@hiowarii
|
Bölüm 1 *** Hepsi öncekileri aratıyor. Sogen artık kendi gibi olamaz. Hep birlikte güldüğümüz sofralardan, o kahrolası karanlık gün sayesinde, ağlayarak ayrılıyorduk. Hiçimiz içinde umut kalmamıştı. Bir süre biz bunlara inanarak geçti zaman. Ama unutamadığım, bir şeylerin unutmama izin vermediği iki adam var. Bu iki adam kötü bittiğini düşündüğümüz sonlarımızı, silip tekar yazacaklardı. Onlarla ilk karşılaştığımda, onların geleceğin kahramanları olacağına dair bir inancım yoktu, hatta bana sıradan mahluklar gibi görünmüşlerdi. Kim bilirdi ki onların tüm bu hastalıklı düzeni yıkacak adamlar olduğunu, ben bileyim... Yıllar geçtikçe iki adamın daha doğrusu onların kurduğu "ARGSAL" 'ın hikayesi Sogen için bir savaş destanıa dönüşmüştür.
Her şey 8. Günün 25. Anında o ikisinin tesadüf eseri tanışmasıyla, bizler hebersizce büyük değişimin parçası oluyorduk. Harbiye ve Bahriye Nazırlığı Ortak Görüşmesi, Meclisi Vükelâ o gün de vardı. O gün de diyorum çünkü artık saymak mümkün değildi. Başka işleri yokmuşcasına toplanıyorlardı. Boşunaydı ama. İki ferikin fikir ayrılıkları, uzun uzun tartışmaları, bitmek bilmeyen toplantılar, özlerinde iki fikrinde eksiklerin olmasından, bir görüşme bin görüşme doğuruyordu. O iki ferik sağ olsun halk hâyırına karar alınamıyordu. Ferikler her görüşme kendi ahlaklarını yarıştırıyorlardı. Bu kez de aynının olacağı Ferik Feu Kasten ve Bahriye Feriki Jean'ın Nazırlık sofasında kesişmesiyle tüm harbiyeliler tarafından bellenmişdi. Bahriye Feriki Jean, Ferik Feu'yu gördüğünde durdu. Yoluna devam etmedi. Gözlerini Feu'nun üstüne sabitledi. "Bu kez de işlerimize çomak sokmayacaksın değil mi, Ferik Arkadaşım?" "Çomak sokmak mı? Ben mi? Feu'nun sesi buz gibi, "Ben olmasam üç saat dayanamaz çökersiniz!" diye bağırdı. Altın gözlü bir onbaşı Ferik 'in kolundan tuttu. O Ferik Feu Kasten'nin manevi kardeşi Onbaşı Yutoo idi. Her zaman birlikte oturup birlikte kalkarlar, birbirlerini çok severlerdi. Yutoo da Feu da onları tanımayanlar için aklı selim, insanlar gibi görünseler de. Her ikiside kıt akıllılardı. Yani başka bir deyişle tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş, iki kardeşlerdi. Ferikler atışmalarına devam etmek için Harbiye Mabeyni'ne yöneldiler. Görüşme yalnızca Erkanlar ve Ümeralar içindi. Onbaşı Yutoo rütbesinin düşüklüğünden toplantıya katılamadı Mecbur ağbeyinin bekleyecekti. Önce aklından avluda beklemek geçti, kalabalığı görüncede vaz geçti. Nazırlığın terasına çıkıverdi. Kapıyı açtı, kimsecikler yoktu. Gerçi niye olsunlar ki, aklı yerinde olan kimse çocuk bekler gibi bir Ferik 'in Görüşmesini bakelemez, diye düşündü. Geri güldü hâline. Ne ağabeyi normal bir Ferikti ne de kendisi normal bir kardaş.
