Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. BÖLÜM

@hilal_akdag

“Hazırız, gidelim hemen.” Dedi Lâçin.

“Ben hazır değilim.” İsyanını sürdüren Fırat’a ters bir bakış atınca sustu.

“Sus artık, rica ediyorum.”

Birlikte düğün yapılan mekâna geçtik. Direkt ortaya geçsek kovulma ihtimalimiz var mıydı ki? En arkada durduk birkaç dakika.

Ortada masalar vardı, herkesin elinde kadeh, ayakta dikilip konuşuyor, gelin ve damat da tek tek masaları geziyordu.

Iy. Böyle düğün mü olurdu? Kendi düğünümü asla böyle yapmazdım, bir kere evleniyordu insan, eğlenmek, eğlencenin dibine vurup unutulmaz bir düğün yaşamak lazımdı.

Sıkıntıyla nefes aldım. İnsani duygularım harekete geçmişti, ben de bir insan olarak, insanlık görevime getirmeliydim şu an.

Yanımıza doğru adımlayan kadınla bir gerilmedim değil. Ulan daha hiçbir şey yapmadan ne diye böyle geliyorsun hanım abla?

Gülerek başımla selam verip konuştum.

“Merhaba efendim. Nasılsınız?” kadının kaşları kalktı.

İyiyim, teşekkürler? Siz?”

İngilizcem de nasıl güzel..

Biz bu düğünü uzaktan gördük de, uğramak istedik. Mutluluklar dilemek için.” Kadın bu sefer gülümsedi. Kısa bir an üstümüzü süzdü.

Galiba sarhoş olup olmadığımızı kontrol ediyordu. Üzerimizde olan pijama ile düğüne gelmemizin başka açıklaması olamaz gibiydi ama mantıklı bir açıklaması da yoktu ki.

Ah, öyle mi? Biraz bekleteceğim sizi o zaman.” Diyerek ayrıldı yanımızdan.

Gelinin yanına gidişini izledik. Kısa bir an konuştu, gelin kafasını kaldırarak bize bakıp gülümsedi, kafasını salladı. Bu galiba evet demek oluyordu.

Hızla yanlarına doğru ilerlemeye başladık. Daha doğrusu ben önden gidiyordum diğerleri de ördek yavrusu gibi peşimden geliyordu. “Ya bizi bekle, önden önden gitmesene.” Dedi Lâçin. Adımlarımı yavaşlattım.

Gelin’in yanına geldikten sonra durduk. Geline baktım gülümseyerek. “Merhaba tekrardan. Ben Aysima, bunlar da benim arkadaşlarım. Düğününüzü gördük, tebrik etmek istedik sizleri.”

“Teşekkür ederiz arkadaşlar. Hoş geldiniz. Boş masalardan birine geçip bize katılın lütfen?” başka bir şey daha söyleyecek gibiydi ama o sırada damat olduğunu tahmin ettiğim arkadaş geldi.

N-“ derken gelin aninden sözünü kesip konuştu. Kaşlarım kalktı, abla evin diktatörü olacak gibiydi galiba.

“Arkadaşlar bizi tebrik etmek için gelmişler, ben de bizlere katılmasını istedim. İyi yapmışım değil mi hayatım?” adam anlayamıyor gibiydi.

Abla senin bu kocan defolu gibi ama sen bilirsin..

Kafasını sallayarak karısını onayladı. Bize döndü. “Hoş geldiniz. Bize katılmanızdan mutluluk duyarız.”

Her hangi bir sorun çıkartmadan kabul etmesi ile çaktırmadan nefes verdim. Gelin bize ismini söylememişti ama üstelemedim. Bizi boş masaların birine geçerken bize eşlik etti. Çevrede ki insanların bakışlarını hissediyordum.

“Sizin için içecek getirmelerini isteyeceğim.” Onu onayladık, masadan ayrıldı. Canım sıkılmaya başlamıştı, böyle gitmezdi bu. Çevreye bakındım.

Sahne gibi duran bir yer vardı, müzisyenler oradaydı. Gülümsedim. “Bu yine şeytan şeytan sırıtıyor.”

Gülüşüm yüzümde kaldı. Yakup’a baktım. “Şeytan sensin be! Gülümsedim sadece.” Geçiştirir gibi kafasını salladı.

“Karşında ki insanların seni yıllardır tanıdığını unutuyorsun hanımefendi. Şu an ki yüz ifadeni çok net olarak tanıyoruz.”

