Yeni Üyelik
17.
Bölüm

45+17- İz

@hestiamy

Merhabalar, yeni bölümle karşınızdayım, bir sonraki bölüm yarın gel2cek.

İyi Okumalar.

Eve geçtiğimizde Aşkın'ı odama yatırdım ve mutfağa geçtim. O orada televizyon izlerken ben de yemek yapıyordum. Genelde kafama bir şey takıldığında saatlerce yemek yapardım, bulaşıkları yıkayacak takatim kalmayana kadar yemek yapar ve bulaşıkları makineye dizerken hemen bitmesi için dualar ederdim.

Telefonuma gelen mesajla hemen telefonumu açtım. Aşkın bir şey olursa mesaj atacaktı, ona öyle tembihlemiştim

"Sen bu yastığa hurda mı koydun?" hangi yastıktan bahsettiğini fark edince aydınlanma yaşamış gibi bir mırıltı çıkardım. Çok yastıkla yatmayı sevdiğimden dört yastık vardı ve birinde altınlarım saklıydı. Yirmi birinci yüzyılda bunu yapan son kişi ben olabilirdim.

Yukarı çıkıp odaya geçtiğimde Aşkın, yastığı eline almış sallıyor ve çıkan sese bakıyordu.

"Vida koleksiyonum var da yastığın içinde saklıyorum." omzumu kapının köşesine dayayıp ayaklarımı çapraz attım ve kollarımı bağladım.

"Dalga geçme, vida olamaz hafif ama altın desem artık altınlarını yastığın altında saklayan..." yüzümün halini görünce duraksadı.

"Altın mı?" elindeki yastığı bir daha sallayıp içini açtı.

"Cidden altınmış." avucuna aldığı altınlara bakıp güldü.

"Aşkım sen evime hırsız girdiğinde evi güzelce soysun diye mi böyle yaptın?" elbette benim kafamdaki saçma teorileri bilmediği için böyle konuşuyordu.

"Ya bir gün bankaya gidecek durumda olmazsak, kötü bir şey olsa ve tüm insanlık parasız kalsa bu yüzden?"

"Ha, sen bankaların çöktüğü bir felaket senaryosunda altını bozduracak bir kuyumcu bulabileceğine inanıyorsun?" çok mantıklı konuşmuştu.

"Olabilir... Yani yanlış düşünmüşüm ama ne olur ne olmaz dursun."

"Belki bir gün ansızın acilen bir ev almak zorunda olabilirsin. Doğru." onun gülüşünü görünce ben de güldüm, sinirimin bozulması aniden geçti çünkü mutsuz birinin mutlu olduğunu görmek için neler vermezsiniz ki? Bu sevdiğiniz kişiyse hele...

"Aşkım! Haberlere çıkmışız." Aşkın büyük bir heyecanla söylemişti bunu.

"İlk defa mı haberlere çıkıyorsunuz Aşkın Bey?" ona gülüp çoktan yanına yattığımda dudağına bir öpücük kondurdum. Telefonuna baktığımda hastane çıkışı onunla kolkolayken bir görüntümüzün olduğunu gördüm.

"Çok güzel çıkmışız. İlk defa kız arkadaşımla haberlere konu olduğum için bu kadar heyecan yaptım. Herkes bizi çok yakıştırmış."

"Ben güzel olunca yakışır her şey tabii."

"Ne kadar da mütevazi, aman aman." o, saçımı okşarken yorumları aşağı kaydırıyordu.

"Aşkın hastayken bile mutluysa tamamdır bu iş."

"Çok güzeller♡♡"

"Mercan samimiyetsiz geldi, sadece ismi için çıkıyor olmalı Aşkın ile..." ikimiz de aynı yorumu gördüğümüze kanaat getirerek birbirimize baktık.

"Beni kullanıyor musun Çiçek?"

"Yakalandık." aramızda bu yoruma gülerken telefon çaldı. Dante arıyordu.

Aşkın, telefonu açıp hoparlöre verdi.

"Alo, kardeşim?"

"Efendim canım." Aşkın bildiğin ayaküstü flörtleşirken Dante sessiz bir küfür savurdu ağzından.

