Yeni Üyelik
7.
Bölüm

Oyuncu Kalplerr

@hevtta0

 

Kalbime yağmurlar yağdı, yıldırımlar içerdeki herkesi korkutup kaçırmaya yeminliydi sanki.

 

♟️

Bilinmeden yapılan son vedalar, son öpüşmeler... Yarının garantisi yokken yıllar için planlar yapılır, hayaller kurulurdu. Her vedanın belki de son veda olabileceği hiç düşünülmezdi. İnsanın kibri kendini ölümsüz sanacak kadar yükselmiş, yıllarca dünyada varlığını sürdüreceğini sanmıştı. Sevdiğine son kez sarılma şansı bile tanımazdı hayat, bazen de küskün bırakırdı ruhları. Biri dünyada vicdanıyla kavrulurken diğeri küskün, kırılmış bir halde çeker giderdi dünyadan. İki kardeş için de öyle olmuştu. Bir tarafın kalbi kırılmış, öbür tarafın öfkeyle kalbi harlanmıştı. Kırılmış ruh biletini almış dünyadan ayrılmaya kararlı, öfkeli ruh kardeşiyle son veda olabileceğini bile düşünmeden öfkesine odaklanmıştı.

Hayat hiçbir zaman adil olmamıştı ama bazı zamanlar vardır ki hayatın acımasızlığı karşısında diz çöküp hayranlık duyarsınız. Son vedanızı yapmanıza bile izin vermeden alır gider sevdiğinizi. Keyifle çayını içerken, öfkeyle sevdiğine söylenirken, televizyon izlerken, kitap okurken ya da bir iş görüşmesinde...

Adam, önemli bir iş toplantısından çıkmış yeni bir pazar alanı buldukları için mutlu ve etrafına gülücükler saçarak odasına ilerliyordu . O sırada kırdığı kalp, yaşam savaşında son nefeslerini vermek üzereydi. Sesini son kez duymuş, gözlerine son kez bakmıştı. Öfkesiyle can kırıklığı bırakmıştı ardında.

"Nerede?"

Hastane çaresiz ama yine de güçlü durmaya çalışan sesle sarsıldı. Hemşireler, doktorlar ne söyleyeceklerini, nasıl söyleyeceklerini bilmiyorlardı. Her ölüm haberi acıdır ama yıllar sürebilecek bir umut..

Ölüm uykusunun haberi çok daha acıdır çünkü bir umut vardır.

"Benim kardeşim ölmüş olamaz, bir yanlışlık vardır. Eylül'üm yaşıyor, o yine şaka yapıyordur bana."

Adam, doktorun ellerini tutmuş yalvarırcasına konuşuyordu. Erkekler ağlamaz tabusu onun gözyaşlarının oluşturduğu sele kapılıp gitmişti bile. Kulakları kardeşinin sesini duyana kadar işittiği her sözü, her sesi reddedecekti.

"Arsen Bey, kardeşiniz ölmedi, o şu an nasıl ifade edebilirim... Ölümle yaşam arasında ifadesini bilir misiniz? Tam olarak öyle. Kendisi bitkisel hayatta şu an ama ne zaman uyanır bilemiyoruz, uyanabilir mi onu da bilemiyoruz. Size kesin bir şey söylemem mümkün değil. Bu süreç yıllar sürebilir. Kendinizi her şeye hazırlayın. "

Doktor, önünde duran enkaza aldırmadan çekti gitti, sonuçta verdiği ilk ölüm haberi değildi bu, onun için artık sıradanlaşmıştı. Peki ya Arsen için? O hayatında ilk defa kardeş acısıyla karşı karşıya kalmıştı. Kaybettiği ilk kişi değildi ama acısı hep aynı oluyordu. Doktorun sözlerini bile engelledi acısı, diline zincir kulaklarını mühür vurdu. Yıkıldığı yerde kaldı öylece. Nefes almak bile acı veriyordu ona.

"Arsen, kardeşim... "

"Ben.. Tartıştık Altay, kötü davrandım kardeşime. Bir hiç uğruna hem de. Kırdım onu Altay. Son kez olduğunu bilmeden... Ben kardeşime veda bile edemedim."

Ne diyeceğini bilemedi Altay, ne söylese söndüremezdi bu ateşi.

