Elbette, ben de geliyorum, biraz geç kalacağım kusura bakmayın. Ama çalışanların hepsine haber verdim."

"Tamamdır, çok teşekkürler."

"Rica ederim, ne demek."

Telefonu kapattıktan sonra derin bir nefes alıp gülümsedim. Biraz mutluluğa ihtiyacım vardı. Hapları içtikten sonra bir süre dinlendim.

Arabamı çalıştırıp trafiğin içine karıştım yoksa geç kalacaktım, yine telefonum çaldığında telefonu açtım. İlk açtığımda iş için sanıp açtım ama büyük bir yanlışlık yaptığımı sonradan fark ettim.

"Efendim Kenan?" erkek arkadaşım beni aramıştı, biraz kıskanç biriydi ve ben bundan çok sıkılmıştım. İlk baştan beri kendi yapmadığı edepsizlik kalmış gibi beni fırçalamaya çalışıyordu.

"Neredesin sen? Evde yoksun." sana ne? Manyak mısın nesin yürü git dememek için ölüp bitiyordum.

"Hani ben bir işletme sahibiyim ya, işte oraya gidiyorum."

"Ben sana kaç kere diyeceğim bu iş olursa bizim ilişkimiz yürümez-" işte bu kayışlarımı koparan son hamleydi.

"Tamam. Ayrılalım. Hiçbir şey benim hayatımdan büyük değil hadi güle güle." zaman kaybıyla yeterince kaybetmiştim. Aşk insana hız treni gibi hissettirmeliydi ama sürekli yukarı çıkan bir hız treni değil. Can sıkardı.

"Mercan-"

"Kes, senin o arkadaş grubunda benim arkamdan dediklerini bilmiyor muyum sanıyorsun ahlaksız."

Telefonu kapatıp sessize aldım ve yoluma devam ettim. Sakin bir şekilde şarkı açıp yoluma devam ettim. Artık kalp atışımı hızlandıran hiçbir şey istemiyordum. Evet, işte bu kadar basitti.

Bir saat sonra mekana vardığımda içeri girmek için kimlik kontrolü istiyorlardı, beni görünce onaylar şekilde içeri geçirdiler.

Yüksek sesli müzikle tiksinme ifadesine büründükten sonra bu halimden memnun görünmem gerektiğini bildiğimden yüz ifademi değiştirdim.

Locada bir yoğunluk olduğunu görünce Aşkın'ın geldiğini anladım.

Locaya girdiğimde köşede kızlarla oturan adamlardan biri bana baktı. Öyle bir bakakaldı ki elindeki kadehi içmek yerine üzerine devirdi, şortu ve gömleği mahvoldu. Yine de bunu umursamadı.

"Buyurun Hanımefendi." yanıma gelip beni yanına davet etti, benim kim olduğumu anlamamıştı.

"Tamam." yanında yürüdüm ve yanına oturdum, benimle temas etmeyecek bir şekilde oturduk.

"Siz partiye geldiniz değil mi?" bana soruyu yönelttiğinde gözlerini gözlerime dikmişti.

"Evet."

"Fotoğraf çekinelim mi?" böyle saçma bir soru sorduğunda anlamadım ama mekan benim olduğundan bunu reddetmek istemedim.

"Tamam, olur." telefonunu çıkarınca elimi boynuna attım, bundan rahatsız olmaması için fazla temas etmedim. Fotoğrafı çekindikten sonra bana dönüp büyülenmiş gibi bakıyordu. Çoğu erkek böyle bakmıştı ama bunda farklı bir şeyler vardı.

"Numaranızı verirseniz size atabilirim fotoğrafı." ne alaka dememek için kendimi zor tuttum.

"Neden fotoğrafı bana atacaksınız ki?" anlamlandırmadan ona baktım.

"Siz benim partime gelmediniz mi?" demek bu genç adam futbolcuydu. O kadar başarılı birini bu kadar genç beklemiyordum.

"Aaa, siz Barlas Aşkın Akyol musunuz?"

"Siz kimsiniz?" şaşkınlıkla bana bakıyordu.

"Ben buranın sahibiyim, Mercan Yalçınkaya."

