Yeni Üyelik
7.
Bölüm

BÖLÜM 7

@hilal_akdag

Eve vardıktan sonra ilk duşa giren ben olmuştum. Duştayken uzun bir utanma seansı yaşamıştım, bu Nasıl bir tesadüftü ki?

Duştan çıktığım gibi üstümü giyerek oturma odasına geçtim, Yakup oturduğu yerden ayağa kalkıp mutfağa doğru gitmeye başladı. “Ayağına buz koyalım. Sonra da krem süreriz, ağrıyor mu?”

Kafamı olumsuz anlamda salladım. “Hayır, geçti bile diyebilirim.” Karşıma geçti elinde ki buzla.

Yüzüme bakıp kaşlarını çattı. “Bu sıcakta, sıcak su ile mi banyo yaptın gerçekten? Yanaklara bak.” Ellerimi yanaklarıma koydum, neyi vardı ki?

“Kızarık kızarık duruyor, çiller de araya girmiş al sana çilek.” Elimi yanağımdan çekerek omzuna vurdum bir tane.

“Sensin be çilek.” Gülerek göz devirdi. “Çok garip şeylere kızıyorsun. İltifat anlamında, tatlı olduğunu belirtmek için söylenenler sen de ters tepiyor.”

Duraksadım. “Alakası yok.” Yiğitliğe bok sürdüremezdim. Bence öyle bir şey yapmıyordum, ayrıca birine iltifat etmek için hangi insan evladı çileğe benzetirdi ki? Bunlar iltifat etmeyi bilmiyordu bence.

“İlk ve son iltifat edişimdi zaten.” Güldüm. “Sen diğer kızlara da böyle iltifat ediyor musun bakayım?”

Ayağıma bastırdığı buz yüzünden artık ayağımı hissetmiyordum, soğuk yüzünden uyuşmuştu. “Sana ne?”

Yüzüm buruştu. “Çocuk musun sen?” ayağımı salladım. “Donuyorum da biraz, çok teşekkür ediyorum ama yeter da.”

Çekti buzu. O sıra da benden sonra duşa girenler, duşunu almış şekilde bir bir odaya girmeye başladı. Acar karşım da ki koltuğa geçerek direkt uzandı. Ayağıma barken konuştu “Ağrı kesici krem de sürer sonra sararız. Var mı evde?”

“Yok. Lazım olacağını bilemedik.” Dedi Fırat.

“Gerek yok. İyi ayağım, sarılma bile abartı olur. Ufak bir kramptı sadece. Zorlamam bir iki gün, olur biter.”

Acar bana inanmaz şekilde baktı. “Sen? Sen zorlamayacaksın?” kafamı salladım sadece. Güldü.

“Aynen, sen yerinde duracaksın ben de göreceğim.” Ters ters bakıp bakışlarımı çektim.

“Uykum var benim, ama canım da sıkılıyor. Ne yapsak?” Fırat gülmeye başladı bu sefer. “Ödün kopuyor değil mi iki dakika bir şey yapmadan duracaksın diye?”

“Siz niye bir olup benim üstüme geliyorsunuz şu an? Babamı arayacağım.” Acar yattığı yerden doğruldu.

“Arama. Bu saatte niye rahatsız ediyorsun adamı? Belki uyuyor?” saate baktım. Daha yeni on olmuştu. Telefonu ona çevirdim.

“Bu saatte kimse uyumaz, senden başka.” Diyerek düğüne gittiğimiz geceyi hatırlatmak istedim.

Fırat’ın yanımda ki Yakup’a garip yüz mimikleri yaptığını gördüm. Anlamayarak kaşlarımı çatıp Yakup’a baktım. Gözlerinin telefonumda olduğunu görmem ve onun da birden üstüme doğru atlaması bir oldu.

Telefonu direkt tshirtümün içine soktum. “Ne yapıyorsun be manyak!” diyerek ittim. Koltuktan yere düştü.

