Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. BÖLÜM

@hilal_akdag

“Denize gidiyoruz! Denize gidiyoruz, denize gidiyoruz.” Diye kendi kendine şarkı uydurup o güzel sesi ile seslendiren Yakup’a karşı aklımdan apayrı cinayet planları geçiyordu.

Sabah erkenden kalkmış, kahvaltımızı ederek denize gitmek için hazırlıklar yapmıştık. Şimdi de arabaya doluşmuş bir şekilde denize gidiyorduk.

“Şimdi biz gittiğimiz yerde mangal yakamayacak mıyız?” diye sıkıntılı bir ses ile konuştu Fırat.

Acar güldü. “Aynen abisi, bizi artık neylerle kovarlar bilmiyorum.” Ben de gülmeden edemedim, haklıydı.

“Mangalımız eksik olsun bir zahmet! Geceden beri yemelik bir sürü şey hazırladık.” Diye kızdı Lâçin.

“Sen sus, mangal bu işlerin en vazgeçilmez başyapıtıdır. Anlayamazsın.” diye kederlendi Fırat.

“Yine azıcık durup dönecek olursak arabanın lastiklerini patlatırım bu sefer.” Diye acara ters ters baktım. Gülerek bana yandan bir bakış attı. “Sıkılana kadar oradayız, merak etme.”

Yakup yerinden fırlayıp yanımıza gelerek iki koltuk arasından kafasını soktu. “Ne yani, akşam da durabilir miyiz?”

“Kalırız.”

Yakup derin bir nefes alarak hülyalı hülyalı yola bakmaya başlayınca gözlerim büyüdü. Alnından geriye ittirdim. “Öyle bir şey yok, onu aklından çıkart, şş yok öyle bir şey. Bunu yanımızdan bir an bile ayırmıyoruz arkadaşlar!” diyerek bizimkilere döndüm.

Anlamayarak bana döndüler. “Niye?” diye sordu Lâçin.

“Niyesi mi var? Hayaller âlemine daldı bile. Allah’ım bu çocuk niye böyle ya?”

Yakup yan yan Acar’a baktı. “Hayır, öyle bir şey yok. Uydurmayın!”

Daha çok Acar’a diyor gibiydi. “Ne kadar yolumuz kaldı bizim? Varalım artıkk, yüzmek istiyorum ben.” Diye söylenen Lâçin’e kafamı salladım. Haklıydı yine.

“Çok az kaldı. Bütün yerler dolu, arabayı koyacak yer yok. Neyse durun, ben burada durayım, siz inin. Ben arabayı düzgün bir yere park edip gelirim.”

Arabayı durdurdu. Onu onayladık. Alabildiğimiz kadar eşya alarak arabadan indik. Bulunduğumuz yerden belli olup gözüken denize bakıp derin bir nefes aldım. Fırat ve Yakup sanki buraları biliyormuş gibi önden önden giderken ikisi de birden durup arkasını dönerek gözlerini kapattı.

Onlara çarpmamak için son anda dururken tam kızacaktım ki gözlerinin kapalı oluşuna anlam veremedim. Lâçin’e baktım, o da aynı şekilde bakıyordu onlara, aynı anda döndük birbirimize. “Ne yapıyor bu salaklar?”

Omuz silkti.” Bilmiyorum ki.”

Ellerim dolu olduğu için ayağımı uzatıp dürttüm Yakup’u. “Ne yapıyorsunuz şu an? Işınlanmaya falan mı çalışıyorsunuz telepati yoluyla?”

Tek gözlerini açıp baktılar. Yanakları mı kızarmıştı onların?

Anlamayarak kaşlarımı kaldırdım. Sıcaktan mıydı ki? Gerçi çevre de olan ağaçlar sayesinde bulunduğumuz yer gölgelikti ve ufak ufak esiyordu da.

“Sizin yanaklar niye domates gibi kızardı bakayım?”

“Bir şey yok.” Diyerek sakince geri arkalarına döndüler. Kafamı sağa sola salladım. “İkisi de normal değil ki.”

Derken az önce ki hızlı adımlarına nazaran daha yavaş yürüyorlardı. Ara da bir duraksadıklarını da görünce iyice sinirim tepeme çıkmıştı. Onları iterek önlerine geçtim.

Derken ben de duraksadım. “Hay maşallah.” Diye mırıldandım.

