@hestiamy
|
Uçağın içinde pijamalarımla duruyordum. Benim için konfor önemli olduğundan hemen üzerimi değiştirmiştim. Aşkın daha normal bir eşofman takımıyla duruyordu. Neymiş, beyefendinin fotoğrafı basına çıkarsa öyle çıkmasınmış. "Çirkin çık ya, çirkin çık başkaları sana kocam demesin ya." hafiften kıskandığım için bu Aşkın'ın hoşuna gidiyordu, fark etmiştim ama çaktırmıyorum. "Ben pijamalarla da insanların öveceği kadar yakışıklıyım ama kimse benim için bir sen değil. Kıskançlığa lüzum yok." beni alnımdan öptüğünde ona yaslandım. "Böyle yaşlanır mıyız? İkimiz birbirimizi severken. Sen hep yanımda, ben hep yanında." "Ben seninle yaşlanmam. Hep böyle kalalım, genç kalalım." tek elimle onun kolunu sardığımda mutlu olduğunu düşünüyordum. Kardeşi gitmek zorunda kalıp onu elzem bir ayrılığa düşürmüştü ve kalan son kişi olarak ben yanında kalmaya çalışacaktım son nefesime kadar. "Haykıracak nefesim, kalmasa bile..." şarkı mırıldanırken o da devamını getirdi. "Ellerim uzanır olduğun yere..." "Gözlerim görmese ben bulurum yine..." "Kalbim durmuşsa inan çarpar seninle." "Çarpar mı cidden?" elimi eline aldığında gözlerinin içine baktım. "Evet." "Sen hiç gitme, kalbin benimle olsun hep. Gölgen beni takip etsin, sana sarıldığım zaman hissettiğim o anı yaşayayım hep." saçlarımı koklayıp okşadı ve öptü. Ben bu adama aşık olmaktan bir an bile pişman olmamıştım, olamazdım. "Sırılsıklam aşığım sana be adam." "Ben de sana aşığım be Çiçek." bana gülümsediğinde dünyalar benim olmuştu. Bu adamı ne kadar sevdiğimi bilemezsiniz, hani ilkbaharın başlangıcında o soğuk hava kırılır ve ılık hava araya girer ya, sonra alırsınız elinize bir çiçeği koklarsınız. Oh dersiniz, kendinizi o çocukluğunuzda oturduğunuz çekyatın üzerinde anneannenizle bulursunuz. Dışarı çıkıp oynardınız havanın ısındığının mutluluğuyla. İşte o tatlı heyecandı onun bana aşık olduğumu hissettirdiği her an. Kafamı yasladığımda bunları düşünüyordum. Belki uyku uyanıklık hali bir düşünceydi ama gerçekti. "Ha, Mercan sana bir şey soracağım hep unutuyorum." ses tonu değişmişti, huzursuz olmuştum. "Ne soracaksın?" "Senin çantanı düşürmüştüm de, içinden mermi çıktı. Senin silahın mı var? Silahın olduğunu sanmıyordum." bir an anladığını düşündüm, tüm bunları anlamıştı. Ve ben ne yapacağımı bilmiyordum. Ona yalan söylemek istemiyordum. "Bunu sonra konuşalım mı? Şimdi değil." "Eğer bir şey varsa-" "Aşkın, lütfen." "Peki, tamam. Sen ne zaman istersen. Ben her zaman yanındayım. Eğer sen söylemezsen ben öğreneceğim Mercan." "Teşekkür ederim. Sıkıntılık bir durum yok." gözlerim yaşardığından ona sırtımı dönüp uyudum. Uyumadım ama görmemem gereken her şeyi gördüm aslında, ve bunlar rüya gibiydi. Ben ölmek istemiyordum. Daha gençtim, ölümün yaşa bakmamasına rağmen gençtim. Belki de tam mutlu bir hayat bulmuşken gitmek istemiyordum. Ben Aşkın'dan gitmek istemiyordum. Annemi kaybettiğimi fark ettiğim yaşlar gibi kokuyordu ortam. Annenizi kaybettiğinizi annenizin olması gerektiği, herkesin bir annesi