Yeni Üyelik
2.
Bölüm

BÖLÜM🪷1

@hilallluser

“Sokrates'in siyaset bilimindeki önemini hepimizin az çok kavradığını düşünüyorum arkadaşlar. Bu yüzden önümüzdeki vize sınavında ona göre çalışırsanız sizin açınızdan daha iyi olur.”

Ne kadar da sıkıcı bir ders. Ama tabi ben her zaman yaptığım gibi dersi dinlemek yerine telefonumdan birileriyle flörtleşmeyi tercih ediyordum. Bu durum hocanın fazla ilgisini çekmiş olamalı ki bir anda başıma gelip, “Telefonlarımızla dersten sonra ilgileniyoruz. Eğer bu kadar çok önemli bir şey varsa lütfen dışarı çıkalım arkadaşlar.” demesini üstüme alınmadım ama yanımda oturan Nur’un kolumu dürtmesi ile başımı kaldırdığımda hocayla göz göze geldim.

Kahretsin yine yakalanmıştım. Bu yüzden kendimi kurtarmak için yapabileceğim en iyi şeyi yapıp yalan söyledim.

“ Hocam çok özür dilerim ailevi bir mesele vardı da o yüzden kısa süre telefonla ilgilenmek zorunda kaldım.”

“Her ders mi ailevi meseleyi ilgili konuşuyorsunuz,” demesi ile hocanın ne diyeceğini bilemedim. O da haklı! Her ders kafamı kucağıma doğru eğip mesajlaşıp duruyordum.

“Özür dilerim” dedim mahcubiyet barındıran ses tonuyla.

Dersin kalanında hocanın gözüne batmamak için telefonu kapatıp çantama koydum.

Ders bitiminde kızlarla eşyalarımızı toplayıp fakültenin kafeteryasını indik. Boş masalardan birine oturup Bugünkü dersin değerlendirmesini yaptık. Dersle ilgili konuşmaktan sıkılınca Artık muhabbet farklı bir konuya evrildi.

“Kızlar yerel haberlere baktınız mı?” Bunu söyleyen grubumuzun meraklısı ve en neşelisi Esra’ydı.

“Ne olmuş yine?” Bıkkınca nefesimi verdim.

Esra beni takmayarak konuşmasının devam etti. “Okuldan bir öğrenci dün gece merkez de intihar etmiş.”

Kaşlarımızı şaşkınlıkla kaldırırım.

“Nasıl yani?” diye heyecanlı atıldı Nur. Esra haberlerden ve sosyal medyadan öğrendiğini anlatmaya başladığında hepimiz pür dikkat onu dinlemeye başladık fakat hikayenin en heyecanlı kısmında telefonum çaldı.

Arayan kişiyi görünce heyecanla yerimden kalktım. Kızlara kısa bir açıklama yapıp adımlarımı kafeteryanın çıkışına yönlendirdim.

“Sevdiceğim Bey,” diyerek açtım telefonu cıvıl cıvıl ses tonuyla.

Asaf o harika ses tonuyla bir gülüşünü bahşettiğinde bende istemsizce sırıttım.

“Nasılsın Bal?”

İyiyim sen nasılsın?” dedim beremden çıkan bir saç tutamıyla oynarken.

“Yorgunum,” dedi sesinden de belli olacak şekilde.

“Ya kıyamam sana.” Cilveli bir ses tonuyla devam ettim. “Keşke aynı okulda olsaydık. Seni öperdim yorgunluğun geçerdi o zaman.”

İyiki de değiliz diye devam ettim içimden.

Karşıdan kahkaha sesi yükseldi. “Hım… Nereden olduğuna göre değişir yorgunluğun geçme durumu.”

İstemsizce kıkırdadım. “Ya!” dedim a harfini uzatarak mızmız bir çocuk gibi.

Yaklaşık beş dakika daha konuşmaya devam ettik. Artık soğuğa dayanamayacağımı fark ettiğimde konuşmayı sonlandırıp kafeteryaya geri girdim. Masaya yaklaştığımda kızların derin bir sohbet içerisinde olduğunu gördüm.

