Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. BÖLÜM

@hilal_akdag

“Ne oluyor lan orada? Kimsiniz lan siz?”

Lâçin hemen çakısını geri sakladı. Ben de hızla arkamı dönerek Acar’a baktım.

“Hani gelmiyordunuz?” konumuz şu an bu mu der gibi baktı bana.

“Bir şey yok ya, kavga çıkacak birazdan sadece.” Dedi Lâçin.

“Ha yani bu bir şey yok hali?” diyen Feraye’ye baktım bu seferde. Kafamı salladım. Bizimkiler tam yanımızda durdu.

“Hay maşallah, dağ gibisiniz.” Gözlerimi kısarak feraye’ye geri baktım, bakışlarımı görünce sırıtıp önüne döndü.

Sapıklardan biri boğazını temizledi, onları unutup sohbete dalmamıza bozulmuş gibilerdi. Herkesin bakışları onlara döndü. Ben direkt şikâyet moduna geçtim.

“Bunlar bizi rahatsız ediyor.” Diyerek sapık grubu işaret ettim.

“Rahatsız etmek denmez, biraz birlikte vakit geçirelim istedik güzel bayanları boş görünce.”

“Hata sizde abi, böyle güzel bayanları yalnız bırakmak da ne demek? Bu bir nevi bulmuş da bunuyorum demenin farklı versiyonu.”

Bunlar eceline yürüyor ama korkmuyordu.

“Lan!” diyerek ileri atılan Acar ve Fırat’ı gördüm sadece. Ardından iki grup da birbirine girdi. “Kavga var yine.” Diyerek yanımda duran Yakup ile onu onayladım.

Dehşet bir kavga dönüyordu, ben elim ağzımda olanları izlerken oldukça masum gözüktüğümü düşünüyordum şahsen. Biz bir şey yapmamıştık, kavgayı biz başlatmamıştık da. Biz sadece eğlenmek istemiştik. Ah şu erkekler.. hep kavga, hep kavga.

Biri Fırat’a gelişi güzel yumruk atınca gözlerim büyüdü. “Siz kim oluyorsunuz da benim Fırat’ıma vuruyorsunuz?” diyerek ortama aniden bir dalış gerçekleştirdim.

Birinin sırtına atladım, saçlarına yapışıp var gücümle çektim, üstüne zıpladığım kişiden ise büyük bir haykırış döküldü. Beni üzerinden atmak i.in birkaç deneme yaptı ancak bacaklarımı beline dolayıp kene gibi yapıştım.

“Siz kimsiniz lan orospu çocukları!” diyerek Lâçin de hemen yanımda yerini aldı.

“Ay ben kavga edemem, ama sizin için küfür edebilirim.” Diyen Feraye’nin sesi ulaştı kulaklarıma.

Biri belimden tutup zorla ayırdı beni tutunduğum yerden, ardından yere doğru savurdu. Hızla yere yapışırken ellerimde derin bir sızı hissettim.

“Ben emekli polis Mehmet’in kızıyım lan! Kimse beni yıkamaz.” Diyerek bağırdım gaza gelerek. Çevrede kimse ayırmaya gelmiyordu, büyük bir çember içinde biz vardık sadece.

Düştüğüm yerden, daha doğrusu savrulduğum yerden büyük bir asaletle kalktım. “Hepinizin amına koymaz mıyım lan ben şimdi?”

Önüme denk gelen ilk salağın bacak arasına tekme savurdum, o acıyla öne eğilirken yüzüne gelişi güzel yumruk çaktım.

Acar’a iki kişinin aynı anda saldırdığını görünce ona doğru ilerleyecektim ki birden nevrim döndü. Öbür dünyaya gelip gittim gibi olmuşken kısa bir süre kendime gelemedim. Ne olduğunu kavramak için etrafıma bakacakken saçımdan tutuldum.

“Ne oluyor be!” diyecek saçımı tutan elin üstüne koydum ellerimi. Elime değen kıl ile erkek eli olduğunu anladım. Yüzüm buruştu.