"Ben pardon, sizi şey sandım." el sıkışırken şaşkınlığı devam ediyordu.

"Taraftar sandınız, ama değilim."

"Evet, bu numaranızı vermeniz için bir neden olabilir.

"Bakın, bugün iyi bir gün geçirmiyorum, mutlu da değilim. Kimseyle tanışacak havamda değilim."

"Mutluluğun hikayesi olmaz zaten Mercan Hanım."

"Mutluluk dediğiniz şey hedeflediğimiz şeylerin süregelmesi ise dediğiniz doğru ama mutlu olacağımız şeyler her dakika değişir ve bu değişken kriterler sürekli karşılanırsa hikayesi olur."

"Ben şaka yapmıyorum, bunu hakkımda çıkan haberlere bakarak da anlayabilirsiniz çünkü daha önce hiç bir kişiyle çıkmadım. Yine de sizi zorlayamam. Ama sizin de tanışma niyetiniz varsa bu bizim için ayrılan ilk ve son hak belki de." ilk ve son demek her şeyi değiştirirdi, güzel anıların önünü kapatmak gibi bir şeydi son hakka sahip çıkmamak.

"Güzel, eğer yine parti için bir planınız olursa numaramı menajerinizden alırsınız. İyi günler." ona açık kapı bıraktığımın farkındayım çünkü bu kadar ünlü olup da böyle tavırda olan bir insan hoşuma gitmişti.

İnsanlara selam verip iki laf yaptıktan sonra kulüpten çıkıp arabama bindim ve internetten Barlas Aşkın Akyol araması yaptım.

25 yaşında, bir seksen beş boyunda ve üç kardeşin en büyüğü. Şu an oynadığı takım Manchester United ancak kiralık olarak gitmek için Fenerbahçe ile görüşmeleri sürüyor. Zaten bundan daha önce de hep Fenerbahçe'de oynamış. Bilgiler ağzımı açık bırakmıştı, Manchester United gibi bir takımda oynamasını beklemiyordum.

Onun bir skandalı vardı, her yerde gördüğüm bir skandalından bahsediyorum yoksa onun hakkında çok haber vardı.

Habere tıkladığımda görsel ve videoyla karşılaştım.

"Maçta karşı takımın oyuncusunun Barlas Aşkın Akyol'a yakın temasta bulunmasına rağmen gayet sakin karşılayan futbolcu yaralanmasına ilk müdahaleden sonra oyuna devam etti. Seyirciler bu duruma tepki gösterse de ünlü futbolcu, bu durumda taraftarı sakinleştirdi. Tüm futbol dünyasını şaşkınlığa sürükleyen bu olaydan sonra daha bu olay haberlere yansımadan maçtan sonraki gece ikide, futbolcu başka bir habere manşet oldu; yakın temasta bulunan oyuncuyu evinin önünde darp etti. İşte o görüntüler burada:"

Videoyu izlediğimde Aşkın koşarak adamın üzerine uçtu ve yumruğunu adamın suratına indirdi. Tek iyi olduğu spor futbol değilmiş demek ki dedirtmişti.

"Kamera kayıtları ortada daha sen mi yaptın diye soruyorsunuz. Evet, ben yaptım. Onun maçta yaptığını ben sokakta yapınca mı illegale bindi işler?"

Bana davrandığından tamamen farklı olarak aksi bir adamdı sanırsam.

Daha aşağılara indiğimde kolunun sakatlandığı bir video çıktı karşıma ama bunu izlerken ruhum bedenimi neredeyse terk ediyordu.

Sarı lacivert formayla sahada koştururken top çalmaya çalışıyor ancak ayağı karşı takımın oyuncusuna takılınca ve oyuncu da harekete geçince geriye doğru düşecek gibi olduğu için elini arkaya götürüyor ve bileği burkulduğu gibi serçe parmağının üzerine düşüyor ve parmağı geriye doğru katlanıyor. Bu acıya dayanamayıp yerde yattıktan sonra elini sardırıp maça devam etmesi bir yana, maçtan sonra yaptığı açıklama da manyak bir şeymiş.

"Takımım sağ olsun. Galibiyet için değerdi. İyi günler."

