Yeni Üyelik
33.
Bölüm

45+33- Mo chuisle mo chroí

@hestiamy

Otele geçtiğimizde duş almış ve valizimden rahat bir tişört arıyordum ama aradığımı bulamayınca Aşkın'ın valizine birazcık el atmış olabilirim. Biraz uzun uzadıya işimi yapıyordum çünkü Aşkın tarafından sorguya çekilecek gibi hissediyordum. Zaten çok yorulmuştum.

"Mercan, seninle konuşalım mı?" bir yere gidecek gibi gömleğinin düğmelerini ilkleyip, parfüm sıkıp hazırlanıyordu, bir yandan da bana dönüktü.

"Yarın konuşsak, ucunda ölüm mü var Aşkın?" ondan saklayacaktım, anlamayacaktı ne gibi bir tehdit aldığımı.

"Birimize bir şey olursa, çok geç olursa?" sanki görmüş gibi ölümün ve hüzün dolu bir geleceğin yansımasını; gözlerime baktı.

"Ben söz veriyorum. Ölmeyeceğim. Sen de söz ver." ona gülüp sarıldım. Sanki küçük bir çocuktu da gereksiz endişe yapıyordu gibi. Aslında haklıydı.

"Tamam, öyle olsun sarı kanarya." bir süre düşündü. Sonra oturduğu yerden kalktı.

"Benim ufak bir işim var. Dante kızı ve bakıcısıyla buraya gelecekmiş, onun yanına gideceğim."

"Bakıcı bulmuş yani."

"Aynen, iyi birine benziyor."

"İyi, tamam sen git. Ben de sen gelene kadar dizi izlerim. Zaten çok yoruldum." başımı ovuyordum, tüm gün çok sese maruz kalmaktan kafam kopmuş gibiydi.

"Tamam, bir öpücük alayım." onu yanağından öptükten sonra o da beni öptü "Bal bulaşmış yanağına." esprisini yaptıktan sonra da el sallayıp odadan çıktı.

Yalnız kalınca yanımdaki komodinin üzerindeki lambayı açtım ve balkonun kapısı açık kalacak şekilde perdeyi çekip içeri giren ılık havayla birlikte dizimi izlemeye başladım.

Bugün her şeyin halledildiği, hiçbir hesaplaşmanın kalmadığı bir günün rahatlığı vardı üzerimde. Unutmuştum başka bir şey varsa da, rahattım.

Ama bilmediğim bir şey vardı;

Mutluluk size elini sürdüğü an mutsuzluk o eli tutmak için koşar.

...

Bir saat sonra kapı çalmadan açıldığında Aşkın'ın geri döndüğünü düşünsem de baktığım görüntü onu göstermiyordu. Zaten bir saatte gelmezdi Aşkın.

"Senin ne işin var burada?" ayağa kalktığımda elindeki silahla beraber güldü. Artık ölümün gölgesi düştü yüzüme, bugün ölecektim. O kurşunun sahibini bulmuştum. Hem de saniyeler içinde. Ölüm bana güldü, Aşkın gitti ve ben bir şeylere engel olamadım.

"İşim kısa sürecek endişelenme." bana yaklaştığında geri gittim, o daha da yaklaştı. Ben gitmeyeyim diye saçımı avucunun içine alıp sıkı sıkıya tuttuğunu düşündüm ama ben geriye gitmeye devam edebilmiştim. Sonunda saçımı kafam geriye yatıp boynum bir yay gibi olacak şekilde çekti. Canım acıdı ama bağırmadım. Ona bu zaferi hediye edemezdim.

Bu herifin ekran karşısındaki karakteri tam bir fiyaskoydu.

"Beni asla öldüremezsin, öldürdükten sonra ne olacak? Yakalanacaksın." cümleler ağzımdan birden dökülünce hazırlıksız olmalıydı ki saçlarımdan tutuşu gevşemişti.

"Sana kimse öğretmemiş sanırsam, böyle dışarıdan tatlı görüken insanlar, başkalarının hayranlık beslediği insanların hemen hemen hepsi benim gibidir. Neden başıma bir şey geleceğini düşündüğünü de bu yüzden anlıyorum ama öyle bir saklanır ki bazı kişilerin sırrı, kırkıncı kilidi açarsın kırk birincisi çıkar karşına. Sen sevgilinin masum olduğunu mu düşünüyorsun, eminim ki senden de saklıyordur bunu." güldü. Aşkın tamamen iyi biri değildi, her insandan beklenildiği gibi ama bilirim, o haksız bir hareket yapmazdı.