“Sen kim köpek benim saçlarımı tutuyorsun piç!” diyerek babamdan öğrendiğim taktiği uyguladım. Adamın elini bilekten sıkıca tutarak bir tur arkamı döndüm, kolu elimde ters bir şekilde duran adam bir sürü küfür savuruyordu.

Bırakırsam yine saldırır korkusu ile tekme attım. Yüz üstü yere uçması ile gülecekken dudağım sızladı, elimi dudağıma götürdüm, patlamış mıydı? Hangi gâvurun oğlu vurmuştu bana?

Beklemeden hissettiğim hırsla birinin üstüne zıpladım tekrar, saçlarını çekip kafasını ısırdım. Birden kendimi adamın sırtındayken önünde buldum, oha.

Adam bana sırıtarak bakarken yüzüne tükürdüm. Gözüne giren tükürüğüm ne kadar iğrenç dursa da adamı oyalayacak kadar işime yaramıştı. Hızla emekleyerek uzaklaştım adamın önünden. Her ya Allah diye ayağa kalkışıma yere yapışıyordum ama durmadım, tekrar ayağa kalktım.

Yakup’un ortada, önce biri sonra başka birinin top gibi onu savurduğunu gördüm. Aralarına dalıp çektim onu, nevri dönmüş şekilde bana bakarken beni tanımış olacak ki kahkaha attı. “Kanka yok böyle bir şey!”

Göz devirdim. Yakup’u Feraye’nin olduğu tarafa ittim. “Tut kanka şunu!” Yakup yine kahkaha attı. Kafasına mı vurmuşlardı acaba? Feraye tuttu onu, “Sana emanet!” diyerek arkamı döndüm.

Az önce Yakup’u savuranlardan biri karşımdaydı, bu da sırıtıyordu. Çenesi kopasıcanın yüzüne doğru biraz geri giderek etrafımda kısa bir tur atıp tekmeyi koydum. Yaptığım bu hareketle benim gözlerim büyürken adam yere devrildi.

“Lâçin gördün mü? Bak ne yaptım bak bak bak.” Diyerek yerimde zıplayıp adamı gösterdim.

Lâçin de o sıra da yerde ki bir adamı tekmeliyordu. “Ne yaptın bakayım?” diyerek beni seyretmeye başladı.

“Dur bekle, bu düştü. Başka birini bulayım göstereceğim, izlemeye devam et.” Gözlerim adam aradı. Birini gözüme kestirince hızla koştum üstüne. Beni görüne geri adımlamaya başladı. En sonunda arkasını dönüp kaçmaya başlaması durdum. “Niye kaçıyorsun ya?” diye mırıldandım.

Bakışlarımı Lâçin’e çevirdim. “Gösteremedim..” diye bağırdım sesimi duydun diye. Kahkaha attı. “Görmüş kadar oldum.”

“Kız orada konuşacağınıza sizin oğlanlara yardım edin!” diyen Feraye ile bizimkilere baktık aynı anda. Gözlerim büyüdü. Birine üç, diğerine iki kişi dalmıştı.

“Hani lan adalet!”

Koştuk aynı anda bizimkilerin yanına.

Birini yine ısırdım. Birinin saçından asılıp kenara savurdum, yine yumruk yedim. Düştüğüm gibi kalkıp bana vuranın bacak arasına geçirdim en sertinden bir tekme. Yere düştü, beklemeden peş peşe vurdum, soyu kuruyasıca!

Siren sesleri gelir gibi oldu kulağıma. Hareketlerim durdu, başımı kaldırıp sesin doğru olup olmadığını teyit etmek için çevreye baktım.

Yanan mavi, kırmızı ışıklar ile bizimkilere döndüm. “Polis geliyor!” onlar da duraksadı, hatta kısa bir an kavga durdu diyebilirim.

“Burada durmaya devam edersek illa haber gider bizimkilere, siktir edin burayı, koşun!” Vay be Acar, senden beklenmeyen hareketler..

Feraye ve Yakup’a baktım. Feraye var gücü ile Yakup’a asılmış çekiştiriyordu.

