Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. BÖLÜM

@hilal_akdag

Valizleri almış 5. Kata götürmesi için asansöre yerleştirmiştik. Biz de merdivenlerden ilerliyorduk. Sonunda çıktıktan sonra nefes nefese eğilip avuçlarımı dizime yaslayarak nefeslendim.

“Aç artık kapıyı.” Dedi yorgun sesle, Fırat. Nefesimi toparlayıp doğruldum. Valizleri asansörden çıkartmışlardı.

Cebimde ki anahtarı çıkartıp kapıya yaklaştım. Kapıyı açtıktan sonra Yakup beni itip hızla içeri girdi. Biz ona söverken içeri girmeye hazırlanıyorduk ki Yakup gittiği hızla geri döndü.

“Ne oluyor ya? Git gel yapıp duruyorsun.” Diye anlamayarak konuştum.

“Ya ağlayacağım artık. Ben babamın evine geri dönüyorum!” diye merdivenlere yöneldi. Acar ensesinden tutup durdurdu. “Lan söylesene, ne oluyor?”

Ben daha fazla durmadan içeri girdim. Karşılaştığım manzara ise geri kaçılmalıktı gerçekten..

Her yer dağınık, tozlu kısaca çok pis gözüküyordu. O yorgunlukla bir de temizlik yapacaktık yani? “Allah’ım cidden bunları valla hak edecek ne yaptık biz?” diyerek tavana baktım.

Şimdi temizlikle uğraş bu yorgunlukla.

Diğerleri de arkamdan gelmişti. Hepimiz sessiz sessiz etrafı inceledik. “Demek ki Hakan amca bu yüzden otellerin dolu olduğunu özellikle alt yazılı olarak geçti..” diye bir aydınlanma yaşadım.

“Baba ya.. Allah aşkına burayı mı bize layık gördünüz? Bari temizletseydiniz..” diye isyan etti Lâçin.

Odaları gezmeye başladım. 2 Odası vardı, birinde Lâçin ve ben kalsak, diğerinde de üçü kendi arasında anlaşırdı artık.

Amerikan tarzı bir mutfağı vardı, evin içi genişti. Temizlik çok zorlamaz gibi de duruyordu, halledilirdi ya hemen.

Bizimkilerin yanına geri dönüp el çırptım. “Birimiz temizlik malzemesi almaya gitsin. 2 oda var, çok yapılacak bir şey yok, geç vakte bırakmadan temizlenir. Hadi bakalım boş durmak yok, başlayalım.”

Yakup “Sen de ki bu enerji bende olsaydı şimdiye evlenmiştim.” Dedi.

Onu umursamadım. “Gelirken gördüm, çok uzak değil ama bir market vardı. Gitmeyecek varsa ben de gidebilirim?”

Fırat atıldı hemen. “Ben giderim. Ne alınacak söyleyin yeter.” Onu onayladım. Alınacakları ona telefondan tek tek yazıp verdim. Hep birlikte temizliğe giriştik.

Küçük, taşınabilir bir hoparlörüm vardı. Ona bağlandım. Şarkı açıp sesi de yükselttim.

Bir 15 dakika sonra geldi sonunda Fırat.

Hava karardı, temizlik hala devam ediyordu ama çok az kalmıştı. Açlıktan geberiyorduk, Acar internetten bir yer bulup yemek sipariş verdi hemen.

Son kalan birkaç şeyi daha yapıp kendi işimi tamamladım. İşleri bölüşmüştük. Kendimi direk banyoya attım.

“Tek bir saç teli görmeyeceği Aysima! Yeni temizledim bak.” Dedi Lâçin. Onu onayladım.

Güzel bir banyonun ardından rahatlayarak çıktım banyodan, kor

Dora bakıp birinin olup olmadığına baktım, yoktu. Üzerimde ki havluyla hızla Lâçin ile kalacağımız odaya ilerledim.

Daha bavulları yerleştirecek zaman olmadığı için öylece yerde duruyordu hepsi.

Fermuarını indirip kendime giyeceğim kıyafetleri seçtim. Üzerimi giyip oturma odasına geri döndüm. Yakup elinde ki sarı bezle koltukta baygın gibi yatıyordu. “Anam, of, Allah’ım öldüm. Oy anam çok sıcak.”

