Yeni Üyelik
10.
Bölüm

BÖLÜM 10

@hilal_akdag

“Evleniyorum!”

Lâçin, yüzünde ki garip ifade ile bana bakıyordu şu an.

“Ne diyorsun be! Ne evlenmesi?” sırıttım.

“Evlenmek de değil tabi, evlenmek denmez. Tamam dur, şöyle bir giriş yapalım, öhöm.”

Bir kaç adım geri çekildim. Sonra tekrar üzerine giderek kollarını tuttum, “Aşık oldum!”

Anlamayarak bakmaya devam edince göz devirdim, insanın hevesini kursağında bırakıyordu gerçekten. Kafasını tutup sarstım bu sefer, yüzüne doğru saçılan saçlar ağzına doğru giriyordu.

“Ya bırak! Beynim sulandı senin yüzünden. Bir dakika, adam gibi anlat şunu düzgünce.” Sarsmayı bırakıp koltuğa doğru çekiştirerek oturttum, hemen aynına yerleşerek yan bir şekilde oturup bacak bacak üstüne attım, çenemi de elime yaslayarak sırıttım.

“Bak şimdi, hani şu beni denizde kurtaran adam vardı ya?” kaşları kalktı.

“Seni denizden adam mı kurtardı?” ofladım. Bu nasıl cümleydi ya?

“Ya sen de hiçbir şey bilmiyorsun, anlatacak bir sürü şey var şimdi sana.” Ben buna düğünde ki kişilerin aslında Türk olduğunu da söylememiştim değil mi?

“Ben senin hayatı yaşama hızına yetişemiyorum ki.” Diye dert yanan Lâçin’i dürttüm.

“Hadi kalk bir soğuk kahve yap da birlikte içerken sana her şeyi baştan anlatayım.” Ofladı.

“Merak etmesem var ya beni buradan hiçbir güç kaldıramazdı.”

“Ay sus! Yine de benimle birlikte konuyu bilmesen de heyecanlanır mısın? Nasıl arkadaşsın sen?” sanırım uykusundan uyandırdığım için henüz olayı kavrayamamıştı.

Bir süre sonra kahveleri yaparak getirdi. Biraz daha ayılmış gibiydi, gözleri cin gibi bakıyordu.

“Eee hadi anlat.” Kahvemden bir yudum alıp derin bir nefes aldım.

“Bak şimdi, ilk bilmen gereken şey şu. Hani biz düğüne gitmiştik ya? O düğünün sahipleri yabancı değilmiş, Türklermiş.” Şokla öksürmeye başladı. Sırtına vurdum. “Helal, helal.” Bu daha ne ki?

“İşte sonra, ben o düğünde birine Gül verdim, ama bir gör nasıl yakışıklı, adeta yakışıklık abidesi.” Bence öyleydi.

Şoka girmiş bir ifade ile aynı benim gibi oturup beni dinlemeye başladı. Ben de anlattıkça bazı şeyleri kavrıyordum, Allah kahretmesin..

Devam et der gibi baktı, gözlerinde ki istek ile sırıttım, işte beklediğim tepki. Diğer türlü anlatmanın tadı çıkmıyordu.

“Biz hep birlikte denize gittik ya geçen? O gün ayağıma kramp girmişti, hatırladın mı?” evet anlamında kafasını salladı.

“O gün beni kurtaran oydu, yani daha ciddi bir şey olmadan beni sudan çıkartan oydu. Ben de sonradan tanıdım tabi düğünde ki gül verdiğim adam olduğunu, ismini söyledi, ben de ismimi söyledim..” diyerek o anı tekrar yaşamaya başladım sanki.

O gün pek bir şey olmamıştı ama önemli olan bu değildi.

“İsmi neymiş?” diye sorduktan sonra kahvesinden bir yudum aldı.

“Mestan..” kaşları garip bir şekilde kalktı, garipsemiş gibiydi. “O nasıl isimmiş öyle?” omuz silktim.

