Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Bölüm -1-

@heybelinay

 

 

 

 

 

~1.BÖLÜM: RÜYA ~

 

 

 

 

 

“Sonsuz gibi gözüken tek bir pencereden bakman çok anlamsız. Bir şeylerin farkına varmak istiyorsan dışarı çıkıp uzun uzun bakmalısın.”


 

Gözlerimi araladığımda, gökyüzü kendini geceye teslim ediyordu. Güneşin son ışıkları yeryüzüne hafifçe dokunurken, yıldızlar yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlıyordu. Soğuk toprağın üzerinde yattığımı fark eder etmez, hızla yerden kalktım. Ağaçların arasında hafifçe esen rüzgâr yaprakları hışırdatıyordu, birdenbire kuvvetini artırarak bedenimi sarstı ve içimde garip bir ürperti oluşmasına neden oldu.

İçimde tuhaf bir his bu ormanın sıradan ve normal bir orman olmadığını söylüyordu. Düşüncelerimden sıyrılıp yürümeye başladım. Nereye gittiğimi bilmeden sadece yürümeye devam ediyordum. İçimden bir ses, “İlerle” diyordu. Yürüdükçe, ormanın daha da derinlerine doğru ilerliyordum.

Sonsuzluğa uzanan ormanda karanlık gittikçe yoğunlaşıyordu. Gökyüzü artık tamamen kararmış ve yıldızlar daha çok belirgin olmaya başlıyordu. Ama maalesef ki yıldızların ışıkları ormanın içini tam olarak aydınlatmaya yetmiyordu. Yinede aydınlık bir gökyüzü hâkimdi. Birbirinden bağımsız sık ağaçların arasından gelen küçük yansımalar gökyüzüne aitti.

Adımlarımı attıkça dibe battığımı hissediyordum. Sanki karanlık beni içine çekiyor gibiydi. Anlamıyorum neden bu tuhaf yerde sadece ben varım? Nasıl geldiğimi bile hatırlamıyorum. Kafam gittikçe çok fazla karışıyordu. Doğru düzgün bile düşünemez oldum. Bu karanlık ormanda tek başıma olduğum aklıma geldikçe içimdeki korku daha çok büyüyordu. Olduğum yere çöküp oturdum. Çünkü artık yürüyecek mecalim bile kalmamıştı.

“Bu ormanda neden kimse yok?” Diye bağırdım. Aniden ormanın içinden garip bir ışık yansımasını görmemle hemen ayağa fırladım. Dikkatlice o yöne doğru baktım. Korkum daha da çok arttı. O yerden bana doğru bir şey geliyordu. Bana yaklaştıkça onun bir insan silueti olduğunu fark ettim. Niyeti iyi mi, kötü mü bilemediğim için ayaklarım titreyerek geriye doğru gidiyordu. İnsan silueti yakınlaştıkça yüzü belli oluyordu. Yaklaşan kişinin erkek olduğunu fark etmemle içimdeki korku daha çok yoğunlaştı. Issız bir ormana nasıl geldiğimi dahi bilmezken tek başınaydım. Kalp atışım normal hızından daha hızlı atıyordu. Sanki yerinden çıkıp gidecek gibiydi. Ortamın sessizliği yüzünden daha fazla dayanamadım ve “Kimsiniz?” diye seslendim.

Gizemli kişi bana biraz daha yaklaştı ve aramızda çok az mesafe kalmıştı. “Benim Ayza, sevgilin Berat.” Bu sesi duyar duymaz olduğum yerde donakaldım. Gökyüzü artık dolunaydan kaynaklı daha da aydınlıktı. Böyle olunca Berat’ın yüzünü daha da net bir şekilde görebildim. Evet, gerçekten bu gelen kişi Berattı.

Bir saniye onun bu yerde ne işi vardı? Kafam gittikçe daha çok karışıyordu. Bulunduğum yerden hareket bile etmeden sadece Berat’ın bana doğru gelmesini bekledim. Sonunda yanıma gelip tam karşımda durdu ve gözünü kırpmadan bana baktı.

Üzerimden hemen şaşkınlığımı atıp “Berat” diyerek seslendim. Ama yanıt vermedi sadece beni izlemeye devam etti. Böyle şeyler asla yapmazdı. Konuşmadan bir saniye bile duramazdı. Tekrardan "Berat" diyerek seslendim. “Herhalde beni endişelendirmek istiyorsun bu durumun başka türlü açıklaması olamaz. Yoksa bana eşek şakası tarzında bir şaka mı yapıyorsun. Hangisi sevgilim?” dedim.

