Yeni Üyelik
10.
Bölüm

45+10- Bulamazsın

@hestiamy

"Aşkım arkadaşların Hande ve Sevda ile şu an Buğra'nın evimdeyim. Buğra bizim takımda olan bir arkadaşım. Konum atsam gelebilir misin?" Yine gözlerimi saçma bir habere açmıştım. Hayatta olmasını beklediğim sondan bir önceki şeydi bu. Arkadaşlarım ve Aşkın ne alakaydı, işin tuhaf tarafı Aşkın'ı bulup nasıl arkadaşının evine kadar girebilmişlerdi?

"Tamam tamam, sen adresi at ben geliyorum."

"Acele etmene gerek yok iyi anlaşıyorlar."

"Kimler?"

"Kalecimiz de burada, ikili takılıyorlar. Kanka oldular langırt oynuyorlar."

"Tamam, ben gelirim birazdan." telefonu kapatıp elime düzgün ve birbirini tamamlayacak derecede normal olan ne geçtiyse giydim, saçımı yapıp en sevdiğim parfümümü sıktım ve her zamanki gibi evden aceleyle çıktım. Aslında ben evden aceleyle çıkmasam da uzun uzun hazırlanmayı seven biri değildim.

Buğra denilen kişinin evinde geldiğimde kapıyı Aşkın açmıştı.

"Aşkım-"

"Neden buradalar?" içeri hızla girdiğimde salonda oldukça eğleniyorlardı.

"Kızlar?"

"Şey, Mercan bir dakika kızmadan dinle."

"Bu yaptığınız hiç olmadı, hiç!" Hande ve Sevda ayağa kalktı.

"Senin için yapıyoruz tüm bunları ama senin yaptığın tek şey bağırmak!" tansiyon yükselmişti ancak benim de tansiyonum yükselmişti.

"Bunu ben mi dedim size!"

"Kızlar, hanımlar durun bir saniye!" kim olduğunu bilmiyordum ama iki arkadaştan biri araya girince Aşkın'ın beni kolumdan tuttuğunu fark edebildim.

"Aşkım sakin ol lütfen. Onlar senin arkadaşların."

"Sen biraz fazla yükseklendin."

"Ne?" karşımdaki adam kırık Türkçesiyle bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.

"Bizim kaleci, Dante. Türkçe öğreniyor."

"Anladım."

"Sakin olalım. Ne güzel işte." Dante ortamı sakinleştirirken Buğra olduğunu düşündüğüm kişi araya girdi.

"Boş verin, bugünlük gerginliğimizi bir kenara atalım, derin derin nefesler alıp verelim ve sahile inelim."

"Tamam." büyük bir inat ve sinirle bize uzatılan zeytin dalını kabul eder gibi üçümüz de aynı anda kabul edince Aşkın ve arkadaşları da rahat bir nefes aldı

Sahile vardığımızda az kişi vardı, bu daha rahat hareket edip daha çok eğleneceğimiz anlamına geliyordu.

"Merhaba, fotoğraf çekilebilir miyiz?" arkadan gelen sesle herkes arkasını döndü.

Lise çağında görünen bir kızdı, yaşı aşağı yukarı on beşti. İzin istemekten bile çekinir gibi duruyordu.

"Elbette abiciğim. Gel bakalım." Aşkın poz verirken eliyle Buğra ve Dante'yi de çağırdı. Işık ve açının berbat olduğunu fark ettim.

"İsterseniz ben çekebilirim fotoğrafınızı, ışığı arkanıza almışsınız."

"Zahmet olmasın-"

"Yok canım, ne zahmeti?" telefonu elime alıp herkesi güzel bir açıyla çektikten sonra telefonu kıza geri uzattım.

"Eğer yanlış anlaşılmayacaksa ikinizle de çekilebilir miyim?" bizden bahsediyordu.

"Elbette." kız bir fotoğraf da bizimle çekindikten sonra mutlu görünüyordu.

