@hiclik_gecidi
|
Yarın olmuştu ve istemesek de Tevfik ve Sinan Bey eve yalpalayarak geldi. İkisi de hastanede yorulmuş gibiydi. Sinan Bey hep Tevfik'in iyiliği için ayakta durmuştur ama Tevfik neden yorgun ki? Kolundan dolayı halsiz olsa eve girerken yine el hareketi yapmaz. Neyse, çok da umrumda değil açıkçası. Eve geldiklerinde Koray Tevfik'in sağlam kolundan tutuyordu. Sinan Bey hemen mutfağa yönelip yolculuk için bir şeyler topladı. Trende zaten ikramlar olacaktır ama kraker, bisküvi, 6 tane su dolu şişe gibi şeyleri hızlıca alıp bir poşete koydu. "Bunları hiç akıl edemediniz mi? Erva kızım, sen bu yiyeceklerin başını nasıl boş bıraktın? İlk defa bir yiyecek unuttun. Bu mor ışıklar abartı olmaya başladı." dedi Sinan Bey. Poşetin ağzını bağlayıp Erva'ya verdi. Sonra yavaştan bavullarla beraber otobüs durağına yürüdük.
İlk önce otobüse bindik. Bilin bakalım bavulların yarısını kim taşıdı? Aa(!) ben. Evet, ben. Sadece nakliye kalmıştı. Ama evde kimse yok?! Bunu söylediğimde Koray sakin olmamızı söyledi. Koray nakliye işini komşusuna bırakmış. Buraya ne ara geldik de kaynaşacak vakti buldu bilmiyorum. Komşusuna fazla güvenmiş ve bunu söyleyince Alara ve Sinan Bey ayakta Koray'a dik dik baktı. "Komşuya nasıl emanet edersin eşyaları?! Kız kardeş efsanesinin kitapları yarısı o kutularda. Maddi değeri olan eşyalar var o kutularda! Ne ara kaynaştın da ne ara bu kadar güvenini kazandı bu komşu senin?" dedi Alara Koray'ı korkutarak. "Öyle değil. Tye'ı bir tanısan aslında böyle söylemezsin. Hem siz daha yan tarafta komşunun olduğunu bile bilmiyorsunuz! O kadar sakin ve kibar. Hiç rahatsızlık vermeyince ben de arkadaş olmak istedim. İyi ki de olmuşum! Hem öyle bir hırsızlık vakası yaşanırsa yüzünü gördüm!"
Alara elini o kırmızı elbisesinin üzerinde ilk önce bu sözcükler toz ve kirden ibaretmiş gibi çırptı elbisesini. Sonra elini göğüsüne koyarak "Haa, o zaman haklısın. Ayy kıyamam sana. Seni kırdıysam özür dilerim..." dedi yüzünde acımayla alay arasındaki ifadesiyle.
"Ciddi misin?"
"Koray, siktir git..."
Sonra Alara arkadaki koltuğuna yerleşti. Koray'la samimi değillerdi ama daha fazla araları açılırsa bu grup bölünür. Alara ve Erva arkada yan yana, Koray ve Tevfik önde ve Sinan Bey'le ben de ortada oturduk. Koltuklar ikişerliydi ve sıralama buydu. Ben kulaklığımı çıkarıp müzik dinlemeye başladım. Bu müzik hüzünlü olsa da ilginç şekilde beni dinlendiriyordu. Eve son bir kez baktım. Tren biletlerinin saati yüzünden birimiz bile inip nakliye arabasını bekleyemiyorduk. Ama yapacağımız bir şey yoktu. Tye denen şahsa güvenmek zorundayız. Neyse, müziği dinlemek için kulaklığımı çıkardım ve müziği açtım. O sırada arka koltuktan kikirdeme sesleri geliyordu. Anormaller. Dedikodu yapıyorlardır dedim kendi kendime. Sinan Bey de bu sesli söylediğim şeye onay verdi. Ama kikirdemelee şimdiden artınca arkamı döndüm. Kikirdeme Alara'dan geliyordu. Erva gülmesin diye çantadan bir fişeğini çıkardı. Alara da fışeklerin gücünün büyüsü karşısında daha güçlü gördü. Belki de marifet Erva'daydı. Bir falcı ve büyücüyü bu mini konfetilerle nasıl korkutabilir ki bir insan? Bu olay akışında önceki gibi hiçbir şeyi sorgulamayacaktım ama Erva benim arkamı dönüp izlediğimi görünce boynu kızardı. Sonra kızarıklık gırtlağına ve yavaşca yanaklarına yükseldi.
Ne?
