@hestiamy
|
Sabah olduğunda kafamı masadan kaldırmış ve etrafı yeni yeni algılamaya başlıyordum. İçim yandığından bir bardak suyu doldurup hızlıca içtim. Aşkın da kafasını masadan kaldırınca ani bir hareketle telefonundan saate baktı ve gözleri adeta belerdi. "Menajerimin beni otuz beş kez arayacağı kadar ne yaşadım ben ya? Doğru, bugün sözleşme imzalanacaktı!" ayağa kalkıp saçlarını tuttu ve ne yapacağını düşündü. "Kaç saat zamanın var?" "İki saat, ama ev ve sözleşmeyi imzalayacağım yere gitmek üç saat sürer trafikte." "E o zaman yoldan kıyafet alırsın, kuaförü de halledersin." "Duş almam lazım, leş gibi alkol kokuyorum." ona baktığımda cidden bir banyo yapması şarttı. İnsanın saçları bir günde ne kadar yağlanabiliyorsa o kadar yağlanmıştı. "Yukarıda bir adet banyomuz bulunmaktadır. Git banyonu yap, havlular var rafta, onları kullandıktan sonra köşedeki sepete atabilirsin." "Çok teşekkür ederim, sen de gelmek ister misin?" "İmzaya mı?" yoksa, hayır aklıma gelen şey olamaz ama ilk öyle algılamıştım. "Evet, çok güzel olur." "Bilmem ki." "Hadi hazırlan ben çıkana kadar, zaten fazla kamera falan olmayacak çekinmene gerek yok." "Tamam o zaman." Bir gün içinde bir insanla ancak duygusal boşluktaysanız yakınlaşabilirdiniz. Dün ikimizin de boşluğuna geldiği belliydi, bugünden sonra belki bir daha yüzyüze gelme ihtimalimiz olmayacaktı ama yarınlar için bugünü mahvetmeye gerek yoktu. Banyonun yolunu göstermek için onunla yukarı çıktım ve ona banyoyu gösterdikten sonra odama geçip altıma kot bir mini etek giydim, üzerime ise siyah bir crop giydim ama etek yüksek bel olduğundan kapalı duruyordu. Saçıma fön çektim ve çantamı alıp aynaya baktım. Sarı saçlarım güneşle parlıyordu, dün yaptırdığım keratin işe yaramıştı. Ben hazırlanırken o da elindeki havluyla saçını kurulayarak açık kapının önünden bana baktı. "Nasılım?" "Jilet." "Ne?" yüzümün aldığı halden olsa gerek utançtan kızardı. "Yani çok hoş olmuşsun. Yakışmış." "Teşekkür ederim, saçlarını kurutacak mısın?" "Yok, zaten kuaföre gideceğim." "Güzel, çıkalım o zaman." Aşağı indiğimizde telefonumu alıp Ahmet'i aradım. Çok fazla ayıp olmuştu ona karşı. "Alo?" "Dün ne yaptığımı bilmiyordum, cidden özür dilerim. Yani panikten ne yapacağımı şaşırdım ve kendimi affettirmek için ne gerekiyorsa yapacağım. Doğum günüm olduğunu bile bilmiyordum, cidden." "Sonra konuşuruz." "Hayır, şimdi konuşalım." "Müsait değilim." telefon kapandıktan sonra kendimi kötü hissederek arabaya bindim. "Ne oldu?" "Ya dün resmen kovduğum arkadaşım, bana kırılmış." "Ben özür dilerim." "Dilemene gerek yok, sen senin için doğru olanı yaptın." "Olsun, yine de aranızı mahvettim. Senin gideceğin bir yer var mı?" arabayı çalıştırırken bana sordu, normalde hayatım boyunca benim fikrim sorulmamıştı. Bundan dolayı tuhaf karşılamıştım. "Eğer yetişebileceksek markete uğrayabilir miyiz?" "Yol üzerinde bulursak uğrayabiliriz, eğer bulamazsak dönüşte de markete gidebiliriz. Ne alacaksın ki?" "Meyve suyu, her sabah içerim de genel olarak." "Tamamdır, market bulursam duracağım." İlk durağımız olan kuaföre geldik, burası zaten evime çok yakındı. "Sen de gel benimle istersen, sıkılırsın." "Tamam." onunla indim ve misafirlere ayrılan yerde bilgisayar oyunu oynamaya başladım, zaten canım oldukça sıkılmıştı. "Abi, sizde meyve suyu var mı ya?" Aşkın kuaförleri konuşurken adam hızlıca saçını yapmaya çalışıyor ve bir yandan çırağına bakıyordu. "Maalesef Efendim, ama başka bir şey isterseniz getirebilirim." "Yok