“Neyse, devam et.” Diyerek tekrar dinlemeye odaklandı.

Kahvemden bir yudum aldım, daha duş da almamıştım. Tuzlu tuzlu oturuyordum şu an. “Ben önce bir banyo mu yapsaydım?” diyerek kalkmak için hareketlenince “Aysima!” diyerek bağırması ile kahkaha atarak geri yerime oturdum.

“Tamam, tamam. Sonra ben geçen lunaparktayken su almak için gittiğimde araba çarpıyordu bana,” gözleri korkuyla büyüdü. Geçiştirmek adına elimi boş ver anlamında salladım.

“Bir şey olmadı zaten, her neyse, yola atlayan bendim bu arada.” Diyerek alt yazı geçtim. Ardından devam ettim. “Bir de ne göreyim? Arabadan gevşeğin biri indi. Bana demesin mi o gün düğünde ki pijamalılar sizdiniz değil mi diye?”

“Pijamalılar.” diye mırıldanan Lâçin’in sesinde keder vardı sanki. Lakap mı hoşuna gitmemişti ki?

“Bu gün denize gittim, baktım o arabalı gevşek de orada. İsmi Berat, onu da söyleyeyim. Biri geldi, tanımıyorum kendisini, rahatsız etmeye kalktı ki Berat geldi, sağ olsun yardım etti, kovaladı parazit, insandan bozma yaratığı.”

“Bana geldi bizim yanımızda otur dedi, abimler var dedi. Gitmeyecektim ama o sapık benim biraz uzağımda izlemeye devam ediyordu diye kabul ettim. Abilerinin olduğu yere gitmek ne kadar mantıklı olmasa da o an tanıdık birinin yanında olmak daha mantıklı ve sağlıklı geldi. “ Ne çok konuşmuştum ya..

“Gittik neyse, bir de ne göreyim?”

“Gördüklerinde bitmiyor ki. Yine ne gördün?” alınmış gibi baktım yüzüne.

“Demiyorum o zaman, çatla meraktan.” Diyerek ayağa kalktım. Odaya doğru ilerlerken arkamdan bağırdı.

“Lan nereye? Aysima buraya gel!” diyerek arkamdan gelmeye başladı. Böyle de peşimden koşturturdum adamı.

Birlikte odaya girdik. Ben dolaptan kıyafet çıkartmaya başladım. “Tamam, hadi söyle, ne görün?” gülmemek için yanağımın içini ısırdım.

“Mestan, Berat’ın abisiymiş. Ailenin en büyüğü Mestan, Bunların en küçüğü de geçen düğünde ki gelin var ya? O. Altı kardeşler, gelin hariç hepsi de erkek, tekrar diyorum, hepsi Türk.”

Lâçin olduğu yerde kalakalırken yanına yaklaştım. “İşte ben de onların abisi olan Mestan’a düğünde gül verdim, beni denizdeyken kurtardı, bu gün de beni Antalya’yı gezdirmeyi teklif etti, kabul ettim ve benim numaramı aldı. Oh be.” Hepsini bir çırpıda söylemiştim.

Lâçin hala olduğu yerde dururken omzuna dokundum işaret parmağımla. “Bu kadar şok yaşanacak bir şey yoktu aslında.. Lâçin, kendine gel güzelim.” Kendine gelmediğini fark edince omuz silkerek banyoya adımladım.

Arkamı dönerek hala duruyor mu diye baktım. “Ben banyoya giriyorum bak? Kapı çalarsa açamam, haberin olsun.” Haber de verdiğime göre girebilirdim rahatlıkla.

Ben banyoya girdikten birkaç dakika sonra banyonun kapısı vurulmaya başlandı.

“Aysima! Ne demek Türklerdi? Sana araba çarpıyormuş, bunu nasıl normal bir şekilde söylersin? Aysima! Çık şuradan. Sen bunları ne ara yaşadın kızım? Ay Allah’ım rezil olduk. Ben İstanbul’a geri dönüyorum.” Başımda ki köpükler yüzünden gözlerimi açamıyordum ama göz devirmişim gibi hayal edin.