"İyi olacaksın"

"Nasıl iyi olabilirim lan nasıl? Hayattaki tek varlığım, yaşayan tek ailem oydu. Bu acıyı sana tarif bile edemem ama sanki ruhum onun ruhuna ulaşmak istiyor. Durmak istemiyor bu bedende. Çıkamadığı her an depremler yaratıyor içimde... Kalbime yıldırımlar düşüyor Altay. "

Başını eğdi, sarsılarak ağlamaya devam etti. Altay, her zamanki soğukkanlılığını sürdürmeye çalışıyordu ama o da dayanamıyordu. Eylül onun da kardeşi sayılırdı. Arsen için kendi duygularını geri plana atmayı tercih etmişti. Önce o diye telkin etmişti kendisini. O her zaman ortamdaki havayı değiştiren, acı günlerde güldüren, kendisinden önce sevdiklerini getiren biriydi. Arsen'i böyle görmek onun soğukkanlı yanını yıkmak üzereydi. O da dizlerine çöküp ağlamak haykırmak istiyordu. Ailesinden birini kaybetmenin acısını hiç yaşamamıştı ama bu kadar acıtacağını hiç düşünememişti.

Arsen hâlâ aynı pozisyonda ağlıyordu, birçok kişi gelmişti o sırada. Kimse ne yapacağını bilemiyor, bir köşeye çekilip ağlıyordu. Sert bir çarpma sesi herkesin odağını sese çevirmesine sebep oldu. Arsen, Eylülün adını haykırarak yeri yumrukluyor, kendine sövüyordu. Çaresizliğin vücut bulmuş hali gibiydi. Kimse yaklaşmaya bile cesaret edemedi. Hemşireler gelip sakinleştirici yaptı ve Arsen'i odaya götürdüler.

Gelmeyecek birini rüyada görmek ve uyandığında ilk saniyelerde bunu anlayamamak, o kaybetme acısının her uyanışta yaşanması... Ölmekten beter eder insanı, o anların her birinde ölmek ister insan ama yapamaz, yine belki rüyasında görür diye umutla uyur. Sabah acı çekerek uyansa bile gece olduğunda rüyasında görmek için dua eder.

"Uyanıyor"

Arsen gözlerini açtığında nerde olduğunu anlayamadı. Rüyasında kardeşiyle beraber pikniğe gittiğini ve kardeşinin ünlüler hakkındaki dedikodularını dinliyordu. O kadar gerçekçi görmüştü ki bu rüyayı, uyandığında bembeyaz tavan yerine mavi gökyüzü bekliyordu. Sanmıştı ki piknikte ufak bir şekerleme yapmıştı.

"Nasıl hissediyorsunuz Arsen Bey?"

"Eksik, bir parçam koparılmış gibi. Yarım.."

"Size sakinleştirici yapmak zorunda kaldık. Sinir krizi geçirdiniz. Bir süre bu tür krizler yaşayabilirsiniz. Bir psikologla görüşmenizi tavsiye ederiz. Geçmiş olsun"

Psikologmuş, o ne anlasın diye düşündü Arsen. Henüz kendisi hissettiği acıyı tarif edemiyordu bir yabancı nasıl anlasın. Anlasa bile kardeşi geri gelecek miydi? O zaman konuşmanın ne anlamı vardı. O sadece kardeşini istiyordu.

"Zor biliyorum ama kalkman lazım. Doktor ne dedi, uyanabilir dedi. O küçük umut kırıntısına tutunalım. "

Altay, durumu yumuşatmak ve hala bir umut olduğunu göstermek istiyordu. En yakınının bu şekilde çöküşünü izlemek istemiyor, elinden bir şey gelsin istiyordu. Ama ölüme çare var mıydı?

"Ama uyanmayadabilir, bu yıllar da sürebilir. O ölüm uykusunda onu yalnız bırakamam. Benim kardeşim karanlıktan korkar. O, orda tek başınayken, ben yaşayamam. Acı mı çekiyor bunu bile bilmeden nefes alamam, su içemem, yemek yiyemem. Bunu benden bekleyemezsin. Umut kırıntısı bile yetmez bana. "

Arsen boşluğa bakarak konuşmuş, aklında birçok düşünceyle uzaklara dalmıştı. Sanki orada değil gibiydi.

"Elimizden bir şey gelmiyor ki abi. Napabiliriz beklemek dışında."

"Ben ne yapacağımı biliyorum"

Bu sefer Arsen'in sesi tok ve kendinden emin gibiydi. Yerinde dikleşip Altay'a baktı. Bakışında kor alevler vardı, birkaç dakika öncesindeki enkazından eser kalmamıştı.

