@hivs4u
|
Dikkat et Alagan masken içindeki sıcaklığa dayanamayıp eriyor ve bana gerçek seni gösteriyor. Ah tabi önce şu buzdan uyuşmuş ruhunun da çözünmesi gerekiyor. Gelecek, ona da sıra gelecek. Maskelerini birer birer yüzünden koparıp atacağım.
♟️
Burnuma gelen yemek kokuları eşliğinde gözlerimi açtım. İlk defa bu kadar yoğun ve güzel kokular alıyordum, midem de aynı fikirde olmuş olacak ki guruldayarak bunu belli etti. Kokunun kaynağını bulup imha etmek için yola koyuldum. Ayaklarım çıplaktı ve soğuk zeminle her buluştuğunda içim titriyordu, yine de pes etmeden mutfağa ilerledim. Üstünde pembe bir önlük ayağında yine pembe tüylü bir terlikle Berrak omlet hazırlıyordu. Geldiğimi anladığında geri dönüp gülümsedi. “Günaydın uykucu” “Günaydın” Baştan sona pembelere bürünmüştü, şort takımı pembe kafasındaki saç bandı pembe uzun çorap giymiş o bile pembeydi. Pembeyi bu kadar sevdiğini bilmiyordum, en sevdiği rengin kırmızı olduğunu sanıyordum. Hastanede çoğunlukla kırmızı şeyler giyerdi ve sürekli ojeleri kırmızı renkteydi, ah bir de saçı. Bu kız her gün beni şaşırtmayı başarıyordu, sürpriz yumurta gibi içinden her an her şey çıkabilirdi. “Ee neden hala orda put gibi dikiliyorsun, otursana” Dediğini yaptım ve usulca yerime oturdum. Masa baştan sona kadar donatılmıştı, bu kadar şeyi bizim yiyeceğime emin değildim. Misafirimiz mi vardı acaba? Henüz ilk günden misafir ağırlamaya hazır olduğumu sanmıyordum. “Evet omletimiz de hazır, bakalım beğenecek misin?” Omletin kokusu insanı acıktırıyordu, misafirin gelip gelmeyeceğini umursamadan yemeye başladım. Tadı da kokusu gibi inanılmazdı istemsiz hmm sesi çıkarmıştım ve bu Berrak’ın gururla gülümsemesine sebep olmuştu. “Geç kalacaklar gibi.” “Kim?” “Misafirlerin.” “Ne misafiri?” “Senin misafirlerin.” “Benim mi?” Berrakla aramızdaki bu saçma diyalog uzadıkça uzuyordu, ben bir şey söylüyordum o soru sorarak yanıt veriyordu. Yüzünde de anlamaya çalışır gibi bir ifade vardı. “Ay yeter gerçekten. Berrakcım misafirimiz yoksa bu kadar şey kime?” “Haa” Berrak beni anladığında kahkahalarla gülmeye başlamıştı, komik olan bir şey yoktu halbuki. Bence o tımarhaneye benim yerime Berrak girmeliydi. Sonunda gülmesi durunca konuşmaya başladı. “Tabii ki bizim için. Yani benim için. Bakma öyle şaşkın şaşkın çok komik görünüyorsun.” Evet kesinlikle hastaneye yatması gereken oydu. Beklediğimden daha kısa bir sürede doymuştum ama gözüm hala doymamıştı. Hastanede çok az yemek yediğim için istemeden de olsa burada da bunu sürdürüyordum. Yemek istiyordum ama midem buna hayır diyordu. Üzgünce arkama yaslandım ve Berrak’ı izlemeye başladım. Kahvaltıya başlamadan önce açtığı Victoria’s Secret şovunu heyecanla izliyordu. Bir yandan ekmeğine çikolata sürüyor bir yandan da yorum yapıyordu. Yok bu olmamış, şu çok rüküşmüş, o daha güzel yürürmüş… Başta onu dinliyordum ama sonrasında bırakmıştım. “Ay çok yedim ya” Sonunda doyduğunda masanın üstünde tek bir şey bile kalmamıştı ve o çok yedim diyordu. Çok yemedi dünyayı yedi hatta bir ara doymayıp beni