Tanıyorlarmış sahiden. Çünkü yine rahat durmayacaktım.

“Burada bekleyin, Yakup sen benimle gel.” Dedim. İkiletmedi, birlikte az önce gördüğüm müzisyenlerin yanına ilerledik.

Merhaba. Eminim uzun süredir çalmaktan elleriniz oldukça yorulmuştur, biraz dinlenmekte fayda var.”

Hepsi bana anlamayarak baktı. Ne alaka der gibiydi daha çok. Göz devirdim.

“Mola diyorum mola. Az biz ele geçireceğiz burayı.” Telaşla büyüdü hepsinin gözleri.

Çalmaya o sırada son verdikleri için tüm misafirler artık buraya bakıyordu. Sabırsızlıkla dudaklarımı ıslattım.

Eğleneceğiz derken düğünün içine etmeyelim şimdi.

Sonunda dayanamayıp gördüğüm mikrofonu aldım elime. “Ses deneme, deneme bir iki.” Sesin iyi geldiğini fark edince döndüm misafirlere.

Hepinize merhaba diyor ve asıl amacımı açıklıyorum fazla uzatmadan.”

İyi ki İngilizce biliyoruz, sürekli hello deyip durduk millete.

“Görüyoruz ki çok güzel bir ortam kurulmuş, burada ki herkes bu çiftin mutluluğuna şahit olmak için gelmiş. Hoş da gelmiş. Gelin ve damadımıza uzun bir ömür mutluluklar diliyoruz.” Dedikten sonra mikrofonu kolumun altına sıkıştırıp alkışladım söylediklerimi.

Birkaç kişi gülerek bana eşlik ederken diğerleri ciddiyetle izliyordu. Sanki ne yapıyoruz şurada.

Amacım sorun çıkartmak değil, siz beni, ben de sizi tanımıyorum ancak bu hep birlikte eğlenmek için engel değil. Gelinimizin de izni olursa biraz eğlenmek için buradayız.” Gülümseyerek kafasını salladı.

Yakup’a işaret verdim. Telefonunu bağladı sisteme. Kısa sürede ortamı müzik sesi doldurdu.

Gelin kahkaha attı. “E o zaman ne duruyoruz? Hadi eğlenelim.” Diyerek bıraktım mikrofonu.

Lâçin yanıma geldi, geline doğru ilerleyip tuttuk elinden. Çektik boş alana.

Bir iki kadın daha geldi yanımıza. Çalan roman havasını anlamamalarına rağmen eşlik ettiler. Ciddi yüz ifadeleri dağılmış, gülümsüyordu çoğu.

Kimseyi umursamadan başladık oynamaya. Yakup geldi yanımıza, bir tarafa bakıyordu çaktırmamaya çalışarak ama belli oluyordu.

Bizimle birlikte oynamaya başladı. Lâçin’i dürttüm. “Ne yapıyor nu?” gözümün önünde canlanan görüntü ile kahkaha attım.

“Hani bir video göstermiştim ya sana? Kadın ortaya geçiyor oynamaya başlıyor, sonra birkaç adam da gelip ortaya geçip tepiniyor ya? Eş bulma dansıydı.” Lâçin kendini tutamadı, büyük bir kahkaha attı. Yanımız da ki gelin arkasını döndü, omuzları sarsılıyordu.

Müziğin ritmine göre de sarsılıyordu omuzları, oynuyordu galiba.

Yakup’un koluna vurdum. Bakışları sonunda bize döndü. “Ne yapıyorsun sen?” derken gülüyordum.

“Oynuyorum?” Dudaklarımı birbirine bastırıp kafamı salladım.

Gözlerim Fırat’a değdi. Önünde ki şeylerden yiyordu. Müzik değişti, o sırada gelin de bize doğru dönmüştü.

“En son ne zaman düğüne gittik biz?” diye sordu Lâçin. Bu sırada oynamaya devam ediyorduk, gelinin elini tutup döndürdüm etrafında. Acayip mutlu gözüküyordu.

“Bizim Hacer teyzenin kızı Hatice evlenmişti, onun düğününe gittik 4 ay önce.” dedim.

“Kız oha, bu zamana kadar düğünsüz nasıl kaldık biz?”