teşekkür ederim, meyve suyu lazımdı." hayal kırıklığıyla önüne dönerken adam ramazan ayında pazar günü çalışan esnaf lokantası gibi hızlı çalışıyordu. Adam işine devam ederken Aşkın telefonunu eline aldı ve birini aradı. "Alo, Efdal abi ben geliyorum korkma." telefonun ucundaki kişi çok gürültücüymüş gibi yüzünü buruşturdu. "Tamam abi geliyorum ben. Tamam abim tamam." Telefonu kapatıp cebinden çıkardığı saati koluna takmaya başladı. Tek eliyle taktığından epey uzun bir uğraş sonucu saati takabildi. Saçı yapıldıktan sonra ödemeyi yaptı ve kuaförden çıktık. İkinci durağımız olan kıyafet mağazasına gitmek üzere yola çıktık ve burada da garip bir şekilde önünde durabileceğimiz bir market bulamadık. Bu süreç içerisinde hiç konuşmadık çünkü ikimizin suratından da uyku ve dünden kalmalık akıyordu. İkinci durağımıza da vardığımızda Aşkın arabadan inip çok kısa bir süre içinde gelmişti. Giydiği takımın güzel olması bir yana vücuduna gayet güzel oturmuştu. "Çok geç kaldık, Efdal abi beni öldürecek." arabayı biraz daha hızını arttırarak sürmeye başlamıştı ancak bu o kadar da göze batacak bir artış değildi. Hiç bilmediğim yollardan bilmediğim yerlere gitmek için az tanıdığım biriyle bir yolculuk geçirmek ilginç bir deneyimdi. Hava ne sıcak ne de soğuk olduğundan trafik dayanılabilir bir haldeydi. "Geldik." tesisten içeri girerken daha önce hiç tanımadığım bir yer olduğundan olsa gerek etrafı incelemeye başladım. Dış kapıdan içeri girdikten kısa süre sonra da binanın önüne ulaşmıştık. Arabadan daha inmeden bizi karşılayan adam Aşkın'a onu azarlayacakmış gibi bakıyordu. Bu bahsettiği menajeriydi, saha önce onunla üstünkörü de olsa tanışmıştık. Beni görünce yüzünü yumuşatan adam arabadan indikten sonra benimle tokalaşmak için yanıma yaklaştı. "Merhaba, ben Efdal Doğan." elimi uzatıp adama selam verdim. "Ben de Mercan Yalçınkaya. Tanıştığımıza memnun oldum." "Ben de, siz gece kulübünün sahibiniz değil mi? Dün görüşememiştik benim ufak bir işim çıkmıştı o yüzden tanıyamadım kusura bakmayın. Aşkın sizin mekanı çok övmüştü, Aşkın'ın kız arkadaşı mısınız?" Aşkın bunu duyunca öksürür gibi yapıp menajerine işaret vermeye çalıştı. "Yok, sadece arkadaşıyım." "Anladım, kusura bakmayın Aşkın'ı ilk defa bir kızla görünce şaşırdım doğrusu." "Öyle demesek." Aşkın araya girdi, bu hali beni güldürmüştü. "İçeri girelim öyleyse, yeterince geç kaldınız. Buyurun." bana yok gösterirken benim nereye gittiğim hakkında hâlâ hiç fikrim yoktu. Bir odaya girdiğimizde geniş odanın kenarındaki koltuğa oturdum. Kameranın önündeki masanın üzerinde duran B.Akyol yazılı formayı bayağı inceledim. O an işim ciddiyetinin farkına vardım, cidden başarılı biriydi karşımdaki. Benim gibi savrulmuyordu hayatın rüzgarlarında. "Buyurun Barlas Bey. Heyecanlı görünüyorsunuz. Kız arkadaşınızla geldiniz sanırsam?" "Kendisi arkadaşım, sadece arkadaşım. Evet biraz heyecan var, yıllarca buralardan uzak kalmak özlettirdi." "Öyleyse buyurun." sandalyeyi çektiklerinde Aşkın oturdu ve çocuklar kadar heyecanlı görünüyordu. Bana baktığında ona gülümsedim. Ortamın kasvetini gülüşü dağıtmıştı. Belirli prosedürleri konuşup dosyayı açarken ben bile heyecanlanmıştım. Böyle bir ana şahit olmak eğlenceli olabilirmiş demek ki. Önündeki kağıdı imzalarken oradaki kameraman bu anı kayda alıyordu. Kağıt imzalandıktan sonra yanındaki adam ile beraber ayağa kalkıp el sıkıştılar. "Evine hoş geldin." "Hoş buldum." masadaki formayı alıp kaldırdığında bana eliyle