@hestiamy
|
"Aşkın iyi mi?" baş ağrısıyla gözlerimi açtığımda bir hastane odasında olduğumu fark ettim. Yaşıyordum. Nefes alıyordum ve aklıma tek bir soru geliyordu. Bu soruyu da köşede oturan Serra ablaya sordum. "Mercan, kuzum." inanamıyor gibi baktı bana, haklıydı, her yerimdeki sargı parçaları, ayaklarımdaki ağrılar beni öldürüyordu. Yaşayacağımı düşünmemiştim atlarken. Acıyla yutkundum. "Aşkın iyi, çok iyi de olacak." henüz çok fazla kendimde değildim, sesler kafamın içinde uğulduyordu ama Aşkın kelimesi geçen her cümleyi anlıyordum. "Nerede şimdi?" "Hoca ile beraber maç öncesi basın toplantısına gitti." maç öncesi mi? Ben o kadar uyumuş muydum? "Televizyonu açsana." gözlerimi kısarak zorla odaklandım, televizyonda ne olduğunu göremesem de Aşkın'ın sesini duyunca huzura kapıldım. "Öncelikle tüm taraftarlarımıza geçmiş olsun dilekleri için teşekkür ederim. Takımımız, paha biçilmez taraftarlarımız ve benim kişisel olarak çok sevdiğim bir kişiye verdiğim söz için aşırı çalıştım, çalıştık. İyi hazırlandık, elimizden gelenin de ötesinde bir performans göstereceğimize inanıyoruz. Akşam zaten göreceğiz. Her çabanın sonuç bulduğunu görmek istiyoruz, bunu da göstereceğiz inşallah. Teşekkürler." Konuşmanın sonuna gelmiştim ama benim için önemli olan kısmı henüz tüm algılarım açılmamış olsa da duydum. "Bana dedi, bana söz vermişti." Serra abla saçlarımı okşarken ona dönüp gülümsedim, gözlerimden yaşlar boşalıyordu. "Evet, senin için çok çalıştı. Geceleri uyumadı buraya geldi, sabahları da antrenmana gitti. Hep seni kontrol altında tuttu. Senin için tüm sınırları zorladı." "Ben de ona olan sözümü tutmalıyım. Onun yanında olmam lazım maçta." kalkmaya çalışırken zaten tek kolum alçıda olduğundan tek kolumla yaptığım bu girişim ağrılarımla son buldu. "Daha iyileşmedin, gidemezsin." "Abla! Biz Türkiye'de değiliz. Ben maça yetişemeyeceğim. Bilmiyorum kaç gün uyudum, başka bir maç kaçırdım mı ama buna gitmem lazım. Aşkın için önemli bir maç olduğunu biliyorum bunun." ağlayacak gibi oldum çünkü Aşkın'a olan sözümü tutamayacaktım. İstesem de hızlı bir yolculuk yapamazdım. Yetişemezdim yani "Ablam biz Türkiye'ye geldik. Şu an buradayız ancak sen gidemezsin. Bu mümkün değil. Polisler bile biraz süre verdi, şu an ayık olsan da zihnini tam toparlayamayacağından bir süre sonra ifade vereceksin." "Ben buradan çıkacağım. İstesen de istemesen de. Beni buradan ya çıkarırsınız ya da ben olay çıkarırım." henüz tam konuşamasam da kurabildiğim ve dilimin döndüğünce cümleler kuruyordum. Bu benim içim çok önemliydi. Aşkın'ı asla yalnız bırakamazdım. "Bekle, ben bir şey deneyeceğim, senin için." odadan çıkıp iki dakika kadar geri gelmedi. Ben ise bu sırada gözlerimi dinlendirmek için kapattığımda uyumuş olmalıyım ki odamda daha önce hiç duymadığım bir erkeğin sesini duyuyordum. "Bu iyi bir fikir mi?" "Uyanmazsa sıkıntı yok ama uyanırsa hastane başımıza yıkılır. Doktor kontrole geldi, iyiymiş. Gidebilir mi acaba?" "Ben... Gideceğim." yutkunarak kurumuş boğazımı ıslattım ve gözlerimi açtım. Karşımda orta yaşlı, daha önce görmediğim bir adam duruyordu. "Tamam. İsteğini gerçekleştireceğim ama benimle geleceksin ve maçın sonuna kadar