"Tamam uzatma, neden ben? Beni öldürünce eline ne geçecek?" aslında korkudan titremem gerekiyordu, öyle de olurdu ama söz konusu Aşkın ise ben ölürdüm de. Sinirlendirmişti bu beni, benim sevdiğim adama kimse dokunsun istemezdim.

"Aşkın'ı öldürürsem canını yakamam Mercan. Ölülerin en iyi özelliği de budur, acıyı hissedemezler." gözlerindeki o gülümseme ciddi anlamda psikolojik sıkıntılar yaşadığının anlamıydı. Göğsüme dayadığı silahın emniyetini açtığında balkonun demirine oturmuştum. Ne olursa olsun istediği gibi öldüremeyecekti beni. Ona bu hakkı veremezdim. O deliyse ben ondan da deliydim.

"Sen beni öldürürsen bu benim felaketim olurdu, Aşkın'a yediremem ben bunu. Aşkın'ın canını sen yakamazsın."

"Ne yapacaksın öyleyse?" kendine o kadar güveniyordu ki silahı tutuşu bile gevşemişti.

"Umarım Aşkın bensiz idare edebilir."

"Ne?" kendimi geriye doğru bırakmadan önce söylediğim son sözler bunlardı. Ben Aşkın için sadece bunu yapabilmiştim, oysa o ne fedakarlıklar yapmıştı benim için.

Özler miyiz, kendimizi kaybedip bir gün öleceğimizi düşünmeden yaşadığımız geçmişi? Ölüler özler mi? Ölsek özler miyiz mesela dünü, bugünü... Yarını? Yarını diyebilir miyiz? Ya yarın, sorduğumuz soruların cevabı olursa? Olamaz mı, ölemez miyiz yarın ya da şimdi? Yarın bakarız hayata, şimdi işimiz var. Yarın severiz, gönlünü ederiz sevdiklerimizin. Yarını kovalarken tüm dünlerin yarınlarını kaçırdık ve elimize koca bir hiç kaldı. Sevemedik, yaşayamadık, bir gün olsun mutlu olamadık. Paramızı yaşayacağımızı bilmediğimiz yarınlara sakladık ve belki de hiç gitmedik o lunaparka, hiç okumadık pahalı gelen o kitabı çünkü biz hayatın önce bolca verip sonra her şeyi alan bir nankör olduğunu unuttuk.

Barlas Aşkın Akyol

"Alo?" oturduğum kafede Dante, kızı ve bakıcısı ile otururken telefonum çalmıştı. Telefonla beraber sanki kalbime bir ok saplanmış gibi hissiyatla karşı karşıyaydım.

"Aşkın Bey, Zeynel Bey sizin katınıza çıkıyor."

"Tamam." hızla ayağa kalktığımda Dante ve Eylül bana baktı.

"Zeynel otele girmiş. Bizim katımıza çıkıyormuş ve anladığım kadarıyla iyi şeyler olmayacak." Mercan'ın çantasındaki mermiyi gördükten sonra otele birkaç koruma ve gözlemci koydum çünkü bu otel Zeynel'in arkadaşınındı. Buraya rahatlıkla girebileceğini bilsem de o kadar korumaya ne olmuştu? Nereye gitmişti de bu bizim katımıza çıkabilmişti.

"Hemen gidelim. Eylül, sen de otele geç benim arabamla." Dante anahtarı bakıcısına fırlattıktan sonra biz arabama binip otele gitmek üzere yola koyulmuştuk.

"Abi yavaş, biz öleceğiz."

"Bu adamın niyeti niyet değil, gerizekalı olduğum için korumalara güvendim." bir yandan yanan göğsümü tutarken diğer yandan arabayı sürüyordum.

Ellerim titrerken arabayı nasıl sürdüm, neyi nasıl ettim bilemeden gittim sonunu bilmediğim bu yola.

Ben canımdan çok sevdiğim sevgilimi, her şeyimi kaybedemezdim. Hep beceriksiz bir adam olmuştum, koruyamamıştım sevdiklerimi. Onun kılına zarar gelemezdi.