“Abartma be! Bunlar gayet de olağan şeyler. İstanbul’a dönmek de ne demek? Ay dur ağzıma köpük girdi.“ Suyu tükürüp suyu açtım.

“Olağan şeyler mi? Hangi salak pijama ile düğüne gider?” Şey, Lâçin.. Biz..

“Abartma tozu. Kahve sen de yan etki yapmış, abartıyorsun. Ayrıca rahat bırak beni be sapık! Yıkanıyoruz şurada.”

“Allah seni bildiği gibi yapsın Aysima.” Diyerek söylenen Lâçin’in sesi bir süre sonra kesildi.

“Âmin, hepimizin inşallah.” Diye bağırdım arkasından. Sesim banyoda yankılanınca tövbe çektim, banyoda dediğim şeye bak, çarpılacağım.

Bir güzel yıkanıp temizlendiğime ikna olduktan sonra banyodan çıkmadan kurulanarak giyindim.

Banyonun kapısını açıp dışarı çıktığımda derin bir nefes aldım, tüm yüklerimden arınmış gibi hissediyordum.

İçeriden gelen sesler ile bizimkilerin geldiğini anladım. Oturma odasına girdiğim gibi bana arkası dönük olan Fırat’ın yanına usulca yaklaştım. “Euzubillahimineşşeydanirracim.” Diye fısıldamaya başladım.

Geçen izlediğimiz korku filminde böyle bir sahne vardı. “Allah’u Ekber.” Diye kulağına vurarak korkuyla ayağa kalkan Fırat ile kahkaha atmaya başladım.

Ben durmadan kahkaha atarken beni kolumdan çekerek koltuğa düşürdü. “Ulan, sen nasıl bir insansın? İnsan dostuna arkasını dönemeyecek mi?” diye konuşunca daha çok gülmeye başladım. En sonunda gülmemin durmadığını fark edince beni koltuktan yere itip koltuğa oturdu.

Yere ani bir düşüş gerçekleştirdiğim için ağrıyan bir taraflarımı ovuştururken ayağa kalktım. “Niye aşağı itiyorsun bre vicdan yoksunu.”

Diyerek söylenip onun yanına oturdum. “Eee ne yiyoruz?” diye soran Yakup ile acıktığımı hissettim.

“Bu sefer dışarıdan söylemeyelim, burada yapalım bir kere de.” Dedim ben de.

“Eee ne yiyoruz o zaman?” diyerek tekrar soran Yakup’a baktım. “Zıkkım.”

“Yemeği ben yaparsam eğer sofraya ve bulaşığa karışmam, iş bölümü yapacağı.” Diyerek baştan isteklerimi belirttim.

“Ben sofrayı kurarım.” Dedi Acar ve Lâçin aynı anda.

“Haksızlık la bu! Ben bulaşık yıkamam.” Diyen Fırat’a hareket çektim. “Çok da güzel yıkarsın paşam.

“Bu yine Ankara ağzına bağladı, vurun da bir düzelsin.” Dedi Yakup. Onu onaylayıp sırıtarak Fırat’a yaklaşacaktım ki küfür savurup geri çekildi.

“Şuna bir şeyi mecazen de olsa yap demeyin arkadaş! Yapıyor gerçekten.” Somurtarak geri çekildim.

“Sen hayırdır ya? Geldiğinden beri itip kakıyorsun.” İnanamıyormuş gibi bana döndü.

“Neden ola ki acaba? Cin gibi kulağıma fısıldadığın için olabilir mi?” geriye yaslandım.

“Sen şakadan anlamıyorsan bu benim suçum değil.”

“Hadi kalkın artık, daha fazla geç vakte kalmadan yemek işini halledelim, anlaştığımız gibi.”