locadan izleyeceksin. Sonrasında Aşkın ile görüşmeniz için seni sahaya ben indireceğim. Anlaştık mı? Hem senin hem de Aşkın'ın mutlu olacağı bir anlaşma bence." adam aşırı profesyoneldi. İkna olmuştum. Kimdi bu? "Siz kimsiniz ki?" gözlerimi kırpıştırıp adama bakıyordum. "Ben takımın başkanıyım. Bana güvenebilirsin. Aşkın da bana güveniyor. Bana seni emanet etti." bizim bu hale gelmemiz zaten sizin yüzünüzden oldu demek istesem de sustum. Beynim yeni uyanan bir hastanınkinden fazla çalıştığı için başıma ağrı yapmıştı. "Serra abla da tanıdığına göre, tamam. Öyle yapalım. Ya doktorlar izin vermezse?" "Beni reddedebilecek kimse yok küçük hanım." adam güldüğünde cidden mantığının uçtuğunu fark ettim. Koskoca takım başkanı bunu mu halledemeyecekti? "Bu arada ben Şevket." elini uzatıp sıkmamı bekledi. Sağlam olan elimi yavaşça uzattım. "Ben de Mercan." "Tanıştığıma memnun oldum." "Ben de." kafasını centilmence sallayıp Serra ablaya döndü. Gerçekte ben pek memnun olmamıştım açıkçası. "Ben şimdi hasta bakıcıyı çağırıyorum, üzerini o giyindirsin, sen değil. Senin de bebeğin var. Sonra ben alayım Mercan Hanım'ı." "Tamamdır Şevket abi. Çok teşekkürler." tekrardan bir baş sallamayla odadan ayrıldıktan sonra derin bir nefes verdim. Odaya giren hasta bakıcı üzerimi giyinmeme yardım etmişti. Yani kısmen tüm işi o yapmıştı, pijamayla eşofman arası bir şey giyinmiştim, diğer türlüsü zaten olmazdı. Her yerim yaraydı ve aşırı canım yanıyordu. Ameliyat izleri gibi şeyler vardı vücudumda. Üzerimi giyindikten sonra Serra abla elindeki kapatıcıyla suratımdaki morlukları kapatıyordu. Bu çok hüzün verici bir durumda aslına bakılırsa, ağlamak istemiştim o an ama yapamazdım. Dik durmam gerekti. Biraz da saçımla uğraştıktan sonra iş bitmişti. "Teşekkür ederim, seni de hamile halinle meşgul ettim ve üzdüm." "Lafı olmaz. Asıl sorun sen kendini mi attın Mercan? Kameralarda öyle görünüyordu." kaşlarını çatıp bana baktı. Ben ise gülümsedim. Titremelerimi durduramasam da güldüm. "Evet. Kendim attım." "Ne!" sessiz bir çığlık atıp ağzını kapatmıştı. "Çünkü o adam beni öldürecekti ve Aşkın'a bunu reva göremezdim. Hadi şimdi Şevket Bey'i çağır da gidelim." Serra abla bir süre bakakaldıktan sonra odadan sessizce çıkmıştı. Sonrasında bir tekerlekli sandalyede dizlerime örtülen battaniyeyle Şevket Bey tarafından aşağı indirildim. "Çok şanslısınız, Aşkın sizi dünyayı yakacak kadar çok seviyor. Sizin için her şeyi yaptı, gecesi gündüzü birbirine girdi." "Evet Şevket Bey, ancak tek sorun beni sevmesi değil. Başıma gelenlerin sorumlusu kim biliyor musunuz?" o bilmez olur muydu böylesine büyük bir şeyi. Buna rağmen Zeynel'i o almıştı. "Soruşturma açıldı. Akıllı biri olduğundan elinizdeki telefonla kayıt almışsınız ve zor bir anda olduğunuz için kanunen kayıt kabul gördü. O olmasaydı da ben hallederdim ve halledeceğim." büyük bir dinginlikle konuştu ve beni kucaklayıp arabaya yerleştirdi. Ben ise iliklerime kadar yabancılık hissiyle doldum. "Bu kadarı yapmak Aşkın'a borcunuzdu." minnet duyamadım, söz konusu sadece ben olsam belki ama Aşkın'a kimse zarar veremezdi. "Evet, biliyorum." benim yanıma oturduğunda şoförü arabayı sürdü. "Aşkın, çok üzüldü