"Bilim bu kadar ilerlemişken bu konuda da ilerlemişlerdir diye düşünüyorum. Kansere bile çare buldular, burda olmasa bile başka bir yerde illa ki çaresini bulan bir doktor vardır. Olmak zorunda. Bütün işi gücü bırakıyorsun ve alanındaki tüm en iyi doktorları bulup getiriyorsun. Sınırlara takılma bu süreçte, dünyanın bir ucunda bile olsa bul getir Altay, sana güveniyorum kardeşim."

Karşı çıkmak istedi ama yapamadı Altay. Akışına bırakma kararı aldı, illa ki kabullenecek diye düşündü, bir yandan da Arsen'in sözleriyle içinde umut yeşermeye başlamıştı. Gerçekten olabilir miydi?

"Peki basını ne yapacağız? Şimdiden haberler yayılmaya başlamış, telefonlar susmuyor. Gazeteciler, hayranlar açıklama bekliyor."

"Eylül'ün telefonunu getir bana. Sonrasında ufak bir kaza olduğuyla ilgili bir şeyler zırvala basına."

Altay odadan çıktıktan sonra Arsen de yataktan kalkmış, elini yüzünü yıkamış ve kardeşinin uyutulduğu odaya gitmişti. Kardeşinin yüzünde yaralar vardı, eli ve bacağı alçıdaydı ama oradaydı işte. Nefes alıyordu, kalbi atıyordu. Yaşıyordu işte ve gözlerini de açacaktı, bunun için her şeyi yapacaktı.

"Burda olduğunu biliyordum. Arabayı hazırlattım, eve geç, dinlen biraz. Yarın nasıl bir yol izleyeceğimizi konuşuruz. Ve şunu unutma: senin hatan değildi kardeşim"

Telefonu ona verdikten sonra elini omzuna koydu. Omzunda duran yüklerini almak istiyormuş gibi sıktı. Bir süre öylece Eylül'e baktılar sonra Altay gitti, Arsen kaldı. Kardeşini bırakmak istemiyordu ama eğer onu bu yatakta daha fazla tutmak istemiyorsa gitmesi gerektiğini biliyordu.

Ardına bakmadan çıktı hastaneden çünkü biliyordu eğer bakarsa geri dönerdi. Dayanamıyordu bu acıya, birkaç saat önce beraber olduğu kardeşi artık yoktu, son gördüğünde de kırmıştı onu. Orda yatan ben olmalıydım diye düşündü tüm yol boyunca. Kardeşi hayat doluydu, ona baktığında bile içi enerjiyle doluyordu,

"Eylül yaşamayı severdi. Ölüm yakışmazdı ki ona, yaşayacak çok yılı vardı, henüz çok küçüktü. Neden o olmak zorundaydı ki?"

Eve geldiğinde adımları direkt onun odasına gitti. Kapıyı açtığı gibi kardeşinin kokusu karşıladı onu, gözlerini kapattı ve sanki kardeşi ordaymış gibi düşündü. Gözlerini açtığında orda olmamasını kabullenmek istemiyordu. Yatağına oturdu, odanın her köşesini daha öncesinde hiç görmemiş gibi tek tek, detaylıca izledi. Her köşede onu hayal etti. Hazırlanırken, makyaj yaparken, tarağını eline alıp delice şarkı söyleyip dans ederken... Şimdiden çok özlemişti küçük faresini. Uyanacak ve yine başımı şişirmeye devam edecek, o ölmedi diye düşündü. Telefonu açtı ve galerisine girdi. Onlarca, yüzlerce fotoğraf vardı. Küçük faresi fotoğraf çekmeyi çok severdi zaten bu yüzden İnfluencer olmamış mıydı? Bugün çekilmiş olduğu herhangi bir fotoğrafı seçti ve uygulamadan çıktı. Eğer biraz daha kalsaydı kendine hakim olamaz yine sinir krizi geçirirdi, bunu biliyordu. İnstagramın hikaye bölümüne girdi ve seçtiği fotoğrafın üstüne öldüğüyle ilgili haberleri yalanlayan sözler yazarak paylaştı yanına da birkaç gülme emojisi... Kardeşi olsa böyle yapardı. Dayanamadı sonrasında ve galeriye girdi. Her fotoğrafı, videoyu defalarca izledi. Göz yaşları durmadan akıyor ve telefonu da ıslatıyordu. Her fotoğrafta kardeşini öpüyor sanki kokusunu alabilecekmiş gibi kokluyordu. En sonunda bünyesi daha fazla dayanamayıp kendini dış dünyaya kapattı ve bir elinde telefon bir elinde peluş ayıyla uyuyakaldı.