"Çok teşekkür ederim."

"Rica ederiz, ne demek. Kendine iyi bak." Aşkın kıza gidene kadar gülümseyip el salladıktan sonra tekrardan sahil boyunca yürümeye devam ettik.

"Bu sahili hep Buğra ile yürürdük. Yengemiz ve bu hanımefendiler ile yürüyeceğimizi hiç düşünmezdim." Dante bunu dediğine Hande gülümsemişti. Dantel selam dese Hande şu an ona da gülümseyecek durumdaydı.

"Sanırsam memnun değilsiniz bu durumdan." Hande hemen kendini kaptıran bir tip değildi yine de aralarında bir elektrik olduğunu düşünmüştüm. Bu sevgililik değil de aynı kafadan olmaları durumuydu. Hoşlandığını iddia edemezdim.

"Hayır, bu çıkarımı nereden yaptınız bilmiyorum."

"Anladım."

"Yalnız ben Buğra'yı çok beğendim. Tam benim kafadan." Buğra ile Sevda çoktan kanka olmuşlardı. Çok garip bir grup olmuştuk.

Bir süre ilerledikten sonra bir balıkçının önüne gelmiştik.

"İşte burası." Aşkın bizi buraya getirmeyi hedeflemişti, arkadaşları da öyle ancak bizim haberimiz yoktu.

"Balıkçıya mı gelecektik?" Hande şaşkınlıkla olaya dahil olurken ben sadece izliyordum.

"Burası balıkçı değil, bir efsane. Sadece bir kere gelmeniz bir daha gelmeniz için sebep olacaktır." Buğra öve öve bitiremezken otantik görüken mekana girip siparişimizi verdik.

Aşkın yanıma oturdu, gayet aç görünüyordu ve yemeği beklerken sabırsızlanıyor olmalıydı.

"Bugün yemek yemedin mi?"

"Neden?" bana dönüp melül melül baktı.

"Aç gibi görünüyorsun."

"Biraz az yedim, o yüzden."

Balıklar önümüze hızlı bir şekilde gelince herkes yemeğin tadına bakmak için ekine çatalı aldı. Ben de çatalı elime alıp balıktan kopardığım küçük bir parçayı ağzıma attım. Gerçekten güzeldi.

Balık iyiydi, hoştu ancak asla yemeğe odaklanamadım. Aşkın yemek yerken ağzı titriyor ve rengi atıyordu.

"Aşkım sen iyi misin?"

"İyiyim. Sen taktın bana iyice."

"Ya bir derdin var işte, söyle." Aşkın çok garip davranıyordu. Acı çekiyor gibi bir hali vardı.

"Aşkın abi dişçiden korkar da. Dişi ağrıyor gibi. Yani diş ağrısından böyle davranır genelde." Buğra eteğindeki taşları dökerken ben Aşkın'a baktım. Yemek bile yiyemiyordu. O böyleyken benim boğazımdan yemek geçmezdi.

"Kalk." ayağa kalkıp Aşkın'ın elini tuttum.

"Ne?!" kesim zamanı gelmiş koyun gibi suratıma bakıyordu. Amacımı anlamıştı.

"Böyle acı çekmeni istemiyorum, hem de sağlığın için gidelim. Aynı zamanda antrenmanlara sağlıklı bir biçimde katılamazsın böyle."

"İyi diyorsun ama yok ya, cidden gerek yok."

"Bu kadar korkuyorsa götürme Mercan." Dante tüm gıcıklığını Aşkın'a gönderirken Aşkın iddia okur gibi ona baktı.

"Tamam. Gidiyoruz."

"O zaman, size iyi eğlenceler." kızlar halinden memnun olduğu için onların eğlencesini bölmemek adına ortamı dağıtmadan çıktık.

"Of, ben böyle planlamamıştım." Aşkın'ın aklı yiyeceği balıkta kalmıştı.