mü?" adama sorduğum soruyla suratım ekşidi. Hayır demesini beklemiyordum, ne kadar üzüldüğünü merak ediyordum. Çok üzülmesini istemiyordum. "Üzülmek kelime değil. Aşkın o kadar üzüldü ki senin için bir damla gözyaşı dökmeden savaştı. Maça hazırlandı, soruşturma için bir ton işe girişti, seni en iyi doktorlara emanet eden Mehmet Bey'e inandı ama yine de daha da araştırma yaptı, hep senin yanında durdu ve sürekli yaşamaya çalıştı. Bu üzülmenin en derin katmanı. O yüreğindeki sızıyla yaptı her şeyi. Senin hastaneye kaldırıldığın ilk gece kriz geçirdi." Biraz fazla net bir adamdı. Aşkın'ın çektiği acıları duymak bana da acı vermişti. Göğsümü tutup eğildim. "İyi misiniz?" beni tutan eller teselli değildi bana. "Ben iyiyim." düzelmeye çalışıp derin bir nefes aldım. Geri kalan yolculuğumu pencereden dışarıyı izleyip gözyaşlarımı tutmaya çalışarak tamamladım. Verilen ağrı kesiciler ağrımı dindirmese de Aşkın'ı görmek dindirecekti tüm acıları. Locaya alındığımda Şevket Bey de beni yalnız bırakmamıştı. "Tek başıma izleyebilirim." "Bir şey olabilir size. Yalnız bırakamam." "Peki." kafamı stada çevirdiğimde oyuncular sahaya çıkıyordu. Aşkın'ı görmenin heyecanıyla gülümsedim. Aklıma babamgil geldi o an. Beni seven ve çok sevdiğim bir ailen daha vardı. Onlara ne olmuştu da yanımda değillerdi? Normalde kesin gelirlerdi. "Babamgil, onlar gelmedi mi hastaneye?" "Baban geldi, iki gün sonra gitti. Bazı şeylerden dolayı. Meraklanma diye söylüyorum, hepsi iyi ve iyileştiğinin haberini aldılar." parçaları kafamda birleştiremesem de iyi oldukları için umursamadım. Maçın seyri başlangıçtan heyecanlıydı ve tansiyon bir an için bile düşmedi çünkü iki takımın seviyesi birbirine çok yakındı. Aşkın'ın telaşını suratını çok uzaktan görsem de anlıyordum. Kırkıncı dakikaya kadar gol yoktu, Aşkın filelere doğru koşup herkesi büyük bir umuda sokana kadar yoktu. Dribbling halinden sonra gol attığında tüm tribün ayağa kalkmıştı. Aşkın ise gökyüzüne bakıp bir öpücük gönderdiğinde onun bana olduğunu anladım. Hissettim. "Başkanım, görüyorsunuz değil mi?" kaş göz yapıp Aşkın'ı gösterirken Şevket Bey gülüyordu. "Her defasında şaşırtabilecek bir performansa ya da olaya imza atıyor." "Siz de takımda olmasından memnunsunuz." "Evet. Fazlasıyla." ona döndüm. Tamamıyla. Şu an maçın devam etmesi umurumda değildi. "O zaman Zeynel'i gönderin. Yoksa bir sezonu bile görmeyecek Aşkın burada. Belli, o burada kalmayı çok isteyecek ama Zeynel'i devre arasında göndermezseniz kalabileceği sanmıyorum." adam bunu dememi beklememiş olsa gerek ki kaşlarını çatmıştı. "Haklısınız, devre arasında göndermek yerine soruşturma açıldı. Tekrar diyorum, kayıt almışsınız düşmeden önce. Bütün bunlar ikna olmamıza sebep oldu." "Aşkın'a kumpas kurulduğunda neredeydiniz de şimdi Aşkın ile aynı sezon alıp bir de Aşkın'ın haklı olduğunu geç de olsa anlayıp ona arka çıktınız? Birinin bu hale gelmesi mi gerekiyordu? Siz benim eskisi kadar sağlıklı olabileceğimin garantisini veremezsiniz." "O olayın arkasında bambaşka şeyler var. Zeynel de tehdit edilmişti, öyle anlattı. Ona da yardım ettik. Yanıldık." "Yardım ettiniz ve gördünüz. Şu an vücudumdaki kaç kemik kırık, nerem ameliyatlı