"Nasılsın diye aradım. Hastalanmışsın.

"Aynen, oldu öyle şeyler. Sen ne yapıyorsun?"

"Ben de hastaneden yeni çıktım."Aşkın kaşlarını çatmıştı.

"Neden?"

"Ben, Sevda, Buğra ve Hande dolanıyorduk tamam mı? Ben Buğra'nın maç çıkışı otobüste yaptığı mı denir ne denir? Her neyse bir röportaja rastladım işte. Orada da 'Biz tek Fenerbahçe aşığıyız başka kimsenin aşkı için peşinden koşmayız.' falan diyordu. Ben bunu Sevda ve Hande'ye gösterecektim ki kafama elindeki bardağı yuvarladı manyak herif."

Ben köşede ağzımı kapatıp gülme krizlerine girerken Aşkın da sesini normal bir tonda tutmaya çalışıyordu.

"Şey, takma kafaya ya. Yuvarlamamıştır, atmıştır hem bence."

"Kardeşim, bak canım. Ben zorlukla öğreniyorum işte Türkçe." gayet güzel konuşuyordu, yani sonradan öğrenen birine göre harikaydı ancak şu an onu düşünecek kadar durgun değildik. Gayet eğleniyorduk.

"Sen bir daha Buğra'ya bulaşma bu konularda. Biraz hassaslaşmış anlaşılan.

"Anlamadım gitti, kıza aşık galiba."

"Haberleri görmedin mi?"

"Gördüm de yalan dediler." kafamı gömdüğüm yastıktan kaldırıp Aşkın'a fısıldadım.

"Çok masum." gerçekten istemeden de olsa eğlenceli biriydi.

"Biri mi var orada? Ses geliyor. Eğer yengeyi aldatıyorsan seni öl-" beğenmiş bir surat ifadesiyle kafamı salladım. Aşkın'ın en sevdiğim arkadaşlarındandı artık kendisi.

"Yok, bizde öyle şey olmaz. Yengen yanımda."

"Selam yengecik!" neşeli ses tonuyla bana seslendiğinde gerçekten gülümsemekten yüz kaslarım ağrımıştı.

"Geçmiş olsun. Sen bundan sonra benim kankamsın. Adamın dibisin dibi!"

"Sağ ol. Ben sen yokken göz burun oluyorum Aşkın'a."

"Göz kulak olmasın o? Bir de yengecik ne, o da yengecim olacaktı sanırsam."

"Aman kızım sana söylüyorum gelinim sen anla işte."

"Ya deyim veya atasözünü yanlış söylüyorsun ya da yanlış yerde kullanıyorsun."

"Olsun ben anladım seni, sana güveniyorum bir numaralı kankam." bir yandan gülerken bir yandan konuşmaya devam ediyorduk.

"Eyvallah kankam. Ben şimdi kapatıyorum, Buğra beni kovalamaya geliyor." birden telefon panikle kapanınca Aşkın ile güldük.

"Alem çocuk ya."

"İyi birine benziyor." yaptığım varsayımla onaylar bakışlar attı.

"Öyledir."

Televizyona baktığımda en sevdiğim şarkıyı hafiften duydum ve yatakta doğrulup sesi açtım.

Ne sen unuttun, ne ben unuttum

Aldatma kendini, gel

Yanıyor içim, eriyor içim

Eskisinden de beter

Gel, gel, sarışınım, gel

Gel, sana aşığım, gel

"Kime söylüyorsun bunu?" Aşkın tek kaşını kaldırıp bana baktı.

"Sana." elimde kumanda ile şarkıya eşlik ederken yatakta zıplıyor ve işaret parmağım ile Aşkın'ı işaret ediyordum.

"Ben açık kumralım."

"Olsun saha önce saçını sarıya boyattıysan ona say." eskiden saç olarak çok renkli bir kişiliğe sahip olduğunu araştırmalarımda saptamıştım.

"Sen beni mi araştırdın?"

"Adamlarıma söyledim onlar halletti." gözümü kırpıp şarkıya devam ediyordum.

"Tek boyamadığım renk sarı."

"Hadi ya. Dur ben halledeceğim şimdi." televizyondan yeni bir şarkı açtım, en azından bunda Aşkın'da olmayan bir fiziksel özellik yoktu.