Saat gece üçü gösterdiğinden bu saatte otelin bar kısmı kapanıp gece kulübü açılıyordu ve bundan dolayı az kişinin gezdiği karanlık bir sokak gibiydi. Aşırı sarhoş insanların kusma sesleri geliyordu ara sıra, bu kadar.

Otele geldiğimizde içeri girdim ve bir mahalle gibi olan geçitten geçip kaldığımız binanın önüne geldiğimde bizim balkonda gördüğüm şeyin doğru olmamasını diledim. O düşen bedenin Zeynel'e ait olmasını bekledim.

"Çiçek?" sesim ciğerlerimde sıkışmış gibi ince bir havayla çıktı. Bağıramadım, nefesim kesilmişti o an. Üzerindeki benim tişörtümdü, o saçlar Çiçek'ten başkasına ait olamazdı.

Dante koşarken ben bir adım bile atamadım. Her zamanki gibi kör olmuştum, geç kalmıştım.

Orada bir şeyler olurken ben olduğum yerde değildim sanki. Titrek adımlarımı yanına atarken yanına düştüm. Suratına dokunmak istedim gelen birkaç insanın arasından.

"Hareket ettirmeyin, size yardım edeceğiö. Adı ne?" Dante köşede ambulansı ararken ne yaptığını bilen bir kadın yanımda bana sorular soruyordu. Ben ise yerde kanlar içinde yatan kadının yüzüne bakıyordum.

"Mercan." bunu söylerken sesim titriyordu. Gitme demek geliyordu içimden ama önümde ölü gibi yatan kadın benim her şeyimdi ve duymuyordu beni. Benim tişörtümün içinde, kana boyadığı tişörtümün içinde bir azap gibi duruyordu. Çiçek'e kan yakışmıyordu. Nefeslerimin ardı arkasını kesmezken sakinleşmeye çalışmak aklımın ucundan bile geçmiyordu.

"Beyefendi, sağlık görevlilerine bir de bu beyefendi için ambulans gerektiğini söyler misiniz? İyi görünmüyor." sanırım benim için diyordu, bilmiyorum... Çiçek benim yüzümden ölecekti, kardeşim benim yüzümden ölmüştü. Ben elinden geleni yapan ama bir o kadar da beceriksiz bir adamdım.

"İyiyim ben!"

"Mercan, beni duyuyor musun?" kadın bilincini kontrol ederken ben ne yaptığımı bilmiyordum. Aldığım nefes ciğerime sıkışıyor kalıyordu.

"Ölme, daha konuşacaktık. Söz vermiştin." kısılan sesimle konuşurken kadın Mercan'ın solunumunu kontrol ediyordu.

"İyi olabilir. Korkmayın lütfen."

"Bu mümkün mü?"

"Evet, mümkün. Gerçekten."

"Nefes alabiliyorum, değil mi?" ne yaptığımı bilmediğim bir halde nefes almaya çalışıyordum ama boğazıma bir şeyler oluyordu. Nefes alıyordum ama yaşayamıyordum. Sadece başım dönüyordu.

Dante yanıma gelip beni tuttu. Ben ise zaten hareket bile edemeyecek kadar çaresizdim.

"Aşkın, sakinleşmeyi dene. Çok kötü görünüyorsun. Mercan için iyi olman gerek."

"Çiçek, bırakma beni." ağlarken sesim titreye titreye konuşuyordum.

"Siz Aşkın Akyol'sunuz değil mi?" kadın yanıma gelip eğildiğinde kafamı onaylar biçimde salladım. Gözüm Mercan'dan ayrılmıyordu. Sanki zehir içmişim gibi hissettiren bu nefessizlik dudaklarımdaki yangıyla dudaklarımın morardığının habercisiydi.

"Bana bakar mısınız? Kız arkadaşınız iyi olacak. Sakin olun ve derin nefes alın lütfen." bana gelen kadın ellerini havaya kaldırıp derin bir nefes aldı nasıl yapmam gerektiğini gösterir gibi. Bu kadar basit bir olay bile canımın yangısına dönüştü, oysaki Mercan ile aldığım nefeslerin hiç değerini bilmemiştim.

"Onun canı yanıyordur, ona bakmam lazım."

