@hestiamy
|
Gözlerin özler deli gibi, Sözlerinde gizlersin özlemini. Silersin ağzından ismini, Peki ya nasıl sileceksin sendeki izini?
Kimse anlamaz seni, sen ölüme giderken, Belki bitersin, erirsin de sevdiğinin ellerinde. Kimse anlamaz, sevdiğin bile. İşte öylesine ölüp gidersin.
Her şeyin değersiz olduğunu anladığın bir gecede, Ağzından çıkan her hecede, Deli gibi özlersin de diyemezsin. Olmayacağından değil de imkansızlığından.
Morgdaydım, sopsoğuk ve ruhsuz bedenlerin bulunduğu bu ortamdan korkmuyordum. Korktuğum şey kanlı, canlı Aşkın'ı görmekti. Karanlığın arasında bodrum katın penceresinden sızan ışığın sadece çok az beyaz bir aydınlık yaydığı yer donduruyordu beni. Kız yatıyordu, minik bir kız yatmıştı boylu boyunca. Saçlarını oluyordu abisi. Minik bedenler de ölür müydü sahiden? "Belki bencilce ama biraz daha bizimle anı biriktirseydin abicim. Gitmeseydin hemencecik. Rüyamda leylek görmüştüm zaten, ağzında et parçasıyla. Anlamalıydım. Özür dilerim, biliyorum seninle zaman geçiremedim para derdine düşüp ama seni iyileştiririm sandım, sözümü tutarım seni yaşatırım sandım... Hayır, sorun yok deme ben bilirim beni özlediğini. Ölmeden önce bile seni göremediğim için bunun pişmanlığını ve ağırlığını bilemezsin. Senin kahramanın olamamanın verdiği ağırlığı bilemezsin. Seni tekrar görmeyecek olmak çok acıtıyor. Anlamadığım için özür dilerim. Özür dilerim sana abi olamadığım için. Annen sana annelik yapamadığı için özür dilerim." sessiz ortamda onun sesi yankılanıyordu. Eğer morgda ölü biriyle konuştuğu bilinmese sesi gayet normal, sohbet eder gibiydi. Bu beni çok korkutmuştu, mirasımız olan aklımızı kaybetme fikri beni hep korkuturdu. İnsanlar ağladığı, bağırdığı zaman değil; tepki vermediği zaman korkulası bir durumdu. Ne kadar dayanırsa o kadar acı bir son beklerdi insanı. "A-aşkın." titreyen sesimle fısıldadım. Bacaklarım titriyordu korkudan. Aşkın isa bana dönüp gülümsedi. "Gel, bak. Ne kadar güzel bu ufaklık bir kere de yakından gör. Bir daha göremeyeceğiz çünkü." Korkuyla titreyen bacaklarım ve tüm morgda yankılanan yavaş topuk seslerimle yürüdüm ve yanına geldim. Abisine benziyordu aynısıydı bu ölü beden. Gözlerimdeki yaşları sessizce akıtmaya çalışıyordum ve çok korkuyordum. Aşkın'ı böyle görme fikri de çok korkunçtu. "Bak, bu da ablan. Yani öyle olacaktı ama hayat her şey için çok geç kaldığımız bir yermiş. Özür dilerim." kızın saçını okşarken ben gerçekten bayılacak gibi olmuştum. Midemin bulanmasıyla dışarı hıçkıra hıçkıra ağlaryarak çıktım. Dışarıda yetişebildiğim en yakın çöpe kustuğumda biri kolumdan tutmuştu. Kusup ağlamaktan midem ağrıdığı için iki büklüm olurken baktığım suratın Lysander olduğunu anlamam geç oldu. "İyi misin?" "Aşkın bir ölüyle konuşuyor!" bunu feryat figan söylemiştim. Ciğerlerim acıyordu bu gerçekle. Eğer Aşkın ağlasaydı, bağırsaydı korkmazdım ama bu hali korkunçtu. Serra abla köşede saçı başı dağılmış ve perişan bir haldeydi. Çağın abi ise ona