Sen güneşin doğuşu gibi, bekledim sabaha kadar

Sen ilacı her çilenin, gel sormadan

Yandım bir bakışla, bu nasıl endam?

Aldı aklımı, o gözlerin derya

Ah, ben hasretinden olmuşum leyla

Bu ne davet? Durdu kalbim; böyle mi sevda?

Al beni, al, yüreğine sar; dönsün devran

Belki yalan, belki masal; hiç aldırmam

Yaz satır satır, al şu kaderimi eline, döndüm deliye

Ben kapılmadım kimseye böylesine, oldun hediye...

Ben şarkıyı söylerken birden doğrulup beni belimden tuttu ve kendine çekip hızla öptü. Elindeki kumandayla televizyonu kapattı. Ona baktığımda nefeslerimiz birbirine karışırken suratımızın her hattını ikimiz de ezberlemek ister gibi bakıyorduk, onun alnının sol kenarında olan ufak yara izi dikkatimi çekmişti. Elimi üzerinde gezdirdim.

"Maçta kaleye çarptım. Tuhaf ama olayların nasıl gelişeceğini bilemezsin."

"Evet, o gün seni azarlarken olayların nasıl gelişeceğini bilemediğim gibi." bana sarıldığında onun kollarında yattım.

Bir süre sessizlikten sonra ağzını açtı.

"Üç gün sonra maçım var, yarın yolculuğa çıkarız."

"Çıkarız."

...

Geldiğim yer neresi bilmiyordum, gayet güzel, kuşların cıvıl cıvıl öttüğü; güneşin ışıldadığı bir gündü. Umut vardı bu günde, yaşama sevinci vardı belki de.

Bugün nedendir bilmem ama hayatın belki de bize birazcık fazla süre bahşettiğinden daha mutluyum. Devam edecek sayfalarımız ve o sayfaları dolduracak kadar mürekkebimiz olduğunu düşündüğümden mutluyum.

Tek bildiğim şey Aşkın ile yine bir maçtaydık, bugün hiç olmadığı kadar güzel görünüyordu. Yüzü beyazlamış ve parlamıştı adeta. Maça girmeden önce yine onun odasındaydık, ancak bu sefer odada herkes oturmuş hocayı bekliyordu. Aşkın bana dönüp neden burada olduğumu bilmediğim yerde benimle konuşmaya başladı. Ellerimi tutup bana acıyan gözlerle baktı; bu ne anlama geliyordu?

"Ben ayrılmak istiyorum. Olmuyor." bunu birden suratıma söyleyince adeta gözümün önü kararmıştı.

"Ne oldu Aşkın? Çok güzeldik, ne oldu?! Herkes gibiymişsin sen de. Ben de herkes gibiymiş ki senin gibi bir yalancıya inanmışım. Hani hiç bırakmayacaktın, beni çok seviyordun, sadıktın lan sen?!" gözümdeki yaşları silip kalktım. Herkesin bana bakması umurumda değildi. Tam Aşkın'ın yüzüne tokadı vuracağım anda elimi tuttu.

"Allah belanı-"

"Asıl senin belanı!" tüm sesini bunun için kullanmış gibi inletmişti ortalığı.

"Ben de seni iyi sanmakla hata etmişim. Yalanların... Açığa çıktı. O gün ben yanlışlıkla günlüğünü okumasaydım, odanda kalmasaydım nereye kadar saklayacaktın? Evlenecektin, belki de çocuklarımız olacaktı ve sen bu yalanların üzerine kurulu evliliğe tamam mı diyecektin? Çok yazık." yüzüme tükürür gibi söylediği cümleler zihnimde yankılanırken olduğum yere çöktüm.

"Ben söyleyemedim, hata ettim ama yine de böylece beni dinlemeden bırakman doğru değil."

"Ben seninle bir kelime dahi konuşmak istemiyorum bu saatten sonra. Doğruyu söyleseydin bir şey mi diyecektim sanki?!"

"Öyle de yanlış anlayacaktın! Anlamıyorsun."