"Abi, gitme yanına." Dante beni tuttuğu halde gitmek istedim, korkak bir sevgili olup gözümü yummak istemedim.

"Olmaz!" Dante beni tuttu ve sağlık görevlileri ben delicesine gitmek isterken geldiler. Dünya bizim bir saniye bile birlikte olmamıza karşıydı.

"Sizin tansiyonunuzu ölçtürelim. Kendinize yaramıyorken başkalarına yardımda bulunamazsınız. Sonra söz gideceksiniz yanına." kadın beni omuzlarımdan tutup gözlerime baktı. Ben ise bir yere odaklanamıyordum. Sanki ben duruyordum da tüm dünya dönüyordu.

"O iyi olacak mı?"

"İyi olcak, inanın ve dua edin."

Yazarın anlatımından

Aşkın onca kaybın ardından hayatta tek kalan mutluluğunu kaybediyordu. Acı çekiyor muydu Mercan? Bunu çok düşündü. Acı çekecek miydi Aşkın, bu vedasız gidişin ardından? Bunu çok düşündü.

Oysaki konuşacaklardı, söz vermişlerdi.

Aşkın çırpınsa da fayda etmedi, etmezdi de. Eğer biri ölecekse hiçbir şey fayda olmazdı ama Aşkın yalnız bırakmıştı onu. Onu ölüme terk etmişti bilmeden. Böyle düşünüyordu. Eğer daha az üzülsün diye Mercan'ın kendini attığını duysa ne yapardı? Mercan sadıktı, sevdiğine yalanı olduğunda bile utanıp her şeyi bitirmek istemişti, canı yanmıştı çünkü ve daha fazla acıtmak istemedi Aşkın'ı. Yine acımasın diye kendini düşünmeden attı.

"Aşkın Bey, tansiyonunuz düşük. İsterseniz biz eşlik edelim size."

"İstemiyorum! Sikmişim tansiyonunu, hastalığını!" tüm her yer Aşkın'ın sesine bürünürken Dante onu kolundan tutup çekti.

"Tamam, biz gidelim o zaman hadi arabaya gidelim." bunu derken sağlık görevlilerine bende der gibi hareket yapıp koluna girdi ve arabaya kadar eşlik edip sürücü koltuğuna geçti.

"Ben kafamı sikeyim! Mal gibi bıraktım kızı orada. Şimdi ölürse, eğer öyle bir şey olursa Allah çıkarsın bunun vebalini benden! Yemin olsun yaşatmayacağım! O Zeynel piçini yaşatmayacağım!"

Aşkın sinirle karışık bir hüzün yaşarken telefon böldü bu bağrıltıyı. Onlara aile olan, her şeyleriyle ilgilenen, hoca ve yol gösteren olmanın ne olduğunu bilen Mehmet Hoca arıyordu. Aşkın tüm zorlukları böyle aşmıştı. Abi olmuştu, baba olmuştu, anne bile olmuştu Mehmet Hoca ona. Hastalandığında yalnız yaşayan oyuncuların evine giden, gerekli yardımı yapan, her özel meseleleriyle ilgilenen bir adamdı. Aşkın'ın Mercan'dan sonraki ikinci yumuşak tarafıydı ve Zeynel de bir şey yapamazdı ona. Bunun karşılığında sadece Aşkın'ın canı yanmazdı çünkü. Her ne kadar iyi olsa da ürkütücü tarafı olan bu adam Aşkın'ı susturamayacak kadar sinire bürümüştü onu. Aşkın'ın hayatını elinden alacak bir hamle yapmıştı. Zeynel'i getirmişti.

"Efendim abi?" bir yandan ağlamasını durdurmaya çalışırken diğer yandan titreyen ellerini durdurmaya çalışıyordu.

"Haberlerde gördüm, iyi misiniz?"

"Mercan balkondan düşmüş, daha doğrusu düşürüldü. Kim yaptı abi bunu biliyor musun?" Aşkın'ın korku dolu sesi gitmişti bir anda, yerini sinir bürümüştü. Önünde korkudan titrediği hocasından da, olanlardan da korkmuyordu şu an. Sorumlusu sensin der gibi konuştu.

