@hestiamy
|
Bu bölümü yazarken bölümde geçen şiirle tanıştığım an geldi aklıma, ilk lise aşkımla tanıştığımda bu şiiri duymuştum, çocuğa o kadar aşıktım ki proje ödevini yapmıştım ve aşık olduğumu bile söylemedim sadece arkadaşık ama o iyi bir arkadaş bile olamadı. Benim gibi enayi olmayın dostlar.
Dün gece eğlenmemizin ardından Aşkın ile yollarımız ayrılmış ve ikimiz de evlerimize gitmiştik. Bugün yattığım yatakta yanıma baktığımda sevdiğim kişi yerine beyaz çarşafı görünce mutsuz olmuştum. Elim hemen telefonu aramaya gitmişti. "Günaydın kumralım." ona attığım mesaj sonrası biraz daha mutlu hissederek uyandım. Oturur pozisyona gelip kahverengi, tavşanlı ve peluş olan ev terliklerimi giydim. Garfield'lı pijamamla uyumlu olmuşlardı. Aynanın karşısına geçip kendime baktığımda bunu görebiliyordum. Aşkın, hemen cevap verince kulağıma çalınan bildirim sesiyle aynanın önünde mesaja baktım. "Sana da günaydın sarı kanarya." gülümseyerek döndüğüm aynada saçlarımın sarılığıyla gülümsemem daha da büyüdü. Duvarda asılı olan formaya bakıp gülümsememi daha da büyütürken Aşkın fotoğraf atmıştı. Tüm dikkatimi dağıtan bu olaydan sonra fotoğrafı açarken beklediğim şey Aşkın olmadığından etkilenmiştim açıkçası. Beyaz nevresimin üzerinde kumral saçları dağınık ve beyaz teniyle uyumlu tişörtüyle bana gülümseyen bir Aşkın beklemiyordum. Gözleri renkli olmasa da bal köpüğüne çalan rengi beni mest ediyordu. Çok geçmeden ben de aynanın karşısında bir fotoğraf çekinip atarken güneşin doğru açıdan vurduğuna emin olunca mavi gözlerimin öne çıktığını gördüm. Gözlerimiz önemliydi, her şeyi anlatırlardı. Fotoğrafı attıktan sonra telefonu yatağa fırlatıp aşağı indim. Her gün inip asla fark etmediğim merdiven basamaklarını inmek bile çok keyifli geliyordu artık, artık sabahları içtiğim kahvenin tadı vardı, güneşin rengi ve bahçenin güzelliği vardı. Bütün bu heyecanın yanında bugün yapacağım görevler daha hızlı ve verimli geçecekti. İlk başta bir kahvaltı yapıp, duş aldıktan sonra evden çıkmam gerekiyordu. Görüşmeyi tamamlamak için son adım kalmıştı, onu da muhataplarımla halledecektim. Bunun için heyecanlıydım çünkü büyük bir organizasyondu ve belki benim yıldızım bu noktada parlayacaktı. En ufak hata yapma düşüncesinin korkunçluğu bile beni hataya sürükleyebilirdi. Dünden dolayı oluşan yorgunluğumu yarı yarıya üzerimden atmışken ayaklarımı sürüyerek mutfağa gittim. Aslında her şey özlenirdi, şu anda evimde tek başıma sessizce geçirdiğim günlerin özlemini gideriyordum. Bu işin tek özlemediğim yanı tüm gün kendimi izole etmemin sebebidir. Eskiden evde kapalı dururdum, kim ne der, ne düşünür diye düşünmekten aklımın çıktığı zamanlar olurdu, bu zamanlardan biri değildi şu an. Kalbimde hissettiğim ağrı ile duraksarken oturma odasındaki koltuğa oturup derin nefesler aldım. Elimi göğsüme götürürken gördüğüm parıltıya baktım. Üzerinde 9 yazan kısmı bana dönüktü. Bunun bile sakinleşmek için bir sebep olduğunu düşünüp derin nefesler aldım ve biraz daha iyi hissettiğimde ayağa kalkıp mutfağa gitmek için yeri izleyerek tüm yolu yürüdüm. Dolabı açıp ilacımı aldıktan sonra mutfak masasının üzerindeki sürahiyi alıp mavi renk bir bardağa suyu