“Biz bakmayalım diye çırpınıyoruz, sen bir güzel süzdün ha.” Diye söylendi Fırat.

Bir grup kız, aynı bizim ilerlediğimiz yoldan denize doğru gidiyordu ancak üzerlerinde sadece bikini vardı. Bakmam diyeni de dönüp baktıracak cinsten vücut hatları ile gülüşerek sohbet ediyor ve salına salına ilerliyorlardı.

Hemcinslerim diye de demiyorum ama kasa da kasaydı gerçekten.

Daha fazla bakmadan kafamı başka tarafa çevirip adımlarımı hızlandırdım. Diğerleri de bana uyarken onları geçmeyi hedefledim.

O an, grupta ki biri ile yanlışlıkla çarpıştık.

“Yavaş be yavrum.” Derken ki ses tonunu duyunca bana bir kal geldi. Erkek sesi miydi o?

Şok içinde onlara dönecekken kendimi durdurdum. Yüzüme tatlı bir gülümseme yerleştirdim. “Çok üzgünüm, biraz acele etmek istemişti. Kusura bakmayın.” Benim sakin yaklaşımım ile yüzünde ki ifade yumuşadı kadının, yani adam, ay bilmiyorum işte. Yüzü de güzeldi Allah var şimdi.

“Sorun yok tatlım.” Diyerek oda gülümsedi. Başımla selam verip önüme dönerek ilerlemeye devam ettim. İçimde kaynayan, patlamaya hazır olan bir his vardı şu an.

Biraz ileride az önce ki yaşananları izleyen bizimkiler gülmemek için kendilerini baya bir zorluyordu. “Gülmeyin lan!” diye kızdım.

Sonunda denizin olduğu yere vararak kumsala ayak bastık. “Allah’ım şükür Bismillah.”

Her yer ana baba günü gibiydi. Çok kalabalıktı. “Çevre de boş yer var mı bakın.” Dedi Fırat.

Hep birlikte bakınırken Yakup dürttü bizi. “Şu ilerisi boş, gidelim oraya.” Gösterdiği yere baktım, sığardık bence de.

“Acar gelince bulabilir mi bizi?” diye sordum.

“Olmadı ararız.” Dedi Lâçin.

Altımıza havlularımızı serdik. Yakup’un zorla getirdiği büyük şemsiyeyi kurduk.

Ben direkt üzerimde ki pareo’yu çıkarttım. Kısa bir an üzerimde ki bikini ile çekinsem de az önce uzanarak güneşlenen kadının belden aşağısında olan havludan başka bir şey olmadığı geldi.

Kendi kendime umursamayarak omuz silktim. Plaj çantamdan çıkarttığım güneş kremimi hemen uzattım Lâçin’e. O benim ulaşamadığım yerlere sürerken bizimkilere döndüm.

“Gece güneş yanmasından uyuyamazsanız karışmam, gitmeyi aklınızdan bile geçirmeyin. Önce güneş kremi süreceğiz.” İkisi de uslu uslu kafasını sallayınca ağızlarına vura vura sevesim geldi.

Ben de Lâçin’e sürdükten sonra ikimiz de aldık önümüze ikisini, Lâçin Yakup’a sürerken ben de Fırat’a sürmeye başladım. “Bu ne biçim bir koku oğlum ya!” diye geri çekilmeye çalışınca kafasına vurdum.

En sonunda sürme işlemi bitince geri çekildiler. Ben de yüzüme ve kollarıma sürdüm. Beklemeden Deniz’e koşmaya başladılar. “Koşma diye bağırasım geldi bir an.” Dedim.

Lâçin bana gülerken telefonum çaldı. Arayan kişiye bakınca Acar olduğunu görüp açtım. “Ben gidiyorum, sen söylersin Acar’a” diyerek yanımdan ayrılıp Fıratların yanına doğru gitmeye başladı.

Bekletmeden açtım telefonu. “Neredesiniz?” diye direkt konuya girdi.

“Az önce bizi bıraktığın yoldan dümdüz ilerle, çık direkt kumsala.”

“Tamam.” Diyerek sustu. “çıktım, ee sonra?”

“Sola bak, ayağa kalkıyorum. Sana doğru geleceğim, ortada buluşalım.” Derken az önce geldiğimiz yere doğru ilerledim.