Birkaç adımda yanlarına ulaşıp çantamın asılı olduğu sandalyeye oturdum. Tam muhabbetin ne olduğunu çözmeye çalışacağım sırada Sevgi anlattığı şeyi yarıda kesip bir anda bana döndü. “Beni yanlış anlama ama ben seni anlamıyorum. Hem sevgilin var, hem de başkalarıyla mesajlaşabiliyorsun?”

E yani dercesine ona baktım.

Sevgi gözlerini devirip açıklamaya çalıştı. “Yani demek istediğim; hem birini sevip hem de başkalarını nasıl hayatına alabiliyorsun?”

Baygınca gözlerimi kızlarda gezdirdiğimde hepsi bu sorunun cevabını merak edermiş gibi bakıyorlardı. Gözleri devirdim. “Birincisi ben Asaf’ı sevmiyorum.” Oturduğum yerde geriye yaslanıp bacak bacak üzerine attım. “İkincisi benim onunla konuşmamın tek amacı bu bit kadar şehirde oyalanacak başka bir şeyimin olmaması.”

Esra oturduğu yerde kıpırdandı. “Sürekli şehre laf atıp durma. Burası gayet de güzel bir yer.”

Esra’ya ağzımı açıp cevap vermeden Nur lafa atladı. “Oyalanmak için bir şeyler arıyorsan eminim ki istesen başka şeyler bulabilirsin.”

Kıkırdadım. “Konuştu rahibe.”

Kızlar da kıkırdasa da bu kısa sürdü.

Sevgi az önceki merakına geri dönüp bana odaklandı. “O zaman neden bu çocuğu sevgili konumuna koyuyorsun?”

Öne doğru eğilip fısıldadım. “Çünkü ses tonu çok harika.” Göz kırpıp tekrar geriye yaslandım.

Hepsi kısa bir anlığına gözlerime baktı ve ne demek istediğimi kavradıkları anda ilk tepki Nur’dan geldi. Elindeki peçeteyi masaya atıp geriye yaslandı. “Sen iflah olmazsın,” dedi başını onaylamazca sallarken.

Kıkırdayarak masadaki eşyalarımı toplamaya başladım. “Sizin sohbetimize doyum olmuyor hanımlar ama benim artık kalkmam gerekiyor. Malum benim yol uzun.”

Kızlar başlarını sallayıp onayladılar. Masadaki son eşyamı da çantama attıktan sonra kızlara öpücük atıp kafeteryanın arka çıkışından çıkıp otobüs durağına gittim. Yine oldukça uzun bir sıra vardı ve ben bu sırayı beklemeyecek kadar üşümüştüm. Bu yüzden ayakta gitmeyi göze alıp otobüsün kalan son boş yerine de ben bindim ve kartımı okutup montumun cebine koydum.

Otobüs ilerlemeye başladığında gözlerimi etraftan çekip dışarıya doğru çevirdim.

Her otobüse bindiğimde bazen Esra, Nur ve Sevgi’ye imrenmeden edemiyordum. Onlar kampüsün içerisinde devlete ait olan yurtlarda kalıyorlardı ama bana devlet yurdu çıkmadığı için merkezde bulunan özel bir yurtta kalıyordum. Gidip gelmesi bazı günler zor oluyordu, özellikle de karın çok yağdığı zamanlarda.

Aslında bu şehirde okumayı ben değil ailem seçmişti, bölümümü bile. Fakat bu şehrin tek sıkıntısı bir öğrenci için yapacak hiçbir şeyin olmayışıydı. Hatta yerli halkın övündükleri tek şey her yerin dağ, bayır, orman ve göllerle kaplı olması. Bir anlığına düşüncelerime gözlerimi devirdim.

Onlarda olmasa neyle övüneceklerdi acaba?