onu bile bilmiyorum ama tek bildiğim çok acı çektiğim. Bunun mu olmasına ihtiyacınız vardı?" "Özür dilerim. Gerçekten. Ben ilk defa birinden özür diliyorum ve gerçekten çok pişmanım ama geriye alınacak bir hata değil. Ben bir başkan olarak değil bir insan olarak sana bir şey demek istiyorum. Aşkın'ı bu takımdan alma, tam tersine destek çık çünkü Aşkın ruhunu kaybetmiş ve istemediği bir bedenin içine sıkışmış gibiydi tüm bu yabancı liglerde. Fark etmişsindir, gittikçe değişmeye ve mutlu olmaya başladı bu süreçte, ha kötü olaylar baş gösterdi evet ama bu mutlu olamayacağı anlamına gelmiyor. Ben tüm bunları üstlenip düzelteceğim ve burada mutlu olabilmenizi sağlayacağım. İsterseniz. İleride büyük kulüplerden teklif gelecek, bu belli ama ben de Aşkın'a talip olacağım. Onu tamamıyla buranın bir parçası yapmak istiyorum, bunu daha önce Aşkın ile konuştuğumuzda o da istiyordu ama şu an tamamen sana bağlı tüm bunlar. Sen ne dersen onu yapacak muhtemelen. Aşkın burada olmasaydı yaşadığı hiçbir şeyi atlatamazdı." "Hâlâ takıma iyi bir oyuncu alma peşindesiniz. Bu yaptığınız ticarete girer." "Olay sadece bu değil, takımın iyiliğine tüm bunlar elbette ama yutdışında Aşkın'a çok ziyarete gittim ve evinde kaçak yollarla bulduğu antidepresanları yakaladım hep. Burada öyle bir sorunu olmadı. Aşkın burada mutlu çünkü. Buranın bir parçası olarak hissediyor kendini." Bir süre düşündüm çünkü haklıydı, Aşkın'ı burası iyileştiriyordu, Aşkın burayı özlüyordu ve buraya aitti. Benim sırf bizim başımız ağrımasın diye gitmemizi istemem ikimizin kaderini değiştirecekti ve bu ona karşı yaptığım haksızlıktı. "Tamam, ben ona fikir vermeyeceğim. Aşkın ne karar verirse ona tutacağım. Benden daha fazlasını beklemeyin." "İstediğim tam da bu zaten. Aşkın burayı isteyecek ve istiyor." "Kendinizden çok eminsiniz." "Emin ol her iş adamı böyledir." "Umarım bu eminliğinizi Aşkın'a inanırken de gösterirsiniz bu saatten sonra." önüme dönüp maçı izlemeye devam ederken Lysander yere düşünce maç kısa bir süreliğine duraksadı, sağlık ekiplerinin gelmesi ile müdahale edildi ve ayağa kalkınca oyun sürdü. Ben ise asık bir suratla maça odaklanmaya, zihnime ket vurmaya çalıştım. İlk yarı böylesine bitince telefonuma baktım, on dakika sonra kapı açıldı ve biri resmen bağırdı. "Mercan'ım!" Çağın abi gelmişti, nasıl haberi olmuştu biliyordum. "Abi, sizi çok özledim." gelip bana çok hafif sarıldığında ben de daha fazlasını yapamadım çünkü tüm kemiklerim ağrıyordu. Bir süre sarılı halde kaldığımda omzumun ıslandığını fark ettim. "Sana bir şey olacak diye ödümüz koptu Mercan'ım. Geçmiş olsun, geçsin bitsin." Çağın abi çok pamuk kalpli biriydi. Aşkın ve Çağın abi hem dünyayı yakıp yıkanilecek kadar fevri hem de dünya merhametlisiydi. Çünkü Aşkın'ı Çağın abi yetiştirmişti. "Geçti abi, çok şükür bu da geçti." Ayrıldığımızda yüzüme baktı, ben de bir miktar ağlamıştım. Mutlu olduğumuz için gülümsüyorduk aynı zamanda çünkü şu an içinde bulunduğumuz durumda kendimizi düzeltme imkanımız vardı, aksi takdirde olsaydık şu an bambaşka bir şey yaşıyor olurduk. "Mercan, bunu sana kim yaptı?" sorusunu yönelttiğinde gözlerim tekrardan doldu. Sanki o anı yeniden yaşıyormuş