de yiyecek sanmıştım. Bu kızın midesinde bir kara delik olduğuna eminim. “Yemek faslı bittiğine göre konuşalım mı?” “Neyi?” “Bugün hep böyle soru mu soracaksın Berrak?” Benim ciddi olduğumu görünce o da ciddileşti ve oturmasını düzelterek daha dik ve kendinden emin oturmaya başladı. Az önceki şakacı ve neşeli kız gitmişti bile, yerine her zamanki o soğuk maskesini takmıştı. “Hiçbir şey olmamış sanki yeni eve çıkan iki yakın arkadaşmış gibi davranmayı bırakmanı bekliyordum. Senin sorunun ne? Sen o hastanede bana yapılanlara göz yummuş birisin, şimdi karşımda arkadaşımmış gibi durman fazla samimiyetsiz.” “Ben bana söylenileni yaparım. Oradaki görevim sessiz kalıp denileni yapmaktı burada ise sana bir arkadaş olmak. Ayrıca hastanedeyken sana iyi davranmadığımı söyleyemezsin. Sana karşı çok kibardım.” Sonunda cici kız rolünden çıkmaya karar vermişti. Böylesi benim için daha iyiydi, olmadığı biri gibi davranan insanlardan nefret ederdim. “Neden bu işi kabul ettin?” “Çok para teklif ettiler ve para kesinlikle benim reddedemeyeceğim bir faktör.” Onun parayı seven biri olduğunu hiçbir zaman düşünmemiştim. Belki bazen öyle bir ihtimali gözden geçirmiştim ama hiçbir zaman sebebin bu olacağını düşünmemiştim. Önümdeki tabakları ve bardağımı bulaşık makinesine koydum. “Nereye?” “Duş almaya sen de gelecek misin?” Cevap vermesini beklemeden mutfaktan çıkmıştım. Sözde evim olan bu yer arşenin evinin tıpatıp aynısıydı. Mimarisi olarak çok benzer olsalar da dekorları çok farklıydı. En büyük farklılık burasının teknolojik aletlerle dolu bir akıllı ev olmasıydı. Arsen kendisi için tüm önlemleri almıştı ama bizim için hiçbir önlem alınmamıştı. Ah butonları unutmuştum, baştan sona korunaksız bir ev diyemezdim tabi. Onun evi daha çok vintage tarzıyken bizimki Barbienin evi gibiydi. Etrafta çok fazla pembe eşyaların olması burayı Berrak’ın dizayn ettiğini gösteriyordu. Odama girdiğimde içimi bir heyecan kaplamaya başlamıştı, bunun sebebi kendimi ilk defa görecek olmam mıydı? Banyoya girdim, sabah uyandığımda aynaya bakmadan yüzümü yıkayıp çıkmıştım ama şimdi özellikle kendime bakmak için giriyordum. Ellerim titriyordu, ayaklarım her an beni taşımayı bırakacak gibiydi. İstemeden de olsa gözlerimi kapattım, neden bu kadar heyecanlanmıştım, bir insanın kendisini ilk defa görecek olması ne kadar garipti öyle değil mi? Bunları neden yaşamak zorunda bırakılmıştım? Gözlerimi açtığımda ilk gördüğüm şey bana bakan ela gözlerdi, bir süre gözümü kaçıramadım elalardan. Saçlarımın beyaz olduğunu biliyordum zaten ama yüzümle beraber görmek çok daha farklıydı. Kocaman gözlerim varmış ve de dudaklarım. Yüzüme göre ikisi fazla büyük duruyordu. Zayıflığımdan dolayı yüzüm fazla kemiksi duruyordu, muhtemelen eskiden yanaklarım daha şişkin yüzüm daha renkliydi. Karşımdaki kadın ruh gibiydi. Yüzümde çillerin olduğunu aynaya yaklaşınca fark etmiştim, yüzümün farklı bölgelerine dağılmışlardı. Çok değillerdi uzaktan ben gibi bile görünüyor olabilirdi. Kıyafetlerimi çıkardığımda dikkatimi ilk çeken bacağımdan