gel işareti yaptı. Ayağa kalkıp yanına gittiğimde formayı boğazından tutup kafama doğrultunca ben de kafamı ona yaklaştırdım ve formayı giyindim. Kameraman bu anı da kayıt altına alırken ben kendimi çok tuhaf hissediyordum. Daha kendi bile giymediği formayı bana giydirmişti. "Eğer şu an bu sözleşmeyi imzalayacak kadar hayattaysam bu senin sayende." kulağıma yaklaşıp fısıldadığı sözcüklerle tüylerim diken diken oldu. "Teşekkür ederim, hayatta kalacak kadar cesur olduğun için." ben de ona fısıldadım ve takımın başkanı mı yoksa teknik direktörü mü bilmediğim adam benim yanıma geldi. "Siz Barlas'ın bu kararı hakkında ne düşünüyorsunuz?" A0 futbol bilgimle bu soruya ne bulduysam gelişine yapıştıracaktım artık. "Aşkın zaten çok yetenekli bir futbolcu, eski takımıyla daha fazla zaman geçirebilirdi ama Aşkın buranın sevgisiyle yanıp tutuştuğu için böyle bir seçim yaptı ve iyiki de yaptı. Kendi evine geri döndü ve şimdi daha mutlu." "O zaman size de hayırlı olsun, formasını size verecek kadar değerli görüyor sizi." adamla tokalaştıktan sonra gülümseyerek başımı salladım. "İstersen tesisi gezebilirsiniz." "Tamamdır abi, zaten yolu biliyorum." Aşkın ile gülüştüklerinde ben orada kale direği gibi bekliyordum. "Hadi gel seni gezdireyim." "Olur." onunla beraber koridorları geçtim, uzun bir koridoru yürüdükten sonra koridorun ucundaki adam eşi ile bir şeyler konuşuyordu ki Aşkın koşarak adamın sırtına atladı. "Seni çok özledim abi!" adam şaşkınlıkla Aşkın'ın yüzüne baktığında daha da şaşırdı. Aşkın o kadar mutluydu ki havalara uçabilirdi. "Lan, döndün mü sonunda?" "Döndüm, bu sahalara döndüm sonunda." "Helal aslanım benim." birbirlerine sıkıca sarıldılar. Aşkın küçük çocuklar gibi mutluydu. "Çağın Abalıoğlu ve Barlas Aşkın Akyol is back. Tam senin sahalara geri dönüş tarihine ayarlamaya çalıştım, öyle de denk geldi." "Eşek herif, her şeyi de düşünmüş. Özlettin kendini." "Ben de çok özledim, görmeyeli aileyi büyütmüşsün. Merhabalar yenge bu arada." kadın Aşkın'ı tanıdığından bebeği kucağına verdi. "Merhaba, seni sadece maçlarda görebildik uzun süredir. Değişmişsin." "Kerem'in doğumuna gelecektim ama bir saniye bile boş zamanım olmadı, görüntülü konuşmada görebildim sadece kusura bakma yenge." "Biliyoruz canım sorun yok. Bayağı kariyer yaptın, hatta ben daha üst takımlara gidersin diye düşündüm şahsen." "Bu adamda fener aşkı varken zor. Bu arada yenge Hanım, hoş geldiniz." "Abi, yenge değil." Aşkın boğazını temizlerken adam gaf yapmış gibi duruşunu düzeltti. "Pardon-" "Sorun değil. Ben Mercan, tanıştığıma memnun oldum." "Ben Çağın, bu da eşim Serra." "Bu da benim yeğen Kerem Aşkın." Aşkın kucağındaki bebeği kendi çocuğu gibi seviyordu, adından da belli olacak ki Aşkın için bu ismi koymuşlardı. "İsminiz aynı, ne güzel." "Aşkın gibi iyi bir futbolcu olsun diye." Çağın Bey çok iyi birine benziyordu. Kanım ısınmış, eşi de çok güler yüzlüydü. "Çok güzel." "Abi senin küçük çocuk var, sende kesin meyve suyu vardır fazladan." "Normalde hep kakaolu süt dolandırırdık yanımızda ama bugün meyve suyu aldık. Kadir gecesi mi doğdun oğlum sen?" "Sen abilerin bir tanesisin." "Buyur." kadın bebek çantasından çıkardığı meyve suyunu Aşkın'a uzattı ve Aşkın büyük bir hazine bulmuş gibi meyve suyuna bakıyordu. Bebek ağlamaya başlayınca kucağındaki çocuğa baktı. "Abi bu ağlıyor." "Çok bile dayandı, ben alayım onu en iyisi." Çağın Bey çocuğu kucağına aldı. "Canım biz şimdi gidelim, sonra yine görüşürüz bize bekliyorum ikinizi