gibi oldum. Her defasında bu soruyu alıp her defasında yeniden yakalanıyordum. "Zeynel." şaşırmamıştı ki şaşırmasını da beklemedim. Açık değilmiş gibi bana sorması sinirimi bozmuştu hatta. "Sinirlendiğinin farkındayım ama sormak zorundayım, hak yemek istemem." "Anladım, sorun değil." başımı sallamaya çalıştığımda bir ağrı girmişti. "Ağrın mı var? İstersen git artık." "Aşkın'ı görene kadar gidemem. Ona sürpriz yapacağım ve hiçbir maçını kaçırmadığımı göstereceğim." "İnat gençlik. Tamam Mercan Hanım, öyle olsun. Benim şimdilik gitmem lazım, görüşürüz." saçımı eliyle karıştırdığında gülümsedim. "Tamamdır Çağın Bey. Bir gol bekliyorum sizden." "Atacağım, attıktan sonra da sana armağan edeceğim gör." "Bekliyorum." güldükten sonra arkadan birinin ona seslenmesiyle hızla gitti. "Seni bu takımın psikoloğu mu yapsak ya?" Şevket Bey gülerek sorduğunda düşünür gibi yaptım. "Neden?" "Tüm takımla çok iyi anlaşıyorsun, hele ki Aşkın ile... Kendisi takım psikoloğu ile pek anlaşamaz da." "Maaşı alayım." "Boş çek veriyorum." "Oha, pardon. Tamam hemen bugünden işe başlıyorum." şakalaşmamızın sonuna gelmişken ara da bitmiş ve ikinci yarı başlamıştı. Bir dakika sonra biri Aşkın'a kayıp yere düşürünce çıkan kavgadan bir kart kalkmıştı ve yine kavgayı ateşleyen Aşkın olduğu için ona çıkacağını sanmıştım. En son olan olayda hatırladığım kadarıyla iki oyuncuyu da kollarından tutmuş çekiştiriyordu, tutup fırlatmadığına da şükürdü. Ona bakarak bu maç oldukça sakindi. "Çok şükür, Aşkın biraz daha kart görürse kulübün tüm parasını federasyona bağışlayacağız." Aşkın kart görmemişti ama karşısındaki oyuncu ile bir itişme içinde bulunduğu için birazdan görürdü. Adam resmen sezonun yarısını cezalı geçirmek için yemin etmiş gibiydi. "Az önceki cümleniz şakaydı değil mi? Çünkü Aşkın kart görecek sanırsam." "Bir şey olmaz, elbette şakaydı." Hakem araya girdiği an Aşkın sinirle şakaklarını ovuşturarak ayrıldı. Maç sıkıntısız devam etmeye başlayınca rahatlamıştım. Yetmişinci dakikada Çağın abi gol atınca önce Aşkın'a sarıldı, sonrasında ise kameralara dönüp M harfini yaptı. Aşkın ise arkadan gelip dizlerinin üzerinde kayarken Çağın abiyi de devirince Çağın abi ona "Yavaş sığır!" diye bağırıp kafasına vurdu, Aşkın'ın şaşkın yüz ifadesi beni güldürmüştü. Buradaki kamerayı gösteren ekrandan onları izlerken istem dışı çokça gülümsüyordum. "Cidden bu gol banaymış." "Bundan sonra senin attırdığın goller için para ödeyeyim, senin nasıl bir etkin var takıma böyle?" "Mercan etkisi Şevket Bey." "Seni işe alacağım, kafaya taktım ben." "Teşekkürler, ben sadece Aşkın'ın kız arkadaşı olarak kalmak istiyorum." elimi göğsüme koyup teşekkürler anlamında birkaç defa göğsüme vurdum. "Maçın bitmesine son on dakika gidelim mi?" "Tamam." ... "Maçın bitiş düdüğüyle çıkalım." "Tamam." maç iki dakika uzatmaya gitmişti ve iki dakika daha fazla koridorda beklemiştim. Heyecanla beklediğim bu iki dakika bir ömür gibi gelmişti. Bitiş düdüğü çaldığı anda Aşkın'a yapılan moral tezahüratları arasından sahaya çıktım. Beni görünce şaşıran kalabalık delicesine alkış tutup ıslık çalarken benim kalbim göğsümden çıkacak gibi atıyordu. "Mercan..." o an tüm ortam sessizleşmişti