@hilal_akdag
|
“Ne yani? Bu gün gitmiyor muyuz? Ama neden? Giderdik bence..” diye isyan etti Yakup. Sıkıntıyla bir nefes alıp verdim. “Gideceğimiz yeri önceden farklı bir yer zannediyorduk ama Antalya’ya gidiyoruz ya hani? Orada lazım olacak şeyleri bir gün içinde hazırlayım hemen üstüne nasıl yola çıkalım Yakup? Az mantık lütfen.” Yüzünü astı. “Giderdik sanki gibi gelmişti..” Fırat “Nah gideriz. Eninde sonunda gideceğiz değil mi? Bak hazırlıklar akşamüstünü buldu, az sus da hazırlan.” “Orada ki gacılar daha güzeldir değil mi? Bir sürü turist.. Benim eşyalar hazır, İngilizce çalışmam lazım benim. Kapatıyorum ben. Hello beautiful woman, will you marry me?”yamuk yumuk İngilizcesi ile kendi kendine konuşurken telefonu kapattı. Acar “Lan söyleyin ona, kız falan yok. Başlatmasın marry me’sine falan.” Kafamı geriye doğru atıp yüksek sesli bir kahkaha attım. “Bu nasıl insan ya..” diye söylendi Lâçin. “Tek valiz mi alıyoruz?” diye sordum. Bunu derken yanımda ki iki valizle bakıştım. “Bir der fazla valizle gelirsiniz diye buna önceden hazırlık olarak şu transit arabayı ayarladık. Geniş, daha rahat gideriz.” Lâçin “Sen adamsın!” diye sevincini gösterdi. Valla ben de baya sevinmiştim. Üçüncü valizi de yapsam bir şey olmazdı sanki.. “Neyse kapatın artık. Yarın sabah erkenden hazır olun. Geç kalan burada kalır.” Diyerek son noktayı koyduktan sonra konuşmadan ayrıldı Acar. “Bu da son sözü söyleyip gidiyor hep. Dersin babası savcı sanki.” Lâçin kafası karışmış şekilde baktı bana. “Öyle değil miydi zaten?” gözlerimi devirdim. “Yok, sen yanlış hatırlıyorsun.” Diyerek dalga geçtim. Burun kıvırdı. “Aman, ben de gidiyorum. Bakayım eksik var mı.” Onu onayladım, konuşmayı sonlandırdıktan sonra telefonu yatağa fırlattım. İki valizimin de ağzı açık, öylece duruyordu. Daha fazla bir şey sığdırmak için zorlamaya gerek yoktu sanki. Guruldayan midemi doyurmadan önce valizlerin ağzını kapatıp üstüne oturarak fermuarını zorla çektim. Bir de küçük bir el valizi hazırlardım, daha da bir şeye gerek yoktu. Odamdan çıkıp oturma odasına geçtim, annem elinde ki tığla bir şeyler örüyor, babam da gözünde ki gözlükle dikkatle televizyona odaklanmış film izliyordu. “Anne ben acıktım.” Diyerek hemen yanına kendimi bıraktım. Yerinden sarsılan annem yan yan bana baktı. “Beni ye Aysima.” Kafamı sallayarak hızla üzerine doğru eğildim. Daha karşı koyamadan koluna dişlerimi bastırdım. Sert ısırmıyordum ama annem tam bir drama queen gibi bağırdı. “Mehmet! Al şu kızını, beni ısırıyor. Bıraksana yavrucum. Mehmet diyorum!” babam bize bakıp kafasını sağa sola sallayıp televizyona geri döndü. “Anne, babam seni umursamadı bile..” diyerek geri çekildim. Bunu dememin sebebi damardan girmekti, çünkü annem için en büyük trip sebebi, babam tarafından umursanmamaktı. Böylelikle beni dövemeden kaçardım. Öyle de oldu. Annem gözlerine inen sisli bakışlarla babama baktı. “Mehmet..” babam yerinden kalkıp anneme yaklaştı, bir yandan da gzölerini bana dikmiş sen sonra görürsün bakışları atıyordu. Şirince sırıtmaya çalıştım. Oturduğum yerden kalktım, yerime babam oturdu. Az önce