olduğunu gördüğünüzde anlardınız mesela. Bana öyle olmuştu. Artık bazı şeyleri kendim halletmem gerekti, öyle kokuyordu ortam. Annem geri gelemezdi, dinleyemezdi beni ama Aşkın'a anlatsam her şeyi o bana canını bile verirdi. ... Uykuya dalmaya çalışmam bir süre sonra başarılı olmuştu ama ne kadar kabus varsa görmüştüm. Kendi ölümümü görmüştüm. Kendimi, kendi düğünümde vurulurken görmüştüm. "Uyandın mı prenses?" Aşkın bana seslendiğinde ona dönmüştüm nihayetinde. Kendimi toparlamam lazımdı. "Uyandım prens." "Ben henüz kurbağayım. Otelde prens olurum belki ha, ne dersin?" bunu derken sesi derinleşmşti. Bu çocuk bazen çok sapıtıyordu. "Hmm, bilmem. Bir öpücükle yetineceksen neden olmasın?" fısıltıyla konuşuyordum, başkası duysa utanırdım çünkü. O yüzden o kadar yakındık ki, neredeyse birbirimizi öpecektik zaten. "Beğenmedim. Cazip bir fikir değil." "Aşkın dua et iş güzel sonuçlansın, sonra seni kurbağadan prense çeviririz." Aşkın bunu duyunca gülüp hızlı bir öpücük aldı benden. Şaşırmıştım. "Oha." "Ne oha?" "Çok ani oldu." "Biliyorum." gülümseyerek yanımdaki pencereye döndüğümde daha çok yolumuz olduğunu düşünürken gözlerim kapanıyordu. "Sen bir şirin olsan uykucu şirin olurdun, yeminle." "Sen de uykusuz şirin olurdun." "Yoo, uyuyorum da ara ara uyuyorum. Onun dışında da kitap okuyorum." önündeki kitaba baktım. Aykut Kocaman kitabı okuyordu. Ben dertten uyuyordum, o da dertten uyuyamıyordu. "Kültürel erkek yaaaa." bir an uçakta olduğumuzu unutup dalga geçiyordum ki kimse duymdan sesimi kısabilmiştim. "Sen uyu en iyisi, uykun gelmiş senin." Aşkın'ın attığı lafa gülüp göz bandını geri indirdim ve yattım. Uyku dünyanın en güzel şeyiydi. ... "Mercan, Mercan kalk geldik." gözümü açtığımda göremiyordum. "Aşkın! Kör olmuşum!" heyecanla konuşurken Aşkın gözlerimdeki bandı tutup çıkarmıştı. Sadece uyku bandını unuttuğumu fark edip utanmıştım. "Hemen tedavi ettim, öyle bir adamım işte." "Profesör doktor, futbolcu, kaptan, kültürel erkek ve hayatımın aşkı Barlas Aşkın Bey." "Her masada varız, doğrudur." bir yandan toplanırken diğer yandan birbirimize laf atmaya devam ediyorduk. En son toplanıp indiğimizde otele geçmek için yol aldık, taksi arıyorduk. Gelen ilk taksiye bindik ve Aşkın taksiciye bir şeyler konuşup gideceğimiz yeri anlattı. Ben de bu sırada etrafı inceliyordum. "Buralar çok güzelmiş. Şuradaki heykele bak! Ben bunun hikayesini biliyorum." elimle gösterdiğim kadın heykeline Aşkın da baktı. Muhtemelen buraya ilk defa gelmiyordu ama benim için ilk defa görmüş gibi yapıyordu. "Neymiş? Anlatsana." "Bir rivayete göre bu heykeldeki kadın bir adamı çok sevmiş, onun için her şeyi yapabilecek yüreğe sahipmiş. Kadın, bulunduğu köyün delisi olarak anıldığından kimse ciddiye almaz ve sevdiği adam da onun kendisini sevdiğini bilir ve küçük bir çocuğun aklıyla dalga geçer gibi dalga geçermiş. Bunu bilen kadın her gece ağlasa da, içinde kıyametler kopsa da ses etmemiş. Deli olmadığını biliyormuş çünkü. Günlerden bir gün, bu adam oranın padişahı