destek olmaya çalışıyordu. Ben ise ağlamaktan herkesi paniğe sokmuştum. "Son defa konuşsun. Pişmanlıklar kötüdür." Bunu duyduktan sonra koridorun köşesinde öylece kalakaldım. Bir saat boyunca o koridorda oturdum. İçim parçalandı, kalbim sıkıştı düşündükçe. Dehşete düştüm. Sevdiğin birinin ölüsüyle konuşmak mı? Bu çok kötüydü. Bir saatin sonunda Aşkın morgdan çıktı ve yanıma geldi. "Üzülme, o cennete gidecek." bana korktuğum o tebessümünü bırakıp kolumdan tuttu ve kaldırdı. "Bana yaslanabilirsin." ayağa kalktığımda beni tutup kendine yasladı. Az önce bir ölüyü okşadığı eliyle dokundu ve bunun düşüncesi bile tüylerimi diken diken etti. "Aşkın, iyisin değil mi?" ona bakıp ciddi bir surat ifadesine takınmasını bekledim ama öyle değildi. "İyiyim, bu onun için en iyisiydi." kalbim kırılmıştı. Dediği şey gerçek ama gerçekler kırıcıydı. Onun gözünden baktığımda bile bu hareketlerinin bir mantığı yoktu ancak zaten hüzünlerimi, mutluluklarımız hep içgüdü ve duygularımızla alakalıydı. "Ben gerçeği soruyorum, iyi misin?" bana baktığında bir anlık hüznün emaresi gözlerinde belirip geçti. "Kardeşinin ölüsüyle saatlerce konuşmuş biri ne kadar iyiyse o kadar iyiyim." bunu söylerken de eski ruh hali kadar stabildi. "Geçecek diyemem ama alışmak zorundayız." hayattaki bize dayatılan zorlukların en acısıdır bu da işte. "Zorundayım, kuru kalabalığı göreceksin birazdan. Dışarı çıkarken o kalabalığı göreceksin. İyi olmak zorundayım çünkü kötü gününde kimse sana yardım etmek için yanında olmaz Çiçek. Herkes sana acıyan gözlerle bakıp içlerinde vicdan denen egonun farklı bir çalışış biçimini tatmin etmek için oradadırlar." koridorda ilerlerken stabil ses tonu titremeden söyledi bunu. Sessizce yürüdüğümüzde Aşkın'ın dediği şeyde haklı olduğunu gördüm. Dışarıdaki basın meraklı gözlerle bakarken korumalar ve güvenlik şeridi sayesinde arabaya geçebildik. Yine büyük bir sessizlik içinde nereye gittiğimizi, kimin olduğunu bilmediğim bir eve yol aldık. Aşkın'a dokunmadım, hiç temas etmedim. Korkuyordum ondan. İki katlı bir villaya geldiğimizde içeri girdik ve büyük ev kapısının önünde durduk. İndiğimizde evin içine Aşkın hızlıca girdi. Peşinden gittiğimde arkadaki arabadan inen Serra ablagil ve Dante de peşimizden geldi. Aşkın'ı takip ettiğimde mutfağa varmıştık. Arkası dönük, kısa saçları ağarmış bir kadın tezgahta bir şeyler doğruyordu. Aşkın ortadaki masaya oturup kadını bekledi. "Hoş geldin." kadın arkasını dönmeden ağzının içinde bir şeyler geveledi. Aşkın yavaşça sürahiden doldurduğu suyu dudaklarına götürdü. "Kızın öldü. Bugün. Yanına gittin mi?" Aşkın'ın annesiydi bu kadın. "Biliyorum. Gittim." bu ailenin gerçekten acıyla başa çıkma konusunda sorunu vardı. "Ne demek biliyorum?" Aşkın gözlerini kırpıştırıp inanamaz gibi sordu. "Tedaviye götürmedim, zaten çok acı çekiyordu. Böylesi daha iyi." Serra abla bunu duyunca hamileliğin verdiği şeyle olsa gerek kendini bırakmıştı, Çağın abi onu tutarken bayılmıştı. Annesinin