Bu kadar hırslı olmak iyi miydi ya? Sonrasında tedavi görmüş ama o hırsla acıyı mı hissetmemişti acaba? Arabanın içerisinde hayretlenirken araştırmayı kesmem gerektiğini düşündüm ama artık kendimi durduramıyordum.

Takım kaptanıymış, bu adam artık gözümde o kadar büyüdü ki bir an benimle işinin ne olduğunu bile sorguladım.

Yorumları kaldırırken bir tartışmanın ortasına düştüm, yorumların yarısı Fener'e kiralık gidecek derken diğer yarısı yok gitmeyecek diyordu. Ben ince ince bu konuyu araştırırken biri cama vurdu. Arabanın filmli camını indirince Aşkın'ın suratını görmek beklediğim en son şeydi.

"Sana bir sır vereyim; fanatikliğimden dolayı ne kadara olursa olsun Fener'e kiralık gitmek isteyeceğim. Bunu ilk öğrenen kişi sensin, internette aratsan da çıkmaz. İkinci olarak dediğim tarz haber bulamadın değil mi benim hakkımda?"

Doğru,hiç sevgili haberi yoktu.

"Yok, senin yaptığın psikopatlıklardan başka bir şey çıkmadı. Bayağı fanatiksin anlaşılan."

"Çok seviyorum, her şeyi göze alacak kadar."

"O belli oluyor."

"Sen takım tutmuyor musun?"

"Yok, baba tarafım koyu Trabzonsporlu ama ben tutmuyorum garip bir şekilde."

"Bu konuda yorum yapmayacağım. Zaten bir şey de diyemem herkes istediği takımı tutar." eliyle arabanın dışında ritim tutarken etrafa baktım. Kimse yoktu.

"Anladım, senin burada işin ne?"

"Seni görmeye geldim."

"Sapık mısın sen?" kendimi geri çekip yadırgar bakışlarla ona baktım.

"Şaka yaptım, arabam burada ve artık gitmem gerekiyor." bu halime güldü ve cidden aklım karışmaya başlamıştı.

"O sahadaki sert kişilik mi sensin yoksa buradaki mi? Kimsin sen Barlas Aşkın Akyol?"

"Sen hangisini istersen. İyi akşamlar, basına malzeme olmak istemiyorum; sen de istemezsin." son sözünü de söyleyip gülümseyerek gitti.

Kendime gelip artık arabayı çalıştırmam gerektiğini söyleyen iç sesimi dinleyip kontağı çalıştırdım.

Gülümsedim istemsizce. İnsanlarla tanışırken olan o tedirginlik çökmemişti üzerime. Bu beni biraz ürkütüyordu. Her zamanki kırgınlığım vardı yine üzerimde. Kendime mi kırgınım yoksa birine mi bilmiyorum. Her köşe başında kendimi ağlarken buluyordum sadece.

Tek hamlede park yerinden çıkıp gaza bastığım gibi evime gitmek için yol aldım. Ben eve varmaya çalışırken telefon bilinmeyen bir numara tarafından çaldı. Numaraya baksam da benim için hiçbir anlam ifade etmediğinden tanıyamadım ve telefonu açtım.

"Alo?"

"Yes, doğru numaraymış." bu tanıdık ses az önce duyduğum sesle aynıydı.

"Sen-"

"Evet, Aşkın."

"Aşkım mı?"

"Barlas Aşkın Akyol." verdiğim embesilce cevap için utançtan kırmızıya dönmüştüm.

"Doğru, neden aradın?"

"Numarayı kontrol etmek için."

"Doğruymuş, sonra görüşü-"

"Neden bu kadar depresif bir ruh halindesin?"

"Bilmiyorum, derin bir yalnızlık hissediyorum belki de."

"Kimsen yok mu yani?"

"Var, çok kişi var etrafımda ama onlar bana kötülük yapıyorlar sanki, hep onlara anlattığım şeyleri başkalarından dinliyorum."

"Mutlu olmak için pencerenin önündeki tozları çırpmalısın, kalabalık yaptıkları için onları saklamak doğru değil."

