Yeni Üyelik
27.
Bölüm

45+27- Aşk kırıntıları

@hestiamy

 

Kapı çaldığında aşağı inmekte ne kadar çekimser kalsam da Aşkın gelmiştir düşüncesiyle kendimi zihinsel bir korumaya alarak ilerledim. Ev terliklerim sayesinde daha sessiz ilerlerken kapı kulpuna elimi attım ve açtım.

"Ben geldim!" Aşkın, elinde poşetleri havaya kaldırmış sallıyordu.

"Bunlar ne aşkım?" poşetler kalın olduğu için içi görünmüyordu.

"Bugün biraz daha fazla spor yaptığım için bize ufak bir ödül hazırlayacağım." anlaşılan bol kalorili bir şeydi.

"Cinnamon rolls diye bir şey varmış, efsane bir görüntüsü var. Onu yapalım diye malzeme aldım." içeri girip poşetleri mutfağa taşırken konuşuyordu.

"O ne bilmiyorum ama tarçınlıysa güzeldir. Bu arada Gloria'nın evine ne zaman gideceğiz?"

"Akşamın ilerleyen saatlerinde herkes toplanacak. Biz de o zaman sekiz gibi falan gideriz."

"Anladım. Şimdi tarifi nasıl yapacağımızı anlat."

"Bilmiyorum." tatlı bir şekilde tek kelimeden oluşan bu cümleyi söyleyince ona bakakalmıştım.

"Nasıl yapacağız?"

"Tariften bakarak yapmaya çalışacağız." bu dediğine bence ikimiz de inanmıyorduk.

"Aşkım biz tarifi bırak, bildiğimiz şeyi bile zor yapıyoruz." bunu dalga geçer gibi söylediğimde Aşkın göz devirdi.

"Sen bana bırak. O iş bende." elindeki poşetleri tezgaha boşaltıp sütü ve gerekli diğer eşyaları ortadaki tezgaha koyup açtı.

"Sütü benim için ılıtır mısın?" elindeki süt paketini bana uzatınca ben de sütü alıp çekmecedeki cezveyi aldım ve ocağa koydum. O ise aşağıdaki dolaptan yoğurma kabı alıp içine bir şeyler döktü ve başka bir kapta tarçınla şekeri karıştırdı.

"Süt hazır, başka ne yapabilirim?"

"Bir şarkı açabilirsin."

"Peki, ben mi seçeyim."

"Evet." eline bulaşan hamurla uğraşırken oldukça meşgul görünüyordu.

"Peki, bir fikrim var."

Teoman'dan bir müzik açtığımda ikimiz de bu şarkıya eşlik ediyorduk. O bir şeylerle uğraşırken ben ise oturduğum mutfak masasında elimi çeneme dayamış onu izliyordum. Ben bu ruha aşıktım, onu her şeyden çok seviyordum cidden. Yalan yoktu daha fazla, daha fazla olumsuzluk yoktu artık.

Elbette ki Aşkın'ın köşelerde ağladığını görüyordum ama bu da geçecekti. Daha fazla acıtmayacaktı hiçbir şey bizi.

Yürürüm ipte, ağım yokken hem de, kopkoyu içim

İnan çok çalıştım, bu kalpsiz dünyayı sevebilmek için

Neyim var ki? sanki senden başka, hadi son bi' kez

Ceplerini yokla aşk kırıntıları kalmış, olmalı biraz

Aşk kırıntısıyla doymaktansa

Tek başıma aç kalırım bu hayatta

Paylaşacak bir şey artık yoksa

Bi' erkekle, bir kadın arasında...

Ortam iyice tuhaf bir hal alırken ben yavaştan Aşkın hakkında hayallere dalıyordum sanırsam.

"Neye bakıyorsun öyle dikkatli dikkatli?" onu izlediğimi anlamıştı. Bunun beni utandırması gerekirken gülmüştüm.

"Sana." gerçekten, mesleği gereği olsa gerek ilk defa dikkatli süzdüğümde vücudunun taş gibi olduğunu çok rahat söyleyebilirdim. Başkalarının da benim gördüğümü görerek aşk dolu yorumlar yazması bir anlığına beni amansız bir kıskançlığa sürüklemişti. Biraz daha kıskançlaşırsam mağaramda oturup Aşkın'ın maç sonu başkalarına forma vermek için üzerini çıkarmasına engel olmaya çalışacaktım.