Aynı anda koşmaya başladık. “Durun!” diye bir ses duysak da durmadık.

Bilmediğimiz sokaklara daldık, kalbim tabiri caizse kulaklarımda atıyordu, sesini çok net duyuyordum kulaklarımda.

Öyle koştuk ki en sonunda “Yeter, ne olur yeter.” Diyerek nefes nefese yere eğildim. Biri koluma girdi, koşmaya devam ettik.

Bir yerden sonra durduk, çevre de sadece birkaç bank vardı ve meydan gibi boş bir alanda duruyordu.

Kimseyi takmadan yere attım kendimi, yerde öylece uzanıp derin nefesler alırken diğerlerinin de kendilerini yere attığını gördüm göz ucuyla.

Boş meydanda sadece nefes seslerimiz duyuluyordu.

“Acar?” diye seslendim. Hı diye bir ses çıkarttı sadece.

“Bunları babamlara diyemezsin, biliyorsun değil mi?” Lâçin’den bir kıkırdama sesi geldi.

“Ne güzel dövdük.” Yüzümün bazı yerleri sızlıyordu ama evet, baya güzel dövmüştük.

Ardından ben de gülmeye başladım. Benimle birlikte diğerlerini de gülme tuttu.

“Sinirim bozuldu amına koyayım.” Diyen Fırat kahkaha atmaya başlamıştı. Kahkahalarımız ortamı inletti.

Uzandığım yerde uyku bastırmaya başlayınca oturur pozisyona geçtim. “Ciddi bir hasarı olan var mı?” diyen Acar da benimle birlikte oturu pozisyona geçti.

Herkesten olumsuz mırıltılar çıkınca “Hadi o zaman, kalkın. Eve gidelim artık.”

“Ben kalkamam, çok yoruldum.” Diyen Yakup’a baktım.

Feraye’de hemen yanında yüzünü buruşturmuş halde ona bakıyordu. Güldüm bakışlarına. “Sus be! Yol boyu seni ben taşıdım.”

Yakup’un gözler kapalı sarhoşlar gibi güldü kaşlarını kaldırarak. “Kafam bir ara bir yere çarpıp duruyordu, çok salladılar kafamı, ondan bu haldeyim galiba, ama kafa nasıl güzel..”

Feraye tekme attı. Zar zor gözlerini aralayıp ayağa kalkmaya çalıştı. Koşmaktan ağrıyan ayaklarım ile Yakup’a yaklaşıp elimi uzattım. Tek gözü yarım açık bir şekilde elime bakıp sonra tuttu.

Onu zorla kendime doğru çektim. Etrafı sadece sokak lambasının yaydığı sarı ışık aydınlatıyordu. “Canlanın son bir gayret.” Diye ayağa kalktı Lâçin.

Fırat ağlamaklı bir sesle konuştu. “Her yanım ağrıyor lan! Ne biçim vurdu şerefsizler..”

Yüzümün sızlamasını umursamadan güldüm. “O değil de, biz nasıl gideceğiz? Araba parkın orada kaldı.” Diye mırıldandım.

Acar sıkıntıyla derin bir nefes aldı. “Taksi çağıralım.” Mantılıydı, kafamı salladım.

“Beni de müsait bir otele atarsınız.” Diyen Feraye’ye baktım. “Sen de bizimle geliyorsun, salonda ya da bizim oda da yatarsın artık.”

Kararsız bir şekilde baktı. Hadi hadi der gibi yaparak işaret verdim. Omuz silkip kafasını salladı.

Birkaç adım attım geldiğim yolu, ardından durdum. “Ben yolu bilmiyorum.” Acar yanıma gelip kafama hafifçe vurdu. Ona ters bir bakış attım.

“Eline koluna sahip çık bakayım. Belalıyım, az önce bir sürü adam dövdüm, kaşırım seni.”

Gülerek telefonunu çıkarttı. Telefondan birkaç şey yaptıktan sonra telefonu geri cebine koydu. “Beni takip edin. Ana caddelerden birine çıkalım, çok bir şey yok zaten. Sonra da taksi çağırırız.” Ağlamaklı sesler çıkarttım istemeden, yürümeye hiç halim yoktu benim.