Önümü döndüğümde sanki nefes nefese kalacaktım. Yanaklarıma dokunduğumda ateşim çıkmış gibiydi. Sinan Bey bir benim halime bir de arkadakilerin halime baktı. "Alara yine büyü mü yaptı?" "Hayır, hayır. Her şey şu an normal ama içerisi fazla sıcak. Sadece cam açm-" "Hah, istasyona geldik bile." Sinan Bey'in sesi alaycıydı ve nedenini anlayamadım.
UHTİ (Uluslararası Hızlı Tren İstasyonları) çok büyük bir yer. Yani bir çok fazla istasyon olsa da hepsi birbirinden büyük ve şık. Havaalanına benzeyen bu yapının içinde her şey var. Ve havaalanı gibi fiyatları da fazla. "TREN GİTMİŞ!!!" Alara'nın sesiyle hepimizin içine bir öküz oturdu. Koray hemen gişeye koşup bilet olup olmadığını sordu. "Benim yanımda para yok biriniz buraya gelsin." Ben de oraya olabildiğince çabuk vardım.
"Hoşgeldiniz. Hangi ülke için trenimizi kullanacaksınız?"
"Xitera Qs. Hanımefendi acaba bu saatlerde hiç tren geçmiyor mu?" dedim.
"Bir saniye... Hmm... Maalesef. 17.30 saatinde bir tren görülüyor. Saat neredeyse şu an sabah sekiz. Beklemeniz gerekebilir. Sizi lezzetli restorantlarımıza ve kafelerimize yönlend-"
"Sağolun ama tren olmaması kötü olmuş. Altı bilet ve dört bavul ne kadar tutar?" dedi Koray.
"Bavulların ağırlığına göre değişir. Altı kişi... Dört bavul... Ortalaması fazla değişmez ama bavulların ağırlıklarını bilmediğimiz için net bir fiyat söyleyemem."
"Mecburuz bu trene binmeye. Kredi kartı ile ödeme yapacağım." dedim ve kadın miktarı gösterince gözlerim açılsa da mecburdum.
"İyi yolculuklar dileriz..."
Biletleri aldıktan sonra diğerlerinin yanına döndük. "Vaay. Yağız sen bize bilet mi aldın? Şirkette bir kahve bile ısmarlamayan Yağız'a ne oldu?" dedi Erva. "Seni nankör. Sen geri dönebilirsek görürsün bir şey ısmarlamamayı. Zaten ısmarlamasam da bir şey değişmiyor. Aldığım şeyi çalıp gidiyorsun." dedim alaycı ve komik bir sesle. Erva güldü ama bilete bakıp saati görünce gülümsemesi acı verdi. "Cidden bu saate mi bilet aldınız?!" "Başka saat yoktu. Tren en yakın o saatte kalkıyor." dedim. Bundan hişlanmayan Erva'nın gözüne tabelalar takıldı. Restorant, kafe ve kuaför gibi tabelalara... Erva'nın tabelalardan alamadığı gözleri buraya dönerken parlıyorlardı. Pis pis sırıtan Erva babasına yaklaştı. "Babacığ-" derken Sinan Bey poşetten hemen bir kraker paketi çıkardı. Erva'nın yüzündeki sırıtma sanki hiç varolmamış gibi silinip gitti. Babasının elindeki krakere razı olması gerektiğini bilen Erva krakeri alıp yemeye başladı. Alara da hemen peşine takılıp birkaç kraker yedikten sonra Erva'yı terketti. Saate baktım ama sanki hiç geçmemiş gibiydi. Oflayıp pufladıktan sonra cüzdanımı bir bavula koyup bavulu kilitledim. Erva cüzdanıma ulaşırsa bankacılar iflasımı teklif etmem için yalvarmaya başlar. Buna asla izin veremeyeceğim gibi ben dalarsan veya uyursam anahtarı alamasın diye anahtarı pantolonumun cebine koydum. Erva'ya bakmak için başımı kaldırdığımda ortalıkta yoktu. Onunla ilgilenemeyecek kadar yorgun hissediyordum. Çok erken kalkmıştık. Üstüne üstlük treni kaçırınca çok canım sıkıldı ve yine kulaklığımla müzik dinlemeye başladım. İnanılmaz yorgun hissediyordum. Kahveler çok pahalıydı. Onun yerine uyumayı tercih ettim. Uyuyacakken Koray yanıma oturdu. "Sen de mi yorgunsun?" dedi. "Yeterince net değil mi? Çok erkekn kalktık. Nasıl bu kadar enerjileri oluyor hiç anlamıyorum. Çok da yorucu bir şey." dedim ve kulaklığımı kulağıma tam takarak müzik dinlemeye başladım. Biraz müzik dinledim ve sonraki müziğe geçtim. Ve sonrakine. Böyle böyle ilerlerken iyice halsizleştim. Kulaklığımın şarjı bitince üzülmüştüm ama uyuabilirdim. Diğerleri ne yapıyor diye etrafıma baktım. Erva ve Alara görünürde yoktu. Sinan Bey de dışarıda hava alıyordu. Koray da uyuyakalmış. Off horuldaması çok şiddetli. Tam uyuyacakken bir horultusuyla biz ve gişe görevlisi harici insna olmayan istasyon giriş kısmında yankılanırken ben de kafamı UHTİ'nin konforlu koltuklarının baş bölümü arasına koydum. Sonra ben de uyuyakalmışım.