Gözüne güneş ışığı vurdu, sabah olmuştu. Elini sağ tarafa attı ama bir boşluk karşıladı onu. Gözünü açtı banyodan kardeşinin yüzünde maskesiyle çıkmasını bekliyordu ama çıkmayacaktı. Bunu fark etmesi birkaç dakikasını aldı. Dün akşam yaşadıkları teker teker zihnine süzülmeye başladı. Kardeşi bir süre ondan ayrı yatacaktı. Yataktan kalktı, kendi odasına yöneldi. Hızlıca bir duş alıp takım elbisesini giydi ve şirkete doğru gitmeye başladı. İşe önce doktor bulmakla başlayacaktı sonrasında kaza olayına el atacaktı. Gerçekten kaza mıydı yoksa birkaç gün önce reddettiği bir şirketin işi miydi? Aynı zamanlara denk gelmesi tamamen tesadüf müydü yoksa? Arsen tesadüflere inanmazdı bu yüzden kazayı eşeleyecekti.

Şirkete vardığında kapıda onu bekleyen biri olduğunu gördü. Siyah takım elbisesi, siyah gözlüğü ve tamamen arkaya taranmış simsiyah saçlar. Tan Moreno tüm heybetiyle kapıda tek bir hareket bile etmeden onu bekliyordu. Arsen onunla konuşmak istemiyordu çünkü ne söyleyeceğini biliyordu. O Altay gibi değildi, ikisi her ne kadar ikiz olsalar bile birbirlerinin tam tersiydiler. Altay şakacı ve destekleyiciyken, Tan ciddi ve muhalifti.

Arabadan indi, Tan'ın bakışları ona döndü. Yanına vardığında yüz ifadesindeki sertliği gördü.

"İmkansız nedir bilmiyor musun sen?"

"Sana da günaydın Tancım. Ben de iyiyim sen nasılsın?"

"İyi olmadığını ikimiz de biliyoruz. Ama dünyanın her köşesinden doktor toplamak bambaşka bir boyut. Sen kafayı mı yedin?"

Tan konuşmaya devam edecekken Arsen onun sözünü kesti.

"Lütfen Tan, elimden gelen tek şey bu. Bırak bir şeyler yapayım yoksa kafayı yerim. Oturup öylece bekleyemem. Altay bu durumda olsaydı oturup bekler miydin sen? İkizini ölüm uykusunda bırakır mıydın?"

Tan onu anlıyordu ama mantığına oturtamıyordu. Onun yaptığı akıntıya karşı yüzmek, eliyle suyu tutmaya çalışmak gibiydi... Yine de anlıyordu ve hak veriyordu ona ama hepsi boşunaydı ona göre. Gitmesine izin vermesi gerekiyordu, bu acıyı ertelemek dışında bir şey değildi.

"Ne söylesem burnunun dikine gideceksin o yüzden susuyorum, şimdilik. "

"Eyvallah kardeşim"

Dönen kapıdan geçtiler, asansöre kadar ikisi de tek kelime etmedi.

"Kaza meselesi çok aklımı kurcalıyor. Hiç mantıklı gelmiyor. Dün araştırayım dedim ama hiçbir kamera görüntüsü yok. Çarpan araç yok ortada. Elimizde Eylül ve parçalanmış araç dışında hiçbir şey yok"

Arsen, bu sözlerle daldığı düşüncelerden çıktı. O da şüphelenmişti ama araştırmamıştı. Tan'ın anlattıklarıyla iyice şüphesi harlanmıştı.

"Onların işi olabilir mi sence?"

Onlar diye kast ettiği kişileri biliyordu Tan. Arsen'in güvenlik işinden sorumlu olsa da şirketteki anlaşmaları, ihale işlerini de iyi biliyordu.

"Olabilir, başkaları da olabilir."

Asansöre bindiler ve ikisi de kim olabileceği ile ilgili derin düşüncelere daldı.

"Ne yapacağını biliyorsun."

"Son zamanlarda etkileşime girdiğimiz herkesi tek tek göz hapsine alacağız. Eylülün girip çıktığı, konuştuğu herkesi de öyle. Gittiği yerlerde kim vardı, kimin gözü onun üzerindeydi. Hepsine. "

Kafasını salladı, bu konuda Tan'a güveniyordu.