Yüzünde çok tuhaf bir ifade vardı. Gözleri kıpkırmızı olmuş ve dudağının kenarında kanayan bir yara vardı. Aynı şekilde sağ kaşının alt tarafında da yara vardı. Hatta yüzünün bazı yerleri bile yaralarla doluydu. Yüzüne bakınca kavga ettiği anlaşılıyordu. Nasıl ve ne zaman olmuştu?

Bana biraz daha yakınlaşıp yüzümü ellerinin arasına aldı. “Ayza, sadece beni dinlemeni istiyorum. Tamam mı? Bak sadece beni!” Dedi.

“Ne oluyor, Berat?” Diye sordum.

“Ayza, onlara sakın inanma tamam mı? Göründüğü gibi değil. Sadece durumu yanlış anladın. Lütfen, sana yalan söyleyecekler. İnanma! Sadece bana inan ve güven. Olur mu? Seni çok seviyorum.” Dedikten sonra yanağımı öptü ve benden uzaklaşmaya başladı. Arkasından yürümeye başladım.

“Nereye gidiyorsun Berat?” Arkasından seslendim. “Ben neyi yanlış anlamışım ve bana kimler yalan söyleyecek? Durur musun?” Diyerek bağırdım. Ama ne fayda yürüsem de koşsam da ona yetişmek mümkün değildi. “Bizim bu saçma sapan yerde ne işimiz var söyler misin?” Diyerek seslendim.

Berat’ın tam kolundan tutacakken bir şey oldu. Ben daha neyin ne olduğunu anlayamadan, birden arkamdan biri kollarımı sıkıca tuttu. O kadar çok sert tutuyordu ki hareket bile edemiyordum. Kafamı çevirip "Bıraksana beni!" Diye bağırdım ama ne fayda bırakmıyordu. Elinden bile kurtulamıyordum. Adam, benim iki katım kadar büyüklüğündeydi. Berat, benim halimi görünce hemen yanıma gelebilmek için yönünü değiştirip geliyorken birden bir ses tarafından durduruldu.

Sesin geldiği tarafa ikimizde aynı anda baktık. Az önceki adam gibi onu da hiç görmemiştim. Biraz ileride durmuş bizi izliyordu. Birkaç saniye sonra adam bana doğru yavaş adımlarla gelmeye başladı. Kaçmak istedim ama başaramadım. Arkamdaki adam kolumu çok sıkı tuttuğu için maalesef kaçamıyordum.

"Orada dur küçük adam.” dedi kalın bir erkek sesiyle, “Eğer bir adım daha atarsan sevgilini acımadan direkt vururum.”

Korkuyla titremeye başladım. Adam belinden tabancayı çıkarıp eline aldı. Bana biraz daha yaklaşıp elindeki silahı yüzüme doğrulttu. O an hayatımda atıp atabileceğim en büyük çığlığımı atmış olabilirim. Attığım çığlık ormanda yankılanınca irkilmeme sebep oldu. Kalp atışım haddinden fazla hızlı atmaya başladı. Korkum daha çok arttı. Ne yapacağımı bilemiyordum, sadece başıma gelecek olayları beklemeye başladım. Çünkü başka çarem yoktu. Ağlayarak Berat'a baktım. O da bana çaresizce bakıyordu.

"Yolun sonu geldi, Ayza." dedi. Bir kız sesi. "Sonunda canını yakacağım." Aynı sesin sahibi, "Değer verdiğin insanı bugün ellerinin arasından alıyorum. Sadece izle, Ayza." Karanlığın içinden bize doğru geliyordu.

Bu ses… Bir saniye, bu sesin sahibi Buse’ydi. İlk başta sesi tanıyamamıştım ama evet bu ses Buse’ye aitti. Onun iğrenç sesini nerede duysam bilirdim. Birbirimizden nefret ederdik. Ne ben onu severdim ne de o. Düşmandık. Ama nasıl olur onun böyle bir yerde ne işi vardı? Kafam artık yaşananları kaldıramaz oldu. Buse karşıma geçip sırıtmaya başladı.

"İzle, Ayza.” Dedi Buse. “Bugün 14 Ekim senin için en güzel ve anlamlı bir gün olabilir." iğrenç gülüşü ile gülünce sesi tüm ormanda yankılandı. Buna dayanmak zorunda kalacak kadar ne yapmış olabilirdim acaba? Bu düşüncemi bir kenara bırakıp bu saçma sapan yerden nasıl kurtulabilirdim? Bunu düşün Ayza, dedim.