Kulağında tuttuğu telefonla bana doğru gelen Acar görüş alanıma girdi. Elimi kaldırıp salladım. El salladığımı görünce gülerek telefonu kapattı.

Kısa sürede yanıma vardı. “Diğerleri nerede?” diyerek sordu. Bu sırada yerimize doğru ilerliyorduk.

“Onlar çoktan girdi denize.” Birlikte güldük. “Yakup’un şemsiyesi çok iş görecek gibi.” Dedi Acar.

Onu onayladım. “Evet, bir de getirme diye kızıyorduk.” Havlumun üzerine geçerek oturdum. Onun çantası da yanımdaydı. İçinden havlusunu çıkartıp verdim.

Yere sararak oturdu benim gibi. “Sana da güneş kremi süreceğim. Sonra girelim denize.” Elimde ki güneş kremine baktı. “Bok gibi kokuyor ama.” Göz devirdim.

“Yaklaş yaklaş, boş konuşma.” Bana sırtını döndü, tshirtünü tek hamlede çıkartıp bana uzattı. “Ne yapayım? Bana biye uzatıyorsun?”

Elinde ki tshirünü salladı. “Çantaya koy Aysima, başka ne yapacaksın?” çektim elinden.

“Baştan desene o zaman.” Diyerek tıktım çantaya. Güneş kreminin kapağını açarak sırtına sıktım.

Sürme işlemi bittikten sonra ona uzattım biraz. “Al yüzüne sür.” Parmaklarının ucu ile alıp yüzüne sürdü. Yalapşap sürmesine yüzümü buruşturdum.

“Düzgün sür be şunu.” Diyerek yaklaşıp kremi kendim dağıttım.

Bakışları yüzümdeydi. “Çillerin mi çoğaldı senin?” kafasını ittirdim.

“Öyle bir şey yok, senin gözlerin bozuk.” Derken kremin ağzını kapatıp çantaya attım.

“Hadi artık, biz de girelim denize.” Sabırsızca kalktım yerimden. Elini uzattı. “Kalkmaya üşeniyorum, çek beni.” Tuttum elini.

“Tüm yükünü verirsen uçarım. İnsan ol ve yavaşça kalk.” Gülerek kafasını salladı, zorla yukarı doğru çektim, kalktığı gibi uzun boyu yüzünden ben de kafamı yukarı kaldırdım.

“Melike teyze sana ne yedirip içirdi? Ne ya bu?” diyerek önden ilerlemeye başladım. Denizin yanına yaklaştıktan sonra ayağımla kontrol ettim, soğuktu.

“Kız! Alışıyorsun girince, gel gel.” Diye bağıran Lâçin’in sesini duydum. Biraz ileride durmuş bana bakıyordu, hemen arkasında bir birlerini boğmaya çalışan Fırat ve Yakup ile kahkaha attım.

Fazla beklemeden suya doğru adımladım, eğer düşünürsem giremezdim dizlerime kadar gelecek şekilde gittim, o sıra da arkamdan, tepemden aşağı akan su ile çığlık attım.

Hızla arkamı dönünce Acar ile göz göze geldim. “Alış diye.” Diyerek sırıttı. Kaşlarımı çattım.

“Sırıtma! Ben alışıyordum zaten. Salak!”

Bana doğru yürüdü. “Süreci hızlandırdım, ağlama.” Küfür edecektim ki dilimi ısırdım.

Arkamı dönerek Lâçin’e doğru ilerlemeye devam ettim. “Küstün mü? Şşt, Aysima küstün mü?”

Derin bir nefes aldım. “Küsmedim, niye küseyim Acar?” rahatlamış gibi derin bir nefes aldı. İkimiz de en sonunda bizimkilerin yanına vardıktan sonra ben direkt vücudumun tamamını suya sokmak için eğildim.

Bütün vücuduma aninden nüfus eden soğuk ile titresem de sorun değildi, gerçekten de alışmıştım. Acar hemen Yakupların yanına doğru gitti. Sebepsiz yere birbirlerini boğma çabalarına ayak uydurarak ikisinin de ensesinden tutarak suya batırdı.

Yakup ve Fırat çırpınırken Acar gülüyordu.

“Ölecekler! Acar bıraksana.” Dedi Lâçin. Gülmeye devam ederken bıraktı, ikisi de nefes nefese sudan çıktı.