ya da ben tüm bu seslerden sağır olmuştum. Aşkın'ı duyuyordum ama bu kadar sesin içinde. Aşk beni sarhoş mu etmişti yoksa ben anestezi etkisinden çıkamamış mıydım? Aşkın bana doğru koşarken burada olan binlerce kişiyi ikimiz de unutmuş gibiydik. Önüme durup bana ulaşmak için dizlerinin üzerine çöktü ve dudaklarını benimkilere yasladığında kolumun teki sargıda olmasına rağmen sağlam olanla başını tuttum ve kendime bastırdım. O kadar özlemiştim ki, o kadar korkmuştum ki ona bir şey olacak diye. Birbirimize susamıştık. Aşkın ağlıyordu ama durmadan birbirimizi öpüyorduk ve ayrıldığımızda kafalarımızı birbirine yasladık. Sadece gülümsüyordum. Şu an kemiklerimin sızlaması umursayacağım bir şey değildi. "Seni çok özledim Çiçek." Aşkın tek bir cümle kurmuşken gürültü artık birbirimizi duymamıza engel olacak boyutlara ulaşmıştı. Aşkın dizlerimin üzerine kapanmış ağlarken ben taraftarlara gülümseyerek el salladım, bir yandan da ağlamamak için kendimle savaşıyordum. O kadar mutluydum ki. Dante uzatılan atkılardan birini alıp benim boynuma atmıştı, bu sırada Aşkın anlamadığım hızla ayağa kalkıp tribünlere koşmuş ve güvenlikleri de aşıp oradaki taraftarların arasına girdi ve hepsine sarılmaya çalışıyordu. Dante tekerlekli sandalyeyi tribünlerin önüne kadar getirdiğinde Aşkın o kadar mutluydu ki, onu bu kadar mutlu görmeyeli çok zaman olmuştu. Bazen bir şeylerin daha değerli olup daha fazla mutluluk verebilmesi için kaybetme tehlikesine girmemiz gerekiyordu belki de. Aşkın tüm tribüne tezahürat yaptırırken ben bu anı o anki mutluluğumu tekrar yaşamak umuduyla kayda aldım. "Hadi gel artık." Aşkın'ı çağırırken gülümsemem de mutluluğum gibi büyüyordu. Terli terli üşüyecekti. "Ben artık gideyim." çevresindeki herkesi tek tek öpüp sarıldıktan sonra ağzını okuyabildiğim kadarıyla gitmek için izin istiyordu. inmeden önce üzerini çıkarıp ilkokul çağındaki bir çocuğa formasını verdi. Ben bu adama gerçekten aşıktım. Yanıma geldiğinde beni tutup alnımdan öpmüştü. "Hadi gidelim fıstık." "Gidelim bakalım." Beni soyunma odasının önüne kadar getirip kendi içeri girdi ve üzerini giyinip çantasıyla çıktı. "Duş almamışsın." "Şu an onu düşünecek halim yok, sen geldin ya." elimi tutup bir öpücük kondurduktan sonra beni götürmeye devam etti. Arabanın yanına geldiğimizde beni arabaya bildirmek için kucakladı ve ön koltuğa oturtup üzerime battaniye örttü. Sonrasında o da sürücü koltuğuna geçti. "Senin kolların, çok kötü olmuşlar." Bu gözümden kaçmamıştı. Kolları yer yer morarmış ve kanamıştı. Dövmelerinin arasından bariz bir şekilde görünüyordu. "Maçta düştüm, olur böyle şeyler." "Ama kendine dikkat et." "Bunu balkondan kendini atmış biri mi söylüyor?" bunu söylediğinde gülmeye çalışsa da suratı buz kesti. "Sen kendimi attığımı nereden biliyorsun?" "Telefonundan. Kayda almışsın ya o anları, bulduk onu." "Tamam, neyse bunu şimdi konuşmayalım iyi değilim zaten." "Kendini iyi hissetmiyor musun?" Endişeyle koltuğu yatırıp iyiyim dememe rağmen şişeden eline döktüğü suyla suratımı ıslattı. "İyiyim dedim ya, sakin ol." "Şu an iyi olmaktan çok uzak duruyorsun aşkım." "Bize bir şey olmaz biz Garadenuzluyuk." şive yaparak söylemem kendimin bile