kasığıma kadar uzanan korkutucu ejderha dövmesiydi. Kuyruğu dizimin bir karış üstünden başlıyor, leğen kemiğimin biraz üstünde bitiyordu. Gövdesi çok büyük ve detaylı çizilmişti kafası kasıklarıma doğru eğilmiş gibi görünüyordu. Korkutucu hissettirmesi gerekirken aksine iyi hissettiriyordu. Sanki evimi bulmuşum gibi… Aynadan kendime baktığımda omzumda bir dövmemin daha olduğunu gördüm. Minicik bir peri dövmesiydi ve renkliydi. Kanatları maviyken bedeni pembeydi ve başında küçük bir çiçek vardı. Bir elini aşağıya doğru uzatmışken diğer elini geriye doğru uzatmıştı ve o elindeki asadan sarı ışıltılar yayılıyordu. Çok tatlı bir dövmeydi ama ejderha dövmemle büyük bir tezat oluşturuyorlardı. Dövmelerimin olabileceği hiç aklıma gelmemişti, gerçi ben dövmelerimi görene kadar dövme diye bir şeyin varlığını bile hatırlayamamıştım. “Çıkmayı ne zaman düşünüyorsun acaba?” Berrak durmadan kapımı çalmaya başladığında ıslak saçlarımı havluya sarmakla meşguldüm. Kaç saat geçtiğini bilmiyordum ama upuzun bir duş aldığımı ve çok daha iyi hissettiğimi biliyordum. Sıcak suyun altında gevşemiştim, eskisi gibi vücudumu taşmış gibi hissetmiyordum. Kapıyı açtığımda Berrak’ın havaya kalkmış yumruğu neredeyse yüzümle buluşmak üzereydi. “Neden cevap vermiyorsun?” “Keyfim ve kahyası öyle istedi. Bir sorun mu var?” “Aşağıya in.” “Neden?” “Keyfim ve kahyası öyle istediği için.” Benim silahımla beni vurarak odadan çıkıp gitmişti. Zamanında şu kızın yanında nasıl huzur bulduğumu ve güvende hissediyordum. Denize düşen yılana mı sarılıyordu? Evet evet, kesinlikle yılana sarılmıştım. Çaresizlik ve ümitsizlik insana neler yaptırıyormuş. Dolapta bulduğum ilk siyah eşofman takımını üzerime geçirdim ve yılanın yanına gitmek için odadan çıktım. Olabildiğince yavaş yürüyordum, merdivenlerin aşağısında durup bana baktığını görünce adımlarımı iyice yavaşlattım. “Hah, inadıma yapıyor görüyor musun?” “Artık ne yapmışsan.” Altay bana destek çıktığında iyice sinirlenip koltuklara attı kendini ve son ses televizyon izlemeye başladı. Altay ve ben onun bu haline gülmüştük. “Altaycığım ne kadar şanslı olduğundan haberdar mısın?” “Altaycığım mı?” “Odaklanman gereken kısım orası değil.” “Neresi?” “Şanslı olduğun kısım.” “Nerem şanslı benim ya, şanslı olsam burada mı olurdum!” “Şanslı olduğun kısım tam olarak bu. Her gün böyle bir şaheseri, böyle bir güzelliği gördüğün için tanrı tarafından kutsanmış olmalısın.” Altay ağzı açık bir şekilde bana bakakalmıştı. Sanırım ne kadar şanslı olduğunu şimdi anlamıştı, ben de söylemesem zavallıcık cahil cahil dolanacaktı etrafta. “Böyle biri olacağın aklımın ucundan geçmezdi.” Mutfaktan elinde elmayla çıkan Arsen, şaşırmış bir ifadeyle Berrak’ın yanına oturmuştu. Berrak diğerlerinin aksine gülüyordu. Onun gülümsemesinde bile bir iticilik vardı, çıngıraklı şeytan işte. “Böyle biri derken?” “Egoist.” “Doğruları söylemek ne zamandan beri egoistlik olarak algılanıyor. Hem sen bana laf yetiştireceğine dünkü adamların derdi neymiş onu öğren.” “Öğrendim.” “Eee kimlermiş?” Cevap