@hiclik_gecidi
|
Bir şeyler bulmalıyız artık. Öyle bir şey bulmalıyız ki dönüm noktası olmalı. İşimizi kolaylaştıracak ve kazanmamızda yardım edecek bir şey. Dileğimin bu kadar hızlı gerçekleşeceğini bilseydim başka bir şey dilerdim. Olaylar çok çabuk gelişiyor ve beynim allak bullak oldu. Ama Erva için bir şey diyemeyeceğim. Gereğinden çok daha fazla enerjik hâlâ. Erva dün gece yatmadan kız kardeşlerin üç büyük savaştan anılar ve ipuçları bıraktığı söyleniyormuş. Eski zamanlardaki ustalar ve bilginler de bir araya gelip bu üç savaşın olduğu yere eserler bırakmışlar. Savaşların hepsi farklı ülkelerde katliamlara yol açmış. Kız kardeşlere de buralarda çok iş düşmüş. Sonraki kuşak bilginleri ve ustaları eserlerin olduğu yerleri tahmin ederek belli bir harita oluşturmuşlar. Bazı kitaplarda kız kardeşleri hikaye gibi anlatırken "gizemli bir şekilde ortaya çıkan harita" denildi ve haritanın hikayesi olay örgüsünden uzaklaşmamak için kitaplarda yer alamadı. "Eser dediğim de heykel veya yapı değil. Birisi Cassandra'nın çiçekli tokası, birisi Daniella'nın incili kolyesi ve -sonuncusu en büyüğü- kız kardeşlerin insan formundayken yaşadıkları malikane." Ve bunu söylemek Erva'nın aklına taşlara tırmanırken geldi. Sırtımda kocaman bir tırpan, çantamda fener, matara -belki de Erva'nın gaza gelip yerleştirdiği çadır- varken ve taşlara tırmanırken düşünmek biraz(!) zor oluyor. Bu harita da bizim dönüm noktamız ve bir sonraki adım belirleyicimiz oldu. Harita bu kasabanın dağlarında saklanmış. Çünkü bu eserleri ele geçiren kişi, kız kardeşleri birilerini öldürmek için kullanabilir. Dünya hakimiyeti, büyük savaşlar... Belki de kız kardeşler görevlerinden cayıp hüküm sürmek ister. Elinin altındaki büyük güç seni yüceltebilir. Ama kim eserlere gerekli şartları sağlamaz ve önlemsizce dokunursa iradesi kalmaz. Yani ya birinin emrine girer, veya ölene kadar kafayı yer. Sorunumuz ise haritayı gölgeler koruyormuş. Gölge? Normal bildiğimiz gölge olmadığına kalıbımı basarım. Gölgeler belli şartlarda yok edilebilir ve kovulabilir, aksi takdirde sizi karanlıktan görünmeyen kocaman ağız ve pençeleriyle sizi parçalayabilir. Bunu araştırıp bize söyleyen Erva "Yeni, keşfedilmemiş bir mağraya yaklaştık." Gerçekten hepimiz yorulmuştuk(Erva hariç) ve daha istediğimiz kadar yol alamamıştık.
İlk keşfedilen mağra olduğu için ve bir daha keşfetmek için dönmeyelim diye bir işaret koyduk. Tam mağranın içi boş diye oradan ayrılacağımızda bir ses duyduk. Gitgide yaklaşan bir ses. Tevfik'in arkasından gelen bir ses. Fenerlerimizi oraya doğru tuttuk ve evet. Bu bir gölge. BU BİR GÖLGE! Ben kullanmayı tam bilmediğim tırpanımla ona saldırdım ama tırpan onun içinden geçti. Tevfik kılıç savurdu ve o da onun içinden geçti ama hasar veremedik. O bir gölge olduğunu hatırlayan Erva onun gözünün önüne gelerek fenerin ışığını yaktı. Ama nafile. Gölge, tıpkı dokunulabilir bir varlık gibi gölge oluşturdu. Neyse ki normal bir gölgeydi oluşturduğu. "GÖLGENİN GÖLGESİ Mİ OLUR YA!" diye bağıran Erva, gölge tarafından yere serildi. Gölge tam Erva'ya çullanmıştı ki Erva bir fişek patlattı. Gölge dalgalanmış gibi, sanki yok oluyor gibi sallandı. Işığa duyarlı değil, fişeğe mi duyarlı? Saçma olduğunu anladım ve o renkli şeylerden başka ne çıkarttığını düşündüm fişeklerin. Mini bir boru, konfeti, ses. SES. Tevfik'i dürttüm ve ağzını gösterince demek istediğimi anladı. Birkaç gün öncesinde biz evden çıkarken cırladığı gibi cırladı. Gölge titremekten yere yığılırken Erva'ya çarptığı için titrerken elle dokunulur halde. Fırsat bu fırsat! Elime geçen ilk taşla kafasını yardım. Belki de sesin fazlalığından işkence çekerek öldü. Erva yerde toz duman içinde kalmışken bile o çıkan cırlamaya gülebildiği kadar güldü.