ısırdığım yeri tutup parmakları ile okşadı. “Kızım niye anneni ısırıyorsun? Bak diş izlerin çıkmış.” Gözlerim büyüdü. Olaya bak, dersin kopardım. “Baba, annem dedi beni ye diye. Ne yapsaydım? Annemin sözünü dinlemese miydim?” Babam bıkkınlıkla nefes aldı. “Hadi kızım, git hazırlan. Yemek için Erdem amcanlara gideceği birazdan.” Üstüme bakış attım, üstüm gayet uygundu bence. “Bunlar iyi-“ derken tekrar babamlara bakacakken babamın bana kafası ile ufak ufak git işareti yaptığını gördüm. Anneme değdi gözlerim. Babamı izliyor, gözlerini kaçırıyordu bir yandan da. Dilimi dişlerimde gezdirdim. Hay dişlerim kopsaydı da ısırmasaydım. Bazen söylenilenleri fazla ciddiye alma işini abartıyordum sanırım. “Ben önden Erdem amcalara geçiyorum, siz de gelirsiniz o zaman.” Cevap vermelerini beklemeden dış kapıya yöneldim. Terliklerimi giyip ardımdan kapıyı kapatarak çıktım. Annem acayip nazlıydı babama karşı, biraz da kıskanç. Bir keresinde babam, annemi nazlı karım benim diye sevmişti, annem nazlı kim diye sormuştu. O an kendimi pencereden atmak istemiştim. Aman yarabbi şöyle bir ilişki benden uzak olsun.. Artık babam, annemi çiçek karım diye seviyordu. Annem bunu duyunca eriyordu tabi, babam bir nevi annemin açığını bulmuştu artık. Yakupların evlerinin önüne geldikten sonra zile basıp açılmasını bekledim. Selvi teyze açtı kapıyı. “Hoş geldin kızım. Geç içeri.” İçeri girip terliklerimi çıkarttım.” Hoş bulduk Selvi teyzem. Sana yardıma geldim, var mı yapılacak bir şey?” kafasını sağa sola sallayıp reddetti. “Her şey hazır kızım. Sen bizim şu oğlanı çağır. Sabah beri evin içinde hello diye gezip duruyor.” Gülerek onu onayladım. Terlikleri ayakkabılığa koyup kenedime dolaptan ev terliklerinden birini çıkartıp giydim. Yakup’un odasının önüne geldim, kapıyı tıklattım. Gel sesini duyunca açtım kapıyı. Yakup yatakta uzanmış, ellerini de ensesinde bağlamış tavanı izliyordu. Koşup yanına zıpladım. Ben de onun gibi uzanıp tavana bakmaya başladım. “Ben geldim.” Kafasını bana çevirip göz ucuyla baktı. “Şaka yapıyorsun?” uzandığım yerden doğrulup bağdaş kurarak oturdum. “Kalk hadi. Yemek yiyeceğiz birazdan. Açım ben.” Umursamazca konuştu. “Şu an meşgulüm.” Üstten üstten bakım suratına. “Baya meşgulsün gerçekten.” Beni onayladı. “Ne meşguliyeti bu?” Derken ayağa kalktım yatakta. Duvarına astığı posterlere baktım sanki hiç görmemiş gibi. İnceledim teker teker. “Hayal kuruyorum.” Anlamayarak kaşlarımı kaldırıp tekrar baktım yüzüne. Bakışları tavandaydı, hülyalı hülyalı bakıyordu tavana. “Ne hayali bu? Tavana mı hâlleniyorsun sen?” diye dehşetle konuşup yataktan yere atladım. “Yoksa, yoksa.. Sen bunun için mi evlenmeye çalışıyorsun.. Oha..” yattığı yerden toparlandı. “Lan sus manyak mısın kızım sen? Tövbe estağfurullah.” Diye söylendi. Gülmeye başladım. Güldüğümü görünce söylene söylene ayaklandı. “Yürü hadi, çıkalım. Daha beni dinleyeceksin, İngilizce konuşacağım seninle, senin İngilizcen iyi.” “Yo. Dinlemeyeceğim. Benim İngilizcem yok ben anlamıyorum.” Tshirtümün ucunu çekip beni oturma odasına sürükledi peşinden. “Yalancı. Yalan yalan yalan.”