Bir anlık aklıma gelenle duraksayıp moralimin düşmesine izin verdim. Çantamdan çıkan kurşun ne olacaktı? Bu hafta bir seyahat yapacakken çantamdan kurşun çıkması hiç iyi olmamıştı. Beni umursamasam da Aşkın'a bir şey olursa kendimi affedemezdim ve şu an bu olaya engel olacak hiç gücüm yoktu. Kim olduğunu bilmiyordum ve yapan kşinin beni tehdit etme gibi bir havada değil de haber verme havasında olduğunu düşünmeye başlamıştım.

"Aşkım, Çiçek!" Aşkın'ın bana seslendiğini anlamam biraz uzun sürünce ürkerek ona döndüm.

"Efendim aşkım." ona belli etmeden sahte mutluluk gülüşlerimden birinin attım ona. Bu saatten sonra ne olacaksa olsun, engel olamıyorum.

"Bir de ben şarkı açayım." hamuru yoğurma bitirmiş ve elini yıkamıştı.

"Hadi, bir de senin açtığın şarkıyı dinleyelim."

"Efsane bir şey." laptopun oynat tuşuna bastığında çıkan şarkıyı, daha doğrusu besteyi biliyordum. Maçtan sonra duymuştum. Aşkın'dan beklenilen hareket de buydu. O yüzden beste açmasına şaşırmamıştım.

Ben böyle yürek görmedim böyle sevgi.

Şimdi efsane büyümekte gün be gün.

Bütün dünya üstüme gelse ne fark eder.

Senin için ölmeye değer fener...

Bir an Aşkın söylemeye başlayınca ben de kendimi kaptırmış ve söylemeye başlamıştım. Bu çocuk beni futboldan anlamayan birinden has Fenerbahçeliye dönüştürmüştü.

"Helal aşkıma!" sonunda Aşkın dayanamayıp içinden Barlas Aşkın Akyol tarafını çıkartarak bana sarıldı ve beni öptü.

"Ben Fenerbahçeli olmasam da beni sever miydin?"

"Aşkım sen zaten seni tanıdığımda Fenerbahçeli değildin ki." Aşkın bunu söylediğinde sorduğum sorunun saçmalığını anladım.

"Ben ne olursam olayım sevilesi bir insanım" saçlarımı savurur gibi yapıp gülerken aslında hep bunun tersini düşündüğüm fark ettim.

"Evet. Sen dünyanın en güzel kızısın." ona baktığımda gözlerinde bunu gerçekten söylediğini gösteren emareleri görüyordum. Gerçekten bazı insanlar içi bazı hisler gereksiz fazlalıkta anlamlıdır, benim için de bu çok anlamlıydı.

"Teşekkür ederim. Ben ne diyeceğimi bilemiyorum. Cidden." derin bir sessizlik olmasıyla Aşkın ufak bir gülücük atmıştı.

"Senin programın ne zamana?"

"Çok yakında. Biletler tükenmiş ama seni yerin hazır."

"Seni orada çok merak ediyorum. Büyük bir organizasyon olacakmış. Bizimkiler hep gideceklerini söylüyordu. Sadece bizim takımdan değil, milli takımdan tanıdığım diğer takım arkadaşlarım da."

"Ay, heyecandan ölüyorum. Nereden çıktı bu iş başıma?" yanaklarıma sıcak bastığı için ellerimle yanaklarımı serinletmeye çalıştım.

"Başkan, o videoyu çekmeyecektin. Sosyal medyayı saçma buldun belki ama bazen hayatını böyle değiştirebiliyor."

"Doğru. Yanlışlıkla oldu normalde olmazdı da... Neyse zaten istediğim bir işti, babam da öğrendi ve artık serbestim."

"Anladım. Yanına oturayım hamur mayalanana kadar."

Yanıma gelip oturdu ve bana sarıldı. Saçlarımı okşadı.

"Sen biraz stresli görünüyorsun. Bir şey mi oldu?"

"Bilmiyorum. Yoruldum galiba." omuzlarım düştüğünde kendimi teslim etmiştim. O ise saçlarımı karıştırmaya devam ediyordu.