“Gelinin maşallahı var he. Çok güzelsiniz, peri gibisiniz aynı.” dedim. Gülümsedi yine. Bu da hep gülümsüyor.

Hep gülün, Allah ağlatmasın hiç.” Tekrar güldü. “Teşekkür ederim.

Müzik değişti, Arapların bir zamanlar seçim şarkısı olan şarkı çalmaya başladı. Bu müzikleri kim seçiyordu ya? Yakup, Fırat’ın yanındaydı.

Birkaç kişi gitmişti. Biz abartısız bir saat oynadık, en son yorulduğumu hissettim, kenara çekildim dinlenmek adına. Az önce oynamayanlar şimdi pisten inmiyordu, içlerinde varmış.

Su olduğunu düşündüğüm bardağı alıp kocaman bir yudum içtim. Fırat ağzı açık bana bakıyordu ki yutkundum. Gözlerim karardı, çarpılmışa döndüm o an.

“Ölüyorum galiba, tut beni.” Kollarımdan tuttu.

“Geri zekâlı.” Hakaretine karşılık verecek durumda değildim.

“Korkma, ilk yudumda sarhoş olmazsın. Yani sanırım, ilk defa içtin nasıl olsa.”

Gözlerim doldu. “Niye ağlıyorsun lan? Kız dur bir şey yok, ağlama.” Diye telaşlandı.

“Haram..” diye mırıldandım. Gülecek gibi oldu.

“Bilerek içmedin, bir şey olmaz. Ağlama tamam, hadi toparlan bak rezil olursun.” Omuz silktim.

Lâçin’in yanına doğru gittim. Gelişimi görünce yanına hızlı gitmem için elini kendine doğru salladı. Yüzümün halini görünce kaşlarını kaldırıp ne oldu der gibi kafasını salladı. “Ben içki içtim biliyor musun? Babaannem olsaydı Allah artık seni sevmeyecek derdi.” Derken gözlerim hala doluydu.

Başımı tutup göğsüne bastırdı. “Ne kadar içtin ki?” diye sordu.

İşaret parmağımı kaldırıp başparmağımla miktarı gösterdim. “Azıcık. Allah beni sevmeyecek mi?”

“Azıcıkla bile sarhoş olmuşsun.” Dedi. Geri çekildim. “Olmadım, sadece beynimi azıcık hissetmiyorum.”

“Ha tamam o zaman, sorun yokmuş.” Diyen Lâçin’e kötü kötü baktım. Ona arkamı dönüp mekânın içini gezmek için harekete geçtim.

Sürekli hareket etmekten dolayı dağılmış saçlarımda ki tokayı çıkarttım. Parmaklarımı aralarından geçirip biraz havalandırmak için yukarı doğru salladım. Sırtımda olan saçlarım yaz aylarındayken beni çok rahatsız ediyordu.

Bir yandan saçımı toplarken bir yandan da etrafa bakındım. “Aaa ne güzel çiçek.” Diyerek masaların üstünde duran çiçeğe doğru gittim. Gerçekten ne güzel çiçekti öyle? Dikkatli bakınca bunu gül olduğunu gördüm, gülümsedim kocaman. “Ay sen ne güzel çiçeksin öyle.” Derken çiçeğin yaprağını okşadım.

Çiçek elimde kalında duraksadım. “Benim olmak mı istiyorsun? Olur.” Diyerek aldım elime.

Yanım da ki hareketlenme ile o tarafa döndüm. “Oha, hay maşallah.” Diye mırıldandım. Çok yakışıklıydı.

Yüzü ifadesizdi. Bakışlarını üzerime çevirdi, baktığı yere bakınca pijamalarıma baktığını fark ettim.

Kaşlarım çatıldı. “Look at me beyefendi. Nereye bakıyorsun? Look at me please.” Kaşlarını kaldırıp gözlerime baktı.

“Do you speak turkhis?” Cıkladı. “Ben biliyorum.” Dedim.

Elimde ki güle baktı. Gülü ona uzattım, anlamayarak baktı. Kocaman gülümseme yerleştirdim yüzüme, “This is for you” diyerek ona Gülü verdim.

Gülü aldı elimden. Yakup geldi yanıma, “Hadi artık gidiyoruz. Çok geç oldu.” Kafamı salladı. Gitmeden önce el salladım adama.

Garip bir ifadeyle bakıyordu ama çözememiştim.