Benim gibi büyükşehirden gelmiş biri için bu şehir ve imkanları yetersizdi. Öğrencilik hayatımda bana katabilecekleri hiçbir şeyi yoktu buranın. Hatta geçen ay dil kursuna gitmek için başvuru yapmak istemiştim. Görevliler ilgilenmeyip başlarından savmışlardı. Gerçekten de her konuda vasatın bir üstünde olan bir yerde yaşamaya çalışıyorduk resmen.

Otobüs benim ineceğim durağa yaklaştığında arka tarafa doğru ilerleyip düğmeye bastım. Yaklaşık iki dakikanın sonunda indiğimde karşılaştığım soğuktan dolayı hafifçe titredim.

Durak ve yurt arasında mesafe fazla olduğundan dolayı yolda yürürken sıkılmamak için yapılabilecek en iyi şey telefonda konuşmaktı. Bu yüzden ben de arayabilecegim tek insanı arayıp telefonu kulağıma dayadım.

Yaklaşık bir iki çalıştan sonra karşı taraftan hayran olduğum ses yükseldi.

“Hım…” Yapma işte şunu, çıkarma su sesi lanet herif. Sokaktayım ve yürüyorum. “Birileri kısa süre içerisinde beni özlemiş sanırım.”

Aynen canım ya! Zaten sadece seni özlediğimden, yoksa yurda kadar canım sıkılmasın diye seni aramadım.

“Ya,” dedim a harfini uzatarak. “Hemen de anladın.”

Bu sefer gülen Asaf’tı. “Tabiki de anlayacağım. Çünkü bende seni özledim.”

Cilveli tutmaya çalıştığım ses tonumla konuştum. “Biliyorum bana hayransın, bana bayılıyorsun, ben mükemmelim, harikayım falan filan.”

“Evet bebeğim, sana hayranım, sana bayılıyorum…”

O konuşmaya devam ederken bir an kendimi sorguladım. Ben neden hala bu çocukla konuşmaya devam ediyordum ki? Yaklaşık iki hafta olmuştu ve benim hayatımdaki son kullanma tarihinin çoktan dolmuş olması gerekiyordu.

Aslında Asaf iyi çocuktu. Yani iyi dediğime bakmayın. Kendisinin adı, soyadı, yaşı, okuduğu şehir ve bölüm dışında hiçbir şekilde tanımıyordum. Yüz yüze herhangi bir görüşmemiz de olmamıştı. Hatta görüntülü bile konuşmamıştık.

Onunla anonim olarak mesaj atılan uygulamanın birinde tanışıp konuşmaya başlamıştık. Sonrasında da birbirimize telefon numaralarımızı verip sözde sevgililik olayına baslamıştık. Ama birbirimize mesajı sadece boş kaldığımızda atar, arayıp konuşmalarımızı ise can sıkıntımızı gidermek için yapardık.

Yurdun kapısından girdiğimde konuşmayı sonlandırıp telefonu kapattım. Asansörde son katın düğmesine basıp derince bir nefes verdim ve sırtımı asansörün aynasına yasladım. Burada yalnız olduğum için kısa bir anlığına omuzlarımı düşürdüm ve başımı da arkamdaki aynaya yasladım. Fakat asansör durduğunda yine omuzlarımı dikip başımı kaldırdım ve yüzüme kondurduğum gülümsemeyle odaya yürüdüm.

Kapıyı açtığımda odada kimse yoktu. Bu bir nebze olsun içimi rahatlattı. Çünkü sabahtan beri takındığım maskeyi biraz olsun çıkarmaya ihtiyacım vardı.

Çantamı boşaltıp, üzerimi değiştirdikten sonra telefonumla birlikte yatağıma uzandım. Kısa bir sosyal medya turu yapıp memleketimde ki en yakın arkadaşım Ceren’le de konuştuktan sonra yemek saatinin geldiğini annemin arayıp günün sorgusuna çekince fark ettim.

“Evet anne, derslerime çalışıyorum.” Yatakta diğer tarafa döndüm.