"Sen hiç mutsuz olmadın mı? Eminim ki mutsuzluğu pek bilmiyorsundur, ya zamanın yoktur ya da partilerdesindir."

"Acının yarışı olmaz, ama emin ol ben de çok acı çektim. Herkes acı çeker, herkes efkarlıdır, herkes kendi hayatının dramına sahiptir."

"Haklısın, benim sorunum."

"Sorunun değil, senin hayatının ta kendisi olmuş. Salla, takma ya diyeceğim de bu da Atiye şarkısı gibi oldu."

"Hiç canını düşünmez misin sen?"

"Nasıl yani?"

"Haberlere bakarken denk geldim, sahada elin kırılmış ama ona rağmen devam etmişsin."

"Takımımı seviyorum sadece."

"Bu sevmek mi?"

"Ben sevdiğim şey için sonuna kadar giderim."

"Ben o denli ileri gitmem." eve geldiğimde hâlâ konuşuyorduk. Anahtarı kapıya taktığımda kilitlediğim kapının kilitli olmadığını fark ettim ve o anki korkuyla ağzımdan bir kelime çıktı.

"Aşkın." fısıltı gibi çıkan bu sesi umursayacak kadarki zamanım olmamıştı. Kapı anahtarı çevirmemle açılmıştı.

"Efendim? Niye fısıldıyorsun?"

"Çünkü evde sanırsam hırsız var."

"O zaman sakın eve girme, çık evden." ona takılmadan merakla eve adımı attım. Ayağım soğuk zeminle temas ettikçe içim ürperdi.

"Mercan, beni dinliyorsun değil mi? Girme eve."

"Konum at, geliyorum. Şu an konuşamadığın halde reddettiğini biliyorum ama sen atmazsan ben bulurum. Eve girme ben gelene kadar." bunu duyduğumda daha da bir korku sardı beni, insanlardan duyduğum şeyler beni daha da panik yapardı genelde.

Ayaklarımın ucunda yürüyüp evden çıktım korkudan kalbim bedenimden çıkacak gibi atıyordu.

"Çıktım, ne olur gel. Korkudan ölmek üzereyim."

"Korkmana gerek yok, birazdan attığın konumdayım.

Köşeye geçip stresten tırnaklarımı yemeye başladım. Şu an akıl becerilerimden hiçbiri çalışmıyordu.

"Çabuk gel." çantamı karıştırıp içinden ilacımı bulmaya çalıştım, ilaç kutusu yere düşünce eğilip kutuya yöneldim.

"Sen olabilecek en uzak yere geç, ben geliyorum. Çok yakınım zaten oraya." beni sakinleştirmek için sakinlikle konuşuyordu.

Köşede ilacı açmaya çalışırken ses gelince duvarın kenarına geçtim ve ilacımı da elime aldım. Ses bana yakınlaşmadı, aksine uzaklaştı. Yere oturup köşeye sindim ve ilacımı içtim. Stresli yaşamımdan dolayı o kadar midem bulanıyordu ki ilacı bile zor yutuyordum. Kusmak istiyordum.

"Mercan, ben geldim." melodik bir sesin ardına ayağa kalktım. Bu beni biraz daha rahatlattı, en azından tek başıma ölmeyecektim.

"Sessiz olsana." fısıltıyla konuşunca yanıma geldi.

"Gerek yok, çıksınlar bakalım dertleri neymiş." kendinden gayet emin duruyordu.

"Polisi arayacağım ben."

"Sence polis gelirse Türkiye medyasıyla kalır mıyız?" telefonu elimden çekip bunu düşünmem için zaman tanıdı. Doğruydu, tüm dünya gazetelerinde ailem, kendi takımları hariç bir takımdan biriyle sevgili haberlerimi görebilirdi. Hem de kendi evimin önünde.

"Ya sana bir şey olursa?"

"İki ihtimal var zaten. Sen burada kal." arkasından sweatini tutsam da gitti. İçeri girdikten sonra arkasından gittim, sanki bir şey olsa engel olabilecekmişim gibi.

"Aşkın, gel buraya!"

Işığı yakmadığı halde holden geçerken geçen bir gölgeyi yakalayıp üzerine atladı.