Bu mağrada bir şey bulamadığımız gibi Erva dinlememize de müsade etmiyor. "Oley! Mükemmeldi bu. Dahası diğer mağralarda olmalı. Gölgelere değil, taşlara vurun." Dediklerinde haklı ama az önce yaşadığımız şeyi hemen unutmuş gibi davranıyordu. Önümüzde koca bir macera var ve biz daha maceraya başlamamız için gereken haritayı bile bulamadık. Akşam oluyordu ve geri dönmemiz lazımdı. Yoksa Nazik Hanım bizzat dağlara gelecekti.
Geri dönerken Koray'ı unutmadık. Taşlarını açtığımızda hâlâ baygındı. "Neden hâlâ ayılmadı? Öldürdüm mü yoksa!" Erva daha da heyecanlandı ve üzerine de korku eklenince çıldıracaktı. Erva koşarak Koray'ın yanına koştu. Onu yerden kaldıracak diye beklerken yanına vardığında gerilerek sert bir tekme attı Koray'a. Koray bu sefer uyandı ve Erva, Koray'a sarıldı. "Ne yaptığını sanıyorsun? Hava atma sakın, ömründe bir kere beni nakavt ettin o da farklılığımızdan dolayı. Hileli atış!" dedi Koray. Erva ve ben onu yerden kaldırıp eve döndük. Bisikletlerle yokuş aşağı inmek o canavarla dövüşmekten daha sakin ve huzurluydu. Koray Tevfik'in önünde oturmuştu ama pişman olduğu Tevfik'in çenesinin düşmesi yüzünden neredeyse ağaca toslayacakken çok pis bir bakış atmasıyla anlaşıldı. Eve neredeyse vardık. Nazik Hanım bizi kapıda bekliyordu. Bana bakmadı çünkü ben yabancıydım ve aileden sayılmıyordum yani azardan kurtuldum. Ama diğerleri için aynısını söyleyemem. Akşam yemeğimizi yedik, yatmadan son bir araştırma yaptık ve bu kasabada hâlâ bazıları kız kardeşlerden korkuyor gibi haberleri gördük. Bunu duyan Nazik Hanım "Hangi kız kardeşler?" dedi. "Bu kasabanın efsanesi olan kız kardeşler. Senin annen hep söz ederdi. Sahiden... Büyükannem sana internette olmayan bir detay verdi mi veya farklı bir şey? O belki daha eskiden yaşadığından bilebilir." dedi Erva. Nazik Hanım kızardı. Kızardı? Anladık ki bir şeyler biliyor.
Kararlaştırdık. Yarın mağralara gitmeden önce Nazik Hanım'a çokça soru soracaktık. Bu kadın gizemliydi, şimdi daha da gizemli oldu. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Nazik Hanım'ın eskiden anlattığına göre Erva'nın büyükannesi bu kasabanın yerlilerindenmiş. Ölünce Nazik Hanım'a bir miras bırakmış. Ama onu bir sandıkta kilitli, anahtarını da hep yanında taşırmış. Başka da gizemli bir şey bulamadık sorgulamak için. Yani Nazik Hanım'ı sandığı açması için ikna etmekten başka çaremiz yok. Gerisini yarın düşüneceğim. |
0% |