Gelin ve damatla vedalaşırken gelin sürekli teşekkür ediyordu. “Çok teşekkür ederiz, düğünümüze renk kattınız.”

“Bizim için de çok güzel bir anı oldu. Kabul ettiğiniz için biz de teşekkür ederiz.” Diyerek en sonunda vedalaşmayı başardık. Gitmeden gelin bize sarıldı sımsıkı.

Yabancılarda böyle samimiyet var mıydı ya?

Yola çıkmış eve doğru ilerliyorduk. Yakup beni aniden dürtünce öne doğru yalpaladım. “Oha hayvan, yavaş.” Diyerek beni tuttu Lâçin.

“Ne bileyim uçacağını? İyi misin Aysima?”

“Hıhı.” Diye kafamı salladım sadece.

Fırat gülmeye başladı. “Bunun kafa biraz uçtu.” Tekrar gözlerim doldu. Lâçin’in Fırat’a gelişi güzel tekme attığını gördüm.

“Ah! Kızım ne yapıyorsun ya? Ne var, yalan mı tek yudum da bu hale geldi.”

Adımlarım durdu, yere çömelip kollarımı dizlerime çektim. “Allah beni artık sevmeyecek..” derken gözümden bir damla yaş aktı.

Üçü de bana bakıyordu, yüzlerinden zorlandıkları belliydi. “Neden sevmesin Aysima?” diye anlamayarak baktı Lâçin.

Fırat “Alkol aldı diye, düğünde de haram diye ağlayacaktı.” Yakup burnundan derin bir nefes çekip burnunun kenarını kaşıdı.

Lâçin yanıma çömeldi. “Bilerek mi içtin?” kafamı sağa sola salladım hemen.

“Hayır, su sandım. Fırat da durdurmadı beni.” Lâçin kötü kötü baktı Fırat’a.

Tekrar bana döndü. “Üzülme, sen bilmiyordun sonuçta. Fırat bilmesine rağmen seni durdurmadığı için Allah asıl on sevmez. Ağlama tamam mı? Eve gidelim hadi.” Kafamı sallayıp burnumu çekerek dolan gözlerimi sildim.

Bir çocuk teselli ediyor gibi konuşmuştu benimle. Seviyordum bu kızı. “Seni kendime alacağım, you are seni yaşatırım.” Derken ayağa kalktım.

Güldü. “Yaşat beni.” Koluna girdim. Fırat’ın yanından geçip önüne geçerek önden ilerledik. “Düğün çok güzeldi bence. Ben çok eğlendim.” Lâçin söylediklerime katılırcasına konuştu.

“Gelin çok samimiydi, ben de çok eğlendim. Biraz fazla dikkat çektik ama olsun.” Diyerek güldü.

Apartmanın önüne geldikten sonra içeri girip asansöre bindik. “Saat kaç?” Yakup saate baktı. “On ikiye geliyor.”

Baya durmuştuk orada demek ki. Asansör durunca indik, kapının önüne geldikten sonra Yakup’un kapıyı açmasını bekledik.

Ceplerini yokladı, sonunda bulmuş olacak ki çıkarttı anahtarı. Arkası bize dönük bir şekilde duruyordu, hareket etmediğini görünce kaşlarım çatıldı.

“Açsana kapıyı artık!” diye söylendim.

“Şey.”

“Ney?” dedi Fırat.

Bize döndü ağır hareketlerle. “Bu anahtar evin anahtarı değil.” Ağlar gibi ses çıkarttım. “Şaka mı yapıyorsun şu an?”

Kafasını sağa sola salladı. “Hayır. Aceleyle çıkınca arabanın anahtarını almışım.”

Derin bir nefes alıp verdi Lâçin. “Eee ne yapacağız, uykum var benim.” Onu onayladım. “Benim de çok geldi.”

“Ne yapacağız mı var arkadaşlar? Kapıda mı yatalım? Arabaya gidelim, büyük nasılsa, orada uyuruz.” Başka şansımız olmadığı için Fırat’ı onayladık.

“Sabah erkenden uyanıp kapıyı çalalım. Dışarı dolanmaya çıktık, anahtarı evde unutmuşuz deriz. En azından bir kısmı doğru söylemiş olacağız.” Diye iş birliği yapmak için teşvik etmeye çalıştım bizimkileri.

“Korkuyorum.” Dedi Yakup.

“Çok pis gerginim ben de.” Dedi Fırat.