"Neden peki?"

"Aşkın, dürüst olayım ben hayatımda hiç iki üç tanıdığından fazla tanıdığı olan insanlarla ilişkide bulunmadım. Sen ise farklısın, sen hayatımın geri kalanını geçireceğimden emin olduğum kişisin ve tanınan biri olman beni yordu. Bu seninle alakalı değil sadece her şey böyleyken daha hızlı gelişiyor. Sen de kötü zamanlar geçiriyorsun ve binlerce kişi üzerine varıyor. Bu yüzden ikimizin de toparlanması zor oluyor. Ben buna varım, senin için her şeyi yaparım ama şimdi de ben beklemediğim bir şekilde açıldım, iş teklifi bile geldi. Garip ve karışığım. İnsan içinde yaşamak zorundayız. Bilemiyorum, tüm bunlar çok hızlı yaşandı ve ne düşüneceğimi dahi bilmiyorum. Korkuyorum."

"Korkuyor musun? Neyden?" lafı dolandırıyordum, bu da korkma nedenlerim arasındaydı ama çantamdan çıkan kurşunu bilemezdi.

"Senin gitmek üzere olduğum suikaste benzer bir şekilde ölmekten." bunu dediğim an Aşkın'ın suratı soldu ve yüzü düştü.

"Yok, olmaz aşkım. Öyle bir şey olmaz." bana sıkıca sarılıp teselli etmek ister gibi okşadı beni. Kendini de inandırmak istiyordu aslında. Bunun olma olasılığı vardı.

Ben aslında böyle bir şey deseler güler ve dalga geçerdim ama karşı karşıya kaldığım durumun tüm okları beni gösteriyordu.

"Olmaz tabi, benim kafada kurmalarım hepsi. Boş yere seni de korkutuyorum." hafif bir gülümseme ile durumu geçiştirmeye çalıştım lakin içten içe deli gibi korkuyordum.

Aşkın işin ciddiyetinin farkındaydı ancak bunu bana çaktırmamak adına ses edemiyordu, sanki bir şeyler sezmişti. ayağa kalkıp tezgahın başına geçti ve hiçbir şey demeden Hamuru tezgaha koydu. Ben de masadaki dikdörtgen kutunun paketini yeni açtım ve masadaki çakmakla yaktım. Evin duman kokmasını gram umursamayarak yaptım bunu. Parmağımın arasına aldığım sigaradan derin bir nefes çektim ve gözlerimi kapattım. Sanırsam bu zehirimsi tat ciğerlerimdeyken hayal kuramıyordum, ya da güzel hayaller kuramıyordum.

Ne derseniz deyin, belki abartı bir tepkidir bu sizin için ama ben kendimi bir yere sıkışmış ve ecelimi bekliyormuş gibi hissediyorum.

Bu tüm savaştığım şeyler ve duygularımdan yola çıkarak aşkın sadece kendiniz için yaşamak olmadığını söyleyebilirim.

Aşk, sahasında oynanması gereken bir ömürdür.

"Eğer sana bir şey olacak olursa korurum, bir şeyden rahatsız olursan o şeye karşı sonuna kadar savaşırım. Elimden geleni yaparım. Uzaktan belki her imkanım var gibi görünüyor ama en büyük çaresizlikler yaşanabiliyor bu yerde. Elim kolum bağlı, ne yapsam başkaları yönetiyor, hadi onu geçtim ben söz dinlemeyen bir çocuk oldum her zaman ama en çok zoruma giden şey diğer çiftler gibi bir mutluluk yaşatamayacağım sana. Bazen mutsuzluğun dibine vuracağız, bazen de çok mutlu olacağız ama asla onların hissettiği hisleri bilemeyeceksin belki de. Belki uzun süreler yanında olamayacağım, bunu istemeyebilirsin. En doğal hakkın, ileride diğer arkadaşlarını görüp onların eşi gibi olmamı dileyeceksin, belki de yapmak istediğin çoğu şeyden mahrum kalacaksın. Benim bunu deme sebebim sen mutsuzsun, farkındayım ve buna karşı bir şey yapamıyorum. Beklentinin altında kalacak bir ilişki içine girmiş olabilirsin. Bunu duygu sömürüsü olsun diye de anlatmadım. Mercan, ben seninle ciddi düşünüyorum ve senin bunu isteyip istemeyeceğini de bilmiyorum."

