@heybelinay
|
3. Bölüm: Yaralı Kuş
"Bazen biten bir hikâyeyi kabullenmek gerekir, çünkü hayat aynı yerinde durarak devam etmez."
Her şey bir anda oldu. Gözlerimi açmakta zorlanıyordum; zihnim karmakarışıktı, düşüncelerim dağınık ve bulanıktı. Bir anda kendimi yerde buldum. Soğuk ve sert zeminin acımasız hissi vücuduma işliyordu. Etrafımdaki sesler, kafamın içinde yankılanan bir uğultu gibi kulaklarımı dolduruyordu. İnsanların fısıldamaları, aceleci adımları ve uzaktan gelen araba kornaları, beni bir korku çemberine almıştı. Bu sesler dayanılacak gibi değildi. Dünya hızla etrafımda dönüyordu ama ben bu hıza ayak uyduramıyordum. Hareket etmek istedim ama bedenim sanki betonlaşmış, ağırlaşmıştı. Ne olduğunu anlayamadan, birinin kollarına doğru çekildiğimi hissettim. Kavrayış sert ve güçlüydü ama aynı zamanda koruyucu bir yanı vardı. Bu yabancı dokunuş, içimde korku, şaşkınlık ve çaresizlik gibi karmaşık duyguların belirmesine neden oldu. Tüm gücümü toplayarak gözlerimi açmaya çalıştım. Önce bulanık, sonra net görmeye başladım ve beni tutan kişinin yüzü yavaşça karanlığın içinden belirdi. Bir tanıdık mı, yoksa bir yabancı mıydı? Zihnimde onu tanıyıp tanımadığımı aradım ama böyle bir yüzü hiç görmemiştim. Bu adamı ilk kez görüyordum. Etrafıma göz atınca, etrafımızda bir kalabalık toplandığını fark ettim. İnsanlar bizi izliyor, birbirlerine fısıldaşıyordu. Nefes almakta zorlanıyordum; sanki hava ciğerlerime dolmuyor, boğazımda düğümleniyordu. Panik atak geçirdiğimi anladım. Adam kulağıma eğilerek fısıldadı: “Lütfen sakin olun. Panik yapıyorsunuz. Bana güvenin, iyi olacaksınız. Sadece nefes almaya çalışın.” Ses tonu o kadar sakinleştiriciydi ki, zaman bir anda durmuş gibiydi. Etrafımızdaki tüm sesler aniden kesildi. Elini uzattı ama ben kendim ayağa kalkmak istediğim için elini tutmadan kalkmaya çalıştım. Ayağıma aniden ağrı girmesi yüzünden kendimi yere düşerken, karşımdaki yabancı da elimi hızlıca yakalamaya çalıştı. Maalesef, ikimizde yere düştük. “Ne yapıyorsun? Al işte, ikimiz de yere düştük. Mutlu musun?” Dedi. Şu an ki halimizi gören olsa kesinlikle yanlış anlayabilirdi; çünkü yabancı adam üzerime düşmüştü. Hızla üzerimden kalktı ve üstünü silkeledi. Bende kendimi zorlayarak kaldırım taşına oturmaya çalıştım. “Kusura bakma, ayağıma aniden ağrı gireceğini bilmiyordum.” Dedim ve elimle ayağımı tuttum. Gerçekten çok fena ağrıyordu. “Ne oldu, ayağın mı ağrıyor?” Diye sordu. “Evet, çok kötü ağrıyor.” Diye yanıtladım. “Tamam, hadi yardım edeyim de yerden kalkmış ol. Tabii, yine geri çevirmezsen.” Gözlerimi devirdim ve uzattığı eli tuttum. “Çok komik.” Dedim. “Düşmemiz mi? Evet, komik.” Dedi ve dudağının kenarında hafif bir gülümseme belirdi. “Of, çok kötü.” Diyerek geri yere oturdum. “Nasıl kötü? Ayağının üzerine basamıyor musun?” Diye sordu. “Gördüğün gibi basamıyorum. Bugün neden kötü olan her şey üst üste gelmeye başladı. Anlamıyorum.” Diyerek söylendim. Adam beni aniden kucağına aldı. “Ne oluyor?” Diye sordum. “Korkmana gerek yok. Senin oturabileceğin bir yere götüreceğim.” Diye cevap verdi. Tam bir şey söylemek üzereydim ki, kalabalığın içinden tanıdık bir ses duydum. Başımı o yöne çevirdiğimde, görüş alanıma o girdi. Onu görmek istemezdim. Hayatımda