***************************************
Herkes gelmiş, sofrada yemek yiyorduk sonunda. Büyükler kendi aralarında konuşuyordu, herkes doyup kalkınca Selvi teyze sofrayı toplamak için hareketlenince annem durdurdu onu. “Aysima halleder. Biz içeri girelim.” Dilimi sırdım. Aynen, hallederdim ben, dağ kadar bulaşık, robotum ben çünkü. Narin teyze “Lâçin de yardım eder. Hadi kızım, hallediverin iki dakika da.” Yalandan gülük kafamı salladım. Herkes içeri doğru giderken en arkada bizimkiler vardı. Durdurdum onları. “Hayırdır? Nereye?” Üçü de bize döndü. Acar “İçeri?” deyinde sinirle güldüm. “Hadi gidin bakayım nasıl gidiyorsunuz.” Üçü de sırayla Lâçin’le bana baktılar anlamayarak. “Yardım edelim.” Diye ağzının içinden konuştu Fırat. “Hıhı, yardım edin hadi.” Dedim. Birlikte sofrayı toplayıp bulaşıkları uzun uğraşlar sonucu halletmeyi başardık. Bu sırada Selvi teyze çay koymak için mutfağa gelmiş, hepimizi çalışırken görünce gülerek içeri gitmişti, ardından oturma odasından yükselen kahkahalar buradan duyulmuştu. Öl öl güldük gerçekten.. Bu sefer hep birlikte otuma odasına geçip boş olan yerlere doluştuk. Selvi teyze tekrar mutfağa gitmiş, ardından da Yakup’a seslenmişti. Kısa bir süre sonra elinde ki tepsi ile içeri giren Yakup’un yüzünde ağlamaklı bir ifade vardı. “Ben de çalıştım ama, onlar niye oturuyor..” Selvi teyze de hemen arkasında olduğu için duymuştu Yakup’u. “Gördüm ben, sen kenarda iş yapıyor gibi gözüküp pinekliyordun. Kaçar mı benden? Dağıt hadi çayları güzelce.” Bütün çayları dağıttıktan sonra bana sıra gelince yüzüne sırıtarak baktım. “İsteme kahvelerini de görürüz inşallah.” Gülecek gibi oldu ama kendini tutup ters ters bana baktı. Öpücük atıp çayımı aldım. Çaylar içildi, sohbetler edildi, çok geç olmadan herkes ayaklandı. “Çocuklar yarın gidiyor, erken kalkacaklar, yatsınlar biran evvel.” Dedi Hakan amca. Onu onayladık, topluca kapıya doğru ilerledik. Önden bilerek ben çıkıp arada ezilmeden terliklerimi giyip çıktım dışarı. Hepsine uzaktan güle güle deyip eve ilerledim. Kimse bu hareketimi yadırgamazdı, alışıklardı çünkü. Aradan çok geçmedi ki annemler de geldi. Babam odama gitmeme müsaade etmeyip durdu. Ona anlamayarak bakarken arka cebinden cüzdanını çıkartıp kredi kartı uzattı. “Al bakalım bunu. İçinde sana da, arkadaşlarına da yetecek kadar para var. Yine de aşırı bir harcama yapmayacağına inanıyor ve sana güveniyorum, tamam mı?” gülümsedim kocaman. Kartı elinden alıp beklemeden sarıldım babama. Fikrim değişmişti. Merhametli Mehmet olmaya devam edebilirdi artık. “Seni çok seviyorum..” kollarını bana dolayıp sarılışıma karşılık verdi. “Ben de seni çok seviyorum ay yüzlü kızım benim.” Derin bir nefes alıp babamın kokusunu içime çektim. “İyi ki varsın.” Sarılmaya son verdik, babam elini uzatıp yanağımı okşadı. “Sen de iyi ki varsın, iyi ki benim evladımsın..” Saçlarıma öpücük bıraktı. Geriye çekilip el salladım ikisine de. “Yatayım artık ben, erken kalkacağız malum.” Babam kafasını sallayıp onayladı. “Git bakalım, uyarılarımızı asla aklından çıkartmıyorsun tamam mı?” sesli gülerek göz devirdim. “Tamam tamam, çıkartmam hiç.” İnşallah. Odama geçip hızla duşa girmek için kıyafetlerimi hazırladım. Ardından kısa bir duş aldıktan sonra üzerimi giyip küçük valizi de hazırladım. Her şeyin tamam olduğundan emindim, rahat bir nefes alıp yatağıma doğru ilerleyip kendimi yatağa yüz üstü bıraktım.