"Hayat böyledir; sen ipleri sağlam, sıkı sıkıya tutarsın elinde, sen güvenirsin ip elinden kaçmaz ama kopup kopmayacağını da bilemezsin."

"Evet. Doğru ve can sıkıcı." sahil boyu yürümeye başladık. Yanımda birinin varlığını hissetmek meğer çok güven verici bir duyguymuş

"Yakında ikinci bir mekan açmak için daha fazla çalışacağım. Biraz gergin olacağım sanırsam."

"Çok mutlu oldum. Tek başına tüm bunları başarabilmen beni çok mutlu ediyor."

"Senin başarıların da beni mutlu ediyor, sanırım aşık olmakla alakalı bir şey. Örneğin normalde birileri hastalanınca kendi karar verir, isterse hastaneye gider isterse gitmez ama senin canının yanması hoşuma gitmiyor."

"Çünkü birini sevdiğin zaman o kişinin iyiliğini istemez misin zaten?"

"Doğru. Bu çok güzel bir şey bence."

"Bence de." arabaya yaklaştığımız için kısa bir sessizlik anı çöktü. Arabaya binmek için evin bahçesinin içinden geçtik, Aşkın evin içinden eşyalarını aldı ve ben onu arabaya geçerek bekledim.

"Hangi hastaneye gidiyoruz?"

"Bu sefer de benim doktoruma gidiyoruz, nasıl bir hismiş Barlas Aşkın Akyol?" ben gülerken Aşkın bol bol dua ediyordu. topa kafa göz dalan bir adamın ufacık aletlerden korkması gerçeğini atlamıyordum. Onun bu halini görünce dudağına ufak bir buse kondurdum.

"Korkma desem de korkacaksın zaten ama seni daha az gergin hissettirmek için yapabileceğim bir şey var mı?"

"Kendi kendine geçer birazdan, çok şey yapma."

Bunu demesine rağmen yolculuk boyunca sevme olasılığı yüksek olan şarkıları açtım, dişi ağrıdığı için fazla diyaloğa girmedim.

Dişçiye geldiğimizde arabayı kliniğin önüne park etti ve kliniğe girdik. burası küçük, hoş ve şehir merkezinin yeşillikli kısmında olan bir klinikti. "Hoş geldiniz, randevunuz var mıydı?" sekreter bize soru sorarken burada devreye ben girdim.

"Hoş bulduk, randevumuz yok ama eğer boşsa doktor olarak Esra Hanım'ı seçebilir miyiz?"

"Bakalım... Bir hastası var, eğer beş dakika bekleyebilirseniz olur." elleri klavyede bizim cevabımızı bekliyordu.

"Uygundur."

"Tamamdır, bekleme salonunda bekleyebilirsiniz, bir şey içer misiniz?"

"Ben bir meyve suyu alabilir miyim?"

"Ben de bir su alayım." köşedeki koltuğa oturduk ve zamanımız gelene kadar elimizdeki içecekleri bitirdik.

"Sizi alalım." sekreter yanımıza gelip bizi çağırınca ikimiz de ayağa kalktık ve ben Aşkın'ın elini tuttum.

"İğne acıtmasın diye doktora söyleriz sprey sıkar."

"Abartılacak kadar korkmuyorum ama biraz ürperiyorum sadece."

"Anladım."

İçeri girdiğimizde doktor kısa bir muayene ve röntgenden sonra dolgu ve kanal tedavisine gerek duyulduğunu söyledi. Ricamız üzerine spreyle uyuşturup iğneyi vurdu ancak yine de Aşkın'ın rengi kaymıştı.

"Şimdi uyuşana kadar lavaboya gidip elinizi yüzünüzü yıkayabilirsiniz ancak başınız dönüyorsa kalkmayın."

Aşkın konuşmadan çok bir şey anlamış gibi kafasını sallayıp ayağa kalktı ancak kısa süre içinde tekrardan oturdu.

"Aşkım iyi misin?"