"Kimsin lan sen?" sesler gelirken ben ışığı yaktım ve Aşkın'ın dövdüğü adamın benim arkadaşım olduğunu fark ettim. Aşkın'ın kolunu tutup onu çekmeye çalışsam da pek başarılı bir girişim değildi.

"Aşkın dur o benim arkadaşım!"

"O zaman arkadaşlarını gözden geçirmelisin." Ahmet'i ayağa kaldırıp sertçe ona baktı. Dövmeyi bırakmıştı. Ahmet eliyle burnunu silerken Aşkın'a baktı.

"Bu kim?" bu kim diye bilerek mi sormuştu? Futbolla alakalı olan birinin bu kişiyi tanımama ihtimali kaçtı ki?

"Asıl sen kimsin ki gecenin bu saatinde milleti korkutuyorsun?" ikisi birbirine her an vuracaklarmış gibi kitlendiler.

"Seni alakadar etmez, arkadaşım olur kendisi. Arkadaşlar böyle şakalarda bulunur."

"Tamam. Durun artık." aralarına girip onları ayırdım.

"Ahmet, başka bir zaman görüşelim lütfen. Ne için bu şakayı yaptın bilmiyorum ama bugün günümde değilim."

"Öyle olsun, Mercan Hanım size Barlas Aşkın Akyol ile iyi geceler."

"Bak seni-"

"Barlas Bey, yeter!" kolunu tutup onu çektim.

Ahmet evden çıkınca kanepeye oturup derin derin nefesler aldım. Bu kadar heyecana ilaç bile engel olamamıştı.

"Doktora gidelim mi? Panik atağın mı var?"

"Gerek yok, teşekkür ederim. Panik atağım da yok."

"Su ister misin? Gel uzan şöyle." bacaklarımı tutup kanepeye kaldıracaktı anlaşılan ama bunun için benden izin ister gibi baktı. Onaylar bakışlar atınca beni yatırdı ve su getirdi. Sandalyeyi başıma koyarak oturdu.

"Bugün senin doğum gününmüş."

"Öyle miymiş, bilmiyordum."

"Arkadaşın pasta bırakmış masaya." masaya baktığımda mavi bir pasta vardı cidden, Ahmet'i kırmıştım. Bu duruma çok üzülmüştüm, Ahmet benden kat ve kat fazla üzülmüş olmalıydı.

"O yüzden böyle yapmış, bir de dayak yiyip gitti. Çok ayıp oldu çocuğa."

"Senin belli ki bir rahatsızlığın var ama sana yaptığına bak."

"Bilmiyor, kimse bilmiyor yani."

"Bir gün sana bir şey olursa ne olacak?"

"Zaten bilseler de yalnız yaşıyorum."

"Saat kaç olursa olsun, ben nerede olursam olayım bir şey olursa ilk beni ara o zaman."

"Umarım, eğer bu konuşmamızdan sıkılmayacaksan."

"Sen sıkıcı bir insan değilsin. Çok değerlisin, bence. Bunu seni tanımadan bile söyleyebilirim."

"Teşekkür ederim." Bir süre sessizce oturduktan sonra saatine bakıp önemli bir işi varmış gibi etrafa bakındı.

"Senden bir ricam olabilir mi?" bir şey arıyor gibi tekrar etrafa bakındı.

"Evet, ricana bağlı yani."

"Televizyon lazım. Normalde fener maçına gidecektim ama geç kaldım, televizyondan acilen açmamız gerek."

"Üst kata çıkalım öyleyse." daha fazla onun hareketlerini yadıragayamayacaktım çünkü aşırı fanatikti, huyunu yeni yeni kapabiliyordum.

"İzninle." koluma girip beni kaldırdı ve yukarı kata çıkmak üzere adımladık. Suratına baktığımda garip bir şeyler hissettim. Bilemedim, ne hissettiğimi bile bilemedim. Saf bir güzelliği vardı.

Yukarı çıkıp televizyonu açtığımda misafir edasıyla köşeye oturdu. Ben de diğer köşeye oturdum. Daha maç başlamamıştı. Aşkın ise kalkıp televizyonun köşesindeki çerçeveyi eline aldı.