iki dudağı arasından saniyeler içinde çıkan bu gerçek inanılmayacak kadar korkunçtu zaten. "Serra!" Çağın abinin yanına gidemedim. O an kimse kıpırdayamadı. Çağın abi ise Serra ablayı uyandırmak için uğraşıyordu. Aşkın güldü, annesinin dediğine güldü. "Anne sen ciddi misin?" inanamaz gibi güldüğünde annesi sonunda doğradığı şeyi bırakıp döndü. İkisinin de bakışlarında daha başlamamış olan bir hesaplaşmanın yarım kalmışlığı vardı. "Evet." "Senin Allah belanı versin!" Aşkın birden büyük bir hızla sinirlenip elindeki bardağı paramparça etti. Elinden damlayan kanlara bakamazken tezgahtaki her şeyi yere indirdi. "Defol git! Senden iğreniyorum!" annesine bağırırken kadın dümdüz duruyordu. Aşkın ise eline ne geçiyorsa yere fırlatıyordu. "Doğruyu yaptım." annesi net bir sesle bunu söyledi. Kendini çoktan hazırlamıştı bu ana anlaşılan. Bir anne nasıl böyle düşünebilirdi? Aşkın ağlarken elindeki ve kolundaki kesikleri umursamadan camların üzerinden yürüyüp annesine ilerledi. "Beni de öldür! Öldür beni!" annesinin elindeki bıçağa bakarken Dante araya girdi. Ben korkudan ağlıyordum, hiçbir şey yapamıyordum. Aşkın'ın bu hali üzülmeme ve parçalanmama sebep oluyordu. "Aşkın dur!" arada çekişme olunca Aşkın'ın eliyle bıçağın keskin tarafını tuttuğunu gördüm. "Bırak!" Aşkın Dante'ye bağırdığında annesi Aşkın'a bir tokat atınca Aşkın bıçağı bırakıp deli gibi ağlamaya başladı. "Bundan sonra beni hayatından sil. Adımı sil!" annesine bunu söyleyip dışarı çıkınca peşinden gittim. Ona yardımcı olamamak canımı çok yakıyordu. Hiçbir yere sığamamak buydu, şu an Aşkın'ın içinde bulunduğu konumdu. "Kardeşim öldü lan benim!" Aşkın hastanedeki sakin halinden eser olmayan şekilde hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. O kadar hıçkırıyordu ki vücüdü titriyordu artık. "Aşkın... Tamam." yanına gittiğimde tuttuğum elinden kan bulaştı elime. Aşkın ise küçük bir çocuk gibi ağlamaya başladı bana sarılıp. Kendini tartamayacak kadar halsiz düşünce onu taşıyamayıp yere oturdum. "Özür dilerim, yanında olamadım. Geç geldim. Seni tüm bu dertlerle yalnız yüzleşmek zorunda bıraktım." ağlarken ağzımdan çıkanlardan dolayı benim bile canım yanmıştı. "Sen bilerek de beni yalnız bıraksan ben sana bir şey diyemem." kısık sesle bunu söylediğinde ağlamam istemesem de artıyordu. Serra abla sanki ruhu bedeninden ayrılmış gibi görünüşüyle yanımıza gelip bize sarıldı. "Geçecek çocuklar." ağlamaktan kısılan sesiyle bize teselli olmaya çalışıyordu. Titreyen elleriyl, elindeki peçeteye Aşkın'ın eline bastırıyordu. "Serra, gel bebeğim." Çağın abi Serra ablayı kaldırıp Dante'ye kaş göz yapınca Dante de Aşkın'ı kaldırdı. "Gidelim, biraz dinlenmeye ihtiyacın var." ben de diğer kolundan onu desteklediğimde bana acı acı gülümsedi. "Bu acının tarifi yokmuş." gözyaşlarının arasından bunu söylediğinde arabaya binmiştik. "Aşkın, asla yalnız kalmayacaksın." en çok korktuğu şey buymuş gibi hissediyordum. "Teşekkür ederim." ona