"İyiyim."

"En iyisi biraz dinlenin, size bir meyve suyu isteyelim." Aşkın başını sallarken ben de elini tutup diğer elinde fazlalık yapan telefon ve cüzdanını aldım.

"Telefonunu karıştırayım mı?" işin dalgasına geçmişken o da gülüyordu.

"Karıştır." bunu ciddi söylemişti, e karıştırayım o zaman. Köşeye geçip en merak etiğim şeyi, yani onunla Çağın abinin mesajlarına baktım. Telefonun içinde kötü bir şey olsaydı baktırmazdı diye düşünerek güvenle bakıyordum.

İlgimi çeken şey iki senedir olan tüm mesajların durmasıydı. Bir sene önce tam iki gün sonrasına denk gelen tarihte Çağın abinin attığı mesaja denk geldiğimde durdum. O zaman çocukları yoktu ve Serra abla 19, Çağın abi ise 07 numaralı formaları giyinip takımın kuruluş tarihine denk gelecek şekilde durmuşlar ve biri fotoğraflarını çekmişti.

"Hayali saç beyazlatır." Aşkın yıllar önce bir mesaja böyle bir yanıt vermişti ve ben bunu yıllar sonra görüp gurur meselesi haline getirmiştim.

Şimdi olmasa da bir gün ben onun hayalini gerçekleştirecektim. Hatta hedefimi unutmamak adına formaları şimdiden Aşkın'dan gizli alacaktım.

"Dilinizin ucuna uyuşma hissi geldiyse başlayalım." ben köşedeki koltukta telefonu karıştırırken Aşkın ile doktor bir şeyler konuşuyordu.

Mesajlaşmada daha ileri gittiğimde Aşkın kim hakkında konuşuyordu bilmiyorum ancak büyük bir yıkım geçirmiş gibiydi.

"Hem dost sandığımız insanlar, hem başka açıdan baktığımız insanlar. Hepsi yıktı bizi abi. Yaşayabilecekken yarı yolda bırakıldığımız hayatlar bizi mahvetti. Çok kafa ütülediğimi ve daha önce bu kadar saçma bir konuşma yapmadığımı biliyorum ancak artık olmuyor. Nerede yanlış yaptığımı ben de bilmiyorum. nerede bittik, kim ne yaptı bilmiyorum. Zeynel her dakika evimdeydi, yanımdaydı, ansızın herkesin arkasına onun da çıkarken kapıyı kapatması da koydu. Çok yanlış her şey çok yanlış ve böyle olmak zorunda değildi anlatabiliyor muyum? Yalnızım, artık kaçtığım şeyler buraya gelmiyor ama bana iyi gelen hiçbir şey de burada değil. Bilmiyorum, ne yapacağımı bilmiyorum. Hayatım insanların beklentilerini karşılamak ve kendimi anlık zaferlerle tatmin etmekten başka hiçbir amacı olmayan bir şeye dönüştü." bunu okuduktan sonra çok üzülmüştüm. İçime bir şey oturmuş ve boğazım düğümlenmişti. Hep onun hayatı güzel sanmıştım, öyle bir görüntü vardı ama onunla tanıştıkça... Onunla tanıdıktan sonra her güzelliğin bir kefareti olduğunu fark ettim.

"Abim yapmak zorundasın. Başka çaren yok, eğer bocalayıp gelirsen hocalarını bırak ben senin suratına tükürürüm. Anlamak zorundasın. Yirmi bir yaşına girdin artık. Zeynel ile de görüşeceğim. Birinin ona bozuk karakterli olmanın sonuçlarını göstermesi gerek."

"Hiçbir şey yapma abi."

"Sen tasalanma. Senin düşüneceğin tek şey kariyer yolunu nasıl çizeceğin olsun."

"Bir şekilde hepimiz yolumuzu buluyoruz zaten. Kimse insana ne yapacağını öğretmiyor, kimse de öğrenmiyor. Kafamıza göre yaşıyoruz hep."