doldurdum ve minik bir boyutta olan hapı içtim. Bunun daha iyi hissettirmesi gerekiyordu beni. Daha yavaş bir tempoda yürüyerek lavaboya gittim ve dolabın içindeki gerekli eşyalarımı çıkarıp yüzümü yıkadım, kırmızı bir ruj, mavi bir maskara sürdüm. Cildime zarar vermesinden korktuğum ve zaten düzgün bir cildim olduğu için fondöten kullanmıyordum. Kullandığım malzemeleri geri yerleştirdikten sonra saçımı yaptım ve karşımdaki aynaya bir gülümseme bıraktım. Saçım bittikten sonra yukarı çıkıp siyah, ince askılı bir atlet ve onun altına siyah bir kumaş pantolon giydim ve üzerine aldığım ceketle parçayı tamamlayıp yola koyulmak üzere aşağı indim. "İş görüşmende başarılar Çiçek:)" mesaj sesiyle kılıfımın arkasında polaroid bir fotoğrafımızın olduğu telefonumu çantamdan çıkardım. Mesaj güvenimi yerine getirmişti. Artık daha az tereddütteydim iş konusunda. "Teşekkür ederim Aşkın Bey♡" Yüzümdeki gülümseme kaybolmadan dışarı çıktım ve güneşin gözüme vurması ile gözlerimi kısarak arabaya doğru yürüdüm ve arabaya bindiğimde çantamı yan koltuğa koyarak kontağı çevirip gaza bastım. İş görüşmesi için gittiğim yer kafe tarzı bir pastaneydi ve bu beni daha az geriyordu. Bundan sonraki işlerimi İsmail halledecekti, o daha önce bir organizasyon şirketinde çalıştığı için menajerlik işlerini biliyordu. ... Varış noktasına geldiğimde geldiğim yerin dışını inceledikten sonra içeri girdim. Elbette içeri girmiş ve bir şeyleri kontrol edip talimatlar veren bir Serra abla beklemiyordum burada. Tuttuğu yer burası mıydı? Gayet iyi işliyordu ve çok güzel işler yapıyordu öyleyse. Genellikle beyaz ve mavi ağırlıklı, köşebaşında Fransız kafelerini andıran bir yapıdaydı. İçerisi ise iki katlı, yüksek tavandan aşağı sarkan avizeler ve barista bölümündeki bitkiler ile harika görünüyordu. Masalardaki frezyalar, yenilebilir çiçek ile yapılmış pastalar ve kahve çeşitleri ile insanı içine çekiyordu. Bu kadar kısa sürede bu kadar güzel bir iş ortaya çıkarması gerçekten takdire şayandı. Serra ablayı arkadan gördüğümde at kuyruğu saçı, kucağındaki Kerem'e rağmen siyah topuklularla ve takım elbiseyle gayet rahat görünüşü ile insanı hayrete düşürüyordu. "Serra Hanım." ona seslendiğimde arkasını döndü. Anlaşılan ve elbette beni beklemiyordu. "Bebeğim! Sen burayı nasıl buldun?" "O kadar güzel bir mekan yapmışsın ki iş görüşmesi için karşı taraf beni buraya çağırdı." "Ya! Öyle mi? Çok güzel." Serra abla gerçekten olduğu kişiden çok memnun gözüküyordu. İşte şu an gerçekten mutluluğuma mutluluk katılmıştı. "Sen de aşırı güzel olmuşsun. Bu iş sana aşırı yakışmış ve tam işinin ehli birisin." "Teşekkür ederim, gerçekten artık çok mutluyum. Sana ne kadar teşekkür etsem, ne desem az." "Sen mutlu ol yeter ablaların bir tanesi." "Beni şımarttınız Mercan Hanım." Kerem bana sevimli hareketler yaparken saçlarını sevip gitme zamanımın geldiğini belirten bir adım geri gitme gibi bir harekette bulundum. "Şimdi ben gideyim, sonrasında bunun kutlamasını yapacağız Serra Hanım." "İyi günler, bol şanslar aşkım." "Sana da iyi günler ablam." İş görüşmesinin olacağı masaya ilerlerken madada oturan adamı görmemle gülümseyerek masaya ilerledim. ... İş görüşmesi bittikten