Başka şansım olmadığı için onlarla birlikte yürümeye başladım. Aklıma gelenle seke seke en önde ki erkeklerin yanına gittim.

“Ben ne yaptım biliyor musunuzz?” Fırat umursamazca bana döndü. “Ne yaptın?”

İstediğim tepkiyi alamayınca tekrar sordum. “Ben ne yaptım biliyor musunuz?” göz devirdi.

“Ne yaptın! Hemen söylemelisin, çok merak ettim, hatta ettik. Hadi söyle!” diyerek yapay bir heyecanla konuştu.

Somurttum. “Söylemiyorum.” Acar gülerek beni kolunun altına çekti. “Söyle hadi, ne yaptın?” sahici bir merakla sorunca keyfim geri yerine geldi.

“Adamlardan birine bir tekme atmışım.. Böyle dönmeli.” Derken o anı tekrar hatırlayıp heyecanlandım.

“Hani o film sahnelerinde ki gibi vuruşlar varya? Heh, tam da o.”

“Baksana nasıl da heyecanlı anlatıyor ruh hastası.” Diyen Yakup’a nah çektim.

“Kıskanma, en azından ilk darbeden kafam uçmadı.” Bir şey diyecek gibi oldu ancak sustu.

“Eve gidelim, uyumak istiyorum ben.” Diyerek başını Feraye’nin omzuna yaslamış, kol kola ilerleyen Lâçin’e baktım.

“Az kaldı, şuradan dönünce varmış olacağız.” Dedi Acar.

Köşeyi döndük, Acar taksi çağırdı. Biraz bekledikten sonra en sonunda taksi geldi. Lâçin ve Fırat kucak kucağa oturdu, ben Acar ile öne geçtim, nasıl sığdınız diye sormayın, oldu bir şekilde. Feraye ve Yakup da yan yana oturdular.

Taksici sanki hep bunları yaşıyormuş gibi normal karşıladı. Ben Acar’ın kucağına oturmak istemediğim için, hemen torpidonun olduğu Kısıma, yere doğru kaydım. Sanki benim için yapılmış gibi olan bu yere anında sığmıştım. Başımı da Acar’ın bacağına yasladım.

Uzun ama kısa da sayılacak bir yolculuktan sonra araba durdu. “Kart geçiyor mu abi?” adam onayladı.

Ücreti ödeyip indik. Bizim apartmanın önünde durup kafamı kaldırıp baktım bir, özlemiştim şu kısacık günde.

Birlikte apartmana girdik. “Bu sefer de anahtarı unuttuysanız eğer kalacak bir arabamız yok, biliyorsunuz değil mi?” diye güldüm.

Kimse gülmeyince ben de gülmemi durdurdum. “Bence komikti.”

Asansöre ilk binen olmak için hızlandım. Kalabalık olduğu için iki grup binebilme ihtimalimiz vardı, ikini olmak istemediğim için öne geçtim. “Ne itiyorsun kızım?” diyen Yakup’u takmadım.

Asansöre bindim. Benimle birlikte Fırat, Lâçin, Feraye bindi. Koskoca apartmandı am sadece üç kişi biniyorduk, dördüncü kişi binince ötüyordu asansör.

Biz katımıza çıktıktan sonra indik. Anahtar olmadığı için giremedik tabi, Acarları beklemeye başladık. Kısa bir süre sonra da onlar geldi. Anahtar Fırat’taymış, kapıyı açınca girdik sırayla içeri. “Asla çekinme, otur, keyfine bak.” Dedim Feraye’ye. Biri gitti ışığı açtı.

İşte o an herkes birbirinin yüzünü gördü. “Oha! Tır geçmiş gibi üzerinizden.” Dedim.

“Sen kendi haline bak, yanağın mosmor. Dudağın kanamış, tipin yok olmuş.” Diyen Yakup’a gözlerimi kısarak baktım.