"Ben halletmeye çalışacağım, şu an ücretini karşılayabilecek durumda değiliz ama ilerleyen zamanlar için seni buraya kiralama işini Mehmet Bey'in aklına sokacağım."

"Sorun o değil abi, ben bu kulübün yöneticisiyle anlaşamam bu durumda."

"Ya formdan düşme olasılığını hesap edip ya da sözleşmenin sonuna geldiğin zaman sözleşmeyi yenileme isteğiyle seni bir yıllığına gönderirler. İnan bana. Bu konuşmayı hiç yapmadık say, ağzından kaçırma. Menajerine de verme kişisel telefonunu, o adam tam bir şeytan."

"Tamam, sen endişe etme. Şimdi gitmem lazım."

"Tamam, sen sporuna odaklan başka bir şey düşünme."

Telefondan kafamı kaldırdığında Aşkın'a baktım. Büyük bir insanın bedeninde sıkışmış küçük bir çocuk gibiydi, yaşımız da gençti. Ondan dolayı bu kadar acemi, telaşlı ve tasalıydık. İnsan yaşlanınca kolay kolay birine güvenemiyor bence, ama biz sonsuz güvenme yaşımızdaydık. Sonsuz sevgi veririz, güveniriz ve sonumuzu hazırlarız. Bazı sonlar mutlu biter bazıları mutsuz.

Bizimki nasıl biter? İşte bazen de İlhami Algör'ün dediği gibi belirsizlik vaatkâr bir aralıktır ve insanlar bu aralıkta dolanmayı sever. Sonunun ne getireceğini bilmediğimiz bu hikayede çok mutluyuz biz. Bu belirsizlik halleri bittiğinde belki de oldukça mutsuz olacağız, ayrılacağız ve bir daha görüşmeyeceğiz.

Hayatım boyunca her şeyi geçiştirdim, korktuğum şeylerle hesaplaşmaktan kaçtım ama kaçamayacağımız tek şey yaşadığımız ilişkilerin sonudur. Her ilişkinin bir sonu vardır. Derin düşüncelere dalarken elimdeki telefonu çoktan kapanmıştı, bu şu an umursayabileceğim bir şey değildi.

Hayat boş bir çabaydı, hepimizin tek bir seçeneği ve sonu vardı: Ölüm.

Bazen kendimizi bir uçurumun kıyısında bulabiliriz, bazen de evde otururken bunun hayalini kurarız, ölürüz yaşamadı derler ama yaşamışızdır, nefes almışızdır. Nefesimiz kesilene kadar da bir gerçek: Yaşam.

Uzun uzadıya düşündükten sonra yavaş yavaş vücudum düşünmeyi bıraktı ve artık yerini boş bir hüzne bıraktı. Öylece izledim, ama nereyi ya da kimi izlediğimi bilmiyorum çünkü gözlerim baktığı şeyleri görmüyordu.

En son Aşkın ayağa kalkmış ancak ben fark etmemişim.

"Cicek?" saçma bir şekilde, sarhoş gibi konuşuyordu. Bu beni güldürmüştü. Onun suratına bakınca içime olumlu şeyler yüklenmişti.

"Cicek kim?"

"Ya konuşamıyolum, ağzım cok uyujtu." dilini hissetmediği için dilini çeviremiyordu.

"Anlıyorum. Hadi gidelim." elimi tuttu ve klinikte çıkmak üzere yürüdük.

"Doktol dedi ki iğne ajıtmaz, yalan söyledi bana."

"Azıcık acır canım, abartma."

"Cok ajım."

"Zamanı gelince yiyeceğiz, şimdi yiyemezsin ama bir saate yersin. Gel bir fotoğraf çekilelim." güneş güzeldi, arkaplan yeşillikle dolu ve Aşkın oldukça fotojenik görünüyordu.