Onu izledim gülerek. Kapı zilinin çalması ile ayağa kalktım.

Kapıyı açınca siparişlerin geldiğini gördüm. Paketleri uzatan adamdan aldım hemen. Hala beklediğini görünce kaşlarımı çattım. “Money abla Money? To tip miydi ki. Bahşiş nasıl deniyordu ya?” diyerek telefonu çıkartışını izledim.

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. “Hıhım. Öyleydi galiba abi.” Diye konuştum.

Aniden kafasını kaldırdı. “Hasiktir.” Diye irkildi. “Sen Türk müydün?” kınar gibi bakıp kafamı salladım gülerek.

“Pardon abla. Valla yabancı ablalara benzettim. Saçlar da kızıl, bir de bu bina ful yabancı. Ondan hep.”

“Tamam, sorun yok.” Derken hala gülüyordum. “Bir dakika bekle lütfen.” Beni onayladı. Hızla odamda ki çantama gittim. Bahşiş olarak verilecek bir miktar para alıp adamın yanına geri döndüm. “Biz de Euro falan yok. Affet baba şimdilik.”

Parayı aldı. “Türk’ün kaşına gözüne kurban be abla. Buraya geldiğim günden beri İngilizcem pekişir diyordum ama hala bir halta yaramadı. Türk görünce altın bulmuş gibi seviniyorum. Eyvallah.”

Diyerek selam verip gitti. Ben de ardından kapıyı kapatıp içeri girdim. “Yemekler geldi! Alo, yaşam belirtisi gösterin plis.”

“İngilizcen kan ağlıyor şu an.” Dedi Fırat. Göz devirdim.

“Sen ne anlarsın be.”

Tezgâha bıraktım yemekleri. Herkes anında yanıma üşüştü. “Çok açım, çok açım, çok açım.” Diye sayıklamaya devam eden Yakup’un ağzına yemeklerden bir tanesini tıktım.

“Ye o zaman. Ye de sus.”

Ağzında ki ile boğuk boğuk sesler çıkarttı. Acar içeceklerden birini açıp Yakup’un önüne koydu. “Boğulacak şimdi. İç şunu.”

Son lokmamı da ağzıma attım. Şişen karnıma elimi koyup birkaç kere vurdum. “İyi yedik ha.”

“Benim çok uykum var..” dedi Yakup. “Eve erzak olarak bir şeyler almamız lazım, biliyorsunuz değil mi?” dedi Lâçin.

“Birlikte çıkıp alırız yarın. Yatalım artık.” Dedi Acar. Kimse reddetmedi. Benim de biraz uykum gelmişti.

“Soğuk kahve de ne iyi gider şimdi..” diye soğuk kahvenin varlığını kısa bir an hayal ettim. Gerçekten ne iyi giderdi şimdi..

“Midesiz.” Diyen Acar’a ters ters baktım.

“Eee nerelere gideceğiz? Buraları bilen yok aramızda.” Diye sordu Fırat.

Lâçin geri yaslanıp rahat bir tavırla konuştu. “Ben baya bir araştırdım. Buraya deniz çok uzak değil, bir sürü güzel kafeler de var. Gezmelik yerleri saymıyorum bile.”

“Gezeriz her yeri güzel güzel. Ben çok heyecanlandım şu an ya..” dedim.

“Gözlerin cin gibi bakıyor. En az sen uyumuş olmana rağmen enerjiksin. Şu an Antalya da oluşumuzu bile tam kavrayabilmiş değilim ben. Gezmeyi kenara bırak, beynimdin hala benimle olduğundan şüpheliyim.” Dedi Yakup.

Aynı anda ayaklandılar. Onlara göz devirip ben de ayaklandım. Çöpleri toplayıp odalara dağıldık. Lâçin banyoya gitti önce, ben direkt yatağa attım kendimi.

Sanırım herkesten önce ben uyuya kaldım, çünkü ben de gerisi yok..

**********************************

Gözüme giren ışıkla rahatsızca yerimden kıpırdandım. Tek gözümü açıp perdesi açık kalmış pencereden direkt yüzüme vuran güneş ışığı ile göz göze gelerek kısa bir an körlük yaşadım.