"Bir gelişme olduğunda söylersin"

"Tabii"

Asansörden indiler, toplantı odasına girdiler. Neredeyse herkes gelmiş, asker edasıyla onları bekliyordu. İçeri girdiklerinde tüm gözler onlara dönmüştü. Hepsinin gözünde acıma ve hüzün vardı. Sessizce Arsen'in acısını paylaşıyorlardı. Konuşmaya cesaret edemediler, sanki hiçbir şey olmamış gibi toplantı yaptılar. Yeni güncellemeler ve anlaşmalar üzerinde durdular. Arsen zorlansa da odaklanmayı başardı. Tüm acısına, çaresizliğine rağmen ana odaklandı ve bir süreliğine soyutlandı tüm geçmişinden, düşüncelerinden.

"Tamamdır arkadaşlar bugünlük bu kadar yeterli. Teşekkür ederim herkese."

Çalışanlar teker teker çıktılar odadan. En son, odada sadece Tan, Altay ve Arsen kalmıştı.

"Abi birçok doktorla görüştüm ama..."

Başını yere eğdi Altay, akşam içinde yeşeren umut kurumuştu artık. Doktorlar delirdiğini, bunun dönüşünün olmadığını söylemişti. Her çaldığı kapıdan, ayrı bir karamsarlık ve çaresizlikle dönmüştü.

"Hepsi aynı şeyi söyledi. Henüz bilim bu kadar gelişmemiş falan filan. Ben yine de araştırmaya devam ediyorum."

Altay'ın umutsuz sesi, çaresiz bakışları, getirdiği olumsuz haberler bile Arsen'i yıkmaya yetmemişti. İçindeki umuda sıkı sıkı sarılmıştı, bir çocuğun oyuncağını vermek istememesi gibi o da son kalan umudunu vermek istemiyordu. Bir çaresi olmak zorunda diye düşündü.

İKİ AY SONRA

Günler acımasızca geçip gidiyordu, her saatinde acı çektiriyordu içinde umut barındıranlara. Günler birikip ayları oluşturmasına rağmen o umudu korumuştu Arsen. Hissediyordu, kardeşi uyanacaktı. Şimdiye kadar eline hiç dışında bir şey geçmemesine rağmen direniyordu.

Oturduğu yerden kalktı ve kardeşinin odasına gitti her zamanki gibi. Bir süre öylece durdu orda, rutine bağlamıştı artık bunu. Bazı günler sanki karşısında kardeşi varmış gibi konuşurdu. Bazı günler öylece durur sessizliği dinlerdi. Bu süreçte birçok kişi gelmişti ve gelen herkes aynı şeyi söylemişti . Bundan kurtuluş yokmuş imkansızmış, boşuna çabalıyormuş falan. Kimse anlamıyordu onu. O imkansıza inanmıyordu. Özellikle kardeşinin kalbinin attığı halde sonsuz uykuda olmasını kabul etmiyordu.

Kapı çaldı, Arsen elindeki oyuncağı bırakıp aşağı indi. Kapıyı açtığında karşısında Zehra ve Altay'ı buldu. Altay'ı görmeye alışmıştı artık. Bu süreçte neredeyse her gün onun yanında bitiyordu, onu asla yalnız bırakmıyordu ama Zehra'yı gördüğüne şaşırmıştı. O lanet günden bugüne sadece iki defa görmüştü.

"Hoş geldiniz"

"Hoş bulduk"

"Seni görmeyi beklemiyordum Zehra. Uzun zaman oldu. "

"Biraz öyle oldu Arsen abi. Biraz uzak kalmaya ihtiyacım vardı. Bu acıyı sindirmem lazımdı. Kolay değil, biliyorsun..."

Devam edemedi Zehra, sustu. Ağlamak istemiyordu, dilini ısırdı ve gözyaşlarını durdurmak için tavana baktı. Burnunun ucu yanıyordu, ağlasa rahatlayacaktı ama kendine bunu yasaklamıştı.

"Anlıyorum.."

Arsen , Zehraya baktıkça kardeşini görüyordu. İkisinin o kadar benzer yönü vardı ki. Gözlerini kapatsa Eylül sanardı onu. Zaten bu yüzden birbirlerine ikizim demiyorlar mıydı?

Salona geçip koltuklara oturdular.

"Kapısına gitmediğim doktor kalmadı Arsen. Hepsinden aynı cevap. Sanırım vazgeçmenin vakti geldi..."