vermek yerine elmasından kocaman bir ısırık aldı, gözümün içine baka baka yavaşça çiğnemeye başladı. Bu şekilde çekici olduğunu düşünmüyordur umarım çünkü tam bir aptala benziyordu, üstüne atlamalık bir aptal “Beni ilgilendiren bir mesele.” “Bana da sıçradığına göre artık senin olmaktan çıkmıştır o mesele.” “Sıradan her zamanki şeyler.” “Ben o her zamanki şeylerin ne olduğunu bilmiyorum. Anlatmaya ne dersin.” Ayakta durmaktan yorulduğum için tekli koltuklardan birine oturdum. Söylenmeyi de eksik etmiyordum tabi, benle beraber Altay da oturdu, ona doğru yaklaştığımda irkilip geri çekildi. “Bunun ağzından da cımbızla laf alınıyor.” Altay cevap vermek yerine benden uzaklaşmayı tercih etmişti. Benden gerçekten çekiniyor muydu yoksa rol mü yapıyordu anlayamıyordum. Garip bir adamdı. “Onlara katılmamı isteyenler, bu aralar biraz sıklaştı ama hallediyorum. Maalesef yükseldikçe seni yanlarına çekmek isteyen, seni kendi çıkarları için kullanmak isteyen çok oluyor.” “Onlar kim?” “Her şeyi sorgulayacak mısın böyle?” “Evet” Derin bir nefes aldı ve elindeki bitmiş elmayı çöpe atmak yerine masanın üzerine bıraktı, bakışlarımı fark edince elmayı alıp mutfaktaki çöpe attı. Kendi yerine geçip oturmak yerine benim oturduğum koltuğa yaklaştı ve başımda dikilmeye başladı. Kulağıma yaklaşıp kelimeleri fısıldamaya başladı. “Onlar bu dünyayı görünmez ipleriyle yönetenler.” “Bir tek kişi ya da topluluk değiller, onlarcası yüzlercesi var. Tabi bazıları diğerlerinden daha güçlü. Çoğunun bir lideri yok, tüm üyeler eşit. İnsanlar çoğunlukla kendi statüsündeki bir tarikate üye olduğu için isteseler de bir lider olamıyorlar. Üyeler ne kadar saygın ve güçlüyse o tarikat de o kadar güçlü oluyor. Medyada gördüğün o insanlar mesela bunlar normal insanlar için en ulaşılmaz ve güçlü gibi görünseler de aslında sadece birer piyonlar. Bütün bu akımlar, ellere bileklere takılan o şeyler hepsi birer simge. Ne kadar güçlü olduklarını bu şekilde diğer tarikatlere gösteriyor ve yavaşça içimize giriyorlar. Üyeler çoğunlukla birbirini tanımaz ama yeni bir üye dahil olduğunda bir davet düzenlenir onun şerefine. Tabi bu davetlerin büyüklüğü üyeden üyeye değişir. Benim geliştirdiğim uygulamanın globalleşmesi ve neredeyse her insanın kullanmaya başlamasından dolayı beni istiyorlar, uygulama üzerinden kendi reklamlarını vermeyi amaçlıyorlar diye düşünüyorum. Beni tam olarak neden istiyorlar bilmiyorum. Hiçbiriyle iletişime geçmedim, onlar iletişime geçebilmek için her şeyi yapıyorlar ama gördüğün gibi.” “Yani dünyada sınırları bilinmeyen görünmez ülkeler olduğunu mu söylüyorsun?” “Eh öyle de denebilir.” “Bunların arasında her türlüsü var diyosun. Hmm” “Seni bu kadar istemelerinin sebebi taşımacılık yaptığın için olabilir mi?” “Taşımacılık yaptığımı nerden biliyorsun?” “Online alışveriş uygulaman var ve burada satılan ürünlerin bir şekilde yerine ulaştırılması gerekiyor öyle değil mi? Sen sadece uygulamayı yapıp bırakmış olamazsın.” “Doğru.” “Senin kargo şirketi sayesinde bazı malları yasal yollardan