sarıldığımda kucağıma gömülüp ağlamaya devam etti. Ne yapacağımı bilmiyordum, bir şey de yapılamazdı bu durumda zaten. Dante bir telefon görüşmesi gerçekleştirdikten sonra bize baktı. "Biri mi aradı?" ben sorduğumda zaten söylemesi gereken bir şey varmış da Aşkın bu halde olduğu için söyleyememiş gibi döndü. "Gökalp aradı, Aşkın'ın evine geçmiş. Biz de oraya gidiyoruz zaten dedim." "Eve nasıl girmiş ki?" "Gloria'da evin anahtarı var. Ev çoğu zaman boş. Buraya geldiğinde Aşkın pek kullanmadığı için boşa para gitmesin diye orada kalıyor." Kafamı sallayıp daha fazla konuşmadım. Aşkın'ın sesi çıkmayınca ona baktım. Gözlerini yere dikmiş bakıyordu. Onu bu halde görmeye dayanamazken onun yerinde olmak çok kötü bir azap olurdu. "En azından bu dünyada kirlenip gitmedi. Gittiği yer onun canını yakmayacak en azından." bunu söylerken titreyen sesi her ne kadar kabullenmeye çalışsa da kabullenemediğinin göstergesiydi. "Daha fazla acı çekmeyecek artık." bunu dedikten sonra yaptığım şeyin farkına varmıştım. "Annem gibi konuştun. Aslında gerçek bu, biliyorum ama kabullenmek istemiyorum ve kardeşim yaşamak istiyordu. Bana yazıklar olsun ki ben onu yaşatamadım. Kendim bir halt oldum ama bu bir işe yaramadı. Her şeyi bırakıp gitmek istiyorum, kardeşimin yanına gitmek istiyorum." "Elinden geleni yaptın. Olmadı." "İşte ben onu yapmadım. Yapamadım. Belki yaşayacaktı ya da kendimi kandırıyorum ama gerekli tedavi verilmemiş, bakılmamış. Bunu asla bilemeyeceğiz ve ben bunun azabıyla yaşayacağım." konuşurken çenesi titriyordu ve donuktu, benim korkup korkmamam önemli değildi ama ona bir şey olmasını istemiyorum. "Kontrol edemeyeceğimiz şeyler hakkında aşırı düşünmek sadece bize zarar verir. Sen iyi bir abisin, annenin de kendine göre doğruları var ve bu yüzden ikiniz de suçlu aramamalısınız. Özellikle aradığınız suçlu kendinizsiniz ve bunu yapmayı kesmelisiniz." "O pişman olmamıştır. Yine mutfaktan çıkmaz, saatlerce yemek yapar her zamanki gibi." bunu öyle bir nefretle söylemişti ki, onu ilk defa böyle görüyordum. "İşte o da onun acıyla baş etmeye çalışma mekanizması. Bazı insanlar böyledir. Senin kadar üzüldüğünü onun gözlerinde gördüm. Seni de anlıyorum, içinde bulunduğun durum zor ve sen hassas bir insansın. " Konuşmam bittiğinde araba durmuş ve başka bir evin önüne gelmiştik. Muhtemelen Aşkın'ın evi olan bu ev resmen şato yavrusuydu. Bu da paranın mutluluk getirmediğinin en büyük göstergesiydi. Aşağı indiğimizde Aşkın sallanmaya başlayınca Dante onu kolundan tuttu. "Şekerin düşmüştür, hiçbir şey yemedim ve oldukça halsizsin." bir şey demeden durdu, o yüzden Dante eve kadar Aşkın'a eşlik etti. Eve geldiğimizde Aşkın yukarı kattaki bir odaya çıktı ve biz salonda kaldık. Kimse yanına gitmedi, oldukça yalnız kalmak istiyor gibi bir hali vardı, aksi takdirde kıyametleri koparırdı. "Ne yapacağız?" Çağın abi merakla bir çözüm ararken Serra abla morali bozuk bir şekilde köşede oturuyordu. Gökalp ise sessizliğini