Beş on adım atıyor, yüzüne rüzgar üflüyor, derince bir nefes alıp parapetlere ulaştı. Soğuk mermere ellerini bıraktı. Kafa dinlemeye onun da ihtiyacı vardı. HÜÜFFF, ciğerlerindeki tüm havayı boşalttı. Gözleri aşağıya, Harbiye Nazırlığı 'nın önündeki çarşı girişindeki insanlara takıldı. Sogenli bu insancıklar kuruluş kutlamaları için çarşı ve bedesteni tezgahlalarıyla sürüyorlar. Bu sene oldukça tutkulu gözüküyolar. Daha yeni kavuştukları 'normal' yaşamlarına sımsıkı sarılıyorlardı. Gençler, yaşlılar, çocuklar ve kadınlar el ele vermiş Başkenti güzleleştiriyorlardı. Kocaları bile işlerinden izinler almış eşlerine yardım ediyorlar. Çocuklar her zamanki fuzuli sorularını meraklı gözleriyle ailelerine yöneltiyor. Hafif bir bayram havası çökmüş tümünün üzerlerine. Ağabeyim gelsin de birlikte dolaşalım, diye düşünüyor Yutoo. Aklına sevdiği geldi. "Bu havada Linda'mla gezmek de güzel olurdu." diye ah çekti. Ansızın Kapıyı beyez eldivenler araladı. Keskin ütülü lacivert harp üniforma içinde kısacık sarı saçlı otuzlarında güzelce bir Mirliva. Dalgın Yutoo onu fark edemedi. Mirliva yanaştı. "Yutoo, ne yapıyorsun burada?" "A Nin abla, asıl sen ne yapıyorsun burda? Görüşmeye katılmıyor musun?" Yutoo'nun bu arkadaşı Mirliva rütbeli Nina Armor idi.İç savaş döneminden beri sıkı dostlardı, en azından Yutoo buna inanmak isterdi. Nina Armor çok yetenekli bir askerdi. Hatta o ki iki yıl evvel 'En Çok Gelişen Asker' geçen yıl ise 'En İyi Kadın Erkanı' seçilmiştir. Sırf bu sebepten diğer bir kadın erkan olan Ferik Ker'le araları hâlâ kötüdür. Yutoo 'nun sol yanına Parapete doğru yürüdü Nina, Yutoo 'nun sorusunu cevapladı: "Feu ve Jean'ın dırdırından sıkılmayan mı var? Onlar yapsın açılışı birazdan inerim yanlarına." "İyi yapmışsın." gülümsediler “Aynıyız o zaman Nin abla.” dedi Yutoo. "Neden, senin canın neye sıkkın?" "Öylesine işte abla, öylesine..." Bir süre sustular, çıt çıkarmadan, zamanın akıp gitmesine izin verdiler. "Altı yılın sonunda tekrardan insanların kutlamalara hazırlık yapması müthiş değil mi Yutoo?" "Neymiş müthiş ol-?" Mirliva Onbaşı'yı duymuyor, dinlemiyor, kendi kendine anlatıyordu: "MÜTHİŞ! GERCEKTEN MÜTHİŞ! Böyle huzurlu olabileceğimizi hiç düşünür müyüdün? Ben düşünmezdim... Kimse bilemezdi! Şaşırtıcı bu insanlar geçen sene bu şekil umutlu değillerdi. Üç-beş tezgah...bir iki saat sonra kapatılmadı mı?.. AMA BU SENE OHOO!!! 2-4-6-8-10-12-.....-24-26, Burdan gözüken 26 tane tezgah var. Goremediklerimi, ara sokakları ve bedesteni de sayarsak kaç olur kii?... Çok olur, çok. Ne değişti ki bir yılda insanlar bir anda kutlama aşığı oldu? Ne olmuşsa güzel olmuş insanlar mutlu ya, daha önemli bir şey yok!" Nina kafa şişiren tek taraflı konuşmasını bitirdiğinde Yutoo'ya dönüp onay istedi. Yutoo boynunda bir düğüm, yutkunamıyor. "Bilmiyorum..." diyiverdi. Altın gözleri görünmez olmuştu. Onbaşı önce göğün bulutlarına baktı sonra yerin insanına. dudakları titredi, bir şeyler söylemek niyetindeydi ama doğru kelimeleri seçmesi mümkün değildi. Nina ne olduğunu soramadan Yutoo anlattı. "Geldiğimden beri görmedim ki gülen yüz, Yad ettiğiniz geçmiş bende yok. Hatrında mı diye soruyorsunuz, Yaşamadığım günlerin neyini anlatayım sana?" dedi. Ağlamaklı gibi oldu. Hatta konuşmaya devam etseler kesin ağlardı. Nina bir şeyler söylemek istedi. Geri vaz geçti, dostunu kırmak istemedi. Suskun susukun yoldan gelip geçenleri izlediler biraz. O sırada Yutoo için tanıdık bir sima ellerinde kutullarla, altın sarısı saçlarını savura savura çarşıya gidiyordu. Adeta bir maratoncu, koşarak Harbiye Nazırlığı'ndan ayrıldı. Terasdan inerken de Nina'ya "Bir işim var sonra görüşürük bacım, Hadi sana eyvallah!" demiş, o gittikten sonraysa Nina'nın anlamsız bakışlarına maruz kalmıştı. Neyse ne önemli olan kutular taşıyan kızcağıza yetişmekti. Bu kızın üzerinde titzlikle durmak gerekiyor. Çünkü düşündüğünüzden çok daha önemlidir kendisi. İleride tekrar karşılaşacağız ama şimdilik o kızdan sadece Yutoo 'nun tek taraflı aşkı diye bahsedip geçebiliriz.