“O kadar yumruğu, dayağı sen yesen senin de bir yerlerin morarırdı.” Sırıtıp kendini koltuğa attı. “Adam gibi dövüşseydin de dayak yemeseydin o zaman.”

“Yakup!” diyerek uyardı Acar.

“En azından tek yumrukta şuurumu kaybetmedim.”

“Aysima!” diyerek bana da bir uyarıda bulunan Acar’ı takmadım. Haklıydım bir kere.

“Ben açım.” Dedi Lâçin.

Midemde ki boşluk hissi ile kafamı salladım. “Ben de açım.” Hepimizin acınası haline bir bakış attım.

“Tamam, bakın şöyle yapalım. Birbirimizin yaralarına pansuman yapalım, o sırada birimiz de sipariş versin. Pansuman bitene kadar siparişler de gelir.” Herkes onayladı.

“Bu evde ne zaman ev yemeği pişecek Allah’ım? Anamın yemeklerini özledim.” Diyen Fırat’a zıkkım ye diyesim geldi.

“Ben banyodan pansuman malzemelerini getiriyorum.” Diyerek gitti Lâçin.

“Ben de sipariş vereyim?” dedim.

“Sen dur, ben veririm siparişi.” Dedi Acar. Omuz silktim. İlk geldiğimiz gün erzak alınacak diye 18 bin bana girmişti çok kötü, kimse zorlamamıştı al diye ama giren girmişti.

Siparişler verildi, hepimiz esneye esneye, uykulu bir şekilde pansuman yaptık birbirimize.

Sipariş geldikten sonra güzelce karnımızı doyurduk, Feraye bizim odada, yerde kurduğumuz yatağa yattı. Yöneliminden dolayı bizimle yatmasını sorun etmemiştim. Yoksa yabancı bir erkeğin bizim odada bizimle birlikte ne işi vardı?

Gereksiz duyar da kastığıma göre artık uyuya bilirdim.

Kafamı yastığa koyduğumu hatırlıyordum sadece, gerisi yoktu. Yatmadan önce içtiğim ağrı kesicinin de yardımı olmuştur belki, bilmiyordum.

 

***************************************

Sabah kalktıktan sonra bir türlü kendime gelemiyordum. Sanki uykunu düzgün alamamıştım, günlerce uyuyasım vardı.

“Bu gün denize gidelim.” Dedim ben kahvaltı sofrasındayken. Bunu tek gözüm kapalı bir şekilde söylediğim için belki de kimse takmadı beni.

Elimde ki çayı bırakıp gözlerimi ovuşturdum. “Bu gün denize gidelim diyorum!”

“Ben gelemem, bu gün işlerim var.” Dedi Yakup.

Hepsi sırayla reddetti. Lâçin bile. Ona kaşlarımı kaldırarak baktım, bakışlarımı görünce konuştu. “Alış verişe gitmem lazım Aysim. İstersen sen gel?” hızla kafamı sağa sola sallayarak reddettim.

“İyi be! Kendim giderim, hatta Feroş da gelir?” diyerek sorar gibi karşımda ki Feraye’ye baktım. Ağzına götürdüğü çatalla bana baktı.

“Nereye?” sırıttım. “Denize.”

“Otele gideceğim, alacak eşyalarım var. Sonra da başka otele geçeceğim.” İşinin uzun olduğunu söylemeye mi çalışıyordu?

Ofladım. “Tek giderim, kendi kendime eğlenir geri dönerim ben de.” Kimse karşı çıkmadı. Bunun şaşkınlığını yaşasam da sesimi çıkartmadım.

“Biz seninle çıkalım o zaman, Feraye. Yollarımız nasılsa aynı.” Beni onayladı.

“Araba’nın anahtarını versene bana, bu gün için de onu da alırım.” Diyen Acar’ı onayladım.

Kahvaltıdan sonra Acar’a anahtarı verdim, o gittikten sonra ben de çantamı hazırladım. Kendisi gitmeden önce de bir sürü uyarıda bulunmuştu.

“Kız! Hadi, seni mi bekleyeceğim?1 diye çemkiren Feraye’ye geliyorum diye bağırıp çıktım odadan. Gerekli olan her şeyi aldığımı düşünerek evden sonunda ayrılmayı başardık.