Vazgeçmek istemiyordu Arsen, kardeşine ihanet etmek gibiydi. Onu yalnız bırakmayacağına, uyandıracağına söz vermişti. Şimdiyse henüz iki ay geçmişken pes etmek ona uymuyordu. İki ayda bile neler çekmişti ama geçen iki ayın giderek yıllara dönüşeceğinden korkuyordu. Nasıl dayanacaktı, nasıl bekleyecekti? Uyanabilir miydi? İstemese bile umudunu yavaş yavaş yitirmeye başlamıştı artık.

"Abi gitmesine izin vermemiz gerekiyor. "

Karşı çıkmak istedi, uyanacak bir gün demek istedi ama artık kendisi bile inanmıyordu bunlara. Gitmek isteyeni tutmak ne kadar mantıklıydı? Bazen gitmelerine izin vermemiz gerekiyordu. Altay'ın sözü üzerine kimse bir şey diyemedi. Bakışları zemindeki her toz zerresini görmek istercesine yere odaklanmıştı.

"Aslında... biri var."

Zehra usulca döndü onlara. Sesi çok uzaklardan geliyor gibiydi. İkisinin de başının hızlıca ona dönmesine sebep oldu bu sözleri.

"Kim var?"

Arsen umut barındıran ama yılgın sesiyle konuştu. Sesi umut beslemeye bile korkan bir tonla çıkmıştı

"Biliyorsun Eylül'ün tüm sosyal medya hesaplarını ben yönetiyorum, her gün fotoğraflar videolar paylaşıyorum. Eylül'ün zaten halihazırda taslakta onlarca videosu vardı ama onlar da tükendi o yüzden eskiden çekip paylaşmadığımız video var mı diye bakınıyordum. Sonra karşıma bir şey çıktı, daha doğrusu bir kadın. "

Zehra sustu ve ikisinin yüzüne baktı, birinde usanmışlık varken birinde umut vardı. Arsen devamını söylemesi için teşvik etti onu.

"Eee nolmuş kadına"

"Arsen abi hangi yıldı hatırlamıyorum ama sanırım iki sene önceydi. Türk bir kadın Omnia ödülüne aday olmuştu çalışmasıyla ama sonra ödül ona değil rakibi olan bir erkeğe verildi. Kadının çalışması çok daha iyi olduğu halde sırf kadın diye verilmemişti"

Zehra'nın söylediklerinden bir şey anlamayan Altay sözünü kesti

"Bir dakika Zehra, öncelikle Omnia ödülü de ne? Hem ne belli kadının çalışmasının daha iyi olduğu?"

Altay'a bakıp göz devirdi kız. Bakışlarıyla ondan ne kadar rahatsız olduğunu ve sevmediğini belli ediyordu.

"Omnia ödülü 8 yıl önce başlayan ve şu anki zamanda alınması en zor olan ödül. Bu ödül Nobel ödülündeki usulsüzlüklerin ortaya çıkmasıyla eşdeğer zamanda ortaya çıkmış bir ödül. Nobel ödülü çökünce bu yükseldi ama ne hikmetse bu ödülü hep erkekler alıyor. Kadınlar aday bile olmuyor şimdiye kadar toplamda 4 kadın aday vardı. Onlardan biri de Mine miydi neydi o kadın işte. O yıl bu haber viral oldu. Birçok profesör itiraz etti bu karara. Kadın Harvard mezunu ve onlar da ona destek çıktı. Birçok makale yayınlandı, imzalar toplandı ama karar değişmedi. Cinsiyetçilik yaptılar alenen ve bunun üstü bir şekilde kapatıldı. Kadını biz de paylaştık hesaplarımızda belki hatırlarsın böyle bembeyaz saçlı biri laboratuvarda oturmuş gözlüklü bir fotoğrafı vardı. Zaten kadının sadece o fotoğrafı var başka yok, sosyal medya hesabı bile yoktu. Sanki bu dünyada hiç olmamış gibi"

Altay yine sözü devraldı, sadece karşı çıkmak istemişti. Ona göre Zehra hiç mantıklı şeyler söylemezdi, popüler kültürün kölesi olarak görüyordu onu.

"Sosyal medya hesaplarının olmayışı kadının olmadığı anlamına gelmez. O, fotoğrafıyla konuşulmak, görülmek yerine düşünceleri ve çalışmalarıyla dünyaya adını yazdırmış"

Arsen araya girme ihtiyacı duydu yoksa her zamanki gibi bu ikili yine tartışmaya başlayacaktı

"Konuyu dağıtmayın ee ne olmuş yani bu kadına."

"Arsen abi kadın beyin ve sinirlerle ilgili çalışma yapmıştı. Şimdi tam hatırlamıyorum ne üzerine çalıştığını ama öyle bir şeydi."