Kafam daha da karışmıştı. Yaşanan şeylere anlam veremiyordum. Buse ve Berat burada ne yapıyordu? Diğer garip insanlar neden buradaydı? Ve neden bana silah doğrultmuştu? Kafamda bir sürü sorular var ama hepsi yanıtsızdı. Buse'nin dediği gibi sadece izliyordum. Çünkü elimden hiçbir şey gelmiyordu.

"Ne diyorsun Buse? Ne yolun sonu? Saçma sapan şeyler söyleyip beni sinir etme. Hem 14 Ekim derken neyden bahsediyorsun?" Diyerek, sesimi olduğundan fazla yükselttim.

"Yolun sonunun gelmesine çok az kaldı Ayza. Fırtına çok yakında... Yaşadığın sürece 14 Ekimi asla unutmayacaksın." Dedi. Yanımdan uzaklaştı ve birkaç metre ileride ağaçların yoğun olduğu tarafa doğru gitti. Orada durdu sonra bana bakmaya devam etti. Bu yaşananlara anlam veremiyordum. Herkes bir yer buluyor ve benden uzaklaşıyordu. Şu an neden böyle tuhaf bir olay yaşanıyordu? Bilmiyordum.

Bana silah tutan adam hala karşımda duruyordu. Gözlerini bile kırpmadan sadece bana bakıyordu. Sonra birden silahın tetiğini çekti ve ormanda silahın sesi yankılandı. Dünya sanki etrafımda dönüyor gibiydi. Sis hiç ortada yokken aniden her yeri sis kaplamaya başladı. Sislerin arasından gelen kurşun bedenime rüzgârın esintisi gibi dokunmuştu. Gerçek bir acı yoktu ama yine de kurşunun sıcaklığını ve acıyı içimde hissedebiliyordum. Elimle karnıma dokundum ve elime kendi kanım bulaşmıştı. Vurulan yere karnıma baktığım da ise kurşun giren bölge kanlar içindeydi. İlk önce içimde bir boşluk hissetim. O kurşun sanki hiç girmemiş gibiydi. Ama orda bir ağırlık hissediyordum. Ağırlık gittikçe tüm vücuduma yayılıyordu. Bacaklarım gittikçe halsizleşiyordu. Ayakta daha fazla duracak halim yoktu. Dizlerimin bağı çözülünce kendimi yere düşerken buldum. Zaman daha çok yavaşlıyordu. Düşmenin bu kadar uzun sürmesi mümkün değildi. O an bütün her şey gözümün önünden film şeridi gibi geçti. Yere yığılıp kaldım.

Gözlerim ağır ağır kapanırken son hatırladığım şeyler ise beni vuran adam ve diğer adamın ormanın derinliğine doğru koşup gözden kaybolmasıydı. Aynı şekilde Buse de gözden kayboldu. Berat ise koşarak yanıma geliyordu. O gelene kadar çoktan yanımda biri belirmişti. Ama yüzünü seçemiyordum. Çünkü gözlerim artık her şeyi bulanık görüyordu. Berat biraz ileride durdu ve sadece bizi izliyordu. Yanımda duran gizemli kişi hemen yere oturdu ve elini karnıma bastırdı. O, elini bastırınca birden acı yok oldu. Onun yerine içimi huzur kapladı. Sonra o kişinin sesini duydum. “Merak etme iyi olacaksın. Bana güven olur mu?” Diyordu. Yüzü tam olarak belirgin değildi ama sesi erkek sesine benziyordu. Neden bilmiyorum ama o gelince kendimi huzurlu ve güvende hissettim. Şu koskoca ormanda sadece üçümüz vardık. Artık daha fazla gözlerimi açık tutamıyordum ve karanlığın beni içine çekmesine izin verdim.