"Sen de anlamıyorsun Mercan! Ben seninle geleceği bile düşünürken sen bu yalanların arasında düşünebildin mi geleceğimizi? İstemiyorum seni. Git artık."

Onun gözlerine baktığımda öldüğümü düşündüm. Canım öylesine yandı ki...

Suçun çoğu bende olduğundan yalan söylemeseydin ne olacağını düşünmekten kafayı bozdum.

Ben sonumuza sebep olmuştum.

...

"Çiçek." bana birinin bir tık fazla seslenmesiyle irkilerek gözlerimi açtım.

"Aşkın!" kafamı nefes nefese kaldırdığımda Aşkın'ın kollarında uyuyakaldığımı ve göğsündeki ıslaklıktan sadece rüyamda değil gerçekte de ağladığımı fark ettim.

"Tamam, bir şey yok. Geçti." bana sarıldığında sırtımı okşamaya başladı. Rahatlayamıyordum çünkü sorunun ana kaynağının ona dayandığını biliyordum. Ancak o bilmiyordu.

"Geçti, çok şükür. Bir an gerçek sandım." gözlerimi kapatıp yutkunduğumda Aşkın terden alnıma yapışmış saçlarımı geriye çekti.

"Ben bir şey hazırlayayım da yiyelim." saçlarımı toplayıp kaçmak istercesine odadan çıktım.

Mutfağa girdiğimde zaten yaptığım yemekleri yavaşça tepsiye dizmeye başladım.

Şu anı mahvetmek istemiyordum aslında, tamam kötü şeyler olacağını kabul ediyorum ama en azından şu anı bozmamalıyım değil mi? Yanlış veya doğru düşünmem şu battığım bataklıkta gram önemli değildi.

Bir an bu düşünceyle gülümserken kapı çalıyordu. Hem de alacaklı gibi çalıyordu ve ben kalakalırken Aşkın bile aşağı inmişti.

"Ne oluyor?"

"Hiç fikrim yok."

O kapıya ilerlerken ben de peşinden gittim. Aşkın kapıyı açar açmaz biri ona sarılınca yere düştü ve ben de istem dışı bir çığlık attım.

"Sapık! Bırak sevgilimi!"

"Ne sapığı kızım Çağın abin." Arkadan gelen Serra ablayı görünce için rahatladı ama amaçlarını henüz anlayamamıştım.

"Abla Çağın abi neden böyle?" ben soru sorarken Aşkın adeta eziliyordu.

"Biraz sevindi de. Çağın kalk da içeri geçelim istersen."

"Abi ne olur kalk, ölüyorum." Çağın abi Aşkın'ın yalvarışına kulak vererek ayağa kalktı ve Serra ablanın kucağındaki Kerem'i aldı.

"Abi iyi misin?" Çağın abi küçük çocuklar gibi eğlenirken Serra abla daha sakindi.

"Böyle sürekli geldiğimiz için özür dileriz, Çağın çok ısrar etti."

"Siz hep gelin abla, başımızın üzerinde yeriniz var ve biz çok memnun oluyoruz."

"Evet evet, hep benim hayalim olan şeyi yaşıyorum ben şahsen." Aşkın da beni desteklerken belimden tutup kendine çekti.

"Öyleyse içeri geçelim."

"Ben bir su içeyim geliyorum." Aşkın çok kısa süreliğine yanımızdan ayrıldı.

Salona geçtiğimizde Çağın abi dayanamayıp ağzındaki baklayı hemen çıkardı.

"Baba oluyorum!" Aşkın bunu duyunca mutfaktan koşa koşa geldi.

"Çok sevindim, kız mı erkek mi abi?" ben de bunu duyduğuma çok sevinmiş ve heyecanlanmıştım.

"Aşkım cinsiyeti hemen belli olur mu?"

"Bilmem ki?" herkes bana gülerken ben de çocukların cinsiyetinin hemen belli olmadığını öğrenmiş oldum.

"Abi lütfen geçen evlendiğindeki gibi tüm takıma ve çalışanlara pastırma dağıtma. Tesiste kokudan ölecektim neredeyse." Aşkın bunu söylerken bile öğürecekmiş gibi duruyordu.