"Ağzım yamuk." ağzını gösterirken aslında ağzının sadece konuşurken yamulduğunun farkında değildi.

"Yamuk değil, sen öyle hissediyorsun."

"Tamam." ben telefonu yukarı kaldırırken o beni belimden tutup beni kendine yaklaştırdı.

"Nefesimi kesiyorsun, arada." ona dönüp dibinde konuştum.

"Yaparım öyle şeyler." r harflerini zorlansa da daha düzgün söyledi, bir anda.

"E hadi, çekinelim artık." olayı dağıtmak adına kamerayı gösterdim yoksa bu atmosfer çok farklı yerlere kayacaktı.

"Peki." fotoğrafı çekerken birden dudakları yanağıma değdi. O anın şaşkınlığıyla benim gülümsememin ardına ortaya güzel bir fotoğraf çıktı.

"Çok güzel oldu."

"Çünkü sen varsın." Aşkın yanağıma attığı öpücüğü tamamlayıp yanımdan ayrıldı ve arabaya geçti.

Normalde kendim ve işim hariç bir şey paylaşmadım ama bu fotoğrafı içimdeki hissiyatla paylaştım. Biraz ilginç hissetmiştim çünkü ilk defa olan şeyler beni hep böyle hissettirirdi

Uzun süre sonra, tam insanlardan umudumu kesmişken hem beni tanıyanlar, hem de Aşkın'ı tanıyan insanların güzel sözleri beni mutlu ediyordu içten içe. Aşkın yalnız değildi, onu seviyordular. Yine de buna kendimi kaptırmak istemedim çünkü dış etkenlerin bizi çok mutlu ettiği bir hayat yaşarsak bir anda sonumuzu da getirebilir. Ufak bir mutluluk duymanın sorunu olmazdı.

"Mutlu görünüyorsun?" Aşkın arabayı çalıştırmamıştı. Beni izliyordu.

"Mesajlar geliyor, hepsi çok güzel. Bak, seni çok seviyorlar ve senin bu konuyu tasa etmen söz konusu bile olmamalı."

"Sadece ben değil, sen de mutlu ol Çiçek. Seni de çok seviyorlar, çok başarılı bir kızsın sen. Birçok kişinin örnek alacağı biri olabilecek kadar. Bir iş yönetmek kolay değil."

"Bütün bunları bir kenara koyalım. Sevmek ve destek çıkmak bence bununla alakalı değil."

"Biliyorum ama sonuç itibariyle bir iş ortaya koymazsan bunlara da sahip olamazsın."

"Hmm. Öyle olsun. Nereye gidiyoruz?"

"Düşüneyim... Boğazdaki balıkçıya?"

"Çok iyi fikir." gözleri parlayarak arabayı sürdü. Yine bir şarkı açtı ve eşlik etmeye başladı elbette.

Kal yanımda, tenin yaz gözlerin girdap

Unutmak mümkün değil

Yar sal saçlarını karışsın ellerime

Sensiz hayat sürgün gibi...

Balıkçıya vardığımızda çoktan bir saati doldurmuştuk. Aşkın bundan dolayı çok murlu bir şekilde restorana giriyordu.

Masaya oturup siparişlerinizi verdikten sonra birbirimize bakışma yarışına girmişiz gibi bakışıyorduk.

"Ha bu arada, al." telefonunu çantamdan çıkarıp ona verdim. Bende kalmıştı.

"Teşekkürler." bana bakıp gülümsüyordu.

"Yüzümde bir şey mi var?" yüzümü çırparken gülümsemesi daha genişledi.

"Yok ondan değil, bizim hikayemizin sonunu düşünüyordum."

"Düşünme, bulamazsın."

"Buldum."

"Neymiş?"

"Evleneceğiz." bir anlığına yumruğumu masaya vurup işte böylesini severim ben, böylesine kararlısını! Demek istedim ama sadece yan bir gülüş atmakla yetindim.

 

 

Loading...
0%