Ne olduğunu kavrayamazken yerimden doğrulup gözlerimi ovuşturdum. Yanımda hareketlenen Lâçin’e döndüm. Uykuya kaldığı yerden devam etti.

Saat kaçtı ki acaba? Telefonumu aradı gözlerim, oturma odasında kalmıştı diye hatırlıyordum. Yataktan inerek sendeleye sendeleye oturma odasına gittim. Koltukta yatan Acar’a baktım.

Telefon tezgâhın üzerinde duruyordu, açıp saate baktım. Yedi olan saatle bakıştık bir süre. Ben niye bu kadar erken uyanıp duruyordum sürekli?

Sıkıntıyla nefes alıp verdim. Banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım. Tekrar odaya dönüp boş durmamak adına kulaklık takıp valizlerde ki eşyalarımı sessizce dolaba yerleştirmeye başladım.

Son kıyafeti de kendi kısmıma yerleştirdikten sonra tekrar saate baktım. Sekiz olmuştu, yapacak başka bir şey de kalmamıştı. Şimdi bunları uyandırsam fena söylenirlerdi.

Kendime giyecek birkaç bir şey seçtikten sonra pijamalarımı çıkartıp onları giydim.

Arabanın anahtarı benim çantadaydı. Çantamı da alarak sessiz adımlarla dış kapıya yöneldim.

Şimdi saatlerce uyanmalarını bekleyip bir de alışveriş işi ile uğraşmak uzun sürerdi. Evin anahtarını bilerek almadım, geldiğimde de uyanasınlardı artık.

Apartman kapısını da kendime çekerek açtım. Şimdiden hava sıcak sıcak yüzüne vuruyordu insanın, öğlen ne halde olurdu buralar kim bilir.

Transitle de markete gitmeyen ne bileyim yani.. Arabaya binip çalıştırdım. Geçen gördüğüm market bu saatte açık olur muydu bilmiyordum, önce oraya doğru sürdüm arabayı.

Açık değildi. Başka bir yer bulabilmek adına telefondan konuma girip çevre deki marketlere baktım. Açık olan bir yer bulunca sürmeye başladım. 5 dakika gösteriyordu.

Marketin önüne geldikten sonra arabayı düzgün bir yere bırakıp indim. Marketten içeri girdim, yüzüme vuran serinlik ile rahatladığımı hissettim. Burada baya kalabilirdim şu an..

Arabalardan birini alıp rafların arasında gezinmeye başladım. Fiyatları görünce yutkunmak zor oluyordu ama başka şansım da yoktu. Lazım olanları arabaya atıp ilerlemeye devam ettim.

Bir süre sonra tepeleme dolan araba ile elim titremiş gibi oldu. Antalya’ya gelir gelmez bütün parayı burada bırakıp gidecek gibiydim sanırım.

Zor bela kenarlardan sürekli aşağı düşen malzemeleri yerine koya koya kasaya ilerledim. Kasiyer gözleri büyümüş bir şekilde bana bir de arabada ki eşyalara bakıyordu. Gülümsedim ona kocaman. Diyemedim evde 5 tane aç bir arada kalıyor, ondan bu kadar fazla hepsi diye.

Önümde ki müşteri ara ara arkasına dönüp bakıyordu. En sonunda tek gözümü kırpıp hayırdır anlamında sallayınca bakmayı bıraktı, kendi eşyalarını alarak çıktı marketten.

Kasiyer “Hoş geldiniz.” Diyerek tek tek malzemeleri geçirmeye başladı.

“Hoş bulduk” derken diğer tarafa geçmiş, geçirilen malzemelerin hepsini poşetlere yerleştirmeye başlamıştım.

Geçen dakikaların ardından ekranda yükselmeye devam eden fiyata bakmamaya çalışıyordum. Poşetleme işi bittikten sonra zurnanın biplediği o yere gelmiştik. “18 bin TL efendim.” Kendimi zorlayarak gülümsemeye çalışıp kartı uzattım.

Babam beni dövecek, babam beni gebertecek.. Ben bittim. Şimdi annem duysa, ‘cömertliğin mi tuttu senin?’ diye azarlardı. Aman dedim kendi kendime, ne olacak sanki? Ayda yılda bir adam akıllı tatile gitmişiz. Bir şey yok, bir şey yok.