tarafından cezalandırılmış, kırk gün zindanlara kapatılacakmış ancak kadın bunu duyunca koşa koşa gidip cezayı adam yerine kendisinin çekmesini istediğini söyleyecekmiş ki adam kadına tam orada aşkını itiraf etmiş. Kadın, gözündeki bir damla yaşla padişaha gitmiş, konuşmuş, yalvarmış ve adamın yerine kırk gün zindana kapatılmış. Kadın her cezayı çekmiş, heykeldeki kadının sırtındaki yaralar bunu temsil eder, gözündeki bir damla yaş da aşkın acısını temsil eder. Sonrasında kadının cezası bitmiş ve adamın yanına gitmek için çıplak ayaklarıyla koşmuş köyüne. Tam o gün, o an adamın düğününe gelmiş istemeden. Adam, köyden güzel bir kızla evleniyormuş ve yoldan geçerken atılan bir çöp gibi, bakmamış bile kadına. Heykelde yere dökülen açelya çiçeğinin yaprakları da bunu temsil eder. Açelya, aşık olunan kişiye duyulan özlemi ve kavuşamama durumunda hissedilen acıyı anlatır. O an bu acılar bitmiştir kadın için, yerini sinir ve intikam duygusu almıştır. Bundandır ki yapraklar yere saçılmış ve ölmüştür heykelde. Kadının elinde tutup kaldırdığı çiçekler ise Nemesia strumosa çiçeğidir. Bu çiçek intikam anlamına gelir. Bu yüzden canlı ve elindedir. Bu heykelin burada olmasının sebebi o köyün burası olduğu düşünülmesindendir." (Yn: Hikayeyi ben uydurdum, nasıl?) "Peki hikayenin sonunda ne oluyor?" "Kadın adamı bir gece yatağında öldürür. Hikaye son bulur ve kadın bu sefer cidden delirir." Aşkın hikayeyi ilk defa duymuş olmalı ki çok etkilenmişti. "Buradan çok geçtim, bu heykeli çok gördüm ama hikayesini ilk defa senden duyuyorum. Bir şeyi görmekle hikayesini duymak çok farklıymış cidden." "Hikayesini duymakla dinlemek de çok farklıdır. Sen dinledin. Başkaları da duydu, umursamadı. O adamın kadının aşkını umursamadığı gibi umursamadılar. Onlar kaybettiler. Bir hayat eksik yaşadılar, onlar hiç dinlemediler ki zaten." "Doğru, yaşamak yetmiyor. Dinlemek gerek. En çok senin bu huyunu seviyorum biliyor musun? Anlatıyorsun, yaşıyorsun o anıları." "Eyvallah canım." "Eyvallahınla yaşa prenses." Camdan dışarıyı merakla izlemeye koyuldum çünkü burayı ilk defa görüyordum. Belgeselde görüp gelmek istediğim yerler arasındaydı burası. Yalnız görüp iki kişi geldiğim yerdi burası. Otele vardığımızda odamıza çıkıp yerleşmeden sadece üzerimize giyecek kıyafetlerimizi valizimizden aldık ve önce bir duş, ardına üzerimize giyinip hazırlanmak üzere bir plan oluşturduk. "Hızlı ol, bu gidişle akşama geç kalacağız." Ben heyecan içinde odada git gel yaparken Aşkın üzerindeki bornozla yatakta yatıyordu. "Daha saatin kaç olduğunun farkındasın değil mi Çiçek?" saat henüz çok erkendi. "Bunun saçı var, makyajı var, İsmail gelecek. Onunla konuşmamız gerek. Neyse ki o da bu otele geliyor." "İsmail?" "Benim bu işleri halleden biri. Kişisel her işim ondan sorulur." "Menajer yani." "Yani, sayılır ama yakında resmi olarak da olacak galiba." "İyi, saçını makyajını biz hallederiz, diğer işlerini de menajerin halleder, sen gel bakayım şöyle." tek eliyle sarıya çalan ıslak saçlarını