“Bu dönem bütün notlarını yüksek tutmak zorundasın, yoksa ne olacağını biliyorsun?”

Gözlerimi devirdim. Neyse ki o beni göremiyordu. “Bütün burslarımı kaybederim, biliyorum anne.”

Yaklaşık yarım saat daha annemin önce nasihatlarını sonra azarlarını en sonda da tehditlerini dinleyip kapatmıştım. Bahanem ise her zamanki gibi yemeği kaçırmak istemediğimle ilgili bir şeyler söylemiştim.

Dolabımdan her zaman giydiğim hırkamı alıp üzerime geçirdim ve yemekhaneye indim. Menüde pek de sevdiğim yemekler yoktu bu yüzden çorba ve yoğurt alıp tepsimle beraber masalara ilerledim. Kısaca göz attığımda tanıdığım kimseyi göremedim. Boş masalardan birine oturdum ve yemek yerken oyalanabilmek için cebimden telefonumu çıkarttım. Anonim olarak konuşulan uygulamaya girip gelen mesaj var mı diye kontrol ettim. Yine birden fazla mesaj vardı. Gözlerimi devirdim. Rastgele mesajlardan birine tıkladım.

 

Anonim2546

 

Evet orayı biliyorum hatta daha önce

 

defalarca kez oraya gitmişliğim de var.

Acaba neyle ilgili yazmıştı bunu ve bu kimdi ya? Hızlıca mesajların üst kısmına çıktım. Bunu yaparken bir yandan da yemeğimi yemeye devam ettim ama o kadar uzun konuşmuşuz ki kim olduğunu bilemedim. Neyse ki mesajları kurcalarken konuyla ilgili biraz da olsa bilgi sahibi olmuştum.

Ayça

Ben oraya hiç gitmedim ama

oraya gidip görebilmek benim hayalim.

Buna cevap yazdıktan sonra hızlıca diğerlerine de göz atıp cevap yazdım. Aslında bu yaptığım hiç doğru bir şey değildi. Sonuçta tanımadığım, hırlı mı hırsız mı sapık ya da başka bir şey mi olduğunu bilmediğim bir sürü erkekle konuşuyordum ama aklımı meşgul etmenin en iyi yolu buydu. Yoksa düşünmekten kafayı yiyecek raddeye geliyordum ve bu benim ruh sağlığım açısından hiç iyi bir durum değildi. Zaten hiçbirine de ne telefonumu vermiyordum ve hiçbiriyle de yüzyüze görüşmek gibi bir niyetim yoktu. Benim için zihnimi oyalayıp düşünmemi engellemeleri yeterliydi.

Birine mesaj yazarken üstten Asaf’ın araması göründü. Yemek yediğim için meşgule attım ve mesaj yazmaya devam ettim. Fakat aradan bir dakika geçmeden mesajı üst bildirim ekranında göründü.

 

Sevdiceğim Bey

 

Aç şu telefonu!!!!!!

Noluyor be? Bu ne biçim bir mesajdı böyle. Araması tekrar ekrana düştü. Kasemde son kalan yoğurdu da yiyip bitirdikten sonra tepsimi bulaşıkların olduğu yere koyup odama çıktım. Bu sırada Asaf tam yedi kere aramıştı. Kaşlarımı çattım ve son gelen aramasını yanıtladım.

“Ne yaptığını sanıyorsun sen?” Telefonu açtığım anda öfkeyle bana bağırdı.

Ben ise onun aksine oldukça sakin kalarak yanıtladım. “Kim oluyorsun sen de bana bağırma hakkını kendinde buluyorsun.”

“Ben kim miyim? Dalga mı geçiyorsun kızım sen benimle?”

“Asaf, derdin ne?” Onun bağırmalarını dinlemek yerine asıl derdini öğrenip bir an önce telefonu kapatmak istiyordum.

“Hala anonim uygulamasına girip birileriyle mesajlaşıyormuşsun!”

“Bu da nereden çıktı?” diye sordum hala derdinin ne olduğunu anlamayarak.