 

 

 

 

 

 

 

 

************

 

 

 

Gözlerimi açar açmaz karnımı tutarak yüksek sesle çığlık attım. Yattığım yataktan hızlıca doğrulurken ayağımın yorgana takılmasıyla kendimi yerde buldum. Kan ter içinde kalmışım. Ellerimi saçlarımın arasından gezdirirken karnımdan vurulduğumu hatırlamamla hemen karnımı kontrol ettim. “Neyse ki rüyaymış.” Ama hala rüyanın etkisinden çıkamadım. Zeminin soğukluğu beni biraz olsun kendime getirdi. “Bu nasıl rüya böyle?” Yaşanan bütün olayları bir an gerçek sanmak üzereydim. O kadar çok gerçek gibiydi ki, dedim “tamam bu sefer gerçekten ölüyorum sandım”. Kalbim hızla çarpmaya devam ediyordu. Sanki rüyanın o tuhaf yoğunluğunu bedenimde hala hissediyordum. Huzursuzluk etrafımı çevrelemişti. Bana ait odamda olmama rağmen kendimi iyi hissetmiyordum. Sanki bu rüya beni bir şeye karşı hazırlıyor gibiydi. Çünkü kaç günden beri buna benzer rüyayı sürekli görüp duruyordum. “Neden sürekli benzer rüyaları görüyordum?” Kendi kendimle konuşmayı çok sevdiğim için yine kendimle konuşuyordum. Çünkü beni anlayabilecek kimsem yoktu. Annem ve babam zaten uyuyordu. Büyük ihtimalle de sesimi bile duymadılar. Berat da Allah bilir nerde? Zaten kaç günden beri aramız da iyi değildi. Neyse zaten bir önemi de yok. Kendi başımın bir çaresine bakabilirim, diyerek içimden geçirdim.

Yerden kalkıp masamın üzerinde duran cam sürahiden bardağıma su doldurup içmeye çalıştım. Bardağı tutarken bile elim titriyordu. Çünkü bu sefer ki rüya beni çok derinden etkilemişti. Kendime gelmem için biraz süreye ihtiyacım vardı. Suyumu içtikten sonra bardağı masamın üzerine koyup yatağıma oturdum. Damarlarımın uyuştuğunu hissediyordum. “Anlamadığım bir şey var. Neden kaç günden beribenzer rüyalar görüp duruyordum. 14 Ekim, Berat, Buse ve diğer tanımadığım adamlar ne alaka? Anlamıyorum. Ama bugünkü gördüğüm rüya hepsinden daha farklıydı."

Sakin olmam lazım. “Kendine gel Ayza alt tarafı bir rüya büyütmene gerek yok.” Dedim. Hemen yatağımdan kalkıp hızlıca odamın içinde yürümeye başladım. O sırada da kapı aniden açıldı. Gelen kişi annemdi. Odamın ışığını açıp koşarak yanıma geldi.

“Ne oldu güzel kızım? İyi misin?” Elini saçımda gezdirdi.

“Evet, iyiyim anne sadece saçma bir rüya gördüm o kadar hem sen niye uyandın?” Diye sordum.

“Lavabodaydım kızım ondan hemen gelemedim. Rüya mı gördün?” Dedi.

“Evet, biraz kötüydü.” Diyerek yanıt verdim.

“Ne gördün?” Diyerek sordu. Anlatma taraftarı değildim. Çünkü kaç günden beri bu rüyayı görüyordum. Bugün sadece tek bir yerini farklı görmüştüm. Anneme anlatırsam rüyamı gerçek olarak yorumlardı. Söylediği şeyler ise kafamı karıştırabilirdi. Zaten kaç günden beri kendimi çok kötü hissediyordum. Ama annemden de kaçmak pek mümkün değildi. O yüzden birazını anlatsam bir şey olmaz, diye düşündüm. Annemle birlikte yatağıma oturduk.

"Anne" dedim. Sesim bile zar zor çıkıyordu. Gerçekten bugünkü gördüğüm rüya beni çok kötü etkilemişti. "Anne, birkaç günden beri bir rüya görüyorum." dedim. Nefes alıp verdim. Rüyamı hatırlamaya çalışıyordum. "Karanlık bir ormandaydım. Her yer karanlık önümü bile tam göremiyordum. Sonra aniden Berat'ı gördüm. İlk başta benimle konuşmadı. Konuşması için çabaladım. Bir şeyler söyledi ama tam olarak hatırlayamıyorum. Sonra tanımadığım insanlar gördüm. İçlerinden biri silahla beni vurdu. Sonra zaten uyandım." Hızlı bir şekilde anlatsam da başarmıştım.

“Vuruldum derken?” Bu kısmı yanlışlıkla ağzımdan kaçırmıştım. ‘Of Ayza hepsini anlatmayacaktın.’ İç sesim bile isyanlardaydı. Neden bilmiyorum ama birden dilim çözüldü.

“Yani evet öyle bir kısım da vardı.” Dedim.