******************
“Ya o valizi öyle koymasana! Çekil, ben koyarım.” Diyerek Fırat’ın yanına ilerleyip valizi daha düzgün bir şekilde yerleştirdi Lâçin. Saat sabahın altısıydı. Gözlerimden uyku aksa da ilk ben uyanmış ve herkesi uyandırmıştım. Yoksa bunlar daha uyurlardı. İyi ki vardım bence. Herkes ayrı asabiydi. Uykularını düzgün alamadıkları içindi bunun sebebi de. “Ben önde oturacağım!” diye heyecanla konuştum. “Yalnız araba çok iyi, aynı mafyalar gibi olacağız.” Dedi Yakup. Yüzümü buruşturdum. “Biri başsavcı, biri emekli polis, biri avukat, birisi hâkim, birisi vali olan bu insanların yanında sence de çok cüretkâr değil mi bu sözlerin canım arkadaşım?” diye ağzımın içinden uyararak konuştum. Yakup yutkunup tedirginlikle baktı babamlara. “Havalı demek istemiştim sadece..” “Mafya olmak havalı mı Yakup?” diye sordu Eşref amca. Yakup kafasını sağa sola salladı hızla. “Değil.” Bence havalıydı.. Herkese hır, bana mır olan bir mafya kocam olsa fena mı olurdu? Derin bir nefes aldım. Hamile kadınlar gibi mafya koca aşeriyordum tam şu an. “Hadi binin arabaya. Geç olmadan yola çıkalım.” Dedi Acar. Hakan amca anahtarı uzattı, direkt kaptım elinden. “Bütün oteller doludur, baya da kalabalık olacak bir sürü turistler. Eğlenin güzelce.” Hakan amcaya baktım gözlerimi kısarak, bakışlarıma karşılık güldü sadece. “Konumu atıyorum Acar’a. Dikkatli gidin çocuklar.” Onu onayladık. Hepsiyle tek tek vedalaşıp bindik arabaya. Narin teyze arkamızdan su dökerken araba sonunda hareket etti. Şoför koltuğunda ise Acar vardı tahmin edildiği üzere. “Ben uyuyorum, uyandıran olursa olay çıkar.” Dedi Lâçin. Ardından en arka koltuğa geçerek uzandı. “Müzik açsaydım..” dedim. “Beni uyandırmayın dedim, müziği açıyorsanız açın. “Direkt telefonumu açıp bağladım arabaya. “Hazır mıyız Antalya tatiline?” diye sesimi yükselterek heyecanla konuştum. “Hazırız.” Diye bağırdı Yakup. Lâçin arkada söylenirken Fırat “Aga bu ne enerji? Şaka gibisiniz ha.” Diyerek kafasını geriye yatırıp kollarını birbirine bağladı, ardından gözlerini de kapatarak uyku moduna geçti. “Ne kadar da eğlenceli bir yolculuk, aman Allah’ım..” Diye konuştu Yakup. Güldüm onun bu haklı isyanına. “Saat daha çok erken ya hani? Uyusana sen de oğlum.” Dedi Acar. Yakup mantıklı bulmuş olacak ki aynı Fırat gibi başını geri yaslayıp uyku moduna geçti. “Ne çabuk ya.. E benim uykum kaçtı.” Bakışlarımı etrafta gezdirdim, canım sıkılıyordu. Acarla göz göze geldik, sırıttım. Kaşlarımı kaldırıp indirdim. “Acar başkan, naber ya? Nasıl gidiyor? Nasılsın?” “Bana saracaksın yani?” dedikten sonra sessizce bir şeyler söyledi ama anlamadım. “Ne dedin?” kafasını sağa sola salladı. “Demedim bir şey. İyiyim, sen nasılsın?” tekrar sırıttım. “Ne olsun işte, yolcuyuz. İyiyim.” “Güzel güzel. Şarkı açacaktın, açsana.” Doğru diyordu. Hatırlattığı gibi tekrar telefona yöneldim, derin bir nefes alıp verişini duydum. Rahatlamış gibiydi. Bana karşı tahammül seviyesi