“Senin yapacağın işi sikeyim ben Yakup.” Dedi Fırat.

Ona arkamda ki kırlenti fırlattım. Yüzüne çarpıp düştü, “Şunlara bak ya! Lâçin, neredesin kız? Al şunları başımdan.” Diyerek ayağa kalktım.

“Aramayacaksın değil mi?” diyen Acara yandan bir bakış atıp sırıttım. “Bu seni hiç alakadar etmez. Canım babam, çokta özledim.” Diyerek derin bir nefes alıp odama ilerledim hızla.

Arkamdan sürü gibi ayak seslerini duyunca direkt odaya girip kapıyı kapatarak kilitledim.

Telefonu sakladığım yerden çıkarttım. “Babamın simini bulalım bakalım.” Diye bilerek sesli bir şekilde konuştum, duysunlar diye.

Kendi kendime adrenalin yaşıyordum şu an. Fırat’ın da dediği gibi iki dakika boş durmamış, o boş anı da aksiyon yaratarak doldurmuştum.

Sebepsiz, bu anlarda çok eğleniyordum.

“Aysima! Lan bir şey de yapmadık, niye arıyorsun Mehmet amcayı? Ne anlatacaksın adama?” diye kapıya vurdu birkaç kere Fırat.

Sadece halini hatırını soracaktım ama bilmelerine gerek yoktu. “Şikâyet edeceğim!”

“Lan niye!” diye bağırdı Yakup.

Kıkırdadım. “Aysima, çilli Aysima, güzel Aysima, hadi aç kapıyı.” Diyen Acar ile kaşlarım çatıldı.

“Senin iltifatına sokayım abi, bunda ters tepiyor. Bilmiyor musun sanki?” diye kızdı Fırat.

Pat sesi geldi, ardından Fırat’ın acı dolu inlemesini duydum. “Küfür etme lan.” Diye uyardı Acar.

Bu sırada da rehberden babamın ismini bulup aradım, hoparlöre alarak çalma sesini duymaları için telefonu kapıya yaklaştırdım.

Sesi duydukları gibi sus pus oldular. Yüzümde ki gülümse telefonun açılmasını bekledim. “Ay kızım?” huzurla derin bir nefes aldım.

“Babam.. Nasılsın?”

“iyiyim güzeller güzelim. Sen nasılsın? Tatil nasıl geçiyor bakalım?”

Kendimi yatağa atarak uzandım. “İyi geçiyor, gayet keyifli. Siz ne yapıyorsunuz?”

Gülüş sesi doldurdu kulaklarımı. “sesin de nasıl canlı geliyor, maşallah. Biz de annenle, amcalarınla, teyzelerinle oturuyoruz hep birlikte.”

“Selam söyle hepsine, öpüyorum hepsini kocaman.” Dedim.

Arkadan Eşref amca, yani Acar’ın babasının sesini duydum. “Biz de seni öpüyoruz güzel kızım. Sen de bizim diğer haytalara selam söyle, ee var mı bir sıkıntı?”

Kapının oradan bir patırtı sesi gelince kahkaha attım, biraz şikâyetten bir şey olmazdı sanki..

“Var eşref amca ya..” diye bilerek sesime durgunluk kattım. Güldükten sonra durgun bir şekilde konuşmam ne kadar inandırıcı olurdu bilmiyordum.

“Ne oldu bakalım?” diye muzip bir sesle sordu Eşref amca.

“Erkekler rahat bırakmıyor, özellikle senin oğlun. Geçen kafedeyiz, lavaboya gideceğim diye ayağa kalktım, nereye diye soruyor, sinirlenip kaçacağım dedim hemen ayağa kalkıyor. Ya ben nereye kaçabilirim bir söyler misiniz?”

Bir sürü kahkaha sesi duydum. Hep birlikte gülüyorlardı. Ben dert anlatıyorum, bunların yaptığına bak.