Bunu duyduğumda tüylerim ürperdi. Ciddi düşünüyordum, korkuyordum bunu seslice dile getirmeye korktuğum gibi.

"Ben, bilmiyorum ki. Yani amacım seninle takılıp geçmek değil, asla ama evlilik ciddi bir şey. Bilemiyorum. Ben seninle her türlü zorluğa varım, orası ayrı ama evlenmeye hazır mıyız ve bunu kaldırabilecek miyiz?"

"Denemeden bilemeyiz. Zaten pat diye evlenecek halimiz yok, ben seni beklerim. Bir de baban istemede sıkıntı çıkarmazsa..." bunu söylerken duraksayıp bana döndü.

"Umarım çıkarmaz. Babamın sağı solu belli olmuyor ki."

"Silahı çıkarıp vursa şaşırmam yani." aramızda buna gülerken cidden babamın öyle bir şey yapabileceğini düşündüğümüzü fark ettik.

"Belki babamla aynı anda evlenirim. O da biriyle evlenecekmiş." bunu babama karşı olan kırgınlığımı anlatmak ister gibi iğneleyici bir tavırda söyledim ve masadaki küllüğe sigaramı bastırıp söndürdüğüm gibi içine attım.

"Bir daha içme. Zarar veriyorsun."

"Ben kendimi sevmiyorum ki."

"Beni seviyor musun?"

"O nasıl söz? Hem de çok seviyorum."

"O zaman benim için kendini sev." gözlerine baktığımda benim sonum bu gözler olacaktı. Anlamıştım, o bana öl dese ben kendimi gömerdim.

"Deneyeceğim. Senin için." hamur parçalarını tepsiye yerleştirdikten sonra gelip beni alnımdan öptü.

"Aşkın, bu arada bir şey soracağım." ellerini yıkarken su sesinin arasında az duyulan sesimi anlamıştı.

"Sor çiçeğim."

"Yuthiel ve Kiraz'ın arası neden kötü?" ellerini kurularken duraksadı. Cidden şaibeli bir konuydu.

"Kiraz yüzünden. Kiraz'ın babası yabancı bir takımın başkanı olacak kadar zengin bir adam. İlk başlarda aşık olmuşlardı ama sonra Kiraz'ın takıntılı olduğunu ondan uzaklaşmaya çalıştıkça anladı Yuthiel. Şu an futbol hayatı o kız yüzünden bitebilir. Bu da aramızda kalacak çünkü sadece ben biliyorum."

"Bu normal değil. Sen bir şey yapamaz mısın?"

"Yaparım da, ikimizin kafamıza sıkma ihtimalleri de var çünkü babası mafyalık da yapıyor."

"Bu ünlülerin işleri de ne karışık ya, dizi gibi." isyan eder gibi söylendiğimde Aşkın çömelip ellerini yüzüne dayadı.

"İyi misin?" yanına gidip onu kaldırdığımda hafifçe titriyordu.

"Arada oluyor. Biraz dinlenmem lazım."

"Tamam, içeri odaya gidelim, dinlen orada." titreyen vücudunu tutup alt kattaki yatak odasına götürdüm ve yatırdım. Pencereden sızan sokak ışığı Aşkın'ın gözlerini kısmasına neden oluyordu.

"Perdeyi örter misin?"

"Tamam." perdeyi örtüp karanlıkta tek parlayan şeyle yolumu buldum. Gözlerini izleyip yatağa yattım ve saçlarını okşadım.

"İyi olacaksın. Sadece biraz sabretmek gerek." saçlarını okşarken gözlerimi kapattım. Zaten karanlıkta başka bir şey göremezken onun parlayan gözlerindeki acıyı izleyemezdim.

"Biraz zamana ihtiyacım var, sadece biraz." titreyen çenesiyle konuştu. Sakinleşmeye çalıştığı soluklarının arasında benim soluklarım kesiliyordu.