istedikleri yere gönderebilirler. Ya da uygulamada vereceğin kuponlar sayesinde kara para aklayabilirsin. Tabi bunlar için büyük uğraşlar gerekli ama imkansız değil ve sistem kurulduktan sonra inanılmaz bir akış sağlanır. Sen sonuçta bir ülkede değilsin, her ülkedesin. Tüm dünyada varsın.” Herkesin ağzı açık kalmıştı, böyle bir cevabı benden beklemiyorlardı sanırım ya da bu açıdan düşünmemişlerdi. Gerçi her ikisi de olabilirdi. “Vay anasını hiç bu şekilde düşünmemiştim, çok mantıklıymış.” “Güzel olduğum kadar zekiyimdir de.” “Hala güzelim diyor ya, kızım ben seni gece görsem cin geldi sanıp kalp krizi geçiririm.” Altay Bey biraz kaşınmak istediği için onu tırnaklarımla bir güzel kaşımıştım, yeterli gelmiş olacak ki sevinç çığlıklarıyla kaçıp gitmişti. O gidince odağımı Arsene çevirdiğimde göz göze geldik. Bana hayranlıkla bakıyordu ama başka bir şey daha vardı. Derinlerde ne olduğunu çözemediğim başka bir şey… “Her seferinde şaşırtmayı başarıyorsun.” “Şaşırtmayı severim.” “Hmm” “Önümüzde flörtleşmeyi keser misiniz?” “Her konuşmamızı flörtleşmek sanmayı keser misin Altay” Arsen sert bir tonda Altayı uyardığında Altay ciddileşerek geri çekilmişti. “Davetler nasıl oluyor peki?” “Bilmem, hiç gitmedim.” “Seni davet etmediler hiç dimi?” “Beni mi? Kapıma her gün onlarca davet mesajı gönderiliyor. Hatta şimdi bile cebimde bir tanesi duruyor.” Elini ceketinin cebine attı ve kahverengi tonlarında ufak kare bir kağıt çıkardı. Kağıdın etrafı yanmış gibiydi. Konsept böyleydi sanırım yoksa Arsenin yaktıktan sonra cebine atacak hali yoktu ya. Kağıdı ondan aldım ve incelemeye başladım. Üstünde koordinat olduklarını düşündüğüm sayılar vardı ve latince bir cümle. “Ne zaman gerçekleşiyor bu davet.” “Bu gece. Davetiyeler, davetlerin olduğu günün sabahında gönderilir.” “Gitmeye ne dersin?” “Hayır derim.” “Neden, eğlenceli olur.” “Eğlenceli dışında her şey olabilir.” Ben onu ikna etmeye çalışırken Altay ve Berrak kendi aralarında fısır fısır konuşuyordu. Bu ikisi kanlı bıçaklı değiller miydi ne ara böyle samimi olmuşlardı. “Koordinatları kafama kazıdım, bulur giderim. Sensiz. Tek başıma. Bulurum biliyorsun ve giderim sanırım bunu da biliyorsun.” “Başıma gelen bir bela mısın mucize misin hala çözemedim ama şu sıralar bela olduğunu düşünüyorum.” “Gidiyoruz o halde?” “Gidiyoruz.” Berrak sevinçle ayağa kalktı, kendi kendine şarkı söyleyerek dans etmeye başladı. Hastaneye yatması gerekenin o olduğu tezim gittikçe güçleniyordu. Altay ise onun aksine mutsuz ve agresifti, Arsene bakıp ofluyordu. “Paramı alayım.” Altay cebinden yüklü bir miktar çıkarıp Berrakın eline bıraktı. Öncelikle burada ne dönüyordu ve ikinci olarak Altay bu kadar parayı neden yanında taşıyordu. “Ay ne bakıyorsunuz öyle avel avel. Altayla iddiaya girdik kimin dediği olacak diye ve kazandığımdan da anlaşılacağı üzere ben Minaya oynamıştım.” İkisi o yüzden fısır fısır konuşuyodu, ben de onların anlaşmaya başladıklarını düşünmüştüm. Bir de benim kazanacağımdan eminmiş, baya da yüklü bir miktarda iddiaya girmişler. Berrak