komiğine gitti çünkü şiveli konuşmayı bilmeyip çat pat yapmaya çalışmıştım. "Ne? Hemşehri çıktık desene." "Sen de mi? Yani Karadenizli olarak nasıl Fenerbahçeli oldun sormak istemiyorum." "Ben sadece bir sene Samsun'da yaşadım. Rize ve Samsun harici Karadeniz'i bilmiyorum." "Anladım." "Ama ben bağlıyımdır oralara, yılda en az iki defa Rize'ye gidiyorum çünkü anneannemgil orada yaşıyor. Babam da annem de Rizeli. Severim oraları." "Ben de gitmiştim birkaç defa, cidden çok güzel oralar. O doğası, havası farklı buralardan." "Aynen. Hiçbir şey oraların yerine dolduramaz bende." "Vay be, birbirimiz hakkında bunları bilmiyorduk, yeniden tanışıyormuş gibi." "Şu an bana soracak olursan, sen yeniden doğmuşsun gibi hissediyorum." "Yaa-" bana yaklaşmışken bu yaklaşmamızı bölen şey telefonun zil sesiydi. "Kim ki bu?" numara bende kayıtlı değildi. "Ben açayım mı?" Aşkın telefonu elimden aldığından soru ekinin ona fazla geldiğini anladım. Bir şey diyemiyorum çünkü bu kadar şeyden sonra bilinmeyen bir numaranın araması ikimizi de şüphelendirmişti. "Alo?" arabayı sağa çekip telefonu açtığında karşıdan gelen sesi duyamıyodum ama Aşkın afallamıştı. "Tamam ablacığım. Biz şimdi eve geçiyoruz... Tamam, tamam. Anlaşıldı. Görüşürüz." abla mı? Telefon kapanınca bana döndü, biraz utanmış gibiydi. "Kimdi?" "M-müjgan?" Aşkın bende korkar gibi bir hal aldı. "Müjgan mı?!" "Telefonu aşkım diye açtı sen sanıp. Sana bakmak için gelmiş." "Ne? Bu kadını tanımıyorum ki ben. Pes yani babam da kendi gelmek yerine Müjgan'ı mı yollamış?" "Şimdi şöyle aşkım, sakin ol ilk başta." kesin kötü bir şey olmuştu. "Ne?! Daha ne oldu söyle." "Deden kalp krizi geçirdi baban ve babaannen de onunla, Müjgan Hanım da buraya gelmiş gönlü el vermemiş. Aslında babangil buradaydı ama deden tekrardan rahatsızlanınca gitmek durumunda kalmışlar." "Ne?! Ayy Aşkın dedeme ne olmuş?!" ben panikten dört dönecekken Aşkın ellerimi tuttu. "Deden iyi. Sakin ol. Sadece dinlenmesi gerek. Gerçekten iyi." "Gerçekten mi? Bak yalan söylüyorsan-" "Yalan söylüyorsam şampiyonluk yüzü görmeyeyim." nasıl tuhaf bir duaydı bu? "Tamam, tamam senin için çok büyük bir şey üzerine yemin ettin." "Seni inandırdığıma sevindim." "Aşkın, benim bacaklarım çok ağrıyor." Artık sızlanmaya başlayacaktım çünkü her yerim ağrı içindeydi. "Tamam şimdi hemen eve gideceğiz. Sen hangi akla hizmet hastaneden çıktın ki?" bana sinirlenmemişti de biraz kızıyor gibiydi. "Ne yapsaydım? Sana söz verdim her maçta yanında olacağım diye. Seni bırakamam." "Saçlarındaki tokalar, güzelmiş." gözlerinin dolduğunu saklamaya çalışıyordu, aptal şey. "Evet, Serra abla taktı. Deniz kadar özgür, deniz kadar mavi hissedebilmem içinmiş." "Güzelmiş. Öyle hissetmene yardımcı olur umarım." "Bu sadece bir aracı, ben Fenerbahçe'ye dair her şeyle tanıştığım andan itibaren öyle hissettim. Hepinizle aile gibi oldum, taraftarları bugün görmedin mi?" duygulanmıştım. O kadar insanın aynı duyguyu yaşaması nasıl mümkündü? "Şimdi neden buraya geldiğimi anlıyor musun?" Gözlerimden akan yaşlarla beraber başımı salladım. Giden arabayla birlikte telefonumu açıp çektiğim videoyu bir açıklamayla beraber paylaştım. "Evim benim, Fenerbahçe'm."
|
0% |