“Ben bu poşetleri benim arabaya kadar şununla götürsem problem olur mu?” diye sordum kasiyere.

Sorun olmayacağını söyleyince poşetleri tek tek geri market arabasına koydum. Marketten çıkmak için hareketlendim, kasiyer benim için kapıyı açtı.

“Teşekkürler.” Diye gülümsedim. Verdik o kadar parayı, özel hizmet mi bu? Diye soramadım.

Poşetleri bizim arabaya koyup kapıyı kapattım. Hırsızlık çok oluyormuş burada, dikkat etmek lazımdı. Market arabasını markete geri bırakıp bindim arabaya. Kaldığımız yere doğru sürmeye başladım.

Bir yandan da çevreye bakına bakına gidiyordum. Sokaklar gözüme çok güzel gözüküyordu.

Evin önüne geldikten sonra eski yerine park edip indim. Telefonu cebime attım, poşetleri zorla aldım elime, sağa sola yalpalayarak, poşetler yerde sürüne sürüne geldim apartman kapısının önüne. Ayağımla iterek girdim içeri. Birkaç basamağı küfür ederek çıktıktan sonra asansöre doğru adımlarımı hızlandırmaya çalıştım.

Asansöre binip bizim kata bastım, terden yüzüme yapışan perçemleri geriye ittirdim. “Kış gelsin, yaz ayları kapatılsın. Bu nedir arkadaş.”

Asansör durduktan sonra her an kapıları kapanır korkusuyla önce kendim çıkıp ardımdan poşetleri yerde sürükleyip kendime çektim hemen.

Daha ellemedim poşetleri. Kapıya gidip üst üste vurmaya başladım. Beklemeden çalmaya devam ederken içeriden patırtı sesleri geldi. “Ben burada bayılayım sıcaktan, sizin için uğraşayım, yanayım hep siz uyuyun. Vefasızlar.” Diye söylendim bilerek yüksek sesle. Kapı açıldı, bana kötü kötü bakan Fırat ve onun arkasında aynı şekilde bakmayı sürdüren ev halkı..

Umursamadan onları itip aralarından içeri girdim.” Poşetleri de siz getirin. Sabah sabah sizin için gidiyorum alışverişe, bakışlara bak. Evinizde de uyursunuz, tatildeyiz canlanın ayol biraz.” Diyerek koltuğa attım kendimi.

“Neden tek gittin ki? Birlikte giderdik.” Dedi Acar.

“Teşekkür etmeniz gereken o yerdeyiz aslında.” Dedim gözlerim kapalıyken.

Hiç birinden ses çıkmayınca homurdandım. “Hayırsızlar.”

“Kahvaltı sizden, karışmam ben. Dokunmayın bana da kendime geleyim.” Ses seda yine gidince gittiklerini anladım. Aradan biraz zaman geçtikten sonra sesler çıkmaya başladı. Tek gözümü açıp baktım, hepsi üstünü değiştirmiş, mutfağa doluşmuşlardı.

“Ne kadar tuttu bunlar? Baya almışsın.” Diye sordu Lâçin.

“Valla kanka, boku yemişko biraz.”

Yakup’un güldüğünü duydum.

Sofrayı hazırladılar, güzel bir kahvaltı ettik. Sofrayı birlikte topladık. Oturup ne yapacağımızı tartıştık biraz. Sonra akşamüstü bir dolaşmak için çıkar, belki kafede otururuz dedik. Yarın da denize gideriz diye anlaştık.

Şimdilik evde oturup kendi halimizde takıldık. Akşama doğru hazırlanıp kapıda toplandık. “Ayakkabımın teki yok benim! Nereye gittin lan iki dakika da?” diye evin içinde tur atan Yakup’u izledik.

“Hadisene artık ya! Deminden beri seni bekliyoruz.” Diye isyan ettim.

“En sevdiğim ayakkabım olmadan ilk gün dışarı çıkarsam ne olur bilmiyorsun sen..” Göz devirdim. Gözden kayboldu. Kısa bir süre sonra ise sevinç çığlığı duyduk.

“Buldum! Sen nerelerdeydin..” ayakkabının tekine sarılmış, diğeri de ayağında, yanımıza adımladı. Kucağında ki ayakkabıyı yere fırlatıp ayağını içine soktu. “Sinirini mi çıkarıyorsun? Hani en sevdiğindi?”