“Taksi çağırdım. Gelir şimdi.” Dedi. Onu onayladım.

“Nerede kalacaksın? Her yer doludur ki.” Omuz silkti. “Bir arkadaş sağ olsun, yardım etti.”

Taksi geldikten sonra bindik. “Eşyan çok mu?” bilmiyorum der gibi dudaklarını büktü. “Duruma göre bakacağım.”

Birlikte otelin önüne geldikten sonra indik. “Burada ayrılıyor muyuz?” diye sordu. Kararsız kalmıştım, yardım etse miydim?

Lâçin duysa bana söverdi ama alış veriş benim için işkence gibiydi, özellikle bu sıcakta. “Sana yardım edeyim?” diyerek teklifte bulundum. Reddetmedi, birlikte otelden içeri girdik. Kaldığı odanın ne durumda olduğunu sormak için resepsiyona giderek sordu. Bir süre sonra yanıma geldi, onun yönlendirmesi ile odasına doğru yola çıktık.

Eşyalarını toplaması yarım saat sürdü. Eşyalarını ben de taşırken otelden çıkış yaptık. Artık kalacağı otele doğru gitmek için tekrar taksi çağırdık.

Biraz fazla bekledik bu sefer, taksi geldikten sonra bindi, adresi verdikten sonra yola koyulduk.

Verilen adrese vardıktan sonra daha büyük bir otelin önünde indik. Ben bekleme alanlarında beklemek istedim, Feraye’de tekrar resepsiyona ilerleyerek odasını sordu. Aslında beklememe de gerek yoktu.

“Feraye!” diyerek seslendim.

Arkasını dönerek bana baktı anlamayarak “Daha yapacak bir şey yoksa gideyim ben artık?” kısa bir an durup düşündü.

Kafasını sallayıp onaylarken yanıma adımlıyordu. “Telefon numaranı versene, haberleşiriz.” Doğru ya, bunca zamandır bir aradaydık ama hala birbirimizin numarası yoktu ikimizde de.

Numaraları verdikten sonra vedalaştık.

Ben, önceden gittiğimiz denişe doğru yola çıktım bu sefer. Aslında o kadar yolu boşu boşuna mı çekiyorum diye kısa bir an düşünmedim değildi. Olsun, yardım etmiş olmuştum işte.

Bir şekilde zor bela denize varmayı başardım. Kendime boş yer bulmaya çalışırken gölge yer bulmaya dikkat ettim.

Sonunda isteğime göre bir yel bulmuştum ama şezlonglar vardı, yine para gidecekti ama yapacak bir şey yoktu.

Her ley hallolduktan sonra rahatlamış bir şekilde sonunda oturabildim. Eşyalarımı yanıma bırakıp havlumu çıkarttım, güneş kremimi de ulaşabildiğim her yere sürdüm. Evden çıkmadan da sürmüştüm ama zarar gelmezdi fazlasından.

Üzerimde ki pareo’yu çıkarttım. Biraz yüzdükten sonra kitap okur ya da güneşlenirdim belki. Denize girdim, bekletmeden bedenimi suyun içine bıraktım.

Biraz yüzdüm. “Selam!” diye bir ses duydum aniden arkamdan. Beklemediğim için çığlık attım. Hızla arkamı döndüm. Bu herif, geçen markete giderken bana çarpmak üzere olan eleman değil miydi? Berat mıydı?

Kızgınlıkla ona bakarken mahcup bir şekilde konuştu. “Kusura bakma, korkutmak istemedim. Görünce selam vermek istedim, rahatsızsan gidebilirim?” sesi gerçekten de mahcup çıkıyordu.

Sorun olmadığını söyleyecekken Kaşları çatıldı, dikkatle yüzüme bakıyordu. “Yüzüne ne oldu?” umursamazca omuz silktim.

“Dayak yedim.” Gözleri büyüdü. “Nasıl yani?”

“Kavga esnasında oldu ya. Kalabalıklardı da biraz.” Garip garip baktı yüzüme.