gerçekten gözlerimi yaşartıyordu.. Bir yandan telefondan şarkı seçerken bir yandan da ona hitaben konuştum. “Yorulursan bana söyle, ben geçerim direksiyona.” Kafasını sallayarak beni onayladı. Aramızda uykuya en düşkün olan oydu. “Hakan amca attı mı konumu sana?” kafasını salladı tekrar. Ensesinden tutup kafasını direksiyona çarpasım geldi bir an. Ben kendi kendime takıldım. Müzik dinledim bir sürü, o sırada Acar sürekli esnedi. Diğerleri horul horul uyudu. Böylelikle 4 saati devirdik. Ben sıkıntıdan patlarken en sonunda mola yerinde durduk. Zorla bizimkileri uyandırdım, herkes ihtiyacını görüp geldikten sonra Acar konumu bana attı. Direksiyona geçip arabayı çalıştırtırdım. Uyku namına hiçbir şey yoktu bende. Acar benim eski yerime geçmiş, koltuğu da yatırmıştı. Rastgele müzikler çalmaya devam ederken Fırat uyuyamamış olacak ki hemen benim arkamda ki koltuğa geçip bana baktı. “Vay, kaptan? Helal be.” Gülerek ona havalı bir bakış attım. “Ne sandın.” “Yakup’u arabadan aşağı atasım var.” Diye Lâçin’in sesini duyduk bu sefer. “Niye?” diye sordu Fırat. “O kadar saat geçti, hala yoldayız. Uçakla gitsek varmıştık bile. Bir de eğlenceli olur diyordu, en çok o uyudu.” Diye söylendi. Dikiz aynasından Yakup’a baktım. Ağzı açılmış, bir kolu aşağı sarkmış öylece uyuyordu. Gülerek kafamı sağa sola sallayıp yola odaklandım. ”Ne kadar yolumuz kaldı?” dedi Fırat. “3 saat var daha. Uyuyun isterseniz siz?” Reddetmediler. Ulan keşke yok falan deseydiniz. Onlar uyudu, ben sürmeye devam ettim. Hiç biri uyanmadı, bir ara benzin almak için durdum yine uyanmadılar. Derken sonunda Antalya’ya giriş yaptık. Yolları bilmediğimden dikkatle konuma göre ilerlemeye çalışırken trafik anamı ağlatıyordu bir nevi. Şarkıyı kapattım, kafamı karıştırıyordu. Birkaç defa yol sormak içi durdum ama bazıları siyah transit arabayı gördüğü gibi uzaklaşıyor, bazıları da Türkçe hariç her dili konuşuyordu. Zor bela konuma vardım, önümde duran apartmanla bakıştık bir süre. Anlamayarak kaşlarımı çatıp tekrar tekrar baktım konuma ama konum bu apartmanı gösteriyordu. Acarı dürttüm, irkilerek uyanıp saf saf etrafa baktı. “Geldik, uyan.” Dedim. Gözlerini ovuşturup uzandığı yerden kalktı. “Apartman diyor burası? Yanlış bir konum mu attı ki Hakan amca?” diye sordum. Acar kendine geldikten sonra telefonunu alıp Hakan amcayı aradı. O sırada diğerleri de çıkan seslere uyanmış yanıma doğru gelmişlerdi. “Niye durduk? Geldik mi?” dedi Lâçin. Kafamı sallayarak onayladım. “Öyle gözüküyor.” Acar telefonu kapatıp bize baktı. “Geldik evet. Burası.” “E burası apartman? Hani havuzlu bahçeli ev?” dedi Yakup. Acar “Hakan amca gülüyordu valla. 5. Kat sizin dedi.” “Hay böyle işin.” Diye söylendi Fırat. Kapıyı açıp indim arabadan. Uzun süre oturmaktan uyuşan bir yerlerim yüzünden yüzüm buruştu. Kafamı kaldırıp apartmana tekrar baktım. “Biz bunu hak etmek için ne yaptık diye düşünmeden edemiyor insan..” diye mırıldandım.
BÖLÜM SONU. |
0% |