Büyük bir tutkuyla başlayan hikayeler büyük acılar çekmek zorunda mıdır? Mutlu olamaz mıyız? Oysaki Barlas Aşkın Akyol mutlu olması gerekecek kadar saf ve temizdi. Sırf bunun için bile mutlu bir sonu hak ediyordu. Biz mutlu olmayı hak ediyorduk. Kendi elleriyle kendine bu kötülüğü yaptığı düşünülse de kimsenin ahı yok muydu devirdiği şişelerin dibinde. Ben Mercan Yalçınkaya, yirmi üç yıllık hayatımda ikinci kez yıkılıyordum. Barlas Aşkın Akyol ise hayatının bitiş çizgisine doğru koşuyor gibiydi. Bu beni korkutuyordu. Birbirimizin gölgeleri buluşmadan nasıl gülerdik bir daha? Eğer dünyayı yakmam gerekirse ben bunu bu adam için yapacaktım. Karşı gelecek, direnecek ve yıkacaktım.

"Yağmurları hiç sevmiyorum." Aşkın dışarıda yağan yağmurun sesini duymuştu.

"Neden?"

"Kimsesiz bıraktı yağmur beni. Hep." derin bir nefes alıp titredi.

"Babam yağmurlu bir günde bıraktı beni. Yağmurlu bir günde en iyi arkadaşımı kaybettim. Sen beni o yağmura bıraktığın gün... Her şey bitti sandım bu sefer."

"Bitmedi, hiçbir şey bitmedi ve bitmeyecek. Ben seni bırakamam. Özür dilerim, bunu yaptığım için özür dilerim Aşkın." ona sarılıp kokladığımda yaptığımın bedelini ödemeyi istedim. Ben nasıl bir kötülük yapmıştım ona böyle?

"Özür dileme. Ben iyiyim, cidden. Gidebiliriz hatta."

"Biraz uyuyalım gideriz. Yarım saat bize bir şey kaybettirmez." onun saçlarını okşamaya devam ederken o kafasını salladı ve iyice bana sokuldu. Biraz uyursa daha iyi olur diye düşünürken o hemen uykuya dalmış olmalıydı ki nefes alış verişleri seyrekleşmişti. Karanlıktı. Onu izleyemiyorum ama hüznün gölgesi karanlığa bile düşüyordu, öyle bir acıydı bu. Ben de gözyaşlarımın dökülmemesi için gözlerimi kapattım ve biraz gözlerimi dinlendirmek üzere hafif bir uykuya daldım.

...

"Çiçek, hadi kalk artık." alnıma kondurulan buse ile uyandığımda ağır bir uykuya dalanın Aşkın değil de ben olduğunu anlamıştım.

"İçim geçmiş." yatakta gerinirken açılan lambayla Aşkın'ın gülen suratını görmüştüm.

"Biraz için geçmiş aşkım, uykun da hiç ağır değilmiş." Aşkın dalga geçerken ben de buna gülmüştüm. Normalde bu kadar ağır uyumazdım ben.

"Hadi kalkalım, biraz uykum açılsın da gidelim. Bu arada tatlıyı ne yaptın?"

"Şey, dayanamadım yedim ben onu. Ama sana da bıraktım."

"Bana da bıraktın derken? O tatlı bir tepsiydi." göbeğine baktığımda hâlâ dümdüz olmasına karşın neresine yediğini merak etmiştim.

"Zaten tepsi küçüktü. Bir de akşam spora gideceğim. Söz." bu aralar moralinin bozuk olması bu kadar tatlıya düşkün olmasını gerektirir miydi bilmiyorum ama ses etmeyecektim.

"Tamam tamam. Bir daha yapma sonra sürekli yemek istersin falan. Olmaz."

"İstemem, benim asıl tatlım burada çünkü." beni boynumdan öptüğünde gülümsedim.

"Her tatlı sürekli yenmez." ben geri çekilince yatağa doğru eğilmiş oldum, aynı şekilde oyunu devam ettiren Aşkın da. Elini yatağa dayadığında ona güldüm. Her an ona karşı bir yenilgiye kapılabilirdim çünkü.

"Tamam, bugünlük bu kadar o zaman." sırıtarak geri kalktığında benimle oynadığının farkındaydım.

"Bence de." gülümseyerek kalktığımda onu odada bırakarak odadan çıktım. Artık hazırlanmam gerektiğini de ilerleyen saatten anladım.