yüzünü bir daha asla görmek istemeyeceğim biriydi. Güzel anılar biriktirdiğim, her zaman yanımda olan çocuk bana ihanet etmişti. Her şey onun yüzünden altüst olmuştu. Sanki hiçbir şey olmamış gibi bana doğru geliyordu. İnanamıyorum, Berat. Tam bir hayal kırıklığısın. “Ayza, iyi misin?” Diyerek yanıma geldi. Nefes nefeseydi. Hangi yüzle yanıma geliyordu? Bu kadar yüzsüz ve gurursuz olduğunu bilmiyordum. İnsan biraz utanır, biraz pişman olur. Ama onda bir gram bile utanma yoktu. “Oradan bakınca harika mı görünüyorum?” Sesim sinirliydi. “Sevgilimin hayatını kurtardığın için teşekkür ederiz. Bundan sonrasını ben hallederim.” Hâlâ yüzsüzce konuşmaya devam ediyordu. “Öyle mi? Yani sevgilisiniz. Peki, o zaman bana gerek kalmadı.” Dedi. Berat’ın kollarının arasına vermek üzeriyken hemen araya girip “Hayır, artık sevgili değiliz. Senden ricam beni bu saçma sapan yerden bir an önce götürür müsün?” Diye sordum. “Tabii, nasıl istersen.” Dedi. “Ayza, sana inanamıyorum. Yabancı bir adamla mı gideceksin?” Diye sordu Berat. “Evet, bu seni artık ilgilendirmez. Çünkü sevgilin değilim. Sen, beni nefret ettiğim kızla aldattın, Berat. Bu yüzden seni yakın çevremde dahi görmek istemiyorum. Bitti, anlıyor musun?” Sesim titriyordu. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum ama maalesef ki işe yaramıyordu. Çoktan gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeye başlamıştı bile… İçimden ‘Berat, karşındayken ağlayamazsın Ayza. Biraz daha dayan.’ Diyerek geçirdim. “Sevgilim, biliyorum bana kızgınsın ama özür dilerim. Yemin ederim kafam yerinde değildi. Yanımdakini sen sandım. Lütfen beni affet…” Neredeyse ağlayacak gibiydi ama asla inanmıyorum. “Yanındakini ben mi sandın? Tebrik ederim. Buse de zaten bana çok benzer ya! Sakın karşıma çıkma, Berat.” Dedim ve ardından kucağında olduğum çocuğun yüzüne bakıp “Lütfen, beni götürür müsün?” Berat’la göz göze gelmemek için başımı onun omzuna yaslayıp gözyaşlarımın tamamen akmasına izin verdim. “Kızı duydun. Çekil önümüzden.” Diyerek Berat’ın omzuna çarparak yanından geçip gittik. O ise arkamızda kalıp “Ayza, böyle yapma o sadece bir hataydı. O gün ben, senin yanına geliyordum. Sonra nasıl oldu bilmiyorum. Kendimi o yerde buldum. Yalvarıyorum gitme.” Söylediği son sözler, zihnimde yankılanıp duruyordu. Elimin tersiyle gözyaşlarımı silerken, beni dakikalarca kucağında taşıyan adama dikkatlice baktım. Adam, uzun ve güçlü bir yapıya sahipti. Kıvırcık saçları, sokak lambalarının ışığında etkileyici bir parlaklık kazanmıştı. Yüz hatları keskin ve çekiciydi; gözleri ise derin, anlam dolu bir bakışa sahipti. Gece olduğu için göz rengini tam olarak göremiyordum ancak kokusu son derece hoştu. İçimde onun kokusuyla dolu bir huzur hissi belirmişti. Bilmiyorum ama neden onunlayken kendimi daha rahat ve güvendeymişim gibi hissediyorum? Sanki yıllardan beri tanışıyor gibiyiz. Oysaki hiç tanışmadık. “Oturabileceğim bir yer hala yok mu? Yoksa yorulacaksın böyle.” Dedim. “Yorulmak mı? Hayır. Hatta çok hafifsin.” Diyerek güldü. Bir saniye… Gülüşü aşırı güzeldi. Sonra aniden iç sesim ortaya ‘Ne yapıyorsun kızım? Sen az önce aldatıldın. Hemen birine düşmek nedir ya…’ Hızlı bir şekilde giriş yaparak girdi. ‘Aynen yaa kendine gel. Erkeklerin hepsi aynı biliyorsun.’ Diyerek devam etti. “Doğru haklısın.” “Ne anlayamadım?” Dedi. İçimden söyledim sandım ama maalesef dışımdan söylediğimi fark ettim. “Oturacak yer diyorum. Daha bulamadın mı?” Diye lafı değiştirdim. Zaten anlamamış o yüzden boş ver. Sonra aniden beni bank gibi bir yere bıraktı. “Buldum. Beğenebildiniz mi acaba hanımefendi?” Deyip yanıma geçip oturdu. “Teşekkürler.” Dedim. “Rica ederim. Ayağın hala kötü mü?” Dedi. “Biraz kötü ama dayanabilirim.” Dedim. “Eğer ağrısı kötüyse isterseniz hastaneye gidelim.” Dedi. “Yok, biraz hava almaya ihtiyacım var.” Diyerek yanıt verdim. “Tamam.” Dedi. Az önce yaşananlar bir bir zihnimde canlanmaya başladı. Her biri aklıma geldikçe göğüs kafesim daha çok sıkışıyordu. Nefes almamı bile etkiliyordu. “Şaka gibi…” Derin nefes alıp konuşmaya devam ettim. “Biliyor musun? Ben, onunla birlikte büyüdüm. Üç yıl kısa zaman gibi gözükse de birlikte büyümüştük. Birlikte güzel vakitler geçerdik. Beni gerçekten seviyor sandım. Meğersem sevmiyormuş. Asla yapmaz dediğim şeyi yaptı biliyor musun? Aldattı.” Gözlerimden yaşlar süzülmeye tekrardan başladı. “Sen gibi güzel kızı nasıl aldatabildi ki?” Diye sordu. “Demek ki güzellikte bir işe yaramıyormuş. Birde en nefret ettiğim kızla aldattı beni şaka gibi… Berat, bunu yapmaz demiştim ama ilk kez yanıldım.” Sesim ağlayarak çıkıyordu. “Şu an bulunduğun durum evet kötü biliyorum. Ağlamak istersen ağla ama senin gibi birini o kaybetti. O yüzden gözyaşlarını sil ve gülümse. Sana gülümsemek yakışıyor.” Diyerek moralimin düzelmesini sağlıyordu. Yanımda duran yabancıyı tanımıyorum ama nedensizce bana güven veriyordu. Sanki yanımda o varken bana kimse zarar veremezmiş gibi his veriyordu. Garip ama böyle hissediyordum. Kafamı gökyüzüne doğru kaldırıp yıldızları izlemeye başladım. ‘Çok garip daha birkaç güne kadar birlikte gülüp eğleniyorduk. Sonra aniden aramız bozuldu ve birkaç gün birbirimizden uzak kalmıştık. Ben bu durumdayken bile üzülürken beyefendimiz beni aldatıyormuş. Gözümün önüne fotoğraflar ve videolar sürekli geliyordu. Nasıl olabilir? Bunu neden yaptın Berat? Düşündükçe başımın ağrısı daha çok şiddetleniyordu. Ayağımı banka uzatmaya çalışırken aniden yanma hissettim. “Aaa!” Diyerek ayağımı tuttum. Yanımdaki ise “Ne oldu?” Diyerek sordu. “Ayağıma çok kötü bir ağrı girdi. Zaten hafif ağrıyordu. Şimdi daha kötü oldu.” Dedim. “Hastaneye gitsek iyi olacak. Bir dakika bekler misin?” Deyip cebinden telefonu çıkarıp birini aradı. “Hastaneye mi? Hayır. Eve gitsem iyi olacak teşekkür ederim.” Tam ayağı kalkacakken yanma yine oldu. Geri yerime oturmak zorunda kaldım. “Cevabını aldın galiba. Merak etme sana zarar vermek gibi niyetim yok. Seni bu şekilde bırakmam pek mümkün değil.” Ses tonu o kadar çok büyüleyici ki anlatamam. “Ama…” Derken aniden telefonla konuşmaya başladı. “Sokağın aşağısındayız yinede sana konum atacağım. Benim arabayı buraya getir. Hadi bekliyorum.” Deyip telefonu kapatıp bana döndü. Az önce sakin güler yüzlü adam gitti. Onun yerine sert bir öküz geldi. Ne oluyor buna ya? “Araba geliyor. Hemen hastaneye gideriz.” Dedi. “Yaa gerçekten zahmet etme. Eve gidersem benim için yeterli.” Diyerek yanıt verdim. “Ne zahmeti seni bu