“Konu sen olunca işi ciddiye almak istemiştir çocuk.” Diyen annemin sesini duydum.

“Senin benim tarafımı tutman gerekiyor, hani senin evladınım ya?”

“Bak kendin diyorsun, benim evladımsın, huyunu biliyorum. Sağın solun belli olmaz senin, kaçabilirsin.”

Gözlerim büyüdü. “Abartma please annecim. Ben öyle bir insan değilim.” Hıhı diye geçiştiren sesini duydum.

Melike teyze, Acar’ın annesi “Ben ona kızarım güzel kızım. Tatil yapın diye gönderdik, hapis değilsiniz, gönlünüzce eğlenin.”

“Gör Çiçek Hanım gör! Ana gör!” birkaç gülüş daha duyuldu.

“Benim kızım nerede?” diye sordu Narin teyze.

“Duştaydı Narin teyze, denizdeydik de bu gün.”

“Söyle de beni arayı versin güzel kızım.” Onu onayladım.

Kısa bir süre daha konuştuktan sonra vedalaşarak telefonu kapattık. Ben kapıya doğru ilerleyip kapıyı açınca karşımda ki 3 devi görmemle çığlık attım. Onların burada olduğunu bir anlık unutmuştum.

Üçü de kaşları çatık bana bakarken gülümsedim. “Ehe.” Geriye doğru bir adım atıp tekrar odaya girecekken biri arkama geçip kapıyı engelledi, ben ise birden havalandım.

“Kurtul hadi kurtulabilirsen.” Diyen Yakup ile bağırdım.

“Lâçin! Kırklanıyor musun kızım sen? Çık şuradan artık.”

Koltuğun üzerine fırlatılmam ile direkt koltuğun tepesine çıkıp diğer tarafına atlayacakken yine tutuldum. “Help! Sos, esoes işte her neyse! Adam öldürüyorlar.” Belimde hissettiğim elle kahkahayı bastım.

“Yapmayın lan, küfür ederim bak! Kız Lâçin!” kahkahalarımın arasında neremden gıdıklanıyorsam oradan gıdıkladıkları için zar zor konuşuyordum.

Birinin elini tutup direkt ağzıma götürüp ısırdım. Acımadan dişlerimi bastırırken bağırış sesi yükseldi. Fırat’ı ısırmıştım.

“Bırakın yoksa kopartırım.” Diye yarım yamalak konuştum. Fırat diğer eli ile burnumu tutup sıkınca nefessiz kalarak bıraktım.

“Ne oluyor?” diyen Lâçin’in sesini duydum. Elimi ona doğru uzattım, acılı bakışlarım eşliğinde elimi kapatıp açtım. “Help.”

Beni gördüğü gibi diğerlerine kötü kötü bakarak bağırarak üstlerine koşarak atladı birinin üstüne.

Nasıl oldu bilmiyorum saniyeler içinde Lâçin’de hemen yanımda ki yerini aldı. “Lâçin!” diye gülerken konuştum. Belimde ki eller beni daha da kahkahaya boğarken en sonunda bacaklarımı kaldırıp çırpınmaya başladım. Savunma mekanizması devredeydi artık.

“Efendim?” dediğini zar zor anlamıştım. Ne istiyorlardı, gülmekten çatlamamızı falan mı?

“Narin teyze beni arasın dedi!” diye bağırdım çünkü Fırat ayağımdan tutmuş çekiyordu. “Bırak lan! Bak düşeceğim sakın!”

Düştüm. “Hayvan! Ah, sırtım.”

“Tamam!” diye bağırdı aynı benim gibi, Lâçin.

Buna da sonradan yükleniyor dediklerim. “Tamam, bırakın.” Dedi Acar. Hepsi aynı anda ellerini üstümüzden çekti. Hepsine teker teker kötü kötü baktım.

Zorla yerimden kalktım. “Allah’ın cezaları.” Diye elim sırtımda odaya ilerledim.