Yüzümü yıkamak için kullandığım tokayı yattığım odada unuttuğumu fark edince odaya geri döndüm ancak kafasını ellerinin arasını almış Aşkın'ı görünce hazırlanmaktan vazgeçtim.

"Aşkın, bebeğim?" yanına gittiğimde kafasını kaldırdı, beyazlamıştı. İyi olmadığı belliydi, bundan dolayı plan kafamda saniyeler içinde iptal olmuştu.

"İyiyim, iyiyim." kalkmaya çalışınca onu geri oturttum.

"İyi değilsin ve hiçbir yere gitmiyoruz."

"Seni alıkoyuyorum-"

"Aşkın, bitti. Gitmiyoruz dedim ve beni bir şeyden alıkoyduğun da yok. Şimdi yat yatağa ve dinlen. Ben de Gloria'yı arayacağım." bana büyük bir hüzünle bakıyordu.

"Özür dilerim."

"Dileme, özür dileme. Çünkü özür dilenecek bir şey yok." ona gülümsemeye çalıştım, bir şeyleri gizleyip ona kendini iyi hissettirmek zorundaydım. Ben onun için canımı bile verirdim ama o böyle küçük bir şey için bile özür diliyordu. Bu beni kırk yerimden bıçaklıyordu.

Aşk bağımlılıkların en kötüsüydü.

Odadan çıkıp ılık bir su koyarken telefondan Gloria'yı aradım.

"Alo?"

"Nasılsın kuzum?" kuzum kelimesi hiç benlik olmasa da herkes gibi görünmek için kullandığım bir kelimeydi. Günümüz insanları sadece sözlere inanıyordu içtenlik için. Oysaki en samimiyetsiz insanlar ağzından en çabuk iltifat çıkaranlardı.

"İyiyim, sen nasılsın bebeğim? Gelecek misiniz?"

"Ben de onun için aramıştım. Aşkın biraz rahatsız da, biz gelemeyeceğiz." bunu söylerken sesim biraz daha kısılmış ve kalın bir tona bürünmüştü.

"Anladım, ciddi bir şeyi var mı?"

"Yok yok, söylemesi benden değil ama biraz yemeği fazla kaçırdı galiba, midesini bozmuş olabilir." telefonun ucunda, uydurduğum yalana gülen Gloria'ya katılmak için ben de güldüm çünkü en iyi yalan kendini de inandırdığın yalandı.

"Anladım, geçmiş olsun o zaman. Şimdi Serra ablagil geldi ben kapatıyorum. En kısa sürede görüşelim ama tamam mı?"

"Tamam bir tanem, hadi görüşürüz."

"Görüşürüz." telefon kapandığında tezgahtaki ılık suyu alıp Aşkın'ın yanına gittim.

"Eğer daha iyi hissettirecekse bunu içebilirsin." suyu uzattığımda elimden alıp birkaç yudum aldı ve gözlerini dinlendirdi. Bir müddet öyle durduktan sonra gözlerini açtığında benden bir şey isteyecekmiş gibi bana baktı.

"Dışarı çıkalım mı?" benden bulunduğu ilginç isteğe karşı bir sonraki hamlesini tahmin etmeye çalıştım ama bilemedim.

"Çıkalım ama neden?"

"Çünkü en azından bugünlük o sokaktaki çocukları kurtarmak istiyorum. Bu yağmurda ıslanmamalarını istiyorum."

Aşkın ne istiyordu ki? Biraz mutluluk, sıradan bir hayat ya da dünya barışı? Herkes böyle şeyler isterdi ama hepimizin bu aşırı barışçıl istekleri sözde kalırdı. Hangimiz savaşları durdurabilirdi, hangimiz devamlı mutlu olabilirdik, sokakta üzülerek izlediğimiz çocukları kim o hayattan çekip alabilirdi? O çocuklar, iflah olmaz gözüyle bakılan, hırsız damgası vurulan çocuklar da biliyordu bu hayata mahkum olduklarını ve yaşamaya çalıştılar. Bir çocuk hırsızlığın ne olduğunu bilmezdi yoksa. Onlar zorunda kaldılar. Ne kadar inkar edilse de ailen senin kaderindir, çocukları aileler yönetir. Başka çare bırakmazlar. Kimse de engel olamaz buna. Bunu kafanızda kurun, inkar edin ama şu an içinde bulunduğunuz dünyanın penceresinden bakın bakalım o çocukların hepsini kurtarabilir misiniz? Bu da bir savaştı ve biz bu savaşı çoktan kaybetmiştik, o çocuklar hayallerini bir sıcak yemeğe satmıştı.