şekilde asla bırakamam. O yüzden hastaneye gidiyoruz.” Dedi. Tam bir şey diyeceğim anda “İtiraz istemiyorum. Kesin gidiyoruz.” Diyerek yanıt verdi. Bu garip tavırlarda neyin nesi böyle? "Tamam, itiraz falan etmiyorum. Bir şey soracağım ismin nedir? Ve bana neden yardım ediyorsun? İstesen beni burada bırakabilirsin." Diye sordum. "İstesem bırakırım. Demek ki istemiyorum." Dedi kararlı bir sesle. Tam o anda yanımızda bir araba aniden durdu. Ne ara gelmişti bu araba? İçinden, yanımdaki çocuk gibi uzun boylu ve siyah, düz saçlı bir genç indi. Kimdi bu şimdi? "Ne oldu kuzen? Bu kız kim? Yine başını belaya mı soktun yoksa?" Dedi alaycı bir gülümsemeyle. Anladığım kadarıyla kuzeniydi. "Boş ver şimdi, gel yardım et. Hastaneye götürmemiz lazım, ayağı ezilmiş olabilir." Dedi, bana göz ucuyla bakarak. "Ne yani, artık sokaktaki tanımadığın kızlara mı yardım ediyorsun?" Diye yine alaycı bir tonla konuştu. "Hastaneye gerek yok, bir taksiyle eve dönerim. Zaten sonuçta ben sokakta tanımadığınız bir kızım." Dedim, moralim istemeden de olsa bozulmuştu. "Emir, yeter artık! Ne yapacağımı sana soracak değilim." Diyerek çıkıştı adını hâlâ bilmediğim beyefendi. Demek Emir onun kuzeniydi. "Ya, öyle demek istemedim. Sadece biraz dalga geçmek istemiştim. Neyse, özür." Dedi Emir, biraz çekingen bir tavırla. "Doğru dürüst özür dile." Diye sert bir sesle uyardı kuzeni. "Tamam, tamam! Ne abarttınız ya? Tekrar özür dilerim, hanımefendi." Dedi Emir, gülümsemesini gizlemeye çalışarak. "Tamam, ama gerçekten gerek yok. Birazdan geçer zaten. Hem hastane kokusuna dayanamam. Birde ailem duyarsa, bin türlü soru soracaklar, o yüzden hiç uğraşmak istemiyorum. Zaten başım da ağrımaya başladı." Dedim. "Ayza, daha önce itiraz istemiyorum demedim mi? Ne bahane bulursan bul, maalesef gidiyoruz. Merak etme, ailene haber vermem ama hastaneye gideceğiz, sonra da seni evine bırakırım." Dedi. Ben daha bir şey söyleyemeden, beni kucağına aldı ve şoför koltuğunun yanındaki yolcu koltuğuna oturttu. Kapıyı yüzüme kapatıp dışarıda kuzeniyle konuşmaya başladı. Acaba ona güvenmeli miyim? İçimden bir ses, kötü bir şey olmayacağını söylüyordu. Normalde hiç tanımadığım birinin arabasına asla binmezdim ama şimdi buradaydım. Daha doğrusu o, beni bindirmişti. Garip bir şekilde ona güvenmiştim. İçinde kötülük olduğunu sanmıyorum. Eğer öyle olsaydı. Ölümden kurtarmazdı ve beni uzun bir süre kucağında taşımazdı. Olduğum yerde öylece bırakıp gidebilirdi. Ama o, beni bırakmadı. Güven duygumu tamamen kaybetmiş olsam da bu saatten sonra insanlara hemen güvenebilir miyim? Emin değilim. "Tam bir öküz ya," Diye kendi kendime söylenirken, birkaç dakika sonra kapıyı açıp arabaya bindi. Görünüşe göre kuzeni gelmeyecekti, bu daha iyiydi. Kuzeni kaba ve saygısız biri ama o, kuzeni gibi değildi. "Hastaneye gidip ayağına ne olduğunu öğreniriz." Dedi ve arabayı çalıştırarak yola çıktı. İçimden, ‘Gerçekten odun bu ya!’ Diye geçirip kendi kendime güldüm. "Bir şey mi dedin?" Diye sordu. Bir yandan direksiyonu tutarken bir yandan da bana bakıyordu. Acaba beni duymuş olabilir mi? Yok ya, nasıl duysun ki? Ben bile zor duydum söylediklerimi. "Yok, bir şey sen yola baksana. Allah korusun kaza falan olur, ayağım yetmezmiş gibi başka bir yerimi de kırmak istemiyorum." Dedim. Cümlem biraz saçma olmuştu ama artık geri dönüşü yoktu. Gözlerini tekrar yola çevirdi ve güldü. Ben de içten içe kendi hâlime gülmeden edemedim. Yaklaşık yirmi dakika süren sessiz bir yolculuğun ardından hastaneye vardık. Arabayı park ettikten sonra hızlıca inip benim kapıma geldi. Kapıyı açıp, beni tekrar kucağına aldı. "Alıştın galiba böyle taşınmaya." Dedi gülerek. "Ne yapayım, baksana ayağım yürümeme izin vermiyor. Mecbur işte…” Diye cevap verdim. Sanki bu duruma bayılıyormuşum gibi. Yine güldü ve hastaneye doğru yürüdü. İçeri girdikten sonra bir görevliye seslendi: "Affedersiniz, acil bir sedye getirebilir misiniz?" Dedi, bu kez daha ciddi ve sert bir tonla. Yarım saat önce gayet nazik olan adam, şimdi sanki bambaşka birine dönüşmüştü. Çift kişilikli falan mı bu? Gerçekten çok tuhaf biriydi. Birkaç saniye sonra bir hemşire sedyeyle geldi. Beni dikkatlice üzerine yerleştirirken son derece nazikti. Ardından beni acil servise götürdüler, o ise dışarıda kaldı.
************
Gözlerimi istemsizce araladım. Çevreme baktığımda, tek kişilik bir odada olduğumu fark ettim. O ise yanı başımdaki sandalyede, derin bir uykudaydı. Tıpkı benim gibi… Uyurken bile inanılmaz görünüyordu. İçimdeki ses hemen uyardı. ‘Ayza, kendine gel! Ne yapıyorsun? Çocuğa âşık olmadığın kaldı.’ Bir süre daha ona bakmaktan kendimi alamadım. Saçının bir tutamı alnına düşmüş ve dudağında ise hafif bir gülümseme vardı. Bu hali yaşadığım tüm iğrenç ve karmaşa dolu o anı unutturacak kadar huzur vericiydi. Ama içimdeki ses beni bırakmıyordu. ‘Ayza, hemen yelkenleri suya indirme. Artık kimseye güvenemezsin. Bugün yaşanan olayları hatırla.’ Başımı yavaşça çevirdim ve odanın soğuk beyaz duvarlarına odaklandım. İçim bir yandan huzurlu gibi hissetse de aslında garip bir hüzün vardı. Yanımdaki yabancı içimdeki huzursuzluğu alıyor ve huzur bırakıyordu ama yinede garip bir şekilde hüzün içimi çoktan sarmıştı. Birden, sandalyedeki kişi hafifçe kımıldadı. Gözlerini aralayıp bana baktı. “İyi misin?” Diyerek fısıldadı. Sesi uykunun ağırlığından dolayı boğuk çıkıyordu. Cevap vermek yerine sadece ‘Evet’ Diyerek başımı salladım. Doğrulmaya çalıştığım anda ayağımda bir acı hissettim. “Ahh...” Diye inledim istemsizce. “Ne oldu?” Diye hızla yanıma geldi. “Oturmak istiyordum ama sargılı ayağım buna izin vermedi.” Dedim, hafif bir sitemle. Acile geldiğimizde hemen röntgen çekmişlerdi. Neyse ki kırık yoktu, ama yumuşak dokularım zarar görmüştü. Doktor tedaviyi yaptıktan sonra ayağımı sarmıştı. Ağrı çok fazlaydı ve yorgunluktan, yemek yemediğimden tansiyonum da düşmüştü. Serum taktılar. O sırada ikimiz de odada uyuya kalmıştık. Sonuçta gecenin bir yarısı hastanede sürünüyorduk. Niye? Tabii ki benim yüzümden. Değersiz birinin hatası yüzünden başıma gelenlerden dolayı. Neyse ki adını bile bilmediğim biri beni kurtarmıştı. “Dur, acele etme. Yardım edeyim.” Diyerek yanıma geldi. Nazikçe kolumdan tutarak oturmama yardım etti. “Teşekkür ederim.” Dedim ona minnetle. “Bir şey değil.” Diye karşılık verdi. Kim olduğunu ya da adını bilmiyordum ama kötü niyetli biri olsaydı beni arabaların önünden çekip almak için kendini riske atmazdı, değil mi? Evet, benim için canını