Ayakkabısını giyerken bana yandan bir bakış attı. “Ne yapayım? En sevdiğim diye okşayarak mı giyeyim?” Ayağımı uzatıp baldırına tekme attım.

“Niye evin içinde deli danalar gibi geziyorsun o zaman?”

“Kavga etmeyin.” Diye uyardı bizi Acar.

“Tamam.” Diyerek umursamazca cevap verdim.

“Hadi çıkalım artık. Arabayı almıyoruz, yürüyelim.”

En sonunda apartmandan çıkmıştık. Hava ufaktan esiyordu. Sürü halinde yürümeye başladık.

Bilmediğimiz sokaklardan sanki buralıymışız gibi geçtik, bazı sokaklarda kurulmuş tezgâhlar vardı, çok güzel şeyler şeyler satıyorlardı. Çoğu yerde kafe tarzı bir sürü mekânlar da görmüştük. Biz Lâçin ile kol kola önden ilerliyorduk. Hava kararmak üzereydi.

Gördüğümüz her tezgâhta duruyoruz diye en sonunda diğerkileri ensemizden tutmuş kafelerden birine doğru ilerletiyordu.

“Bırakır mısın lütfen rica ediyorum. Ben kendim gidebilirim.” Derken çevreye bakmaya devam ediyordum.

“Ya bırak! Yakup kıracağım kolunu ha.” Diye atarlandı Lâçin.

Bırakmadılar, kafeye kadar gittik o şekilde. İnsanların bakışları üzerimizdeydi. Boş masalardan birine geçtik, kollarımda ki poşetleri oturduğum sandalyenin yanına bıraktım.

İçecek bir şeyler sipariş verdik. “Bir daha lütfen kedi yavrusunu anneleri ensesinden tutup taşıdığı gibi tutmayın bizi öyle.” Diye söylendim.

Fırat bize gülerken ona ters bir bakış attım. Garson yanımıza gelip siparişleri alırken ben tatlı ve serin bir şeyler söyledim.

Bir an önce denize gitmek istiyordum, adam akıllı gezip keyfini çıkarmak istiyordum ama izin vermiyorlardı. Ben sakin durmaya alışık değildim ki.. Babamın Acar’a yaptığı uyarı yüzünden adam akıllı tatil yapamazsak eğer cidden hiç iyi şeyler olmazdı.

Ayağa kalktım, siparişler gelene kadar lavaboya gidip gelirdim. Şaftım kaymıştı gezerken. Merakla bana bakan ekibe baktım ben de. Acar tek gözünü kırptı “Hayırdır nereye?”

Sinirden güldüm. “Kaçacağım.” Anında kalkmaya yeltenince gözlerim büyüdü.

“Şaka! Valla şaka yaptım ya. Tutsak mıyız biz? Ne bu? Tuvalete gideceğim sadece.” Diye sinirle konuştum.

Geri yerine oturdu gülerek. “Kusura bakma ama sen kaçacağım diyorsan kaçarsın, senin olayın bu. İşi ciddiye almakta fayda var.” Yüzsüzce cevapladı beni.

“Abartmasana!” diyerek ayrıldım masadan. Lavabonun yerini söylene söylene ararken garsonlardan birine sorarak buldum en sonunda.

İşimi hallettikten sonra geri masaya döndüm. Acar beni görünce derin bir nefes alışını gördüm. Gerçekten kaçmadığımı görünce rahatlama nefesiydi bu.

Acar’a karşı sabır kotam doluyordu yavaş yavaş. En sonunda dövecektim böyle giderse.

Elinde ki siparişlerle masaya gelen garsona teşekkür ettikten sonra tatlımı önüme aldım hemen. Beklemeden yemeye başlarken ağzımda yayılan muazzam tat ile bünyeme yerleşen sinir, uçup gitmişti bile.

Yarım saat kadar oturmuş sonra da kalkmıştık. Hava anca kararmıştı, saat daha yeni sekiz buçuk olmuştu. “Eee ne yapıyoruz?” diye merakla sordum.

Hiç birinden ses çıkmıyordu. “Nereye gidiyoruz diye sordum aloo?”