de." "Teşekkürler Çağın Bey, size de teşekkürler Serra Hanım tanıştığımıza memnun oldum." "Abi demen yeterli kendini kasma, ben de tanıştığıma çok memnun oldum." "Bana da aynı şekilde abla diyebilirsin. İyi günler canım bekliyorum mutlaka." "İyi günler abim ve yengem." Aşkın onları uğurladıktan sonra biz yolumuza devam ettik ve sonunda sahaya çıktık. "Oynayalım mı?" dediğim şeye bakın. İyi bakın, iyi bakın. Dünyada tanınan bir futbolcuya ettiğim teklife bakın. "Çalım manyağı ederim ama." "Evet ama oynayalım." ortaya iddia koyamazdım, ben maksimum mahalle takımı olabilirdim onun yanında. "Korkma, o kadar da iyi bir futbolcu değilim." onun bu şakasına göz devirip güldüm ve sahaya geçtik. "Yalnız formayı ben giydim ya, belki ben kazanırım." üzerimdeki formayı gösterip topu ayağımın altına aldım. Bir iki kere çalım atmaya çalışsam da bu adam her defasında topu ayağımın altından alıp beni çalımlıyordu. "Hadi, alabilirsin topu." "Evet kesin alırım." ayağımı topa ne kadar uzatsam da yok, almamın imkanı yoktu. Hatta bir ara bacağının arasından topa vurmak uğruna kayıp düşsem de olmamıştı. Sonunda yorulup köşeye geçtiğimde Aşkın da yanıma geldi. O oturunca topu alıp karşısına geçtim. Topu sektirmeye başladım. Küçük topu ayakta sektirmek gibi bir merakım olduğundan yapabildiğim tek hareket buydu. "Bu konuda iyisin." "Bir bunu yapabiliyorum zaten." topu sektirirken çalan telefonum dikkatimi dağıttı. Cebimden çıkardığımda babamın aradığını gördüm, telefonu açtım. "Efendim babacığım?" "Maşallah senin futbolla ilgin yoktu değil mi kızım?" bunu duyduğum an kafamda panik sirenleri çalmaya başladı. "Neden ki?" "Formayla habere çıkmışsın, deden küplere bindi." "Baba mezhep seçer gibi takım mı seçeceğiz? Mezhep seçmek bile insanın iradesine bırakılmış bir şey yani." "Sen nerede tanıştın o çocukla?" "Şeyde, benzinlikte!" "Ne?" "Benzinlikte tanıştım, futbolcu olduğunu bile bilmiyordum." Aşkın Beni dinlerken şaşkın şaşkın bakıyordu. Bu kadar yalanı o bile beklemiyordu. "Baba, biliyorsun ben takım tutmuyorum ama arkadaşımın imzasına geldim, o da çok ısrar etti. Ben formayı giyemem dedem kızar dedim ama kıramadım bir noktadan sonra." "Bunu sonra konuşalım seninle." "Tamamdır, ben şimdi kapatıyorum birazdan mesai saatim başlıyor." "İyi çalışmalar." "İyi günler." telefonu kapattıktan sonra Aşkın bemi alkışladı. "Eğer yalan söylemek bir spor olsaydı sen İngiltere Premier Lig'e kadar yükselirdin." "Benim dedem ve babam koyu Trabzonsporlu. Ona bunu nasıl açıklayabilirim başka?" "Abo, işte şimdi naneyi yedim." "Ne?" "Yok bir şey, ailenle tanışırsam bu çok zor olacak." "Sorun olmaz, bir şey demezler herhalde ama seni zorla Trabzonspor'a transfer etmeye çalışabilir dedem." ben kahkahalara boğulurken o da deli gibi gülüyordu. "Kaç paraya transfer oldun sen bu arada?" "Otuz milyon ama kiralık geldim, uzun süre de eğer isterlerse burada kiralık kalacağım." "Sen milyar, milyon. Sen o kadar parayı ne yaptın?" "Ben Manchester United'a daha pahalı gittim. "Hay maşallah." şöyle bir sahaya baktım. O kadar para, o kadar insanın umudu ve seni izleyen bir sürü insan... Bunlar çok gerici şeyler, insanların beklentisini karşılamaya çalışmak çok zor ve gerici. İnsanın içindeki o tereddüt kendini yiyip bitirmeye yeter. "Beyefendi gelmiş, antrenmanlara başlamış maşallah." arkadan gelen sesle ikimiz de oraya döndük. "Derebaşı, nasılsın görmeyeli?" ellerini birbirlerine hızlıca vurup birbirlerine sarıldılar. "İyiyim, sen nasılsın?"