“Tamam, üzerini okusam iyi olacak.” Dedi ve yerinden kalkıp odamdan çıktı. Birkaç dakika sonra başında yazma ile geldi. Galiba abdest alıp gelmişti.

Üzerime bir sürü dualar okudu. Sonunda bitirip yazmayı da çıkartıp yanına koydu.

“Şimdi daha iyi misin kızım?” Diyerek sordu. Ne yalan söyleyeyim rahatlamıştım. Annem arada bir üzerime sürekli dua okurdu. Gerçekten de kendimi çok iyi hissediyordum.

“Teşekkür ederim annem baya iyi hissediyorum. Üzerimdeki kötü ve negatif her şey uçup gitti.” Dedim. Böyle dememe rağmen annemin yüzü hala düşüktü. Biliyorum işte gerçeğe yorumlayacaktı. Çünkü yüzünde garip bir ifade yer aldı. Sanki huzursuzlaşmıştı.

“Ne güzel işte, rahatladın. Neyse hadi bunu düşünme tekrardan uyumaya çalış.” Dedi.

“Uykum kaçtı anne yine tekrardan görürüm diye korkuyorum.” Dedim.

“Bir şey olmaz. Hadi yat uyu sen.” Deyip tam gidecekken-

“Ama gerçekten de uykum yok. Neyse iyi geceler annem.” Dedim.

"İyi geceler bir tanem." Deyip gitti.

Anneme rüyamı anlatmakta kararsızdım işte bu yüzdendi. Annem, başıma bir şey gelecek endişesi ile doluydu. "Of" Dedim.

Yatağımdan kalkıp penceremin önüne doğru gittim. Dışarıya baktığımda ise gökyüzü aydınlanmaya başlıyordu. Saate bakmak için yastığımın altında duran telefonumu aldım ve ekranına baktım. Saat 04.25 idi. “Of çok erken uyanmışım ya! Okula gitmeme daha vardı. Uykum da kaçtığına göre şimdi ne yapacaktım?”

İlk önce odamın perdelerini açarak başladım. Çünkü içeriye güneş ışıkları girsin diye açtım. Sonra penceremden dışarıyı izlemeye koyuldum. Gökyüzü artık aydınlanıyordu. Ay da yerini güneşe bırakıyordu. Yıldızlar ise yavaştan gözden kayboluyordu. Etrafa biraz daha göz gezdirmeye devam ettim. Sokakta yürüyen birkaç tane insan belirmeye başlamıştı. Dışarısı o kadar çok hoştu ki şu an tam çıkıp yürümek lazımdı. Ama maalesef şimdi çıkamazdım. Neyse bir ara mutlaka yapacağım. Bir süre daha izledikten sonra dışarıyı izlemekten sıkıldığımı fark edince “Neden bu güzel manzarayı balkona çıkıp izlemiyorum?” Diyerek kendime sordum. O sırada da karnımdan aniden ses gelince güldüm. “Anlaşıldı karnımı doyurmam lazımmış.” Hemen yatağımın yanı başında duran hırkamı alıp giyindim. Telefonumu da cebime koyduktan sonra odamdan çıktım.

Mutfağa doğru giderken bir taraftan da etrafıma bakınıyordum. Annem hiçbir yerde gözükmüyordu. "Büyük ihtimalle geri uyumuştu." Yavaş adımlarla mutfağa gittim.

"Ne yapsam acaba?" diye düşündüm. Mutfağa gelince etrafa göz gezdirmeye başladım. Buzdolabının kapağını açıp içine baktım. Her şey vardı ama benim canım hiçbir şey istemiyordu. Tekrardan yine baktım. "Şu an en kolay olacak şey atıştırmalık olarak tosttu." Buzdolabından malzemeleri alıp tezgâhın üzerine koydum. Beş dakikaya yakın sürede hazırlayıp yanına da bir bardak taze sıkılmış portakal suyu koydum ve odama tekrardan çıktım. Tepsiyi masamın üzerine koyup odamın camlarını açtım. İçeriye ilk giren şey rüzgâr oldu. Rüzgâr vücudumu yalayıp geçtikten sonra daha çok üşüdüğümü hissettim. Perdeleri önceden açtığım için odama güneş ışıkları girmeye başlamıştı bile. Gökyüzü o kadar güzeldi ki hemen tepsimi aldım ve balkona çıkmaya karar verdim. "Aslında saat daha erkendi ama gökyüzü çoktan sabah ışıklarını vermeye başlamıştı."