“Sizce anlar mı Acar?” diye diye bir soru yöneltti Lâçin.

“Ay susun. Bir şey olmaz, o değil de bu asansör niye iki tane?”

“Allah’ım ben bir daha bunlarla tatile gelmeyeyim, gelecek olursam bir şey yap durdur beni ne olur.” Diye söyledi Yakup.

“Sus be, senin yüzünden bu haldeyiz şu an.” Diyerek kızdım.

“Senin yüzünden de dışarıdayız ama.” Ona doğru bir adım atacakken Lâçin beni, Fırat’ta Yakup’u tuttu.

“Kavga mı edeceksiniz gerçekten?” zorla asansöre geri bindirdiler.

Apartmandan çıktıktan sonra arabaya doğru ilerledik. Yakup arabanın kapılarını açınca bindik hepimiz. Hepimizin ağzında bir homurtu, söylene söylene koltuklara yerleştik.

Ben uyumak için direkt rahat bir pozisyon ararken Lâçin’in arka koltuktan cama doğru uzanan ayakları görüş açıma girdi.

Bunun düz yatma problemi vardı galiba. Gerçi rahat demek ki, öyle yatıyordu. Aynı şekilde yatmayı denerken yere düşüp araya sıkıştım.

“Hay ananı, lan! Uyumayan varsa çıkartsanız ya beni buradan.”

Bana doğru yaklaşan adım sesleri ile kafamı kaldırdım. Yakup’la göz göze geldik. Elimi tutup çekti, birden kendimi koltukta otururken buldum.

“Sağ ol.” Diye triple konuştum.

“Bir şey değil.” Diyerek o da trip atıp yerine geçti.

Sessizlik çöktü ortama.

“Kapıyı kilitlediniz mi?” diye sordum

“Hıhı.” Diye bir ses geldi.

Yine sessizlik.

“Saat kaç?” diye sordum.

“Bir.” Diye cevap geldi.

Yine sessizlik.

“Fırat?” diye seslendim.

“Ne var?” diye cevap verdi.

“Sesin sinirli çıkıyor şu an, niye ki?”

Derin bir nefes alıp verişini duydum. “Bilmem.” Derken sesi tahammül edemiyor gibi çıkmıştı.

“Seni Mustafa amcaya söyleyeceğim.”

Ya sabır dediğini duydum. “Öyle mi? Neden?”

“Çünkü bana içki içirdin.” Umursamaz sesini duydum.

“Söylersen söyle.”

Kaşlarım havaya kalktı. “Söyle mi? Söylerim bak. Senin şu an benim her istediğimi yapacağını söylemen gerekiyordu.”

Sesi biraz mırıltı şeklinde çıkıyordu. “Söylersen ben de seni söylerim. Bu gece ne olduysa hepsi senin yüzünden.”

Daha da sesi çıkmadı.

Sinirle önüme döndüm. Söyler miydi diye düşünmeye gerek yoktu, söylerdi. Zaten ben de söyleyecek değildim kimseye Fırat’ın kötü işlere bulaşmak üzere olduğunu.

Neyse, tehlikeye atmaya gerek yoktu durumu.

“Lâçin-“ derken hepsi aynı anda “Sus artık!” diye bağırınca yerimden zıpladım.

“İyi be.” Diyerek sustum.

“Yarın denize gidecek miyiz?” Yakup gülmeye başladı.

“Sinirim bozuldu.” Derken gülmeye devam ediyordu.

“Gideriz inşallah. Gitmemiz için önce uyuman gerekiyor, artık uyur musun Aysima?”

Derin bir nefes aldım sıkıntıyla. Haklıydı “Tamam.”

Burada rahat yatamazdım. Ayağa kalkıp ön tarafa geçtim, tekli yolcu koltuğuna geçerek geriye yatırdım. Şimdi daha rahat yatabilirdim.

Uzanıp kapattım gözerimi.

 

 

 

****************************************

 

 

Birinin omuzumu dürtmesi ile uyandım. “Bize diyor erken uyanıp kapıyı çalalım diye, kendi hala uyuyor.”

Başım iğrenç derece de ağrıyordu. Yüzüm buruştu, “Tipe bak, çarpıldın mı?” diyen Fırat’ı takmadım bile.