“Eve?” dedi Fırat.

Dehşet içinde baktım ona. “Lan ne evi? Bu saatte, bir de tatil için geldiğimiz bu lanet yerde ne evinden bahsediyorsunuz ya? İçiniz ölmüş sizin.” Diyerek kınar gibi konuştum. Hiç birine pas vermeden önden eve doğru ilerlemeye başladım.

Yolu bilmediğim için adımlarım sekteye uğradı ancak havamı bozamazdım, yürümeye devam ettim. Telefonu çıkartıp konuma baktım, konuma göre gitmeye devam ettim.

Sonunda evin önüne geldikten sonra poşet taşımaktan kopan kollarıma acıyarak baktım. Apartmandan içeri girdim, arkamdan diğerlerinin adım sesleri duyuluyordu.

“Bu neyin hızı? Hem bize kızıyor hem de bizden önce geliyor eve. Bir de tazı gibi gidiyor, Çiçek teyze bunu doğururken ne yedi, içti acaba?” diye söylendi Yakup.

Umursamadan asansöre binip onlar gelmeden kapı kapansın diye debelendim. Aklıma gelen şeyle küfür savurdum. Evin anahtarı ben de değildi ki..

Hepsi doluştu asansöre. Acar sırıtarak bakıyordu yüzüme. Dilimi ısırdım sinirden. “Ne oldu?” diye sordu anlamamış gibi.

“Hiç.” Diye omuz silktim. Asansör durduktan sonra indik birlikte, Acar kapıyı açtı, sırayla girdik hepimiz. Kimse oturma odasına geçmeden direkt odalara dağıldı.

En rahat pijamalarımdan birini giydim, saçlarımı da tepeden ev topuzu yaparak oturma odasına gittim.

Kısa bir süre sonra herkes pijamaları ile ortama girdi. Kendimi koltuklardan birine attım. Diğerleri de aynı şekilde koltuklara dağıldı.

“Bizim maksimum tatil.. Çok özenilesi gerçekten.” Diye mırıldandım. Telefonda takıldım biraz.

Aniden kafamı kaldırdım, baktım bizimkilere. Acar uyumuştu, diğerleri mayışmış, Lâçin koltukta ters dönmüş, kafası yere doğru sarkıyordu.

Yakup yerde, yan şekilde uzanmış telefonundan açtığı videoyu izliyordu.

Fırat kaşlarını çatmış, ekrana bakıyordu sinirli sinirli. Galiba boks maçı izliyordu yine.

Tekrar döndüm telefona, reels videolarını öylesine kaydırırken asmr videoları görünce durdum. Dondurma yiyordu kadın, buzlu buzlu, hem de serin..

Canım çektiği için iştahla yutkundum. Saate baktım, dokuz olmuştu. Aniden yerimden kalktım, kalkışım ile irkilen Lâçin’in yüzüne telefonu düştü.

Tedirginlikle alt dudağımı ısırdım. “Valla çok pardon.” Bir şey demedi Allah’tan. “Ben dondurma istiyorum, saat daha erken. Emekli dede Acar uyumuşken gidip alıp geleyim ben.”

Kimse ses etmeyince hemen telefonumla bir miktar para aldım yanıma. Üstümü değiştirme gereği duymadan çıktım dışarı. Markete doğru ilerlerken yanımdan geçen kadınlara bakmadan edemedim, ne güzel kızlar vardı be dünya da..

Marketin önüne geldikten sonra beklemeden girdim içeri. Beş tane dondurma aldım, bir tane de yolda gelirken yemelik buzlu dondurma ararken gördüğüm şey ile gözlerim büyüdü.

“Oha oha oha meybuz var burada. Allah’ım yaşasın.” Diye kıkırdadım kendi kendime. Hemen aldım iki tane. Kasaya geçip ödedim hepsini, hemen dişimle koparttım paketini. Meybuzu yemeye devam ederken müzik sesleri ile kaşlarım havaya kalktı.

Nerden geliyordu ki acaba? Sese doğru yaklaşmaya başladım. Ses artık daha yakından gelmeye başlayınca durup dikkatle baktım. Tam göremiyordum, çevre de de bir sürü lüks araç vardı. “Hay maşallah. Millet zengin abi..”