"Sen şuna hiç okumadım sadece paylaşmak için paylaştım desene."

"Her neyse işte, o kadın aday olacak kadar iyi bir çalışma ortaya koymuşsa demek ki alanında çok çok iyi, üstelik Türk. Belki o bu duruma bir çözüm bulabilir. Diğer doktorlar çözüm yok dedi evet ama bu kadın o çözümü üretebilir.Neden olmasın?"

Zehra umutlu ve kendinden emin sesiyle konuşuyordu. Ondaki umut Arsen'e de bulaşmıştı. Altay ise saçmalıktan ibaret olduğunu düşünüyordu.

"Kadın niye böyle bir zahmete girsin kim bilir şimdi hangi önemli işle uğraşıyordur."

Zehra oflayarak Altay'a döndü ve sert sesiyle konuştu.

"Denemekten ne kaybedeceğiz ki!"

Atışan ikiliye hiç bakmadı Arsen, o sadece yeni ortaya çıkan ihtimale tutunmuştu.

"Adı ne demiştin?"

Zehra bir süre düşündü, ismi hatırlamaya çalışıyordu.

"Mineli bir şeydi ya, bekle internete yazayım çıkar"

Dakikalarca aradı bulamadı, arşivlerden paylaştığı hikayeye baktı orda bile yoktu. Kadına dair hiçbir şey yoktu ama o emindi kadının varlığından. Eylülle çektikleri tepki videosu da bunun kanıtıydı.

"Sen bunları uydurdun dimi"

Altay gözlerini devirdi ve umutsuzca oturduğu yerden kalktı. Zehra ise telefonda deli gibi araştırma yapıyor tek bir yazı, belge bulmaya çalışıyordu.

"Hayır gerçekten vardı"

Zehra yine de vazgeçmedi ve odadan bir hışımla çıktı. Eylül'ün odasına girdi ve her yeri karıştırmaya başladı. Eylülün gazete, dergi toplama huyunu biliyordu ve o güne ait haberi bulmaya çalışıyordu. O sırada aşağıda Altay ve Arsen tartışıyordu.

"Cidden inandın mı? Gitmediğimiz yer kalmadı abi yok. Bunun çaresi yok, yok işte anla artık!"

Altay'ın sinirli sesine aldırmadı. O, az önceki konuşmada kalmıştı. Yıllar sürecek bu beklemede kardeşi için çare olabilecek her kapıya gitmeye kararlıydı. Altay'ın sesi çok uzaktan geliyordu, o şimdiden umut beslemeye başlamıştı. Altay ise odanın bir köşesinden öbür köşesine gidiyor sinirle söyleniyordu. Çok sıkılmıştı bu durumdan, en başta umudu vardı ama her konuştuğu doktordan sonra iyice kaybetmişti umudunu. Artık tamamen vazgeçmişti.

"Mina Safir"

Zehra'nın sert sesi tüm salonu doldurdu, bakışlar ona döndü. Bir elinde gazete kağıdı bir elinde fotoğrafla öylece duruyordu. Tek kaşını kaldırıp Altay'a baktı, yüzünde kendinden emin ve küçümseyici bir gülüş vardı.

"Ne?"

"Kadının adı bu."

Arsen başıyla Altay'a işaret verdi , Altay mesajı almıştı. Hiçbir şey söylemeden çıkıp gitti çünkü ne söylese boşuna olduğunu biliyordu, bunu bir kez daha anlamıştı az önce. Arsen gazete kağıdını eline aldı ve okumaya başladı, bembeyaz saçı olan bir kadın laboratuvar gibi bir yerde durmuş kameraya gülümseyerek bakıyordu. Fotoğrafın kesilmiş olduğu belliydi muhtemelen toplu çekilen bir fotoğraftı ama medya sadece kadını almıştı. Daha detaylı inceledi kadını, gülümsüyor olmasına rağmen yüzü sertti, gözlerine ulaşamamıştı gülümsemesi. Sanki baktığı kişinin içini görüyormuş gibi bakıyordu gözleri. Hakkında yazılanlar sınırlıydı, adı ve mezun olduğu üniversite dışında hiçbir bilgi yoktu. Bu nasıl mümkün olabilirdi? Şimdi de adı bile yoktu hiçbir yerde, sanki dünyaya hiç gelmemiş gibi. Biri ya da birileri bu kadının varlığını dünyadan silmişti. Ya kadın ölmüşse diye düşündü ama hemen bu fikri uzaklaştırdı kafasından. Yaşadığını varsaymak zorundaydı.