“O değil de benim ne suçum, günahım vardı?” diye kendi kendine konuşan Lâçin ile gülecek gibi oldum ama gülmedim tabi. Diğerleri gülüyordu ama.

“Hak ettiniz.” Diyen Yakup’a anında arkamı dönerek nah çektim. “Hadi be oradan! Ne yaptık sanki?”

Üzerime doğru adım atınca odaya doğru koştum. “Konuşmayın lan benimle!” diye bağırdım duysunlar diye. Güya yeni duş almıştım, terlemiştim bile.

Bir süre sonra da Lâçin geldi, birlikte yatağa sırt üstü uzandık. Yan dönüp yüzüne baktım, gözleri kapalıydı. “Uyudun mu?” çenem ağrıyordu gülmekten.

Ses gelmedi. “N e çabuk, hangi ara uyudun be.” Diye hayretle konuştum. Asla bu kadar hızlı uyuyamazdım.

Kapı tıklandı. “Gel.” Dedim.

Acar kafasını içeri soktu sadece. “Dış kapıyı kilitledim.” Diyerek gevrek gevrek güldü. Başımı yasladığım yastığa uzatıp tutarak yüzüne fırlattım.

“İyi halt yedin, defol salak.”

Refleksle geri çekilmişti, yastık kapıya değip yere düştü. Ardından tekrar kapıyı açıp yastığımı eline aldı.

“Tekrar kaçmayın diye bir önlem sadece.” Deyip yastığımı bana attı yavaşça.

“Hadi iyi uykular.”

“Sana da iyi uykular.” Diyerek triple konuştum. Kapıyı kapatıp gitti.

 

 

***************************************

 

 

“Gidelim, gidelim, gidelim.” diye kendi kendime bir yandan mırıldanırken bir yandan da ayaklarımı sallıyordu.

“hayır.” Dedi Acar.

“Gidelim, gidelim, gidelim.”

“Hayır dedim.”

Omuz silktim. “Gidelim, gide-“

“Ay sima! Yeter be kızım.” Dedi Fırat. Yüzümü buruşturdum. “Bağırma bana.”

Bir kafede hep birlikte oturmuş bir şeyler içiyorduk. Ben telefonda gezinirken karşıma çıkan reels videosu görmüştüm. Antalya da kurulan kocaman bir lunapark vardı ve bize çok uzak değildi. Oraya gidelim diyorum ama hayır diyorlardı.

“Siz tatilin tadını çıkartmayı bilmiyorsunuz, dolu dolu yaşamanız gerekiyor ama biz burada oturmuş limonata içiyoruz. Sırf limonata içmek için Antalya’ya gelmiş gibi hissediyorum.” Sadece göz devirmekle yetindiler.

“Kalkalım artık.” Dedi Acar. Biri hesap ödemeye, biri lavaboya gitti, Yakup’un telefonu çalınca kocaman gülümseme ile telefonu açıp masadan kalktı. Kesin bir kızla konuşuyordu, sonra sıkıştırmayı aklıma not ettim.

Somurtmuş bir şekilde çevreye bakınırken aklıma gelen fikir ile sırıttım. “Eyvah.” Diyen Lâçin’e döndüm. Ona döndüğümü fark edince biraz kenara kayışını görmezden geldim. Gözlerime tedirginlikle bakarken kaşlarımı kaldırıp indirdim sırıtmaya devam ederken.

“Kalk yavrum.” Diyerek önce ben kalktım ayağa. Elinden tutup kendime doğru çekerek kaldırdım onu da. Bizimkiler geliyor mu diye bakınıp gelmediklerini görünce Lâçin’in elini bırakmadan arkamdan sürüklemeye başladım.

Cafe’den çıktığımız gibi arabanın yanına koştuk. “Ya yine ne bok yiyeceğiz? Allah’ım ben daha çok gencim.” Diye ağlamaklı bir şekilde konuşan Lâçin’e susmasını söyledim.