tehlikeye attı. Dünyada hala iyi insanlar var demek ki... Ama artık kimseye güvenemem. Bir kere hayal kırıklığı yaşadım. Güven duygusu yerini şüpheye bıraktı. Sevmek kavramı ise artık o kadar basitleşti ki… Gerçekten, kalpten sevmek neredeyse yok oldu. “Çantam nerede? Birde saat kaç?” Diye sordum. “Çantan masanın üzerinde. Saat üçe geliyor.” Dedi. Bir an şaşkına döndüm. “Üç mü oldu?” “Evet.” Dedi sakince. Telefonumu elime alıp ekrana baktım. Ailemden ne bir mesaj ne de bir arama vardı. Sadece Berat aramıştı. O da sadece 150 kere aramıştı. Hayat gerçekten tuhaf oyunlar oynuyordu. “Şaka gibi ama gerçek. Ailem aramamış bile, sadece Berat. O da tam 150 kez.” Dedim kendi kendime. İçimden kendimi sakinleştirmeye çalıştım ama pek işe yaramıyordu. “Derin bir nefes al. Sakin ol. Eğer sinirlenirsen ayağın daha çok ağrır.” Diye uyardı yanımdaki çocuk. “Zaten ağrıyor... Neyse. Doktor bir şey söyledi mi?” Diye sordum. “Serum bittikten sonra geliriz dediler. Biraz daha beklememiz gerekiyor. Ama bakıyorum, sanki benden sıkılmış gibisin. Doğru mu hissettim?” Dedi hafif bir gülümsemeyle. “Hayır, alakası yok. Sadece saatin geç olması biraz endişelendirdi. Ailem hala beni Berat’ta sanıyor, oysaki ben bugün aldatıldığımı öğrendim ve neredeyse arabaların altında kalıyordum. Bu arada gerçekten çok teşekkür ederim.” Dedim içtenlikle. “Neden?” Diye sordu şaşkınlıkla. “Beni ölümden kurtardın. Sonra kucağında taşıdın ve hastaneye getirdin. Üstelik saatlerce yanımda bekledin. Kısacası hayatımı kurtardın.” Dedim. “Teşekküre gerek yok. Ben sadece yapılması gerekeni yaptım. Herkes aynısını yapardı.” Dedi mütevazı bir tavırla. “Hayır, kimse senin gibi davranmazdı. Sana gerçekten bir can borcum var.” Dedim. Gülümsedi. “Belki biraz öyle oldu.” Diye karşılık verdi. “Bu arada, adını öğrenebilir miyim?” Dedim, hayatımı kurtaran kişinin kim olduğunu bilme arzusuyla. “Kahramanlar genellikle bilinmek istemezler.” Dedi, gizemli bir tonla. “Ama hadi, ne olacak ki? Söylesen ne kaybedersin?” Diye üsteledim. “Henüz değil. Her şeyin bir zamanı var. Şu an zamanı değil.” Dedi, hafif bir tebessümle. “Meraktan çatlayacağım! Lütfen söyle.” Dedim neredeyse yalvararak. “Hayır, yaralı kuş. Bekleyeceksin.” Dedi sakin bir şekilde. “Yaralı kuş mu?” Diye sordum şaşkınlıkla. “Evet. Kanadı kırılmış, kalbi hüzünle dolmuş bir kuşsun.” Demesiyle içimde bir şeylerin daha yıkıldığını hissettim. ‘Evet, kanadım kırılmıştı.’ Ne kadar çok yara alırsak alalım, bazılarının acısı diğerlerinden daha derin olur. Sanırım benim için de en ağır yara, aldatılmaktı. Aslında yara ne kadar büyük olursa olsun geride bıraktığı iz, zaman zaman canımı yaksa da, bazen biten bir hikâyeyi kabullenmek gerekir, çünkü hayat aynı yerinde durarak devam etmez. İhanet ne kadar derin olursa olsun, bazı şeyler geride kalmak zorundadır.
Hoş geldiniz ballı çöreklerim. Kurgumun üçüncü bölümünü yayınladım. Bölümü nasıl buldunuz? Düşüncelerinizi yorumlar kısmında bekliyor olacağım. Okuyarak hem oy verip hem de bol bol yorumlar yaparak destek olursanız çok sevinirim. Arkadaşlarınıza önermeyi unutmayın bir sonraki bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın.
🌸🥰💗🦋
İNSTAGRAM HESAPLARIM
Yazar: Bsevginiz
Kişisel: Heybelinaay
|
0% |