“Islak fareye benziyorsunuz.” Diyerek güldüm. Benzemiyorlardı. Çevreye baktım, bakan var mıydı ki? Bakmasınlardı bizimkilere.

“Hadi yarış!” dedi Lâçin. Ona doğru döndüm, daha başla demeden yüzmeye başlayınca gözlerim büyüdü. “Haksızlık! Diye bağırıp peşinden ben de yüzmeye başladı. Çokta iyi yüzerdim ya..

Bir süre durmadan yüzdüm, en sonunda nefesimin bittiğini hissedince çıktım sudan. İlerlediğim mesafeye bakınca güldüm, daire şeklinde nasıl başardım bilmiyorum ama uzaklaşmıştım onlardan. Lâçin’i de geçmiştim galiba. Derken arkamdan biri omzuma dokununca irkildim.

Arkamı döndüğüm gibi denize gelmeden önce çarpıştığım kişi ile göz göze geldim.

“Alışkanlık yaptı sende de he.” Dedi bana bakarken.

Yüzüme mahcup bir ifade yerleşti. “Çok özür dilerim gerçekten, isteyerek olmadı.” Güldü.

“Tamam kız, bir şey olmaz. Kimle geldin sen? Şu yakışıklı oğlanlarla mı? Hangisi senin ki?” sesi yüzünden ciddiye alamıyordum ama çok tatlıydı samimiyeti.

“Hiç biri benim ki değil, hepsi çocukluk arkadaşım. Tatil yapalım birlikte dedik.” Kendisini ger

Ye bırakarak suyun üstüne uzandı sırt üstü. Gözüme gözüme çarpan göğüsler ile tövbe çekip kafamı çevirdim.

Kahkaha attı. Gülerken dengesini kaybettiği için suya gömüldü. Suyun içinden çıktıktan gülmeye devam etti.

“Kız Allah seni kahretmesin.” Diyerek omuzumdan ittirdi. Ben de dengemi kaybedip suya düştüm, tam sudan çıkacakken kollarımdan tutulup sudan çıkartılarak dik bir konuma getirildim.

“Kız kuş gibisin ya. Az bir şeyler ye de kan olsun can olsun.”

“Kilom gayet iyi bence.” Dedim genzime kaçan su yüzünden öksürürken.

“Kilona laf eden mi var ayol? Güç olsun diyorum güç. Eziliverirsin bak, ezerler seni.”

Anlamayarak bakınca tekrar güldü. “Çok tatlı saf bir şeysin sen, sevdim seni. Tanıştırayım mı seni benim doktorla?” derken omuzlarını hafif sallayarak göğüslerini işaret etti.

Gözlerim büyüdü, ellerimi göğüslerime götürdüm. Şöyle bir süzdü beni, “Gerçi ihtiyacın da yok gibi. Maşallah sana, oyuncak bebek gibisin.”

Elini omuzunda ki bikini askısına götürüp düzeltti. “Benim adam böyle seviyor, veriyor parayı tamamdır.”

Senin adam?

O sırada başka bir adam sesi duyuldu. “Feraye! Hayatım hadi çık sudan artık. Özledim.” Sesin geldiği yere bakınca kel bir adamla göz göze geldik.

Önümde ki kişi güldü. “Benimki bu.” Oha.

Adama doğru döndü. “Geliyorum hayatım, arkadaşımla konuşmam bitince hemen yanındayım.” Afalladım.

Bu sefer de ondan çıkan ses, kız sesi miydi? Üstelik isi Feraye..

Adam gittikten sonra tekrar bana döndü Feraye. Bakışlarımı görünce elini omzuma koydu, tekrar iteceğini düşünürken pat patlayıp güldü.

“Bakma kız öyle. Böylelerine müstahak. Bak, onun sayesinde istediğim zaman, istediğim yer de tatil yapıyorum. Ben keyfime bakıyorum, o gözlerini doyuruyor. Bilmiyor benim bu sesimi tabi.” Vay be der gibi kafamı salladım.

“Gitmeden görüşelim mutlaka, sevdim seni. İsmin neydi bu arada?”

“Aysima.” Dedim mırıldanarak. Önce saçlarıma sonra da yüzüme baktı.