“Bana takıl hayatını yaşa bebeğim, kendini benim kollarıma bırak. “ Arabayı çalıştırıp bulunduğumuz yerden hızla uzaklaştık.

“Eğlenmeye hazır mıyız?”

“Hayır desem değişecek gibi, sür anasını satayım. Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete.” Kahkaha attım.

“Telefonumu alsana, konum hazırdı. Oradan bakarak gideceğiz.”

Telefonumu çıkartıp aldı eline. Direkt konuma girerek önüme tuttu, gösterilen konuma ilerlerken telefonum çaldı, peşi sıra Lâçin’in de telefonu çaldı. Ben gülerken Lâçin tedirginlikle ne yapacağını bilemedi ve açtı telefonu.

“Efendim?” diyerek kekeleyince gülmem kahkahaya dönüştü. Kendimi ruh hastası gibi hissediyordum şu an ama bunun suçlusu onlardı, tatil dedik dedik en sonunda çıldırttılar adamı!

“Beni kaçırıyor, valla ben gitmedim, tuttu elimden sürükledi resmen. Kaçırılıyorum şu an.”

“Drama Queen yanında halt etmiş şu an. Kaçırıyorsam adabına göre ilerleyelim, ver lan telefonu.” Diye aldım telefonu elinden zar zor.

Lâçin şok içinde bana baktı. “Beni korkutuyorsun..”

Yandan bir bakış attım. “Korkma benden yavrum, sana zarar vermem.”

Arabayı sürmeye devam ederken biraz ileride tanıdık bir sima görünce duraksadım. Feraye miydi o?

Bank vardı, banka oturmuş ağlıyordu galiba. Arabayı yavaşlatıp sinyal vererek durdum. Arabadan indim hemen. “Ne oluyor?” diye soran Lâçin’e bir dakika işareti yaparak Feraye’nin yanına vardım. Omzuna elimi koydum, irkilip bana döndü.

Makyajı akmış, saç baş dağılmış, tamamen bitik bir şekilde göz göze geldik. “Ne oldu sana?” diyerek dehşet içinde bakmadan edemedim.

Beni görünce dudakları titredi, ayağa kalkıp sarıldı hemen. “Seni Allah gönderdi Aysima..” diyerek omzumda ağlamaya başladı.

“Anlatacak mısın?” derken sırtını pat patladım. Endişelenmiştim gerçekten. Benden ayrılarak tekrar banka oturdu.

“Hiç sorma, benim şu adamı polisler aldı götürdü. Bana da kaç dedi, niye kaçıyorum onu da anlamadım. Her şeyimi aldılar kız.” Diyerek ağlamaya devam etti.

“Üzülme, öğreniriz ne olduğunu. Döner kocan.” Diyerek yüzünü görebilmek için kafamı sağa doğru eğdim.

Aniden kafasını kaldırdı. “Ne kocası be! Benim eşyalar da gitti, bir sürü bakım ürünlerim, makyaj malzemelerim, yeni aldığım marka kıyafetlerim.” Diyerek çemkirdi yüzüme doğru.

Yüzümü buruşturarak geri çekildim. “Tamam ya, ne bağırıyorsun.” Mahcup bir şekilde baktı.

“Ee söyle bakalım, sen ne yapıyorsun?”

Siyah, büyük transit arabayı göstererek “Adam kaçırıyordum da.” Dedim. Gözlerini büyüterek kaşlarını kaldırdı.

“Tövbe estağfurullah, ne diyorsun sen?” elini ağzına kapatmış şokla bakıyordu. Lâçin çıkarttı kafasını o sıra, gülerek el salladı bize. Ben de aynı şekilde el salladım.

Tekrar döndüm Feraye’ye. “Sen de gelsene? Kafan dağılır.” Geriye doğru kaydığını gördüm. Gülmeye başladım.