"Ben de iyiyim." adam bana bakınca gözlerini kaçırmadan elini uzattı. "Merhaba ben Gökalp." "Ben de Mercan, tanıştığıma memnun oldum." "Forma yakışmış Mercan Hanım." "Değil mi? Ben de çok beğendim. Mercan demeniz yeterli." "Sen de Gökalp diyebilirsin, tabi opsiyonlar arasında Derebaşı da var ama sen bilirsin." "Gökalp güzel isim." "Teşekkür ederim." "Abi artık eski günlerdeki gibi miyiz?" "Tabi oğlum, o balkonlardan, sokaklardan bestelerin sesini duyma zamanı geldi." "En çok onu özledim." "Armağan nerede?" "O evde yatıyor, son maçta ayağını ağrıtmış, yersen." "Yine kaytarıyor." "Neyse, sezon başlayınca yorulacak zaten." "Aynen, bu sezon bir kaytarın, elden geçiririm hepinizi." "Abi hatırlatma ya, bizi sıra dayağına çekmiştin sonra arkadan Çağın abi gelmişti de korkudan bayılmıştın ya." çocuk gülerken ben de anlattığı anıya sessizce gülerken yanlışlıkla sesim çıktı. "Aferin, rezil ettin beni." "Neyse abi tatlı bir anı." "Aynen çok tatlı." "Sana doyum olmaz ama benim gitmem lazım, görüşürüz sonra." çocuk daha gülmesini kesmeden aradan sıyrılmak istiyordu. "Görüşürüz." "Sana da iyi günler Mercan." "İyi günler." çocuk gittikten sonra Aşkın köşeye koyduğu meyve suyunu aldı ve bana uzattı. "Biraz geç kaldım ama buldum sonunda." "Teşekkür ederim." sessizce oturup meyve suyunu içerken etrafı izledim. Yeni geldiğim bir yeri sonsuz kere izleyebilirim. "Bir kahvaltı mı yapsak? Çok acıktım ben." Aşkın çimlere uzanmış gökyüzünü izliyordu. Acıkması normaldi. "Olur, hadi gidelim o zaman." "Hadi gidelim." İkimiz de kalkıp arabaya kadar yürüdükten sonra Aşkın'ın menajeri ile karşılaştık. "Nereye gidiyorsun?" "Kahvaltı yapacağım." "Tamam ama bu sefer telefonunu açık tut, aramalara falan cevap verme lütfunda bulunursun umarım." "Abi dalga geçme ya, tamam açık tutarım telefonumu." "Tamam o zaman, görüşürüz." "Görüşürüz." Arabaya bindik ve navigasyona en yakın kahvaltı evini arattıktan sonra çıkan yere doğru arabayı sürmeye başladı. Gerçekten acıktığımı hissetmeye başlamıştım. Midemdeki boşluk hissi iğrençti. "Neden gece kulübü açtın, yani nasıl aklına geldi bu?" Aşkın bana sorusunu yönelttiğinde düşünme ihtiyacı bile hissetmeden yanıtladım. "Sabahları erkenden uyanmayı sevmiyorum. Gece iş yapmak iyi oldu. Sabah erkenden uyanmaktan nefret ederim." "Mantıklı. Ben sabah beşte kalkıyorum ve bu hoşuma gidiyor." "Beşte ne yapıyorsun?" "Koşu. İnsanın içini açıyor." "Okul yıllarımda altıda kalkıyorum ve bu beni yeterince agresif yapıyordu. Sürekli o saatte kalktığımı düşünemiyorum bile." "Uyuyan güzel misin sen?" "Hmm, olabilir." ben güldüğümde o da güldü. "Sen neden futbolcu olmak istedin?" "Hayalim buydu, yaramaz bir çocuktum, evde kırılmadık cam bırakmayınca babam yedi