Uyandığımda gün batıyordu. Saat 17.12 ve Erva elinde tuttuğu üç fişeği aynı anda bana doğru patlatmaya çalışacak. Bir fişek sıyırdı ama diğer ikisi suratımda patladı. Patlayan fişekelrin geride bırkatığı boruları yakaladım ve hepsini Erva'ya fırlattım. Fişek borularından birini havada yakalayan Erva onu kılıç gibi kullandı. Uyandığıma göre cüzdanımın korumaya ihtiyacı kalmamıştır diye düşünüp bavuldan cüzdanı çıkardım. Erva'nın büyük mega bombastik kılıcı tam kalbime saplanacakken cebimden anahtarı çıkarıp onu durdurdum. "Bu bir savaş ilanıdır!" dedim ve Erva'ya doğru hızla koştum. O kılıcını savururken ben kılıçtan sıyrlılıp arkasına geçtim ve sırtına bir anahtar şeklinde bıçak(!) darbesi indirdim. Diğer koluna dayanamayacağı bir acı yükledikten sonra geri çekildim. "Neyse ki o kolu kılıç tutarken kullanmıyorum." O bana doğru koştu ve ben de ona. Tam bıçak darbesini diğer omzuna indirecekken yana kayıp kılıcıyla bıçağı tuttuğum bileğimi kesti. Bıçak yere düştü ve hemen diger elime aldım. Tam diğer bileğimi de kesecekken onun bacağına bıçağımı sapladım. Artık zar zor yürüyecek halde olan Erva'ya çelme taktım ve yere kapakladım. Ayağa kalkarken o benim ayak bileğimdeki damarı kesti. Artık zar zor yürüyorduk. Ben yanımızda kaya diye hayal ettiğimiz koltuklara tutunarak ve Erva da sürünerek geri çekildi. Son bir kez birbirimizi öldürüp savaşın kazananını belirleyecektik. "Elveda, eski dost." dedi Erva. "Evet. Mezarına bu bıçağı dikeceğim eski dost. Elveda." dedim ve ikimizde yapabildiğimiz tüm hızla birbirimize bağırarak koştuk. "Koşun! Tren geldi." Tren sesiyle uyanan Koray bunu deyince tüm her şey normale döndü ve yine sağlıklı bir şekilde yürüyebiliyorduk. Ama biz duramadık. O hızla ya yere kapaklanacaktık ya da trene binmeden Tevfik gibi hastaneye yatacaktık. Yine ayaklarımızı yan çevirip kaydık ama duramadık. Birbirimize çarpınca Erva bir yana ben bir yana düştük. Gişe görevlisi bizi film izler gibi seyrederken Sinan Bey ve Koray bir personelle bavulları taşımaya çalışıyorlardı. Biz de hemen trene bindik. Trenin içi aynı uçak gibiydi. Personeller hostes ve hostlar gibi bizi kapıda karşıladılar. Daha önce hiçbir trende bunu ben görmemiştim. Belki de uluslararasında gezi yapmadığımdandır.
"Yağız, biz patrondan yas izni dışında izin almış mıydık?"
"Hiç hatırlamıyorum."
"O zaman ben patronu arıyorum. Kullandığımız izin bittiyse ikimize de yeniden izin alıyorum. Maaşımızdan kesilecek ama olsun."