“Korkma, şakaydı. Arkadaşım o, ismi Lâçin. Lunaparka gidiyoruz, eğlenelim biraz derken seni gördük. Hadi kalk, sen de gel bizimle.” Kararsız bir şekilde baktı, ısrarla ona bakmayı sürdürünce yenilmişlikle ayağa kalktı.

Birlikte arabaya ilerleyip bindik. Benden ıslak mendil istedi, torpidodan ona uzatırken o sırada Lâçin ile tanıştılar. “Konuma az kaldı, çok eğleneceğiz.”

“Geçen denizde gördüğüm yanınızda ki oğlanlar nerede?” Lâçin kahkaha attı. “Beni kaçırdı, onlar gelmiyor.”

Feraye şokla bana döndü. “Kaçırma konusu hani şakaydı?” Omuz silktim. “Abartıyor, mübalağa sanatı yapıyor kendince.”

Bir üre daha ilerledik, bu sırada ikisi sohbet etti. Konuma vardıktan sonra uygun bir yer bulmak zor olsa da park etmeyi başardık. Arabadan inip kapıları kilitledikten sonra derin bir nefes aldım.

İkisinin de koluna girerek kendimle birlikte hareket ettirdim. Lunaparkın kapısından içeri girdik. Bir sürü binilecek oyuncak vardı. “Önce hangisine binelim?”

“Önce bilet alalım.” Haklıydı. Bilet satılan yere ilerledik yine. Bilet parası dudak uçuklatacak cinstendi ama eğlenmeye gelmiştik, daha doğrusu ben gelmiştim, diğerlerini zorla getirmiştim.

Bir sürü bilet aldık. “Adrenalin dolu anlara hazır mıyız?” diye sordum. Cevap vermelerini beklemeden geldiğimizden beri ilk dikkatimi çeken oyuncağa ilerledik.

“Aynen, hazırız.” Diyen Lâçin’e baktım. “Bak çarparım suratına, yeter. Sal artık kendini, eğlen bir şey yap. Ne ya nu! Allah, gidiyorum ben.” Diyerek çıktım kolundan.

Bilerek atarlı konuşmuştum, illa peşimden geleceğini biliyordum. Feraye ile birlikte sıraya girdik. Havada bir tur takla atıp süratle yere inen oyuncağa heyecanla bakarken Feraye “Emin miyiz?” diye sordu.

Kafamı salladım hızla. Arka planda da garip garip şarkılar çalıyordu.

Tahmin ettiğim gibi Lâçin de hemen yanımda yerini aldı, ona yan yan bakarak sırıttım. “İlk buna binmek zorunda mıydık?” duraksadım.

“Binmek istemiyorsanız benim için fark etmez, hangisine binmek isterseniz ben okeyim.”

Kendimi birden dönme dolapta buldum. Nasıl oldu anlamadım ama şu an ikisi cam kısımlardan manzaraya bakıyordu, ben de ortalarında oturuyordum, en tepeye çıkmıştık.

“Ay oha herkes karınca gibi, çok güzel Aysima.” diyen Lâçin bir yerden.

“Kız bizim otel de gözüküyor buradan. Hay maşallah, beter ol Sabri!” diyerek birden sövmeye başlayan Feraye bir yandan. Sabri, polislerin götürdüğü sevgilisiydi bu arada.

En sonunda hareket eden dönme dolap aşağı geldiği gibi indim. Yavaş olmak bana göre değildi. “Sıra bende! Diyerek el çırptım. Aynı anda bana döndüler. Az önce sırasından ayrıldığımız oyuncağa ilerlemeye başladım.

“Kusmayız değil mi?”

Sıraya girdik. Çığlıklar havada uçuşuyordu, sabırsızca yerimde kıpırdandım. “Şunda ki heyecana bak, hangi ruh hastası heyecanlı olur bu kadar ya?” diye söylemelerini duymamazlıktan geldim.