sonra sessizde olan telefonumu açtım. Sayısız arama ve mesaj bildirim ekranına bakınca görünüyordu. Korkunç görünüyordu hem de. Aşkın'dan gelen sayısız aramadan birine tıklayıp geri aradım ama telefon açılmadı. Çağın abi ve Serra ablanın aramasına geri döndüğümde de durum aynıydı. Telaşla arabaya binip tesise gitmeyi düşündüm, bu saatte antrenman yaparlardı, olsa olsa orada bulabilirdim onlardan birini. Oraya nasıl gittiğimi, ne hızla gittiğimi, hız limitini aştım mı aşmadım mı onu bile bilmiyordum. Tesise vardığımda içeri koşarak girdim. Beni tanıdıklarından kimse bir şey dememişti ama koridorda Mehmet Hoca ile karşılaşınca soluk soluğa durdum. "Hocam... Aşkın nerede?" Hoca omuzlarımdan tutup soluklanmamı bekledi. "Kızım Aşkın gitti." sanki kötü bir şey olmuş gibi bakıyordu. "O iyi mi? Başına bir şey mi geldi? Hastalandı mı?" onun için çok endişelenmiştim. "Kardeşi vefat etmiş. Seni aradılar ama iş görüşmesindeydin büyük ihtimalle." bunu duyunca şok oldum. Bir anlığına dengem şaşmıştı. Arkamdan bir kol beni tutunca düşmedim. "İyi misin?" Dante olduğunu dönünce gördüm. Bulanık görüşüm onu görmeme izin vermişti. Gözlerim o kadar dolmuştu ki alt kirpiklerim yaşı taşıyamamıştı. "Aşkın-" "Evet, beraber gidelim. Ben de gideceğim." beni kolumdan destek verirken teselli etmek ister gibi yumuşak bir ses tonuyla konuşuyordu. "Tamam. Lütfen hemen gidelim." "Hocam böyle bir durumda gitmek istemezdim-" "Saçmalama Dante. Ben de geleceğim, akşam için bilet aldım. Hadi sen hemen git, kızı da gözünün önünden ayırma." "Tamam." Dante onayladıktan sonra hızla dışarı çıkacaktık ama Dante beni başka bir koridora yönlendirdi. "Neden geldik?" "Bir dakika bekle." bir odaya girip içerideki kadınla konuştu ve siyah bir güneş gözlüğü aldı. "Bunu istersen tak, haberlere çıkma ihtimalin yüksek. Eğer arabanla geldiysen de eşyalarını al. Araba burada kalsın, bir şey olmaz." umursamadan alıp taktım. Ağlarken görünmek istemedim o an. "Teşekkürler." titreyen sesimle konuştuktan sonra arabama ilerleyip çantamı aldım. Çantamı aldıktan sonra arabayı kilitleyip Dante'nin arabasına geçtim. "Sakin olmalısın. Aşkın buradan giderken ayakta bile duramadığı için Serra abla ve Çağın abi ile gitti. Biliyorum çok zor ama ona destek çıkmalısın." "Biliyorum. Ben sadece panik yaptım." gözyaşlarımı silip ağlamamaya çalışıyordum." "Ağlama demek değil bu, elbette sen de çok üzüleceksin. Sadece bu dönemi ikiniz de atlatmaya çalışacaksınız." "Ben Aşkın'ı o halde görünce dayanabilir miyim bilmiyorum." Dante bir şey demeyip arabayı sürdü. Elimdeki telefondan Aşkın'ın ne halde olduğunu görürüm diye baktım her yere. Bir fotoğrafı yoktu. "...Fenerbahçe oyuncularının çoğu bugün hayranlar tarafından havaalanında görüldü. Bunun nedeninin yıldız oyuncu Barlas Aşkın Akyol olduğu düşünülüyor, gittikleri yer oyuncunun ailesinin yaşadığı yer ve söylentiler arasında kardeşinin vefat ettiği en kuvvetli muhtemel. Birkaç kişinin Barlas Aşkın'ı ağlarken gördüğü söyleniyor ancak görüntülerde net bir bilgi yok." Moralimin bozukluğu yüzüme yansırken hiçbir şey yapmak istemedim. Bazen bazı anları durdurmak istediğimizde donakalırdık. Bu vücudumuzun ve zihnimizi bir