Biraz kendime gelmek için bekledikten sonra saçlarımı düzgünce toparladım. “Başım kopuyor, Allah’ım çok sıcak.” Diye başımı tuttum. Yakup kollarımdan tutup kaldırdı beni oturduğum yerden. “Topla üstünü başını, cidden bu şekilde gidersek anlar. Hadi.” Onu onayladım. Ben kendime çeki düzen verirken gözlerim Lâçin’e değdi. Ayakta duruyordu ama gözleri kapalı şekilde kafasını yaslamıştı kenara.

Sonunda indik arabadan. Kilitlediğinden emin olduktan sonra apartmana girdik. Ben uykum açılsın diye asansöre binmeden merdivenlere yöneldim.

Tek tek merdivenleri çıkarken gözlerimi ovuşturuyordum. Başım beni fazlası ile rahatsız ediyordu, üstüne sıcak da bunaltınca iyice çekilmez oluyordu. Gören de sanır keşler gibi şişe şişe içtim.

Hiç ortam yoktu benimde. Biraz yorulsam da sonunda merdivenler bitmişti. Bizimkiler kapının hemen yanında beni bekliyordu. “Çalsanıza?” hepsi kafasını sağa sola salladı.

Göz devirdim. Kapının önüne geçerek ufak tıklattım kapıyı, bekledik ancak açılmadı.

Bir daha vurdum, bekledik ancak yine açılmadı. En sonunda yumruk indirdim kapıya birkaç kere. İçeriden küfür sesleri duyduk, ardından kapı açıldı.

Acar kapı da bizi görünce kaşları çatıldı, uyku sersemi olduğu için bir süre anlayamadı olayı, bakıştık.

İçeriye girdim daha fazla belemeden. Diğerleri de arkamdan geldi. “Nerden geliyorsunuz siz?” diye sorgulayan Acar’a baktık.

Kimse konuşmadı. ”Dışardan?“ diyerek cevap verdim en sonunda, yalan değildi sonuçta.

“Bu saatte?” derken koltuğa, tam karşımıza oturdu. Kafamı salladım.

“Hepimiz erkenden uyandık, baktık canımız sıkıldı, az yürüyelim, sabah yürüyüşü olur dedik.”

Kafası karışmış şekilde üstümüze baktı. “Pijamalarla?” biz bu pijamalar ile neler yapmadık ki..

Şu an üste çıkmam gerekiyordu. Kaşlarımı çattım. “Ne var üstümüzde? Bence gayet doğal bir görüntü. İnsanlar artık günümüzde istediğini giyecek özgürlüğe sahip tamam mı? Hiç kimse de karışamaz!” diyerek gereksiz yere fazla yükseldim.

“Kahvaltı yaparken bile üstünü değiştiren siz diyorsunuz bunu yani?”

“Ay aman gına geldi. Tatildeyiz biz, aloo?” diyerek yerimden kalktım. Elimi arkama götürüp diğerlerine işaret verdim. Onlar da benimle kalktı. “ Abi biraz sal ya, valla. Akışına bırak. Bir şey olacak diye diken üstünde durarak tatili yaşayamazsın” dedi Fırat.

Acar bir şey demedi. Belki de uykulu olduğu için olayı kavrayamadı. Odalara dağıldık hemen.

Aradan kısa bir zaman geçti, geçmedi derken Acarı bağırarak bizi çağırışını duyduk. İçeri aynı anda giriş yaptık ki Acar’ın elinde poşetin içinde ki erimiş dondurmalar gördü. “Hay-“ diye mırıldandım.

Fırat “Ben onu dolaba koymamış mıyım ya?” diye kendi kendine konuştu.

“Geçin, oturun şuraya. Söyleyin adam akıllı.” Geçip oturduk. Aç karnım ile ağrı kesici de içemediğim için daha bir gerginlik vardı şu an üstümde.

“Neyi söyleyelim Acar?” diye sordum.

“Yıllardır bir aradayız, birlikte büyüdük. Tek bir hareketinizden neyin en olduğunu anlıyorum yani. Yalan söylediğinizi anlamadığımı size düşündüren ne? Ayrıca bu dondurmalar ne zamandan beri orada ve kim aldı?” sıkıntıyla bir nefes aldım.

“Acar, sence de fazla olmuyor mu?” diğerlerini de beni haklı bulduğunu biliyordum ancak hiç biri sesini çıkartmıyordu. Sanırım şu an Acar ve ben büyük bir kavgaya doğru ilerliyorduk.