"Kadını bulduk diyelim ne yapacaksın?"

Kafasını kağıttan kaldırıp Zehra'ya baktı. Küçük kardeşi gibi o da çok meraklıydı, her şeyi bilmek isterdi. Eylül olsaydı hemen abisinin üstüne atlar cevabı alana kadar durmazdı

"Her zamankini, soracağım bu durumun çaresinin olup olmadığını"

"Ya yok derse"

"Bir şey kaybetmem, hepsi aynı şeyi söyledi şimdiye kadar. Ama dediğin gibi biriyse çözümü o üretebilir. Bunun olması için çabalayacağım zaten başka yapacak bir şeyim yok. Çözüm bulamasa da kaybedecek bir şeyim yok ama ya üretirse sorusu kafamı karıştırıyor. Gazetede yazılanlar ve yaptığı çalışma beni o çözümü bulabileceği düşüncesine itti."

Zehra sadece başını salladı ve telefonda yaptığı şeye devam etti. Böylece saatler geçti, Altaydan hala haber yoktu. Arsen tam onu arayıp neler bulduğunu soracakken Altay'ın sesi durdurdu onu.

"Abi yok, kadın her yerden silinmiş hiçbir yerde yok. Böyle birinin olduğunu kanıtlayan tek şey bu gazete"

"Nasıl yok?"

"Basbayağı abi yok, kadın ortadan kaldırılmış sanırım. "

"İllaki bir yerde kayıt falan bir şey vardır."

"Bilmiyorum, ben bulamadım. "

Altay tamamen pes etmiş bir halde koltuğa yığıldı, gazete kağıdı olmasa Zehra'nın yalan söylediğini düşünürdü ama ordaydı işte. Ona rağmen kadından hiçbir iz olmaması yalan olma ihtimaline geri götürüyordu onu. Daldığı düşüncelerden çıkıp Arsen'e baktı, eliyle yüzünü kaşıyor önündeki gazete kağıdına bakıyordu. Kafasından ne geçtiğini çok merak ediyordu. Sonra birden ayağa kalktı.

"Tamam anladım, bugünlük bu kadar yeter. Yarın bakarız ne yapabileceğimize."

Herkes kendi köşesine çekildi, gün değerlendirmesini yaptılar. Üçü de aynı yerden yola çıkmışken bambaşka sonuçlara varmışlardı. Altay bunun son olacağını söyleyerek araştırmalarına devam etti, Arsen de her bağlantısını kullanarak bir şeyler öğrenmeye çalışıyor ama her zamanki gibi eli boş dönüyordu.

Yarın, diğer yarınla birleşti ve onlarca yarın birikip haftaları oluşturdu. Hiçbir sonuç bulamadılar iki hafta boyunca. Arsen asla pes etmeden ilerlemiş Altay ise çoktan vazgeçmişti. Kadının arkadaşı olabilecek herkese ulaşmıştı, bir kişi hariç ve şimdi de onun yanından kalkıp şirkete gidiyordu Altay. En başından beri bu işin çıkmaza çıktığını biliyordu ama anlatamıyordu. Arsen'in odasına girdi.

"Buldum ama... Hiçbir işimize yaramaz. Abi... kadın şizofrenmiş şimdi akıl hastanesinde. "

Bilgisayarından kafasını kaldırıp Altay'a baktı. Kafasından türlü düşünceler geçiyordu, Altay o düşünceleri okumak istedi.

"Nerede?"

"Abi ne demek nerede! Akıl hastanesinde... Delirmiş kadın. Ne işimize yarayacak ki?"

Arsen, hışımla yerinden kalktı, oturduğu sandalye yere devrildi.

"Yeter Altay! Gerçekten yeter... Çaresizliğimi göremiyor musun? Yoluma taş koyacaksan şimdiden işi bırak."

"Arsen ..."

Az önceki yıkılmaz hali gitti ve gerçek duygularının yükleriyle çöktü Arsen. Sesi fısıltıyla çıkıyordu. O da çok yorulmuştu, dayanamıyordu ama kardeşi için yapmak zorundaydı.

"Tek umudum o"

Altay karşı çıkamadı daha fazla. Onun bu bitkin halini gördükten sonra istese bile yapamazdı.

 

♟️

 

♦️ Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. Sıfırdan başlamak çok zor ve korkunç bir süreçken sizin desteğinizle diğer bölümleri yazmak ve yayınlamak için yeterli motivasyonum olur.

Loading...
0%