Sonunda sıra bize gelmişti. Hızla boş yere geçtim, sağıma ve soluma yerleşti bizimkiler. Görevli gelip kemerleri kontrol etti, o sıra da koskoca lunaparkta Demet Akalın çalmaya başladı. Çalkala çalıyordu, kahkaha attım.

Ayaklarımızın altında ki zemin yerin altına girmeye başladı, ayaklarımı boşlukta sallarken hareket etmeye başladık. İki elimin de tutulduğunu hissettim, baktığımda Lâçin ve Feraye ellerimi tutmuş, gözlerini de kapatmışlardı.

Hızlanmaya başladık. Ben heyecanla kahkaha atarken Feraye’den duymadığım bir sürü küfür duyuyordum. Lâçin’den ses çıkmıyordu. Galiba bayılmıştı.

“Ananın amında hafriyat çalışması yaptığımın çocukları! Durdurun lan şunu! Sizin ben amınıza koyayım!” beni gülme tutmuştu, “Tövbe desene mal karı!”

Her ne kadar pis küfürler etse de şu an ki durumla baya komikti gerçekten.

“Yedi ceddinizi yetmiş tabur asker siksin sizin! İndirin beni götverenler.” Şarkı yüksek olduğu için çok duyulmaz diye tahmin ediyordum, yani inşallah duyulmuyordur.

Tepede bir tur takla attık. “Yolunu yordamını sikeyim senin Feray! Binen aklına koyayım senin Feraye. Öğk.”

Ben ise büyük bir çığlık attım. Sonunda yavaşlamaya başladık, zemin tekrar ayaklarımızın altına geldikten sonra kemerler otomatik açıldı. Lâçin sendeleyerek yere indi, yalpalayarak yürürken kolundan tuttum, Feraye de girdi koluma.

Zorla inip uzaklaştık oyuncaktan. Benim yüzümde ki sırıtma dinmemişken onlar sessizdi. “Çok güzeldi.” Derken ikisi e ters ters baktı. “Bok güzeldi.” Göz devirdim.

“Daha yeni başladık, siz ilk baştan böyleyseniz benim daha işim var sizinle.”

Gözlerim çarpışan arabalara değdi. “Hadi kalkın, gidiyoruz.” Ellerinden tutup çekiştirdim. Biletleri verdim direkt.

Bir sürü oyuncağa bindik, en sonunda şikâyet etmek yerine ayak uydurdular.

Hava kararmaya yüz tutmuştu. “Ben çok susadım.” Dedi Lâçin. Onu onayladım, ben de susamıştım. Bu arada, birkaç defa daha bizimkiler aramıştı ancak açmamıştık, kısa bir mesajla eğlendiğimizi, eğer isterlerse gelebileceklerini yazmıştık. Ses çıkmamıştı hala.

“Ben alır gelirim, siz bekleyin beni burada.” Dedim ikisine. Bütün Cafe’ler doluydu, biz de bir banka oturmuştuk.

Onlar beni onaylayınca bir market bulabilmek için ilerlemeye başladım. Gözlerim etrafı tararken acaba Cafe’lerden birinden alabilir miydik diye düşündüm.

İlk Cafe’ye girdim. “Bakar mısınız? Su alabilir miyim 3 tane?”

“Bütün masalarımız dolu hanımefendi.” Dedi garson.

“Oturmayacağız, sadece su alacağım.” Reddetti. “O şekilde su satmıyoruz efendim.” Derin bir nefes alıp onaylayarak çıktım Cafe’den.

Bir süre daha dolandım. Yolun karşısında bir market bulmam ile beklemeden ilerlemeye başladım. O sıra da yoldan gelen araba ani bir fren ile durdu. Korku ile kalakalırken arabadan tanımadığım bir adam indi.

“Yola atlarken ki amacın neydi kızıl kafa?” kaşlarım çatıldı. Kızıl kafa mı?

“Hey, sana diyorum. Türkçe biliyor musun?” Bana seslenen salağa döndüm. Tamam, ben haksız olabilirdim ancak Kızıl kafa diyerek hitap etmesi hiç hoş değildi.