Hayırdır arkadaş? İlk defa mı kavga eden birini görüyorsun? Diye sormak istedim ama sormadım.

“Her neyse ya. Sana da selam.” Diyerek az önce ki selamına ithafen konuştum.

Üstünde durmadı Allah’tan. “Gelsene, seni bizimkilerle tanıştırayım!” diyerek coşkuyla konuştu.

Anlamayarak kaşlarım çatıldı. “Sizinkiler?” kafasını salladı.

“Abimler.” Abi? Birde üstüne çoğunluk eki. Yo, gelmiyorum.

“Yok ya, şimdi rahatsızlık vermeyeyim. Kitap okuyacaktım şimdi ben de.” Duraksadı.

“Hadi ama.”

“Abimler diyorsun, kız yok mu hiç aranızda?” gülecek gibi oldu.

“Yok, en büyük abim kız.” Anlamadım. Kısa bir an düşünürken kahkaha attı.

“Bir de düşünüyor, Allah’ım ya.” Burun kıvırıp kafamı başka tarafa çevirdim. Komik mi, it?

“Tamam tamam. Zorlamayacağım sen, bak biz şuradayız, uğramak istersen gelirsin olur mu? Çekinme sakın.” Sanki kırk yıldır arkadaşız gibi samimi konuşuyordu. Biraz Yakup’a benzetmiştim hallerini.

Gösterdiği yere bakarak geçiştirir gibi kafa salladım. “Tamam. Şimdi müsaadenle, gideceğim.” Gülümseyerek onayladı.

Tatlı da gülüyor eşek sıpası şimdi.

Kıyıya doğru yüzüp kendi yerime doğru ilerledim. Direkt şezlonga uzandım. Altımda ki havlu hariç başka bir havlum daha vardı, çıkartıp üzerimi kuruladım.

Çanta da eğer acıkırsam diye sandviçim vardı. Şimdilik aç hissetmediğim için kitabımı çıkarttım.

Bir yarım saat kadar kitap okuyup en sonunda kitabı kapattım, biraz da güneşlensem fena olmazdı. Ayağa kalkıp şemsiyeyi biraz geri çekmek isterken yanımda birinin varlığını hissettim, kim olduğuna bakmak için dönünce hiç tanımadığım bir adam olduğunu gördüm.

“Yardım lazım mı?” reddettim.

“Yardım lazım dedim mi ben, beyefendi?” gülümsedi.

“Yardım lazım gibi duruyordu uzaktan.” Rahatsızlıkla adama yandan bir bakış attım.

“Olsa da sizden yardım isteyeceğimi de nerden çıkarttınız?” Şu an rahatsız ediyordu beni. Ben mi yabaniydim acaba? Ne yabanisi be! Gelmiş illa yardım lazım mı diyor. Sapık.

“Bir sorun mu var?” diyen Berat’ın sesini duydum.

Adam gevşekçe güldü. “Hayır, hallediyorduk biz.” Yüzüm buruştu.

“Hadi be oradan! Neyi hallediyorduk?” kısa bir an bozulur gibi oldu yüzü ancak hemen toparladı.

O sırada Berat adamın üzerine doğru bir adım attı. “Uza.” Dedi sadece. Adam duraksadı, kısa bir an Berat2ın gözlerine baktı, ardından kafa sallayarak arkasını dönüp gitti.

Derin bir nefes aldım. “Teşekkürler.” Diyerek gülümsedim.

“Önemi yok. Bakışlarım adamın gittiği yere değdi, şezlonglardan birinde oturmuş, buraya bakıyordu. Başka boş yer aramak adına etrafa baktım ancak yok gibiydi.

“Ne arıyorsun?” diye soran Berat’a döndüm. “Şu pek rahat duracak gibi değil, boş yer arıyordum.”

Adamın gittiği yere baktı tekrar, adamı görünce sinirlendiğini görebiliyordum. Birkaç küfür senfonisi dinledim ondan. “Döveyim?” diye sorunca yine aynı bir sorun yaşamak istemediğimden hemen reddettim.