“Ay simalı, gerçekten de Ay simalısın. Nazarım değmesin.” Diyerek yüzüme tükürür gibi yaptı.

Güldüm. “Daha buralardaysanız haberim olsun mutlaka. İsmim Feraye ama Feray derler. Feray Önsöz dersen bulursun beni, bir arkadaş iyi olur.”

Kafamı salladım gülerek. “Buralardayız bir süre daha.” Görüşürüz diyerek gitti.

Ne garip bir andı öyle?

Bizimkilere döndüm. Yakup ve Fırat dikkatle bizi izliyordu. Yanlarına doğru yüzmeye başladım. Yine daire çizerek gitmek istemediğim için yarıda durup geri kalan kısmı yürüdüm.

“Hayırdır, ne iş?” diye sordu Fırat.

Güldüm. “Kanka olduk Ferayeciğimle.” Yakup şok içinde baktı.

“Feraye mi bir de ismi, vay amına koyayım.” Kafamı salladım.

Bir süre daha yüzdükten sonra yorulduğumu hissetmiştim. Baya bir eğlenmiştik. Uzun bir süredir yüzmediğim için yorgunluğum hat safhadaydı ancak çok eğlenceliydi.

“Ben açım, ben açım, çok açım.” Diye her zaman ki serenadını yapan Yakup’a ters ters baktım, kıyıya doğru ilerledik hep birlikte.

Kıyıya ulaştıktan sonra yerimize ilerledik. Ben kendimi direkt havluma doğru atıp uzandım. “Eee yiyecekler hangi çanta da?” diyerek bütün çantaları karıştırdı Fırat.

“Aç ayı! Bunda bunda.” Çantayı uzattı Lâçin.

Çantayı uzanıp aldım hemen. İçinde ki sandviçleri çıkartıp tek tek dağıttım.

Karnımızı doyurduk, akşama kadar bir süre daha oturduk, yüzdük, eğlendik. En sonunda insanlar gitmeye başlasa da tek tük insanlar hala vardı.

Akşam vakti yüzmek daha güzel oluyor diye suya girdim. Diğerleri kumsalda sohbet ediyorlardı, çok yorgun hissediyordum ama akşam vakti suyun serinliğini hissetmek için ne olursa olsun bu suya girerdim.

Kendimi yormadan, sakin sakin yüzerken su omuzlarımdaydı. Sırt üstü uzandım, gökyüzüne bakarak Yıldızlara baktım.

Hissettiğim huzurun tarifi yoktu şu an.

Ayak bileğime aniden bir sızı hissedince yattığım yerden doğrulmak istedim ancak çıkamadım. Ayağıma kramp girmişti, bunu hissedince sakin olmaya çalışarak dik duracakken son anda biri kolumdan tuttu.

Bizimkiler olduğunu düşünerek tutunup yüzümü buruşturdum.

“Tek başına bu kadar uzaklaşmak ne kadar doğru? Boğulsan sesini kimse duymaz.” Diyen yabancı bir adam sesi duydum hemen dibimde.

Ayağımda ki sızıya mı baksam yoksa yanımda ki yabancıya mı baksam bilemediğim için afalladım. Acı devam ediyordu. Beklemeden yanımda ki adama döndüm.

İri ve uzun bir adamla göz göze geldik, kollarının biri ful dövme kaplıydı, akşam vakti de olsa belli oluyordu.

Kolumu çekmek istedim elinden ama bırakmadı. “Korkma, bir şey yapacak değilim. Bu şekilde tek başına kıyıya gidemezsin, yardımcı olayım.” Haklıydı.

Olayın aniden gelişmesinden dolayı üzerimden atamadığım şokla ara ara dönük kafamı kaldırarak yüzüne bakıyordum.

Bir yerden tanıdık geliyordu ama nerden? Aman, nereden tanıdık gelecekti be?

“Eğer biraz olsun rahatlamana yardımcı olacaksa ismimi söyleyebilirim.”

Tek ayağımla zıplaya zıplaya ilerlemeye devam ederken ona ters bir bakış attım. “Senin ismini bilmek beni neden rahatlatsın acaba?”

Dengemi kaybettim. İki kolumdan da tuttu. Kucağında değildim ama kucağındaydım da. Sadece ayaklarım yere değmiyordu.

“Senin için söyledim. Bilmek istemiyorsan sen bilirsin, dikkatli ol yeter.” Sesimi çıkartmadım.