“Menü de ne olsun?” diye sordum.

“Ne anlaşması lan? Ben anlaşmadım, Yakup, sen de bir şey desene Şerefsiz? Bulaşık yıkatacaklar bize.”

Yakup, telefonunda ki bakışlarını kısa bir an kaldırıp bize baktı, omuz silkerek telefona geri döndü. Kesin yine biz kız bulmuştu, sonra uğraşırdım.

“Şerefsiz kalleş.” Diyerek omuzlarını düşürdü Fırat.

“Sen kafana göre takıl, güzelim.” Dedi Acar.

Onu onaylayıp mutfağa geçtim. Dolabı açarak bir kısa bir an malzemeler ile bakıştım. En sonunda doğaçlama takılmaya karar verdim.

Çorba olarak mercimek, yemek olarak da pilav yapsam? Belki fırında patates, yanına da salata? Oh mis.

Gerekli tüm malzemeleri çıkartıp tezgâha bıraktım. Çıkacak bulaşıkları sırf gıcıklığına ellemeyecektim, yıkasındı. Az önce ki beni koltuktan itişine sayardı eşek.

Tam bir saatimi alan yemek işleminden sonra sonunda yemekler hazırdı.

“Oha, ne güzel koktu ev. Çok acıktım.” Diyerek mutfağa damlayan Yakup’u ensesinden tutarak mutfaktan çıkarttım.

“Her şey hazır. Sofrayı kuracak ekip, iş başına.” Diyerek Acar ve Lâçin’i gönderdim. Onlar hemen sofrayı kurmaya gidince Yakup’a baktım.

“Şimdi sofra hazır olacak, az sabır, tamam mı?” uslu bir çocuk gibi kafasını sallayınca ağzına vurdum.

“Anam tipe bak, oyş.” Elimden kurtulup geriye çekildi.

“Ne yapıyorsun kızım ya?” biz atışmaya devam ederken sofranın hazır olduğu haberi ile direkt masalara kurulduk.

Kimse kimse ile konuşmadan yemeğe odaklandık.

“Ellerine sağlık Aysima, hepsi müthiş olmuş.” Dedi Acar.

“Valla seni alan yaşadı.” Dedi Yakup.

Lâçin ile göz göze geldik, ben sırıtırken o ağzını açacak gibi olunca gözlerimi büyütüp tehdit eder gibi baktım.

Aklıma gratis canavarı diye adı çıkan kadın geldi bunu yapınca da. Aklımdan geçen ile gülmeye başlarken Fırat bana garip garip bakmaya başladı.

“Kendi kendine gülüyor, alın şunu yanımdan.” Göz devirdim.

“Sana ne ya? Niye bana ruh hastası muamelesi yapıyorsun? Acar, şuna bir şey de.” Diyerek Acar’a döndüm.

“Başladı yine ispiyonlamaya. Çocuk.” Sinirle Fırat’a elimde ki çatalı kaldırınca Acar’dan uyarı dolu bir ses yükseldi.

Bu da deminden beri susuyor, ben harekete geçince uyarıyor.

Yemekler yendikten sonra ben keyifle masadan kalkıp koltuklara ilerledim. Çıkan bulaşığı düşününce benim için sıkılırken, o kadar bulaşığı tek başlarına yıkayacak olmaları acayip keyiflenmeme sebep olmuştu.

Beter olsundu.

“Bunlar bulaşık değil, dağ! Bu kadar kişinin bu kadar bulaşık çıkartmasının imkânı yok oğlum? Bu evde kim yaşıyor bizden başka amına koyayım?”

İsyan sesleri kulağıma ulaşmaya başladı. Kahkaha attım istemeden, “O bana mı gülüyor?”

“Bir birinize sataşmayın artık. Fırat, dön işine, Yakup! Bırak lan telefonu sen de, hadi yardım et Fırat’a.” Koydu yine son noktayı Acar.