“Ne demek nereden çıktı? Senin bu yaptığın aldatmaya girer farkında mısın?”

Bıkkınlıkla nefesimi verdim. Gerçekten derdi bu muydu? Bizim aramızda gerçek olan bir şey bile yoktu. Neyin hesap sormasını yapıyor bu ya?

“Hayatım,” dedim sevecen olmasını umduğum sesimle. “Evet uygulamaya girdim ama bir sor neden girdim?” Kısa bir anlığına sessiz kaldım.

“Neden girdin?” diye sordu sessizliğimden yararlanarak.

Sırttım. “Sevdiceğim Bey, uygulamayı telefondan sildim ama e mail hesabımla kayıt olduğum için bana gönderilen mesajlar mail adresime bildirim olarak geliyordu. Bende bundan artık rahatsız olmaya başladım Bu yüzden de uygulamadan hesabımı silmek için tekrar girmek zorunda kaldım.”

Yalandan kim ölmüş.

“Bal,” Ah işte yine o bayıldığım ses tonuna bürünmüştü.

“Efendim Sevdiceğim Bey?”

“İyi ki varsın.”

“Sen de iyi ki varsın.” Gerçekten inanmış mıydı yoksa inanmış rolü mü yapıyordu. Muhtemelen ikincisiydi ama umursamadım. Onun saçmalıklarıyla vaktimi harcayamazdım. Kısa bir süre daha konuştuktan sonra odaya kızların gelmesiyle telefonu kapattım.

Kızlarla da günümüzün nasıl geçtiğiyle ilgili kısa bir değerlendirme konuşması yaptıktan sonra saat on ikiye doğru uyumak için için ışığı kapattık.

Benim asıl mesai bu saatten sonra başlıyordu. Anonim uygulamasına girip önce gelen mesajlara cevap verdim ardından yeni mesaj atanların profillerine girip içlerinden fotoğraflarından gördüğüm kadarıyla beğendiklerime cevap yazdım. Saat iki buçuğa kadar kendimi mesajlarla oyaladım. Üçe doğru beklediğim kişiden başka bir uygulamadan mesaj geldi.

Halil

 

Pişt uyudun mu?

Sonunda! Hemen cevap yazdım.

Ayça

Seni bekliyordum.

Sırıtarak yorganın içine girdim. Üst ekranda fotoğraf atıldığına dair bildirim düştü. Bildirime tıklayıp fotoğrafı açtım.

Tanrım! Bu nasıl bir mükemmelliktir. Yunan tanrıları bu çocuğun yanında halt etmişler. Uzun boyu, mükemmel ötesi duran vücudu ve kavruk teniyle her kızın rüyalarına süsleyecek yakışıklılığa sahipti. Tek sıkıntısı Antalya da okuyor olmasıydı.

Halil

 

O halde bu gece beklediğine

 

değecek güzelim.

Asaf’ın aksine lakap konusunda vasattı ama neyse maksat işimiz görülsün.

Yarınki dersim öğleden sonra olduğu için neredeyse sabaha konuştuk Halil’le. Güneş doğarken artık uyumam gerektiğini söyleyip konuşmayı kesmiştim.

Ertesi gün uyandığımda saat neredeyse on ikiye geliyordu ve benim dersim birdeydi. Yataktan kalktığımda odada kimse yoktu. Dolabımdan havlumu ve temiz kıyafetleri alıp duşa girdim. Hızlıca duşumu da alıp banyoda üzerimi giyindikten sonra odaya geçip saçlarımı kuruttum. Telefondan saate göz attığımda on iki buçuğa geldiğini görünce panikledim. Kesinlikle geç kalmıştım bugünkü derse. Saçlarımı son kez tarayıp ceketimi ve çantamı alıp yurttan ayrıldım.