"Tamam. Yapalım." ona gülümseyip başımla onayladım. Ben artık evinde oturup haberlerde gördüğüm insanlara acımak yerine onların elinden tutmak istiyordum. Kendi ütopyamdan çıkıp asıl hayatı görmek istiyordum. Bencillik olduğunu biliyorum ama ben belki de günahlarımın kefaretini istiyordum ve bunu bir günah çıkarma olarak düşünüyordum.

Hava soğuk olduğu için odama gidip siyah bir eşofman ve siyah bir sweat giyip şapkamı kafama geçirdim ve dolaptan aldığım başka bir sweatle aşağı indim.

"Al, bunu giyin. hava soğuk olacak." tişörtünün üzerine giydiği sweati eteklerinden çekiştirerek düzeltti ve beraber evden çıktık.

"İlk başta markete gidelim, bir şeyler alırız." arabaya bindiğimizde başımı onaylar biçimde salladım ve Aşkın arabayı hangisi olduğunu bilmediğim markete doğru sürdü.

"Aklına nereden geldi bu?"

"Çocuklar hep benim aklıma gelir, elimden geleni yapmaya çalışsam da yağmurlu havalarda özellikle aklıma gelirler. Daha önce hep tek başıma yapmıştım bunu. Sevgilim varken de yalnız yapardım çünkü o sevmezdi böyle şeyleri. Çamura batmayı, üşümeyi ya da ıslanmayı sevmezdi. O yüzden ona hep üzüldüm, hayattan hep geri kaldı çünkü yaşamayı bilmiyordu ve bir gün yaşlandığında yaşanmışlıklarına baktığında o da pişman olacaktı."

"İnsanların çoğu sevmez böyle şeyleri aslında. Dört duvar arasında kalmayı konfor sanıyorlardı ama zihin hapishanelerinin içinde hep diken içindeydiler."

Markete geldiğimizde araba durdu ve indik. Yağmurun paçalarımın arasından sızmaya çalışmasıyla beraber beni ıslatmasına izin verirken Aşkın ile olan görüntümüzü market camlarından yansımayla gördüm. Çok komikti. Benim paçalarım çorabımın içine koyulmuş ve kafama çekilmiş şapkam iki ipinden tutulup sıkıştırılmış bir vaziyetteydi. Aşkın ise altındaki antrenman eşofmanı ve üzerindeki sweatle aşırı uyumsuz ve komik duruyordu. Bir an bu halimize kahkahayla güldüm.

"Ne oldu?"

"Yansımamıza baksana, çok komik ve uyumsuz."

"Umarım kimse bizi bu halde tanımaz." aramızda gülüşürken markete girdik ve ikimiz de birer market arabası alıp sürmeye başladık.

Şansımıza Fenerbahçe formalı bir vatandaş önümüzden geçiyordu ama ben değil Aşkın'ı tanıyacağı için pis pis sırıtıyordum.

"Aşkın abi?"

"Abim?" Aşkın tipine çeki düzen verirken ben sessizce gülmeye çalışıyor ve balık gibi çırpınıyordum ki sıra bana da gelmişti.

"Abla?"

"Ablam?"

"Fotoğraf çekinebilir miyiz?"

"Olur, ben çekeyim fotoğrafınızı."

"Öyle olur mu Çiçek, hep beraber çekinmek istiyor. Sen de gel." pislik. Sırıtarak beni çağırırken ben bozuntuya vermemek için yanlarına geliyordum ama gülmemi tutamadan patlayınca çocuk da güldü.

"Özür dilerim ama çok komik olduğu için gülmemi tutamadım. Bizim tipler malum." çocuğa açıklama yaparken üçümüz de gülüyorduk.

"Benim için unutulmaz bir fotoğraf olacak sanırsam."

"Bizim için de."

Gülmemizi durdurup fotoğrafın çekinebildiğimizde fotoğrafın absürt göründüğünün farkındaydık ama yapacak bir şey de yoktu.