Kısa bir an durdu. Elini ensesine götürdü. “Aslında, bizim oturduğumuz yerde boş yerler vardı ben gelirken. Seni de burada bırakmak içime sinmiyor açıkçası.” Sıkıntıyla derin bir nefes aldım.

“Bak gerçekten abimler seni rahatsız etmez, istemezsen konuşmaz bile. Güvende olursun?”

Bu kadınların çektiği neydi arkadaş? Adam akıllı tatil bile yapamıyorduk. Biri adam, biri insan kılıklı şerefsiz. İkisi de aynı cinsiyet ama adam, yine bizleri kendi cinsinden koruyordu.

Hayat bizler için ne yorucuydu böyle..

Berat’a dönerek onu onayladım. Eşyalarımı kendince toplamama yardım etti. Yönlendirmesi ile birlikte onların tarafa doğru gitmeye başladık.

Çok geçmeden Berat’ın durması ile ben de durdum. “Geldik, bak şurası boş, oraya geçebilirsin istersen.” Gösterdiği yere baktım. Gayet uygun gözüküyordu, Berat’a döndüm. “Tekrar teşekkürler.” Gülümsedi.

“Ne olacak ki?” diye sordu omuz silkerek. “Bak, abimler de orada.” Diyerek tekrar işaret ettiği yere baktım ancak en fazla beş adım ilerimizde duruyorlardı. Kaşlarım kalktı, hay maşallah..

Aralarından tanıdık bir yüz görmem ile gözlerim büyüdü. “Mestan beyefendi senin abin mi?” Berat kahkaha attı.

“Mestan beyefendi mi? Abime öyle mi diyorsun? Dur bir dakika, sen abimi nereden tanıyorsun?”

Gözlerim Mestan’ın üzerindeyken birden göz göze geldik. Gözleri mi parladı onun?

Çok saçma, kalbimin ritmi niye değişti şimdi benim? Güneş mi çarpmıştı acaba “Yardımcı olmuştu sağ olsun.” Diyerek Berat2ı geçiştirdim.

Mestan’ın ise kaşları çatıktı. Ne oluyoruz? Bilmeden bir hata mı yapmıştım ki? Ne hata yapacağım be! Yerinden kalkışını izledim.

Bana doğru mu geliyor o? Yok be, Berat’ın yanına geliyordur.

Yanımıza vardı. Hatta tam dibimde durdu, üstten üstten yüzüme bakarak yüzümü inceledi. Gözleri yüzümde tur atıyordu resmen.

“Yüzüne ne oldu senin?” beklemediğim bir soru sorunca afalladım.

“Ha?” biraz daha yaklaştı yüzüme.

“Yüzüne diyorum, ne dolu senin?”

Yutkundum yakınlığı sebebi ile. “Kavga.” Diye mırıldandım.

Kaşları daha çok çatıldı. “Kavga?” kafamı salladım sakince.

“Hıhı.”

Elini kaldırdı, yüzüme dokunacak gibi oldu ancak geri çekti. Ardından kendine gelmiş gibi boğazını temizleyip geri çekildi.

“Neyin kavgası? Önemli bir konuysa eğer?” diyerek ilgiyle sordu. Omzu silktim.

“Önemli bir şey yok.” Biz neyi konuşuyoruz şu an? Ayrıca ben neden hesap veriyorum?

“Kim yaptı?” öyle bir soruyor ki, cevap vermeden de edemiyor insan.

“Tanımıyorum. Öyle birden kavga çıktı.” Daha çok soru sormak istiyor gibiydi ancak sustu.

Dudaklarımı yaladım gerginlikle. Çok kısa bir an dudaklarıma baktı, ardından hızla çekti bakışlarını. Biz öylece birbirimizin gözlerine bakarken, Hint dizisi bakışmamızı Berat böldü.

“Diğer abimlerle de tanış istersen? Bu gidişle bizden daha çok kişi ile tanışacak gibisin.” Sesinde ki ima da neydi şimdi?

 

 

 

BÖLÜM SONU.

Loading...
0%