“kızıl kafa sensin be!” kaşları kalktı. “Türkçe biliyormuşsun. Söyle hadi, ölmek mi istiyorsun? Eğer öyle bir erdin varsa çok yanlış adamı seçtin, git başka bir yol dene.”

Yüzümü buruşturdum. “Sana buradan elimin tersi ile bir koyarım, ölmeyi görürsün. İte bak.” Diyerek çemkirdim. Yanlış adamı seçmişmişim de başka yol seçecekmişim.

Bir adım geri çekildi bana bakarken. Bu gün de geri çekilen çekilene arkadaş.

Göz devirdim. Daha fazla durmadan markete ilerlemeye başladım.

“Dur bir dakika! Yüzün çok tanıdık, hiç düğüne gittin mi şu geçtiğimiz günler de?” duraksadım.

Ne alakaydı be? Kimdi şimdi bu?

Kaldırıma geçerek ona döndüm. “Yanlış anlama ama sana ne?” ofladı.

“Gittin mi gitmedin mi?” sıkıntıyla kafa salladım.

“Üzerinizde pijama var mıydı peki?” dilimi ısırdım. Ne demiştim o gün? Amaan, bir daha nerede görecekler beni miydi? Yine kafamı salladım.

Gülümsedi. “Ben de oradaydım.” Hadi canım? Nasıl ya, falan.

Ee der gibi baktım yüzüne. Utanıyordum şu an aslında ama bilerek umursamaz gibi gözükmeye çalışıyordum.

“Tanışalım, ben Berat.” Bununla ikidir karşıma düğünde ki insanlar çıkıyordu, en sonunda terk edecektim bu şehri.

“Aysima, şimdi gitmem gerekiyor. Selametle.” Diyerek arkamı döndüm. Ellerimi yanaklarıma koyarak marketten içeri girdim.

Su aldıktan sonra parasını vererek çıktım marketten. Berat gitmişti.

Lunaparka, bizimkilerin yanına doğru gitmeye başladım.

Giderken bu kadar uzun değildi sanki yol? Biraz daha yürüdükten sonra varmıştım. Bizimkilerin olduğu banka ilerlerken kalabalık oluşları gözüme çarptı.

Kaşlarımı çatarak adımlarımı hızlandırdım. Bir grup erkek bizimkilerin başında toplanmıştı. “Ne oluyor burada?” Hepsinin bakışları bana döndü.

Lâçin ve Feraye kalkıp yanım geldiler. Diğerleri ise çekinmeden süzüyorlardı bizi. “Kaybolun. Haydi, bakayım nasıl kayboluyorsunuz?”

Ulan sapık her yerde vardı gerçekten. Gülüştüler, bok vardı çünkü gülüşecek.

Üzerimize doğru bir adım attılar. Kaşlarım daha da çok çatıldı. “Birlikte kaybolalım?” dedi biri.

“Öğk, kusacağım galiba.” Diyerek öğürdüm bilerek. Bu sefer de onların kaşlar çatıldı.

“Aysima, bunlar geliyor. Biz yine belayı nerden bulduk?” diye fısıldadı Lâçin.

Omuz silktim. “Biz değil, onlar buldu. Bizim günahımız yok.”

Öndeki bize biraz daha yaklaşınca Lâçin beni geri çekerek neresinden çıkarttığını bilmediğim çakısını onlara doğru tuttu. Gözlerim büyüdü.

Babam, evde bırakmasını söylememiş miydi?

“Geri basın, ben deliyim.” Diyen Lâçin yüzünden kahkaha atacaktım neredeyse. Ben deliyim diyerek tehdit eden ilk insan olabilirdi.

O sırada tanıdık bir ses duydum. “Ne oluyor lan orada? Kimsiniz lan siz!”

Acar?

 

 

 

BÖLÜM SONU.

 

Loading...
0%