Adımlarımı olabildiğince hızlı tutup üniversite araçlarının geçtiği durağa vardım. Yaklaşık on dakika kadar otobüs bekledim. Bu vakte kadar gelenlerin hepsi dolu geldiği için hiçbirine binememiştim ama biraz daha beklersem kesinlikle artık geç kalacaktım. Son gelen otobüse minyon tipli olmanın avantajını kullanarak aralardan sıyrılıp bindim. Telefonumu çıkarıp okuldaki kızlarla olan mesaj grubuna girdim ve gelen mesajları okudum. Dersin konusuyla ilgili bir şeyler konuşmuşlardı. Grubun mesajlarını kapatıp Ceren’den gelenlere baktım. Ne zaman geleceğimle ve beni çok özlediğiyle ilgili bir şeyler yazmıştı. Ona cevap yazarken Asaf’tan mesaj geldi. Ceren’in mesajına cevap yazıp Asaf’ın mesajına baktım.

Asaf

 

Gece 4:22 de girme

 

amacını sorabilir miyim?

Ne? Bu bana hesap mı soruyordu. Ayrıca hayır, tabiki de soramazsın! Ama bunları söylemek yerine onu başımdan savuşturdum.

 

Ayça

 

Derse geç kalıyorum.

 

Müsait olduğum zaman arayacağım.

 

Öyle konuşalım.

Derse beş dakika gecikmeli olarak girdim. Neyseki hoca daha girmediği için devamsızlık açısından sıkıntı yapmama gerek yoktu.

Sınıfa girer girmez kızların yanına gidip oturdum. Masaya ders araç gereçlerini de yerleştirdiğim sırada sınıfa hoca girdi ve üç saatlik işkence başlamış oldu.

Bu ders önemli ve geçmesi de zor bir ders olduğu için sadece dersi dinlemiştim. Dersten sonra biraz da olsa dinlenebilmek amacıyla kampüsün içerisinde bulunan aktivite merkezindeki kafelerden birine geldik. Ders de yorucu olduğu için hepimiz aç olduğumuza karar verip yemek siparişi verdik.

“Kızlar haftaya sınavlar başlıyor, çalışmaya başladınız mı?” Esra sorusunu ortaya bıraktığında hepimiz uzaylı görmüş gibi ona baktık.

Arkama yaslanıp bacak bacak üstüne attım ve ilk cevaplayan ben oldum. “Arada kitapları karıştırdım ama ciddi olarak bir çalışmam yok henüz.”

“Ben geçen haftadan başladım çalışmaya bütün notlarımı yüksek tutmam lazım.” Nur elindeki telefonu masaya bırakıp konuşurken hepimizle tek tek göz teması kurdu.

Sevgi ise sessiz kalıp omuzlarını silkmekle yetindi.

Sipariş ettiğimiz yiyecekler geldiğinde hepimiz kısa bir anlığına sessizliğe büründük.

Garson gittiğinde yemeklere başlayıp bir yandan da gündelik hayattan konuşmaya devam ettik.

Kafeden kalkmaya karar verdiğimizde saat sekize geliyordu. Bu süre içerisinde annem aramış ama arkadaşlarımla olduğumu söylediğim için konuşmayı kısa kesip yurda gittiğim zaman muhakkak aramam gerektiğini söylemişti. Her ne kadar daha oturmak istesemde ailemin aramasına geri dönmem gerektiği için kızlarla vedalaşıp hesabımı ödedikten sonra da merkeze giden otobüslerle yurda gittim.

Odama çıktığımda ilk işim annemi arayıp günün hesabını vermek oldu. Annemle konuşurken iki defa Asaf aramıştı. Sonra aklıma okula giderken onu arayacağıma dair attığım mesaj geldi. Saat neredeyse ona geliyordu ve ben ona hala dönüş yapmamıştım. Gerçi her seferinde böyle oluyordu. Ne zaman geceleri Halil’le konuşsam, ertesi günü Asaf’ı unutuyordum. Ama ne yapabilirim ki Halil’le gece olan konuşmalarımız ne zaman aklıma gelse peşinden onun o harika vücudunu, kavruk tenini, kemikli yüz hatlarını, boynundaki adem elmasını ve bana bunları gösterecek fotoğrafları atmasının sebebi geliyordu. Ah, sanırım yine banyoya girmem gerekiyordu.