savunma mekanizmasıydı. "İyi olacak, merak etme. Ve kafanda evirip çevirip büyüttüğün gibi olmayacak. Kısa bir sürede kolayca karşılaşacaksınız. Sürecin sancılı olacağı kesin ama geçecek." Gözlerimi kapattığımda rüyalar yanıltıyordu beni, korkutuyordu beni. Gerçek ise rüyalardan daha korkunçtu ama o korkunun sonu yoktu, kaçar yolu yoktu. Her hikaye bittiğinde acı çalar kapıyı. Hayatımız da iç içe hikayelerden oluştuğundan acı kaçınılmazdı. Çalardı kapıyı, istemesek de açmak zorundaydık. Havaalanına geldiğimizde en kısa zamana bulduğumuz iki bileti aldık. Zamanı gelene kadar orada oturmaktan başka bir şey yapmadım. Canı yeterince bir şeye sıkılınca sıkılmazdı insan. Kafasındakiler yeterdi ona bir ömür boyu olduğu yerde kalmaya. İnsan unutmasaydı sahiden yaşayamazdı. Her acı taze taze acırdı her defasında. Zamanımız gelince kalktık ve uçağa bindik, hiçbir şey değişmedi benim için ama Dante beni daha iyi hissettirmek için çabalıyordu. "Bir şey içmek ister misin?" "Hayır." "Üşürsen söyle." "Tamam." "Yolculuk uzun sürecek, istersen biraz dinlen." "Dinlenirim." Onun için kendimi kötü hissedip empati yapamayacağım saatlerdeydik maalesef. Sadece öylece durmaya ve her şeyin bir yalan olduğunu duymaya ihtiyacım vardı. Aşkın'ı sevdiğim için mi bu denli acıyordu canım diye düşünürken yıllar önce aklımın bir köşesine not aldığım şiir döküldü zihnimden.
Uykuların kaçar geceleri, bir türlü sabah olmayı bilmez. Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya, Deli eden bir uğultudur başlar kulaklarında Ne çarşaf halden anlar ne yastık. Girmez pencerelerden beklediğin o aydınlık. Onun unutamadığın hayali, Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dolar içine. Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın. Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş olduğunu. Şerefin, faziletin, iyiliğin, güzelliğin. Gün gelir de sesini bir kerecik duyabilmek için, Vurursun başını soğuk taş duvarlara. Büyür gitgide incinmişliğin kırılmışlığın. Duyarsın, Ta derinden acısını, çaresiz kalmışlığın. Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin. Niçin yaratıldığını. Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini. Uzun uzun seyredersin aynalarda güzelliğini. Boşuna geçip giden günlerine yanarsın. Dolar gözlerin, için burkulur. Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın tadını sevilen dudakların. Sevilen gözlerin erişilmezliğini. O hiç beklenmeyen saat geldi mi? Düşer saçların önüne, ama bembeyaz. Uzanır, gökyüzüne ellerin. Ama çaresiz, Ama yorgun, Ama bitkin. Bir zaman geçmiş günlerin hayaline dalarsın. Sonra dizilir birbiri ardına gerçekler, acı. Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın hayal kurmayı; Beklemeyi, ümit etmeyi. Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi. Lanet edersin yaşadığına... Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın. O zaman bir çiçek büyür kabrimde, kendiliğinden. Seni sevdiğimi işte o gün anlarsın.
Ben Aşkın'ı kendimden bile çok seviyordum, anladım. Ümit Yaşar haklıydı. Uykularım kaçtı onun acısından, tadım kaçtı. Boğazımdan acı tatlar yükseldi ama canım acıdı diye hiçbir zaman onu sevmekten vazgeçmedim.
|
0% |