En sonunda bütün işler bitti, tekrar oturma odasında birlikte öylece otururken Lâçin’in telefonu çaldı. Telefonun çalması ile saliselik bir an içinde telefon benim kucağıma düştü. Ben anlamayarak ekrana bakınca Narin Teyze’nin görüntülü aradığını gördüm.

Lâçin’e baktım, ne yapıyorsun der gibi. Ardından telefonu elime alarak aramayı cevaplayacaktım ki Lâçin’in “Dur!” diye bağırması yüzünden yerimden sıçradım.

“Ne oluyor be!”

“Açma, salak mısın? Hepimiz hasarlıyız. Görürlerse endişelenirler.” Haklıydı. O sırada telefon kapandı, derin bir nefes alacaktım ki tekrar çalmaya başladı.

Aniden ayağa kalktım. “Bakın, şöyle yapıyoruz. Lâçin, sen koltuğa uzan, Fırat, sen diğer koltuğu aç ve direkt devril üstüne, Yakup sen de yere uzan, kolunu da koltuğun oturma yerine koy. Acar, sen de gel yanıma, uzan hemen, ben de ayakucuna uzanacağım. Işığı kapatacağız.” Ben bunları derken hepsi de o sırada dediklerimi yapıyordu.

“Ben niye yere yattım onu anlamadım.” Diyerek yere uzanan Yakup ile gülecek gibi oldum.

Herkes yerlerine geçtikten sonra televizyonu açtım, ardından ışığı da kapatarak ben de uzandım.

“Unutmayın, hepiniz uyuyorsunuz. Kafalarınızı diğer tarafa çevirin.” Kapanmak üzere olan telefonu sanki yeni uykudan uyanmış gibi açtım.

“Narin teyze?”

“Ah, bak tam kapatıyordum. Uyuyor muydunuz yavrum?” diye sordu Narin teyze.

Uykulu bir ses çıkarttım. “Hıhı.” Ulan ne oyuncuydum ben de. Şu an ekranda sadece bir gözüm vardı. Kamerayı da inandırıcı olsun diye çevirip bizimkileri gösterdim.

“Ne yapıyorsunuz, iyi misiniz diye aradım. Madem uyuyorsunuz, yarın konuşuruz güzel kızım, selam söylersin oradakilere.” Uyuyan insana nasıl selam vereyim ben, Narin teyze? Uyumuyorlardı ama neyse tabi.

“Olur, yarın konuşuruz. Sen de bizimkilere selam söyle.” Dedim yarım yamalak, daha inandırıcı olurdu belki.

“Hadi görüşürüz yavrum. Tüh bak, uyandırdık kızı da.” Diyerek kendine kızdı son dakika kapatmadan önce, valla özür dilerim Narin Teyze..

Telefonu kenara bırakıp uzandığım yerden kalktım. “Telefon kapandı, kalkın hadi.”

Hiç birinden ses çıkmadı. “Kime diyorum alo?” ayağımla Acar’ı dürttüm. Homurdanma sesini duyunca gözlerim büyüdü.

“Lan oha, ne ara uyudunuz? Kandıracaktık sadece güya.” Yine ses çıkmayınca oflayıp yerimden kalktım. Ardından aklıma gelen ile sırıttım.

İki oda da bomboştu, bana kalmıştı, rahat rahat yatardım artık. Oturma odasından çıkmak için hareketlenecektim ki yerde uyuyan Yakup’a baktım.

Vicdanım kısa bir an beni yoklarken dayanamayıp yanına ilerledim. Zor bela dürtüp biraz ayılmasını sağladıktan sonra Fırat’ın açtığı koltuğa, Fırat’ın hemen yanına yatırdım.

Keyifle odalardan birine geçip kendimi yüz üstü yatağa attım. “Ne rahatsın sen öyle kız, yerim seni.” Diye mırıldandığımı hatırlıyorum, gerisi yok.

 

 

BÖLÜM SONU.

 

Loading...
0%