Gözlerim büyüdü. “Ay kız düğün varmış ya!” gelin ve damadı görmüştüm. Heyecanlandığımı hissettim. Bedenimi saran heyecanla hızla eve gitmeye başladım, ağzımda ki meybuz biraz erimiş, sağa sola sallanıyordu.

Apartmandan içeri girip bizim kata çıktım. Kapıyı tıklattım, Acar uyanmasındı.

Lâçin açtı kapıyı. “Hadi gel! Düğün var, düğüne gidiyoruz çabuk.” Anlamayarak bana baktı.

“Kız hadisene, düğün var. Eğleniriz hem, ne olacak ki?”

Kısa bir an kararsız kalmış gibi duraksadı, ardından omuz silkip ayakkabılarını giydi. “Hadi gidelim.”

Kapıdan Fırat gözüktü. “Lan nereye?”

Elimde ki poşeti ona uzattım. “Al dondurma. Biz gidiyoruz.”

“Başlatma dondurmasına, nereye diye soruyorum.”

“Düğüne.” Dedi Lâçin. Birlikte asansöre ilerledik. “Ne oluyor?” Yakup’ta gelmişti tam olmuştu gerçekten.

Onlara aldırmadan asansöre bindik. “Lan durun! Yakup birader seri ol tutalım şunları.”

O sırada asansörün kapıları kapandı. “Kapat ışıkları, arkamdan gel sen. Anahtarı unutma, Acar ebemizi sikecek.” Dediğini duydum Fırat’ın sona doğru.

“Baya sağlam düğün ama he. Gördüm ben, çok güzeldi..”

Lâçin “Nerede? Çok uzak mı?” diye sordu.

Kafamı sağa sola salladım. “Yok, hemen yakında.” Asansör durunca indik, apartmandan çıktıktan sonra ilerleyecektik ki Fırat bağırdı arkamızdan.

“Durun lan ne düğünü? Kimin düğünü? Gitmiyorsunuz hiçbir yere.”

Derken yanımıza vardı. “Şey, Fırat..” anlamayarak bana baktı.

“Hani geçen bir olay olmuştu, polis falan girecekti ya işin içine, korkmuştuk hepimiz.. Silahlar, bıçaklar, tekin olmayan adamlar falan..” Ee der gibi kafasını salladı.

Gülümsedim. “Onlara bulaşanın, rahat durmayanın sen olduğunu ben biliyorum.” Gözleri büyüdü, küfür etti şok içinde.

Lâçin’e baktım, dehşet içinde bize bakıyordu. “Nasıl yani bir dakika..” derken Yakup nefes nefese geldi.

“Ne oluyor anlatın lan artık.”

Fırat ciddi bir ifade ile Yakup’a baktı. “Düğüne gidiyoruz.”

“Ney?” diye afallamış bir şekilde konuştu Yakup.

Kafamı geriye atarak kahkaha attım. “Evet, düğüne gidiyoruz. Yürüyün!”

Yakup anlamasa da peşimize takıldı. “Güzel gacı var mıdır ki?”

“Galiba yabancılar, şimdi gidip onlara katılarak kendi yörelerimizden bir şeyler açtık mı eğlence neymiş görürler. Çok eğleneceğiz.” Dedim heyecanla.

Düğünün olduğu sokağa girdik. “Bakın şurada.” Diyerek işaret ettim az önce ki yeri. “Millet bar, kafe, deniz gibi yerler gezer, biz düğüne gidiyoruz.” Dedi Fırat. “Hayır, tanımıyoruz da, ne işimiz var bizim orda?”

Lâçin ile güldük bu isyanına. “Acar’ın haberi olmayacak. Baştan anlaşalım tamam mı? O uyanmadan döneriz.” Diye uyarıda bulundum. Beni onayladılar.

“Bari üstümüzü değişseydik” dedi Lâçin. Umursamazca omuz silktim. “Amaan” dedim uzatarak. “Bir daha nerde göreceğiz sanki onları? Boş ver.”

Haklı bulmuş olacak ki sessiz kaldı. Düğün yerine vardıktan sonra durduk.

“Eee, hazır mıyız?”

 

 

 

BÖLÜM SONU.

 

 

 

 

Loading...
0%