yaşında beni gördüğü en yakın futbol okulunun hocasına teslim etti. Hatta beni disipline sokması için her yola başvurabileceğini söyledi hocaya, zaten o demese de disiplinli bir yerdi. Benim profesyonel bir şekilde oynamak için hazır konuma gelmem epey uzun sürdü. Hocam hep bana yeteneklisin ama sorumsuzsun dedi ve sorumluluk sahibi biri olana kadar da iş disiplinini tutturamadım. Şu anki teknik direktör ben gençken beni gözlemleyen Mehmet Aydın, herkesin Mehmet Beyi ama benim bir türlü kalbullenemediğimden Mehmet abim yanıma geldi. Dedi ki bak oğlum bu sana yapacağım ilk ve son teklif. Sen ya disiplinini kazanırsın çok sevdiğin formanın içine girersin ya da ben seni alırım, disiplinini kazanana kadar canını çıkarırım. Sen düşün, taşın. Eğer çalışırsan çok iyi yerlere gelirsin, bunu ben söylüyorum dedi. Ne zaman abi desem bana kızdı, Mehmet Bey diyeceksin dedi ama ben demedim. En sonunda ilk maçıma çıkarken çok gerilmiştim, ondan sonra abi dememe izin verdi, ilk maçta ilk golümü attım çünkü. Neredeyse beni kucağında taşıyacaktı o heyecanla. Sonra Çağın abi bana yardımcı oldu, ailem, babam vefat ettikten sonra İngiltere'ye taşındı. İlk ehliyetimin parasını bile Çağın abi ödedi. Bu sektörü bana o öğretti. Aramızda bir yaş olmasına rağmen Gökalp'e de ben abilik ettim. Buradan gideceğim sıralar Çağın abi gitmenin benim için iyi olacağını söyledi. Ben giderken sarılıp ağladık bayağı, onu ve herkesi özledim. Çoğu şu an burada olamasa da özledim. Neyse çok uzattım, sıktım seni de." "Yok, güzeldi. En azından bir hikayen var." "Herkesin bir hikayesi vardır. Kötü olsa bile." arabayı park ederken sustum. Bazıları hikayesini sesli okumak istemezdi çünkü. Arabadan inip kahvaltı için girdiğimiz yerde Aşkın'ı görünce bütün çalışanlar geldi. "Barlas Bey, hoş geldiniz, buyurun. Hanımefendi siz de buyurun." deniz kenarı bir masaya alındığımızda Aşkın çalışanların ricası ile onlarla fotoğraf çekiniyordu. Yan masadan gelen bir çift de fotoğraf çekindikten sonra Aşkın kahvaltı yapacağımızı söyledi. "Çok mutlusun, sevilmek seni iyileştirdi." "Sevilmek her kalbi iyileştirir." Buna inanan kişileri, hayata tutunan, sevdikleri olan kişileri ilgilendirir bu söz. Kahvaltımızı yaptıktan sonra ağlamaya başladım. Anlamsızca. Öyle sessiz öyle güzeldi ki deniz, ağlamaya utandırmıyordu insanı. "Özür dilerim ben bir şey mi yaptım?" Aşkın ne yapacağını bilmez şekilde bana bakıyordu. "Özür dilerim, sadece ben hiç bu kadar mutlu hissettirilmemiştim." "Sana sarılabilir miyim?" yanıma oturup bana baktı. Kafamı salladım ve bana sarıldı. "Özür dilerim ağladığım için. Seni rezil ediyorum." "Hayır, rezil olmuyorum. Tek olan senin o gözyaşlarının ziyanı. Ben seni hep seveceğim Çiçek."
|
0% |