"Bu kadın kim?"

"Annem."

"Senin gibi güzelmiş."

"Güzelmiş. Cidden. Babam çok aşık olmuş o yüzden. Çok koşturmuş babamı peşinden. Nazlı ve güzel bir kadın... O hoşluğu, tatlı dilli oluşu babamı öldürmüş." ellerimle oynarken anlatıyordum tüm bunları ona. Diğer türlü ağlardım. Beyaz halının tüylerini inceliyorum bunu anlatırken.

"Annene çekmişsin demek ki. Sen de hoşsun, hem de çok. Senin iyi kalbin yüzüne yansımış. Kimse mükemmel değil, kendinden bunu bekleyemezsin."

"Geleceğimi bile göremiyorum ki iyi kalbimi göreyim."

"Ben görüyorum."

"Sence ne olacak bana?" sanki o bu sorunun cevabını verince kesin doğru bir cevap vermiş, kesin gerçekleşebilecekmiş gibi hissettim.

"Sır." gülümseyip kollarını bağladı.

Maç başlayınca maça döndü. Resmen gözleri daha birinci dakikadan yuvalarından çıkacaktı. Uzun boyu duruşunu heyecandan dikleştirdikçe daha da belli oluyordu. Kıvırcık saçından bir tutam öne dökülünce onu alıp arkaya attı.

"Evet sayın seyirciler, maç başlıyor. Bugün locada gördüğümüz isimlerin yanında Barlas Aşkın Akyol'u bekliyorduk ancak kendisi bir akrabasının rahatsızlandığını söyleyip maça katılamadı. Kısa zamanda sağlık diliyoruz kendilerine. Evet maça dönelim..."

Aslında geriden bakıldığında tuhaftı. Kendini televizyonda dinliyordu ve bu ona normal geliyordu.

Maç başladıktan otuz dakika sonra karşı takım gol atınca Aşkın kendinden geçmişti.

"La havle, la havle!" evin içinde bağırıp yastıkları yere fırlatıyordu. Hatta en sonunda yastıkları bırakıp kendini yere atmayı tercih etti.

"Oğlum şuradan topu doksana taksan goldü. Atsana, atsana!" adam sanki uzaktan Aşkın'ı duyuyormuş gibi topu atınca durumun bir bir olmasıyla Aşkın evin içinde sevinç nidaları atıyordu.

Doksan dakika boyunca gözünü maçtan bir saniye olsun ayırmadan izlerken yastıkları ısırmış, yere fırlatmış, masayı tepetaklak etmiş ve kanepenin süngerlerini yerinden oynatmıştı. Maç iki bir bitince sevindikten sonra dönüp nerede olduğunu yeni anladı sanki.

"Ben nerede olduğumu unutmuşum, evi toparlayayım."

"Olsun, sorun değil." o yastıkları kabartırken bir ara hayale daldım. Evlenseydik mesela, biz evdeyken böyle mi olacaktı? Ben evlenmek için çok gençtim, Bu düşünceleri aklımdan silmeliydim. Hem sapık gibi olmuştum. Koskoca Barlas Aşkın benimle mi evlenecekti? Eminim vakit geçirmek için bana karşı bir şeyler besliyordu ya da o da benden hoşlandığını sanmıştı.

"Neden erkenden Türkiye'ye geldin."

"Özledim. Çok özledim. O eski, genç günlerimdeki heyecanları özledim. Türk taraftarları özledim. Belki buna saçma gözüyle bakabilirsin ama burası benim evim, onlar beni kucakladı ilk, sevdiler. Biri ünlendiğinde herkes sevebilir ama onlar beni Manchester'da tanımadı. Tüm bunlar başkaları için saçma gelebilir ama benim için çok önemli."

"Anlıyorum, sevilmek güzel. Kalbe dokunur, insanın ruhunu doyurur. O ilgi bitse bile vefa borcu bitmez. Hep yüreğinde yanar ateşi. Bu teke tek ilişkilerde de, milyonlarca insanın olduğu ilişkilerde de aynıdır."

"Evet, ilk gittiğimde her şey çok güzeldi, hâlâ pişman değilim ama aklım hep buradaydı. Tüm zaman boyunca."