Annemle konuşmam bittikten sonra Asaf’ın aramalarına geri döndüm ve açtığında sanki hiçbir şey olmamış gibi davranmayı seçtim.

“Sevdiceğim Bey, bugün neler yaptın?”

“Bal, günümün hepsi seni özlemekle geçti.”

Şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. Sabahki konuyu açmasını beklerken benimle normal konuşması beni biraz şüphelendirmişti açıkçası.

“Ya, bende seni özledim.” Ona ayak uydurup cilveli şekilde cevap verdim.

“Bal, sana bir şey söyleyeceğim.”

Gözlerimi kıstım ve “Dinliyorum,” dedim.

“Seni seviyorum.”

Arkadaşlar sanırım gece aldatılmışım.

“Hemde seni çok seviyorum,” diye devam etti sözlerine.

Evet kesinlikle gece aldatılmıştım.

Sanırım bu da hayatın bana karmasıydı.

Her neyse…

“Bende seni seviyorum,” diye yanıtladım onu.

Neredeyse gece yarısına kadar günümüzün nasıl geçtiğiyle ilgili konuşmuştuk. Sabah ikimizin de erken saatte dersi olduğu için telefonu kapattık.

Yurda giriş saati en son ikiyidi. Odadaki diğer kızlarda odaya genelde bu saatlerde geldiğinden günün çoğunda yalnız oluyordum.

Kızlar odaya girdiğinde onlarla kısaca merhabalaşıp çok uykum olduğu için uyumayı seçtim.

Haftanın kalanı da diğer günler gibi geçip gitti ve sonunda vize haftası gelip çattı.

Oldum olası sınavlardan nefret etmiştim. Gerçi hangi öğrenci severdi ki sınavları zaten.

Bütün haftayı sınavlara çalışarak geçirdim. Bu süre zarfı içerisinde Asaf’ı ihmal ettiğim için bana yakınıp durmuştu ama sınavlarım daha önemli olduğu için onu umursamadım. Bu haftaki tek olumsuz hareketin geceleri Halil’le konuşup sabaha uykusuz şekilde sınava girmekti. Genelde sınavlar sabah erken saatlerde olduğu için okuldan gelir gelmez kendimi uykuya veriyordum. Asaf’a ise bahane olarak bütün gece ders çalışmakla ilgili bir şeyler söylüyordum.

Son sınavdan çıktığımda uyumak için yurda döndüm ve odaya girer girmez annemin araması ekrana düştü.

“Efendim anne?” Gözlerimi zar zor açık tutmaya çalışarak konuştum.

“Biletini aldım. Eşyalarını hazırla, öğlen otobüsüne bineceksin.”

Bıkkınlıkla nefesimi verdim. “Tamam anne,” dediğim anda telefon suratıma kapatıldı.

Benim hayatımda buydu işte. Annesinin ona çizdiği sınırlar çerçevesinde hayatını sözde özgürlüğüyle yaşamaya çalışan ve bu yüzden yalan konusunda ustalaşmış birinin hayatını yaşamaya çalışıyordum.

Bazanın altından küçük valizi çıkartıp geri götürmek istediğim birkaç parça eşyayı koydum. Sırt çantamı da hazırlayıp yurdun müdürünün yanına indim ve bir hafta olmayacağımın haberini verdikten sonra en yakın taksi durağından bir taksiye binip otogara gittim. Otobüs erkenden gelmişti. Bende çantaları muavine verip telefonuma gelen mesajdan oturacağım koltuğa bakıp yerime geçtim. Otobüsün hareket saati geldiğinde montumun cebinden kulaklığımı çıkartıp taktım ve rastgele bir müzik açıp başımı koltuğun arka kısmına yasladım.

Bir haftalık eziyet başlıyordu. Umarım hızlıca geçerdi.

 

Loading...
0%