Hatırladığıma göre yas izninden sonra yine izin almıştık ama süresi dolalı çok olmuş olabilir. Ama bu noktada işe geri dönemeyiz. Ama yas izninden sonra izin almadıysak hakkımız olan izinden maaşımız kesilmez. Onu takip edemem. Daha bu koca trende koltuğumu bulacağım. İstasyondaki koltuklardan daha konforlu olan koltuklara bakarken geçireceğimiz saatleri düşündüm. Dinlendirici müzik eşliğinde biraz kitap okumak ve biraz da atıştırmak. Ama bunlar en fazla birkaç saat yeter çünkü en son işyerinde okuduğum kitabım bitmek üzere. Bir görevliye sordum. "Pardon bu koltuk nerede?" Koltuğun yerini bulduktan sonra koltuğa geçtim ve kulaklığımı çıkardım. Sonra yanıma Erva geldi. "Ben de burada oturuyorum." "Savaşı ben kazandım söyleyim hanımefendi." Konuyu değiştirerek "Yağız. En iyi arkadaşım. Acaba ben pencere kenarındaki koltuğa otursam? Yer değiştirsek?" dedi. "Kazanan benim. Burası da benim ödülüm." dedim. "Ya bir kerecik. Öf tamam birkaç kerecik oldu ama bu yolculuk çoooook uzun. Eğer oraya geçmezsem yil boyunca seninke uğraşırım." dediği an yanımızdan geçen personele seslendim. "Pardon, bu yolculuk ortalama kaç dakika veya kaç saat sürer?" "On bir saat ve kırk dakika efendim. Size zaten servislerimiz olacak. Kek, atıştırmalık, içecek gibi servisler ve akşam yemeği. Yemek olarak yarım porsiyon hindi var." "Hindi mi? Ben buraya ne kadar para verdim? Hindi çok klas bir yemek olur şu an. Off paracıklarım..." dedim ve Erva'yla yer değiştirip kulaklığımı taktım. En sevdiğim müzik ve kitabımı açtım. Erva da Alara'dan çaldığı bisküviyi yemeye başladı. Koltukların baş kısımlarının kendilerinde yastık vardı. Kafamı yasladım ve müzik eşliğinde kitabımı okumaya başladım. Kitap güzel gidiyor. Ben şahsen fantastik okumayı severim. İlginç şeyler dikkatimi fazlasıyla çekiyor. Bunları düşünürken kitapta tam bir ters köşeye geldiğimde Erva kulaklığımın bir kulağını kaldırıp bisküviyi katır kutur kulağımın dibinde yemeye başladı. "Hani yer değiştirmezsek uğraşacaktın? Yer değiştirdik." "Değiştirirsek uğraşmayacağımı söylemedim. Neredeyse on iki saat başka nasıl geçecek?" dedi. Kulaklığımı düzeltip kitap okumaya devam ettim. "Bu hangi kitap?" diye sordu. "Aa ben bunu bitirdim! Çok güzeldi. Yıldırım Kraliçesinin kim olduğunu söyleyim mi?" dedi Erva ve trende bağıramayacağım için elimle ağzını kapattım. O da "Çok sıkıcısın." dedi ve telefonuyla uğraşmaya başladı. Kitabıma rahatlıkla geri döndüm. Kitabımın sonlarına doğru "Yıldırım Kraliçesi acaba Hanımefendi Kitana mı?" diye merakıma yenik düşüp Erva'ya sordum ama uyuyakalmış. Telefonu açık şekilde elinde öylece kalmış. Telefonuna baksam mı diye aklımın ucuna geldi ama bu düşünceyi hemen kafamdan silip telefonunu kapattım. Trenin koltukları davetkâr şekilde herkesi akşamüstü uykuya davet ediyordu. Bu hisse dayanıp akşam yemeğini bekledim. Sonunda paracıklarımı harcadığım yarım porsiyon hindi önümüze geldi. Tam Erva'yı yemek geldiği için uyandıracaktım ki vazgeçip yarım porsiyon hindiyi burnuna doğru tuttum. Kokuyu alınca ilk önce gözleri yerinden fırlayacak gibi oldu. Sonra da ağzı açıldı ve hindi tabağını koltuklara bağlı masaya koymadan elimden aldı. Ben daha yemeye başlamadan Erva yemeğin yarısına ulaşmaya yakalşmıştı.
Yemeğimizi bitirdik. Biraz daha kitap okuyup ben de uyuyabilirim. Yemeğini benden önce bitiren Erva pencere kenarındaki koltuğa oturmasına rağmen dışarıyı izlemek yerine uykuya daldı. Keşke yer vermeseydim. Dışarıyı izleyebilirdim. Ama o zaman bana gıcıklık yapmak için uyumazdı. Neyse. Kitabıma geri dönerken arkamda oturan Tevfik "Falcı Hanım'a söyle. Komşumuz Tye nakliyeyi halletmiş. Nakliye şirketini aradık ve onlar da onayladı." dedi. Bunu Alara'ya söyleyince Alara arkasını döndü. Tevfik benim arkamdaki koltuğa oturmuş ve Koray da onun arkasına. Alara da benim önüme oturmuştu ve Sinan Bey de Koray'ın yanına. Böylece Alara'yı kolayca rahatsız edebilirlerdi. Trende uyumayan kimseye aldırmadan Tevfik ve Koray biraz yana doğru eğilerek Alara'ya el hareketi yaptı. Alara da Erva'dan aldığı bir fişeği ve o uçan küresini gösterdi. Koray ve Tevfik hızla korkarak geri koltuklarına oturdular. Kitabıma böylece bir mola verdim. Çok yorgunum ve istasyondaki uykum bana yetmedi. Erva ağzı açık şekilde uyurken ben de az çok izleyebildiğim pencerenin dışındaki Xitera Qs. devletinin bazı meşhur ve tarihî yerlerini izlerken uyuyakaldım. |
0% |