“Fazla olan ne? Sizi sorgulamam mı?” kafamı salladım.

“Bunun fazla olduğu falan yok, ben de memnun değilim durumdan ancak baka yüklenen sorumluluk bu.”

“Biz de insanız, çocuk değiliz. Gerekirse babamları arayıp tek tek konuşuruz ama bu kadarı fazla. Korkudan düzgün hiçbir şey yapamıyoruz. Kendimiz gibi davranamadıktan sonra nasıl eğlenelim?”

“Bak-“ diye başlayacaktı ki susturdum onu. “Bu zamana kadar yaşadığımız birçok şeyde ailelerimizin haberi olmadan üstesinden gelmeyi başarmadık mı? Hepsinin altından kalktık. Bırak da burada da istediğimiz gibi eğlenelim, ne sen çocuksun ne de biz.”

Geriye yaslandı oturduğu yerden. Elinde ki poşeti de ortada ki sehpaya bıraktı.

“Haberleri olmadığını size düşündüren ne?” kaşlarım kalktı.

“Bu da ne demek şimdi? Nereden bilebilirler ki?” sessiz kaldı.

“Dalga mı geçiyorsun sen!” diyerek sesimi yükselterek ayağa kalktım. “Söylüyor muydun yani her şeyi onlara? Nesin sen? Babamların aramıza yerleştirdiğin bir tür ajan mı?”

“Yuh, çüş! Uydurma.” Diyerek ayağa kalktı o da. “Nasıl oluyor bilmiyorum ama bir şekilde öğreniyorlar. Sonra da gelip bana soruyorlar. Biliyorsun yalandan nefret ederim, sadece biraz yumuşatarak anlatıyorum onlara.” Uzun boyu yüzünden kafamı kaldırdım göz göze gelmek için.

“Çok saçma, bilmeleri imkânsız.” Dedim ben.

“O yüzden mi sürekli seni sorumlu tutuyorlar bizden?” dedi Lâçin.

Kafasını salladı. “Yine de anlatıyorsun ama?”

“Ben şimdi anlatmasaydım onlar duyduğu şekillerde sizden hesap sorsaydı biz nah bir arada olurduk hala. Şimdi uzatmayın, söyleyin bakalım neredeydiniz?”

“Yo demiyoruz. Diyelim de anlat değil mi?” dedim. Sinirli sinirli bakınca geri yerime oturdum.

“Söylersen eğer biz de senin ifşa olduğunu söyleriz.” Diyerek tehdit ettim. Güldü. “Tamam.” Diyerek onayladı.

“Düğündeydik.” Dedi Fırat.

Acar’ın kaşları havaya kalktı. “Sabahın köründe?” Lâçin kakasını sağa sola sallamaya başladı. “Dün akşam.” Böyle deyince de kulağa hiç güzel bir şeymiş gibi gelmiyordu.

“Dün akşam?” göz devirdim. “Biz de aynı şeyi söyledik ya az önce?”

“Aysima.” Dedi uyarır gibi. “Tamam.” Diyerek sustum.

“Az önce geldiniz, bunun açıklaması ne?”

Yakup elini ensesine götürdü. “Ben yanlış anahtarı almışım. Ev anahtarı yerine arabanın anahtarını. Düğünden döndükten sonra direkt eve geçecektik, yakalanmayacaktık da.” Gülmeye başladı Acar.

“Gece arabada uyudunuz yani?” kafamızı salladık.

“Artık sizden önce uyumayacağım. Düğün nasıldı bari?”

Dedikten sonra Lâçin başladı her şeyi anlatmaya. Kafamı öne doğru eğip sağa çevirerek Lâçin’e baktım gözlerimi büyüterek.

Bakışlarımı görünce garip bir ses çıkarttı. “Ne oluyor?” diye sordu Acar.” Kafamı kaldırdım aniden.

“Başım ağrıyor biraz, açım. Bir şey yok.”

Bana baktı gözlerini kısarak. Yalan söylememiştim, eksikti sadece. Şimdi gidip içki içtiğimi, bir de adamın Birine o kafayla Gül verdiğimi öğrenmesine gerek yoktu bence.

Dur bir dakika. Ben kime gül verdim lan. Utanç sardı birden bedenimi.

“Allah’ım beni yerin dibine sok, bir şey yap Allah’ım.”

 

 

BÖLÜM SONU.

 

Loading...
0%