"Senin şaka gibi bir şekilde benimle aynı anda aldırdığın Zeynel. Beni öldürmeye çalışan Zeynel'den bahsediyorum. Bu olayın da üzerini kapatıp bu adamı takımda tutacaksak ben yokum. Gidiyorum." bunu hiç olmadığı kadar kararlı söylemişti.

"Bana zaman ver, sadece kanıtları toplamaya izin ver. Durduk yere kovamayız adamı ya da hakkında bir soruşturma açılmaz."

"Ne yapıyorsan yap. Abi ne yapıyorsan yap!" Aşkın kafasını arabanın koltuğuna yaslayıp gözlerini kapattı. Buna rağmen gözlerindeki yaşlar döküldü.

"Sakin ol abi, şimdi sağlıklı düşünemeyebilirsin-"

"Sikerim sağlığını Dante!"

"Her ne yapacaksak yapalım, ben bilmiyorum." Aşkın bir yandan ağlarken bir yandan konuşuyordu. "Abi, ne olursun sen Türkiye'ye gelmemize yardım et ve tedaviyi en iyi yürütebilecek doktoru bul. Bunu yapsan yapsan sen yapabilirsin. En kısa sürede Mercan'ın Türkiye'ye transferini isteyeceğim." Aşkın ölüm gerçeğini aklına getirmiyordu. Onlar buradan ayrılacaklardı. Canlı halde.

"Tamam oğlum, ben şimdi işe koyulacağım. Ne gerekiyorsa yapacağım merak etme. Şevket Bey de haberi duyar duymaz yardımcı olacaktır. Yoldayım zaten, hangi hastane."

"Merkezdeki hastane." telefonu tutan elini indirdiğinde ağlıyordu. Ne yaparsa yapsın çaresi olmayabilirdi de ama o sevdiği kadını yaşatacaktı.

Telefonu kapattığında her şeyin üzerine geldiğini, diğer tüm insanlık gibi kaldıracağından fazla acıyı yüklendiğini düşünüyordu. Mutluluğunun elinden izinsizce alındığını düşünüyordu.

Hastaneye geldiklerinde Mercan ameliyata alındı, Aşkın ise dışarıda bekliyordu. İçerisi basıyordu onu. Sanki içeri gitse kan ona bulaşacaktı, ellerindeki kan çoğalacaktı.

"İyi görünmüyorsun, biraz fazla mı titriyorsun?" Dante soruyu sorduğunda Aşkın kafasını ellerinden kaldırdı.

"İyi falan görünecek halim yok." ayağa kalkıp saçlarını geriye attı endişeyle. Düşecek gibi olduğundan Dante onu tuttu ama Aşkın kendini geri çekti.

"Düşmeyeceğim, istediğini vermeyeceğim kimseye. Mercan beni kötü görmeyecek uyandığında. Öyle düştü mü kalkamayacak adam değilim, Mercan bana öyle öğretmedi. İntikam alınması gerekiyorsa intikam alınacak."

"Gerçekten biriniz toprağın altına girmeden bitmeyecek-"

"Lan Mercan ölecek mi kalacak mı bilmiyoruz! Umurumda mı benim canım? O şerefsizi öldürmeden bana rahat yok!"

"Abi-" Gökalp yanında Çağın ile geldiğinde, Aşkın Gökalp'in lafını duymayacak bağırmaya devam ediyordu.

"Sikerim maçını da mevkisini de, her şey bunun için mi? Her şey bunun için mi lan?!"

"Aslanım tamam. Her şeyi düzelteceğiz, Mercan şuradan sağlıkla çıksın bir." Çağın, Aşkın'ın hassas noktası olduğundan onu alabildi. Susturabildi.

İçeri geçerlerken Aşkın bir titreme krizine girdiği için Çağın onu tuttu. Arkadan gelen Dante ve Gökalp de endişelenmişti. Yerine sabitlenmiş bir şekilde titriyordu sadece.

"Su getirin, hızlı olun." Çağın diğerlerine ne yapacaklarını söylerken bir yandan da Aşkın'ı kollarından tutuyordu.

"Aşkın! Bana bak." Aşkın gözlerini kapatıp çökerken yanına gelen hemşirelere onların dillerinde bir şeyler anlatıyordu Çağın. O gün Aşkın'ı o kuyudan kurtaracak kimse yoktu, herkes elinden geleni yapıyor olmasına rağmen.

Loading...
0%