bozmadan duruyordu. "Acil bir psikoloğa mı ihtiyacı var acaba?" "Yok, hareketleri normal, yani acı çeken bir insanın olması gerektiği gibi ancak o durgun halleri korkutmalı. Hastanede olduğu gibi durgun olunca sonrasında acı birikip daha büyük şeylere sebebiyet verebiliyor." can sıkıntısıyla konuştum. "Tam bir psikolog gibi konuştun." "Çok araştırma yapmıştın bu konuda. Ben sosyoloji okurken başka bir fakülteden arkadaşım psikoloji okuyordu. Onun kitaplarını çok karıştırdım ve onu dinledim. Elbette ki tamamen doğru tavsiyeler veremem yine de." "Şimdi ne yapacağız?" Gökalp sorduğu sorunun sonuna doğru sesi kısılarak konuştu. "Ben Aşkın'ın yanına gideceğim, akşama kadar bir şeyler yedirmeye çalışacağım. Sporcular ne yer bilmiyorum, onun diyet listesine göre bir şeyler bulabilir misiniz? Hep sağlıksız beslendi artık formdan düşecek ve daha kötü olacak psikolojisi." "Yemeğini ben hallederim, bir saate tamam." Çağın abi araya girince kafamla onu onaylayıp yukarı çıktım. Her bir merdiveni adımladığımda çıkan adım seslerim yüksek tavandan dolayı yankı yapıyordu. Hava kararmaya yüz tutmuş halde olduğundan bir kısmı cam olan tavandan sızan o karanlığımsı hava daha ürkünç yapıyordu tüm bu anı. Ahşap kapıları geçerken bir kapının aralık olduğunu gördüm. İçeri girmek için kapıyı biraz daha aralayınca Aşkın masanın başına oturmuş masadaki eşyalara bakıyordu. Kapı ses çıkarmadığından beni fark etmemişti, arkası dönüktü. Odanın duvarlarında bir çocuk tarafından çizildiği belli olan resimler ve boya kalemleri vardı. Bir çocuğun isteyebileceği her şey vardı. Duvarlar rengarenkti. O kadar sessizdim ki Aşkın beni fark etmediği için masada önüne çöküp ağlamaya başladı. Arkasından gidip ona sarıldım. "Tamam, geçecek." ona ne desem boş, ne desem azdı. Teselli edebilecek bir cümlem yoktu. "Geçmiyor. Ben hayatımdaki hangi izini sileyim kardeşimin?" "Silemezsin." Elindeki ufacık bir peluş tavşanla ağlıyordu. Masada da not vardı. Notu aldığımda bozuk bir yazıyla yazılmış notun kime ait olduğunu anladım. "Canım abime. Sen benim hayatımdaki en değerli şeysin, sen benim kahramanımsın. Beni hiç bırakma olur mu? Seni çok seviyorum canım abim. Sen çok iyi bir futbolcusun ve iyi ki benim abimsin. Annem bana arada kızıyor ama sen hiç kızmıyorsun ve benim hayatımı kurtarıyorsun. İğne vururlarken canım acıyor diye bana hep hediye alıyorsun. Ben de sana bu tavşanı aldım. Beğendin mi?" Gözümden bir damla yaş düştü. Aşkın acıdan kıvranır gibi inliyordu ağlarken. Acı bu muydu? Acının boyutu var mıydı da altında eziliyorduk? "Aşkın, gel yaranı saralım-" "Mercan, bırak yarayı; ciğerimi söksen yerinden umurumda olmaz şu an." kalbini tutarak ağlıyordu. Çökmüştü. "Yapma böyle, lütfen." "Herkes benim ne yapmam gerektiğini söylüyor ama kimse benim acımı çekemiyor, kimse acımı alamıyor!" gözlerinde yaş bitmişti ağlamaktan, artık halsiz iniltiler çıkıyordu sadece. Barlas Aşkın Akyol hayatındaki en büyük şeyi kaybetmişti.
|
0% |