Balkonun kapısını açtım ve beni ilk önce tertemiz bir hava karşıladı. Temiz havayı ciğerime öyle bir çektim ki ciğerimin o an yandığını hissettim. Elimde tuttuğum tepsiyi sağ tarafımda duran küçük masaya koyup gözlerimi kapattım ve kendimi ortamın sessizliğine bir süre bırakmayı tercih ettim.

Kısa bir süre sonra sandalyeme oturup etrafıma bakmaya başladım. Hava aşırı derecede soğuk değildi ama hafiften üşütecek gibi serindi. Belki sabahın ilk saatleri olduğu için serin de olabilir. Havalar artık soğumaya başlıyordu. Kışın gelmesine çok az zaman kalmıştı. Kışı seven biri değilim ama dışarıya çıkarken sweat ve eşofman giyip çıkmayı seviyordum. Rahatlık her zaman bir numaralı favorimdir.

Şehrin gündüz kirli gürültüsü yoktu. Sakin ve sessiz bir ortam vardı. Her insanın aradığı huzur diyebilirim. Bu saatler insanın kendini daha iyi anlaması için oluşturulmuş bir an olabilir. Ama insanlar bunun bile farkına varamıyorlar. Çünkü insanların %70'i bu saatte uyuyordu. Tamam, her gün bu saatte belki kalkamayabilirler doğal ama ben bile bu saatlerde çok nadir ayakta olurdum. Uyandığım zaman ise bunun benim kendimi anlamam gerektiği zamanlardan biri olduğunu düşünürüm. Yine o zamanlardan biri de bugündü.

"Gereksiz düşüncelere dalacağım diye yaptığım tostumu yemeyi unuttum." Hemen soğumaya yüz tutmuş tostumu elime alıp yemeye başladım.

Yerken bir yandan da şehrin sessizliğini izliyordum. Bu an o kadar güzeldi ki en huzurlu olduğum anlardan biri diyebilirim. Ne tam geceydi ne de tam gündüzdü sadece bu ikisinin karışımıydı. Siz böyle bir zamana denk geldiniz mi? Veya siz hiç bulunduğunuz yerin sessiz hâlini oturup izlediniz mi? Eğer hâlâ böyle bir şeyi yapmadıysanız veya yaşamadıysanız daha geç kalmış değilsiniz. Mesela yarın kalkıp bunu deneyebilirsiniz, bu arada bir şey de kaybetmezsiniz. Hiç olmazsa kimi insanlar o saatte uyurken, siz en güzel anı izleyebilirsiniz belki de o gün için en güzel ve anlamlı bir gün olabilir.

Aslında doğanın bize sunduğu o kadar güzel anlar var ki. Vakit bulup izleyemiyoruz güya ya da biz insanlar mahvediyoruz. Elimizdekinin değerini o an bilmiyorsak ne anlamı var ki şu an değerli olmasına.

Biraz daha dışarıda durup bu anı sessizce izlemeye devam ettim. Sonra masada duran tepsiyi alıp mutfağa gittim. Geri geldiğimde ise yatağa geçtim ve son kez telefonumu elime alıp saate baktım. Saat 05.13 idi. Gözüme bildirim paneli takıldı bir sürü saçma sapan bildirim vardı ama Berat beyefendiciğimizden hiç bildirim yoktu. Bu durum rüyanın etkisiyle beni daha çok üzmüştü. Bu rüyaların bana başka pencerelerden bakmam gerektirdiğini hissediyordum. “Sonsuz gibi gözüken tek bir pencereden bakman çok anlamsız. Bir şeylerin farkına varmak istiyorsan dışarı çıkıp uzun uzun bakmalısın.” Diyordu iç sesim. O an bir şeylerin farkına vardım. Ama uykuya yenik düşerek gözlerim ağır ağır kapandı ve uykuya daldım aklımda binlerce düşüncelerle…

 

 

 

 

 

 

 

Hoş geldiniz ballı çöreklerim. Bulutların Ardına Bak adlı kurgumun ilk bölümünü yayınladım. Birinci bölümü nasıl buldunuz? Düşüncelerinizi yorumlar kısmında bekliyor olacağım. Okuyarak hem oy verip hem de bol bol yorumlar yaparak destek olursanız çok sevinirim. Arkadaşlarınıza önermeyi unutmayın bir sonraki bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın.

 

🌸🥰💗🦋

 

 

İNSTAGRAM HESAPLARIM

 

Yazar: Bsevginiz

 

Kişisel: Heybelinaay

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%