paraya düşkün biriydi, kazanamayacağını bildiği bir işe girmezdi. Benden nasıl bu kadar emin olabiliyordu? “Sohbetinize doyum olmuyor ama biliyorsunuz katılmam gereken bir davet var.” Berrakın kolundan çekiştirerek odama çıkardım, diğer ikisini aşağıda bırakmıştık. Odamdaki dolabı sonuna kadar açtım ve karıştırmaya başladım. Neredeyse hepsi günlük kıyafetlerdi, davetlik hiçbir şey yoktu. “O partiye sırf merak ettiği için gidecek biri değilsin sen, neyin peşindesin?” “Madem beni bu kadar iyi tanıyorsun o zaman bunu sana söylemeyeceğimi de bilirsin.” Cevap vermedi, zaten çoğu zaman lafını ortaya atıp geri çekilirdi. Şimdi yine aynısını yapıyordu, odada beni yalnız bırakıp gitmişti bile. Ben kıyafetlerin arasına dalmışken o elinde elbise olduğunu tahmin ettiğim siyah kumaşla geldi. Ne olduğunu görmem için yatağa serdi, elbise değilmiş. “Hiç yüzünü buruşturma bunun dışında başka seçeneğin yok.” Haklı olduğu için susmak zorunda kalmıştım. Takım elbiseyi elime alıp banyoya gittim giyinmek için. Korse dışında giymesi çok rahattı, o konuda da mecburen Berraktan yardım almıştım, o ipleri bağlarken ben aynadan kendime bakıyordum. “Biraz daha sıkarsan iç organlarım ağzımdan fırlayacak.” “Hiçbir şey olmaz sana.” İnadıma daha çok sıkıyordu, şu yılanı yanıma yardımcı diye koyan Arsen’in aklına tükürecektim. Dantel işlemeli beyaz gömleğim üstüne siyah dantelli bir korse, bol bir pantolon ve kısa blazer ceket. Giymeden önce bu kadar güzel olacağını beklemiyordum. Vücudumu güzel göstermişti, özellikle pantolon benim incecik bir deri bir kemik kalan bacaklarımı çok güzel saklamıştı. Berrak son olarak boynuma bir kravat geçirmiş ve gömleğin kolundaki dantelleri bileğimden çıkararak ceketin kolunun üstüne çıkarmıştı. Göz makyajımı da koyu tonlarında yapmış gözlerimi belirginleştirmişti, çillerimi de kapatıcının altına gizlemişti. Beyaz saçlarım tüm bu siyahlara meydan okurcasına omzumdan kar gibi salınmıştı. “Peşinde olduğun o şeyi almadan gelme.” Konuşmama fırsat vermeden elimden tutup odadan çıkarmaya başlamıştı bile. Saatler geçmişti bu süre boyunca Arsen ve Altay bizi beklememiştir diye umuyordum. Berrak sonunda beni çekiştirmeyi bıraktığında kapının önündeydik. Arsenin üzerinde her zamanki gibi takım elbise vardı, tek fark bu kravatının değişen rengiydi. Kravatı şarap rengindeydi, rujum gibi. Uyumlu görünüyorduk sanki çiftmişiz gibi. Arabasının ön kapısını açarak önümde referans yaptı “Buyrun hanımefendi.” Bu tavrı gülümsememe sebep olmuştu, başını kaldırıp bana baktığında o da gülümsemişti ama onunki gururdandı. “Teşekkür ederim beyefendi.” Yola çıkalı yarım saat olmuştu ve artık yavaşlamaya başlamıştık. Etrafa baktığımda dağ taş dışında hiçbir şey göremiyordum. Arsen çok rahat görünüyordu, ne yani av partisi mi yapacaktık? “Hiçbir soru sorma ve arabadan inip diğer arabaya bin.” “Soru sormayacaktım zaten.” Arabadan hızlıca indi, kendi kendime mırıldanmamı duymamıştı ya da umursamamıştı. Onun ardından ben de indim, etrafıma baktığımda ağaçlar ve çakıllı yol dışında bir şey