Bu bahsi geçen kız, Sogen Kota'nın en ünlü dincisi Şerriye Nazırı'nın tek evladı Linda İnore: sarışın, ince belli, anne mizaçlı, güzelce bir kız. Din ve öğretilere babası gibi oldukça bağlıydı. İnsanlara faydalı ilim vermek için yanıp tutuşan bir kalbe sahiptir. Bir gün ne olmuş nasıl olmuşsa zaviyenin kapısında bir kalabalık kopmuş.(Sonradan duyduğum kadarıyla Dilek Taşları içinmiş bu izdiham.) Bu kalabalıkla Bay İnor ve Linda güç bela baş edebiliyormuş. Tam o sırada bizim Tencere Feu ve Kapak Yutoo oradan geçmekteymiş. Ferik Feu da çok iyi bir adam ya! Hemen yardıma koşmuş, kalabalığı dağıtmış. Orda bizim Yutoo Linda ile göz göze gelmiş, başlamış sevmeye. Tabi bu tamamen tek taraflı bir aşk, Linda ölsem Yutoo'ya varmam diyor. Yutoo'ysa bunu 'seven nazlanır' olarak görüyordu. Yutoo aşkı Lindaya onlarca kez bazen şiirlerle, bazen kokulu mumlarla, bazen de kan kırmızısı güllerle ilan etmiş ancak her seferinde saniyesinde reddedilmişti. Çok geniş bir arkadaş çevresine sahip olmuş olsa da, aşkından hiçbir dostuna bahsetmemişti.
Şimdi Yutoo Harbiye Nazırlık Avlusu'ndan ayrılmış koşa koşa Linda'sına ulaşmaya çalışıyor, aslında oldukça iyi bir koşucudur kendisi, tüm kuvvetiyle koşuyor ve avazı çıktığı kadar bağırıyor, Linda'ya sesleniyordu. Bariz bir şekilde Linda onu duymazdan geliyordu. Ta ki Yutoo'nun bağırtısı çarşıdaki tüm gözleri o ikisinin üstüne dikene dek durmadı. Durduğunda yüzü kızarmış hâlde: "Ne istiyorsun Yutoo, sana beni rahat bırakmanı söylediğimi sanıyordum!" dedi, Yutoo nefes nefese yere çöküp lakırtı ediyordu. "AMAN BE! Nasıl da yorulmuşum. Ta Nazırlığın terasından beridir seni izliyorum." gözlerini Linda dan ayırmadan tamamen yola uzandı. "Banyo yaparken kulağını yıkıyon mu? Jean'ın sağır annesi bile beni duymuştur. Sen nasıl duymuyon aklım şaştı!" Onbaşı küstah bir dilde devam etti konuşmaya: "Bir an olsun bilerek beni duymazdan geldiğini düşündüm, sonra dedim ki: olmaz öyle iş Linda'm beni çok sever sesimi duysa yanıma uçar... Öyle değil mi Linda? Beni çok seversin di mi?" Genç kız yüzünü ekşitti, o kadar çok ekşitti ki Yutoo'nun tabiriyle küfretse daha iyiydi. Onbaşı ayağa kalkıp silkeleyip temizledi üstünü. Konuyu değiştirmek için Linda'nın ellerindeki kolilere uzandı. "Nereye götürüyorsun söyle, ben taşıyayım." Linda her zaman ki gibi reddetti. Koliyi geriye çekmeye çalıştı, yapamadı. Yutoo sımsıkı tutmuştu kartonları. Yutoo'nun altın gözleri Linda'nın altın saçlarıyla buluştu. "Çek şu pis ellerini malının üstünden!" dedi Linda Yutoo refleksen bıraktığında yine koşarak mesafeyi açmaya başladı. Ancak Yutoo sonunda sevdiğini bulmuştu öyle çabuk bırakacak değildi. Gülümseyerekten takip etti kızı. "İster söyle ister söyleme, ben de seni takip ederek öğrenirim. Hihihi." "Iy, benden uzak