karıştırıp diğer eliyle yatağa vurdu. O an onu fark etmiştim, bornozun açılan kısımlarındaki dövmeler ve orantılı vücudu harika duruyordu. "Şu an benim hakkımda aklından geçenlerin daha fazlasını ben de senin hakkında düşünüyorum." hafif bir göz kırptığında utanmak yerine yanına yatıp elimi göğsüne koymuştum. O da bana sarılmıştı. Uzun bir süre böyle huzur içinde yattık. Ben onun yanında kendimi huzurlu ve güvende hissediyordum. Sanki o bana sarılınca dünyadaki hiçbir kötülük beni bulmayacak gibi. "Artık hazırlansan mı?" Aşkın'a baktığımda daha zaman var der gibi kalktı. Pek memnun değildi bu durumdan. "Geç kalmaktan fazla mı korkuyorsun ne?" "Sen de erken gitmekten korkuyorsun." "Yoo, ben her zaman zamanında giderim." "İlk tanıştığımızda son saat hazırlanıp ayaküstü sözleşme imzalamış biri mi diyor bunu?" gözlerimi kısıp ona baktığımda güldü. "İstisnalar kaideyi bozmaz." üzerine siyah bir tişört geçirip göz kırptı. O üzerini giydikten sonra aşağı inecektik ki İsmail beni aradı. "Alo?" "Mercan, ben geldim. Seni neredesin?" "Ben de geldim. Arabayı hazırladın mı?" "Hazırladım, lobide buluşalım. Hem anahtarı vereyim, hem iki dakika konuşalım. Geri kalan iş bende. Sana sadece hazırlanmak kalıyor." "Tamam isotum. Hadi görüşürüz." "Görüşürüz deli kız." telefonu kapatıp beklediğimiz asansörün gelmesiyle asansöre bindik. "İsotum?!" "Of Aşkın of!" "Tamam be sustuk." Aşkın sinirle dönünce konuyu hemen dağıttım. "Ay, bina o kadar uzun ki asansörün en yukarı çıkması on dakika sürer herhalde. Bir de binanın en yukarısından bir insanın düştüğünü düşünsene. Çok korkunç. Parçası kalmaz. Neyse ki biz aşağılara doğru bir oda tuttuk-" "Sen yürüyen bir felaket senaryosusun aşkım. Merak etme, kimse seni zorla aşağı atmayacak." aramızda gülüştüğümüzde cidden kafamdan neden sürekli olumsuzluk geçtiğini düşünmüştüm. Her dakika kafamda bir senaryo vardı, yazar olmalıydım. Asansörün kapısı açıldığında biz lobiye inmiştik ve bekleme kısmında İsmail görüş açıma girmişti. Bugün sadece ben değil, İsmail de çok heyecanlıydı anlaşılan. Normalde hep spor takılan çocuk bugün resmi ve özenli giyinmişti. "İsmail Bey nerede? Ne yaptın ona?" İsmail ile uğraşırken o da saçlarını düzeltti. "Buyurun benim." elini uzattığında elimi onun avucuna bıraktım ve beni bir centilmen edasıyla koltuğa bıraktı. "Aynısını bana da yapmak ister misin İsmail? Yapsak mı ki?" Aşkın aşırı saldırgandı. Bu Aşkın değil, simülasyondu bence. "Abi, şey... Yok." "Aşkın abartma, İsmail benden dört yaş küçük." "Bana fark etmez." Aşkın İsmail'e tutulmuş gibi bakarken gerekli şeyleri konuşmaya başlamadan önce boğazımı temizleyerek araya girdim. Bu dikkatleri dağıtmıştı. "İsmail, bakıcı listesini Dante'ye gönderdin mi?" "Gönderdim. O işi çoktan hallettik, akşama doğru burada olacakmış." "Anladım, çok sağ ol bana yardımcı olduğun için." başıyla beni onaylayıp önemli kısımları tekrardan hatırlatacak şekilde konuşmasını yapmaya başladığında yine hiçbir şey anlamadığım cümleleri dinlemeye başlamıştım. |
0% |