"Tamam tamam bu sefer sucuk dağıtırım. Kerem'in doğumunda pasta kesmiştik ama sana özel sucuk dağıtacağım."

"Neden pastırma?" acaba özel bir anlamı mı vardı çünkü kimse pastırma dağıtmayı aklının ucundan dahi geçirmezdi.

"Çağın abi Kayserili. Ondan dolayı dağıttı, herkes de afiyetle yedi ama böyle bir koku yok, bir ay çıkmadı kokusu hiçbir yerden. Rakibi de bayıltarak kazanacaklardı maçı resmen. O günden sonra pastırma yiyememiştim ama helal olsun iyi yerden almış Mehmet abi bile çok beğenmişti."

"Biz kaliteden anlarız oğlum. Bunu piyasaya biz getirdik zaten."

"Aman abi, kalsın kalsın. senin varlığın yeter hediye falan istemiyoruz."

"Bu arada takım yemeği var demiştik ya, bazı olaylardan dolayı asla yapamadığımız o yemek bu hafta olacakmış."

"O benim aklımdan tamamen çıkmış abla."

"Kusacağım." Aşkın bunu deyip yerinden fırlayınca hepimiz ona bakakaldık ancak peşinden gitmedim çünkü kapıyı kilitledi.

"Ne oldu acaba?" Serra abla merakla bakarken Kerem kucağıma gelmek için çırpınıyordu.

"Hamile herhalde."

Bunu dememle gülmeye başladılar, bence o kadar komik değildi ama güldükleri için bir şey demedim. Çok neşeli bir ailelerdi, umarım hep böyle olurlardı. Bizim için dilemenin gerçekçi olmadığını düşünsem de onlar için dileyebilirdim.

Kerem'in çabalarını görmezden gelmeyerek kucağıma aldığımda yine mutluluk nidaları atmaya başlamıştı.

"Sen ne tatlısın, ne şekersin. Yerim seni." Kerem'i mıncırırken Aşkın lavabodan çıkabilmişti.

"Neden kustun?" yanıma oturup ilk olarak Kerem'in yanaklarını biraz da o mıncırdı ve bana döndü.

"Biraz midem bulandı da."

"Neden?"

"Şey..."

"Şey ne söylesene."

"Mutfaktan bir şeyler yedim ama biraz bozulmuş mu acaba?" mutfakta bozulmuş bir şey olduğunu düşünmüyorum.

"Nereden aldın da yedin?"

"Tezgahtaki tepsiden." o an durumu anlamıştım.

"O bozuklukla alakalı değil. Ben pişirdim o yüzden." salona derin bir sessizlik çöktüğünde Aşkın bana baktı.

"Ha. Şey, sıkıntı değil o kadar da kötü değildi açıkçası."

"Başın falan dönerse söyle, ben yemekle babamı zehirlemiştim, yani bir kez."

Gözlerini belertip bana baktı. "Hadi ya, o kadar değildir ya."

"Değildir değildir, ütüde tost yapıp oteli yakmıştın üzerine de tostu yemiştin unuttun mu?" Çağın abi keyifle anlatırken Serra abla da o anları hatırlamış gibi güldü.

"Çağın ile ilk defa birlikte maça gitmiştik, yan odada olduğumuz için kokusu gelmişti sonra da Aşkın'ın sesi gelince çok korkmuştuk bir şey oldu diye. Ne günlerdi ya."

"Bir gün bu günlerden de böyle bir anı diye bahsedeceğiz. Üzücü." Serra abla dudaklarını büzüp bana baktı.

"Bugün biraz depresifiz anlaşılan."

"Biraz." buruk bir gülümsemeyle kafamı eğdim.

"Öyle deme, şimdi Çağın abin bir mangal yakar bize keyfimiz yerine gelir."

"Yapayım mı?" Çağın abi ne olur der gibi bakışlar atarken Serra abla gayet işin dalgasındaydı.

"Ev yanmayacaksa neden olmasın?"

"İyi, Aşkın sen etleri al, çık git evden hadi abiciğim."

"Abi-"

"Hadi abim."

"Off, tamam." Aşkın evden çıkarken ben de Kerem ile oynuyordum. O gelene kadar oturabilirdik.

 

Loading...
0%