"Teşekkür ederim. Bir de formayı imzalasan süper olur abi." çocuk Aşkın'a o kadar aşkla bakıyordu ki sevgilimi bir erkekten kıskanmıştım. Ben deli miydim?

"Kalem bulmamız lazım. Bakalım şuralarda vardır." Aşkın kalem ararken çocuk da heyecanla kalem arıyordu.

"Burada var." tam arkamda kalem görünce aldım ve Aşkın'a uzattım.

"Bu ayın kirası çıktı abi." çocuğun yaptığı espriye gülmüştük. Cidden neşeli ve enerjik bir insandı.

"Tamamdır." Aşkın'ın attığı imza sonrası çocuk bize döndü.

"İkinize de çok teşekkürler, umarım tekrar görüşmek nasip olur."

"İnşallah, görüşürüz."

"Görüşürüz kardeşim." çocuk gözden kaybolduğunda alışverişe başladık.

"Ne alalım?"

"Ne istiyorsan al." Aşkın umursamazca reyonda ne varsa market arabasının içine atıyordu.

"Çocuklar neyi sever ki? Abur cubur falan alalım çokca." Aşkın başını sallayıp cips paketlerini arabanın içine dolduruyordu.

Ben de çocukların sevebileceği şeyler alırken Aşkın köşede bulduğu koca ayıcığı sırtlamıştı.

"Aşkın bu ne?"

"Sana." ayıcıkla bana el sallarken güldüm.

"Biz bunları alıyoruz da o çocuklara nasıl ulaştıracağız? Nerede bulacağız bu çocukları?"

"O iş bende, sen alışverişine bak sadece." yanağımdan makas almasıyla onu öptüm ve alışverişe devam ettim.

Arabalar artık daha fazla eşya almadığında durmamız gerektiğine karar verdik.

Buradan sonra da yandaki mağazadan ne kadar mont varsa satın almıştık.

Bir mahalleye vardığımızda oldukça karanlık, sadece kırık bir sokak lambasının altında birkaç çocuğun oturup sohbet ettiklerini gördüm. Yanan ateşin harı gitmiş geriye sadece közleri duruyordu. Bu çocukların hepsi o ışıklardan görüp camımızı kapattığımız o çocuklardı. Görmezden gelinip belki de küfür edilen o çocuklardı bunlar.

"Biz daha fazlasına müdahale etmeyeceğiz."

"Nasıl yani?"

Ben anlamsızca bakarken Aşkın elindeki zarfı ve poşetleri bize doğru gelen çocuğa uzattı. Daha fazla ilerleyemediğimizden poşetleri tek başına taşıyacaktı belki de o çocuk, ama gayet mutlu görünüyordu.

"Sağ ol abi, bizi hiç unutmuyorsun. Sayende okulu bu sene bitireceğim."

"Aferin aslanım. Spor işi nasıl gidiyor?" çocuğun saçını okşadığında gözlerim dolmuştu. Dıştan izlenimine göre hiç böyle biri gibi görünmüyordu.

"İyi, senin sayende o da iyi gidiyor. Bu aralar antrenman yapmadığımız için bilmiyorsun ama bana iyi oynamaya başladığımı söylediler. Birinci lig takımlarından teklif geldi."

"İyi değerlendir bu şansı, gerektiği zaman beni ara iyi bir seçim yapalım ki kariyerin sağlam olsun."

"Tamamdır. Bu arada tanışamadık, ben Can. Siz de Mercan olmalısınız."

"Evet, tanıştığıma memnun oldum Can." çocuk kafasıyla onayladıktan sonra kafasını eğdi.

"Şimdilik bize müsaade o zaman. Ne zaman istersen ara kardeşim." Aşkın çocuğa sarılıp veda ederken çocuk Aşkın'a sarılmıştı.

"Görüşürüz abi, kendine iyi bak."

"Görüşürüz canım."

Barlas Aşkın Akyol her zaman düşündüğümden daha fazlasıydı. Daha derin bir adamdı, anlatılacak çok hikayesi vardı. O iyilikti ve ben ona aşıktım. Ben her iyiliğin içinde bulunan kötülüktüm.

 

 

Loading...
0%