"Bir yeri terk ettiysen özlemezsin, bıraktıysan hikayene devam edebilirsin. Sen de tamamlamak üzere hikayeni bırakmışsın."

"Bu hikayenin sonu yok. Burada ailem yok diye ailemin yanına gittim, İngiltere'ye. Ama sanıyorum ki artık burada bir ailem olacak."

"Nasıl olacak o?"

"Bilmiyorum. Öyle hissediyorum."

"Sen neden gözlerimin içine bakmıyorsun?"

"Çünkü bir sapık gibi görünmek istemiyorum. Sana o yüzden bakmıyorum."

"Deli misin sen? Konuştuğun kişiye bakmalısın elbette. Ne sapığı?" dönüp bana baktığında ufaktan gülümsedi. O an gamzesi olduğunu gördüm.

"Seni görmeden önce, yani bu gece intihar edecektim aslında." çok kolay bir şey gibi söyledi bunu.

"Neden?" ona baktığımda gözü seğirdi, bir an tereddüt eder gibi. Elleriyle oynamaya başladı.

"Çünkü başta tepki aldım, buraya gelmemden dolayı. Tek sorun bu değil, her şeyin eskisinden çok farklı olacağı gerçeği, insanların düşünceleri... Yine de ben herkesi seviyorum o sorun değil, onların bana karşı olan görüşleri değişti." sesi titremişti. Onun için çok hassas bir konu olduğu belliydi.

"Alışacaklar, zaten sen kötü niyetli değilsin bu konuda yani seni anlayacaklardır. Seni öylesine kucaklamış insanlar unutmazlar. Onların kalbinde bir yerin var bir kere. Hadi onu geçtim, tüm dünya senin karşına dursa sen kendini mi öldüreceksin? Senin tüm dünya dediğin başkasının mahallesini doldurmaz sevdiğin zaman."

"Benim durumumda kimsenin sevgisinden emin olamıyorsun."

"Bilemezsin." bana baktı, ne demek istediğini bilemedim, yardım et mi demek istedi yoksa içine mi ağladı bilemedim gözündeki kırıklıklardan.

"İyi akşamlar sana o zaman. Ben gideyim artık."

"Dur, bir şeyler yiyelim. En azından pasta yiyelim. Benim doğum günüm bugün." gözlerine baktım. Giderse kendisine bir şey yapacağından korktum. Her şeyi bahane edebilirdim o an.

"Tamam, öyle olsun."

"Öyleyse aşağı inelim." elimle aşağıyı gösterip alt kata indim.

Pastayı dilimlerken kadehleri de dolaptan çıkardığım şarapla doldurdum.

"İyi ki doğdun çiçek."

"Çiçek?"

"Çiçek gibisin, öyle demek geldi içimden."

"Çiçek olalım bugün de bari."

Öyle bir sessizlik çöktü ki ortama, sessizlik konuştu bizimle. Kadeh sesleri, göz yaşları. Dışarıdan görünmüyordu bunlar. Dürüstlüğün gelmesini bekledik, alkolün damarlarımıza işlemesini.

"Bugün seni gördüm, bilmiyorum ne oldu ama kafamdan intihar düşüncesi tamamen silindi bir anlığına. Bilmiyorum, lütfen nedenini sorgulama. Küçüklükten beri yalnızlığımın kırılmasını beklemişim. Ben hep sanırdım ki tanınırsam mutlu olurum, on sene çalıştım hiç karşılık almadan sırf bunun için. Sonra ne oldu? Çok mutlu da oldum, çok mutsuz da oldum. Sorun bu değilmiş, sorun eve gidip yastığa kafanı koyduğunda birini düşünmemekmiş. O kişinin gelmemesiymiş."

"Doğduğum günden beri bu sorunlayım. Doğduğum gün annem bile yoktu." elindeki kadehi tutarken elleri titriyordu ve ağladığını belli etmemek için arkasını dönüp gözyaşlarını sildi.

"Sen iyi birisin, gerçekten. Üzülme çünkü hep o güzel kalbinin ekmeğini yiyeceksin Barlas Aşkın Akyol."


Loading...
0%