En sonunda kıyıya vardıktan sonra bırakması için döndüm, bakışlarımla kolumu tutan elini işaret ettim. Yukarıdan yukarıdan bana bakarken takmadı beni.

“Ya bari ayağımın biri yere değsin be! Uçuyorum sanki havada.” Biraz yere indirdi, parmak uçlarım yere değdi ancak tam olarak temas etmedi.

“Dalga mı geçiyorsunuz beyefendi? Bu nasıl tutmak ayrıca? Eşya tutar gibi.”

“Mestan.” Dedi. Anlamadım.

“Mestan?” onaylar gibi ses çıkarttı.

“İsmim, Mestan.”

Ay ne güzel ismi vardı öyle? Hitap etmesi de hoştu.

“Aysima ben de.” Dedim. Gülüş sesi doldurdu kulaklarımı.

Neden güldüğünü sorgulamadım. “Akşam vakti eser, böyle üşümez misin?” diye sordu.

Anlamayarak kaşlarımı kaldırdım. “Üşümem? Ayrıca lütfen artık beni müsait bir yerde indir.” Adımları yavaşladı, bir süre durdu. Beni sakince yere bıraktı.

Bizimkiler nasıl görmüyordu bizi? Adamın biri almış gezdiriyor beni, ruhları duymuyor.

Bir adım geri çekildi. “Arkadaşların nerde?”

Kaşlarımı kaldırdım. “Arkadaşlarımla olduğumu nerden biliyorsun?” Rahat bir tavırla konuştu.

“Yan yana olduğunuzu görmüştüm bir ara.” Mantıklıydı. Kafamı salladım.

“Aysima!” diyerek yanıma doğru gelen üç salağa baktım. Ne var anlamında kafamı salladım.

“Bu arkadaş kim?” diyerek sordu Acar.

“Mestan.” Dedim sadece.

“Tanışıyor musunuz?” diye sordu Fırat. Biri bir yanımda, diğeri ise diğer yanımda durmuştu, Acar da arkamda duruyordu uzun boyuyla.

Ne bu şiddet bu celal arkadaşım?

Bu arada, dikkat ettim de Mestan beyefendi, Acardan uzundu. “Aysima!” diye uyarı dolu bir ses duydum.

Bakışlarımı çektim Mestan’dan. “Ay ne!”

“Tanışıyor musunuz diye sordum.” Derin bir nefes aldım.

“Evet, az önce tanıştık. Ayağıma kramp girince yardım etti sağ olsun.” Üçü de ayağıma bakınca gerildim. Ayağıma öyle bakmanız hiç hoş değil bu arada.

“Neyse, biz gidelim. Kendine iyi bak Mestan, çok teşekkür ederim bu arada. Biraz kaba davrandım sana ama.”

Gözlerime odaklandı. Yanımızdakileri umursamıyordu bile. “Önemi yok, kendine dikkat etmen yeterli.”

Gülümsedim. Fırat’ın koluma girdiğini göz ucuyla gördüm. Biz arkamızı dönüp gitmeden önce el salladım Mestan’a. Güldü sadece, elini kaldırdı, sallamadı ama tuttu öylece.

Önüme döndüm. Dördümüz birlikte ilerleyerek yerimize vardık. Lâçin beni görünce endişeyle ayağa kalktı. “Aysima! İyi misin? Ne oldu ayağına?”

Endişesine karşı hemen konuştum. “İyiyim, sorun yok. Ayağıma kramp girdi sadece.”

Birlikte toparlandık. Bana iş yaptırmadılar. Artık eve gitme vaktiydi, Lâçin yürümemde yardımcı oldu. Yürümemde sorun yoktu ama izin vermiyorlardı tek yürüyüp üstüne basmama.

“Siz burada bekleyin, ben arabayı getireceğim.” Diyerek gitti Acar.

Acar bir süre sonra geldikten sonra arabaya bindik. Beni arkaya oturttular, ayağımı uzatmamı söyleyerek. Gören de sanır sanki ayağım koptu.

Araba ilerlerken başımı cama yasladım. O an dank eden bir sesle duraksadım.

“Hasiktir.. Mestan. Düğün..”

Hatırlamıştım..

 

 

BÖLÜM SONU.

Loading...
0%