tanrıya yakın ol!" Linda önde on başı arkasında yürümeye koyuldular. Arada Yutoo lüzumlu lüzumsuz sorularıyla kızı darlıyordu. Çarşıya girdiler, birkaç tezgahı geçtiler, peynirler, kumaşlar, takılar, zarflar, eğlence yerleri... Koca bir ağacın altından geçmekteydiler tam o sırada bir kurumuş turuncu bir yaprak düştü genç kızın önüne. Kız duraksayıverdi. "Aa çok erken değil mi ya, yaz mevsimi daha" dedi yutoo, eğilip kuru yaprağı aldı, şöyle bir ters düz edip en sonunda Linda'nın saçlarına bıraktı. " Ne yapıyorsun! yerdeki pis şeyi neden kafama koyuyorsun!" Saçlarını savurarak yaprağı düşmeye zorladı. İnat etmişti yaprak kıpırdamadı. "Pis değil," dedi "ağaçlarda yerden bitmiyor mu? Yaprağı yere düşmüş hemen geri almışım ne olmuş yani! Bu onu pis mi yapar?" Linda "UFF, Al ŞUNU KAFAMDAN!!"diye bağırdı. Yutoo yine aynı alaycı tavrıyla, ağır hareketlerle aldı yaprağı. "Haa! Şimdi anladım sen yaprağı beğenmedin çiçek istiyordun di mi? Olsun sarışınım sen iste yeter en güzel çiçekleri alırım." "Senden Hiç bir şey istemiyorum, beni rahat bırak!" Boş bulduğu bir tezgaha kolileri bıraktı Linda. Derince bir nefes ve açmaya başladı kolilerini. Yutoo da bir sandalyeyi çekip aşkını izlemeye koyuldu. Linda tozlu bir takı rafını çıkarttı. Önce muskaları sonrada Dilek Taşları 'ndan yapılmış kolyeleri dizdi... bir iki küçük tılsım... en sonunda da bir kürsüye babası Bay İnor'un yazdığı kitabı özenle yerleştirdi. Yutoo Linda'nın rafa dizdigi Dilek Taşlı kolyeyinin tekini eline aldı, trin trin çevirmeye başladı. "Ver şunu! kıracaksın." "Haklısın kırmak istemem..."diyip fırlattı kolyeyi. "Kırmak istemem mi? Neden bahsediyorsun?" "Dilek Taşları'ndan haz etmiyorum, bence kişi dileği için çabalamalı." "Eski kafalısın." "Biraz..." "Yoksa sen işimizi küçümsüyor musun?" "Yoo, ben küçümsemek demezdim." "Ne derdin?" "Hmm, küçümsemek değilde abartılmış olduğunu düşünüyorum..."dedi, bilge gibi gözükmek için tüysüz çenesini ovuyordu. "Aptalsın! Sen gibi bir cahilden ne beklenir ki!" Yutoo'nun rahat pozisyonu bozulmuş tahta sandalyeden fırlayarak kalktı. Elini masaya vurdu. "CAHİL OLABİLİRİM AMA APTAL DEĞİLİM!" Aptal tüm çarşıya bağırdı. Carşidaki insanlara rezil oldugunu düşünen Linda'nın yüzü domates gibi kızardı. "DEFOL APTAL!" demin boşalttığı kolilerin birini Yutoo'nun kafasına nişan aldı. Onbaşı Yutoo kartonu havada kaptı. Daha sonrasında Linda kitabın altındaki meşe kürsüyü fırlattı Yutoo'ya. HOOOPP. Tam karnına! Yutoo elindekileri düşürdü. Acıyla kollarını bastırdı karnına. "Ahh!" "DEFOL DEDİM SANA!" Linda sözünü tekrar etti. Galiba bu son uyarı diye düşündü Yutoo. Hiç sesini çıkartmadı. Kuyruğunu kıstırmış karnını sıvazlaya sıvazlaya usul usul, çarşının tozlanmış ara sokaklarında kayboldu.
454.8.25.1. (06.08.XX gündüz 1) |
0% |