göremiyordum. Tabela bile yoktu. “Şunu tak ve asla yüzünden çıkarma.” Elime tutuşturduğu maskeyi aldım, dantelli ve yüzün yarısını gizleyecek boyuttaydı. Neden böyle bir şeye gerek duyuluyordu ki, sonuçta oraya gidenler illaki ardında onların bulunmasını sağlayacak bir ipucu bırakıyordur. “Geçeceğimiz yolların tüm kameraları bir süreliğine devre dışı bıraktım ama nolur nolmaz diye camlar filmle kaplandı.” “Seni zaten bilmiyorlar mı ne gerek var buna.” Beni sadece kurucu üyeler bilir diğerleri değil. O yüzden gizlenmemiz gerekiyor, bu tüm üyeler için geçerli.” Bana saçma gelse de ona sesimi çıkarmadım ve arabayı çalıştırmasını izledim. Çok hızlı kullanıyordu ve ara sıra kontrol amaçlı bana bakıyordu. Sonunda vardığımızda rahatlamıştım, onun konuşmadığı benim de sadece onu izlediğim çok basık bir ortamdan kurtulmuştum. Eski bir kalenin içindeydik, her yer mumlarla ışıklandırılmış ve sembollerle süslenmişti. Birden fazla sembol vardı hepsinin onlara ait olma ihtimali yoktu muhtemelen kafa karıştırmak için asılmıştı. Daha ileriye gittikçe semboller azalıyordu, tek bir sembolün tüm duvarı kapladığı yere geldiğimizde bizi maskeli ve siyah giyimli biri karşıladı. Kapıyı bizim için açtığında içerdeki uğultu ve alkol kokusu yüzümüze vurmuştu. Tereddüt etmeden Arsenin koluna girerek içeriye ilk adımımı attım. Henüz birkaç kişiyi geçmişken ilgi odağı olmaya başlamıştık bile, bizi gören bir daha bakıyor yanındakini dürtüyordu. Herkes şaşkındı ve tek bir şey söylüyorlardı. “Geri dönmüş.” Arsen bu işlere hiç bulaşmadığını söylemişti ama sanırım eksik anlatmıştı ya da bizi biriyle karıştırıyorlardı. Göz ucuyla Arsene baktığımda gözlerindeki şaşkınlığı görebiliyordum, o da benim gibi neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bu insanlar bizi kim sanmıştı? “Geri dönüşünü neye borçluyuz?” Karşımda siyahlara bürünmüş, uzun deri ceketi ve kargayı andıran maskesiyle heybetli bir adam duruyordu. Gözümün içine bakarak sormuştu bu soruyu, her ne kadar Arsene söylenmesini beklesem de aslına bana söylenmişti. Geri dönen bendim. “Can sıkıntıma” Göz ucuyla Arsene baktım o da karşımdaki adama bakıyordu adam da bana. Cevabım onun korkutucu bir kahkaha atmasına sebep olmuştu, bu kahkaha kibir ve aşağılama kokuyordu. Beni küçük mü görüyordu? “Birileri tarafından alıkonuldun sandık, açıkçası bu düşünce hala devam ediyor. Yanındaki adam kim yeni sahibin mi?” Sinirlenmiştim, önceden kimdim bilmiyordum ama tasması olan bir köpek olmadığıma emindim. Kişiliğim değişmemişti ve bu kişilik bir tasmaya boyun eğecek değildi. Bu adam kendini ne sanıyordu da benimle böyle konuşabiliyordu? “Ben ve alıkonmak? Ben istemediğim sürece kimse bana hiçbir şey yapamaz. Uzaktan sizin mıntıkalarınıza üye toplama yarışmanızı ve gereksiz havlamalarınızı izliyordum. Sana da tavsiye ederim, eğlenmek için birebir. Bu arada yanımdaki beyefendi sahibim değil kavalyem. Tabi sen bilmezsin böyle şeyleri senin yanında olanlar ya sahibin olur ya da…” Ne söylediğimi bile bilmiyordum kelimeler ağzımdan akıp gidiyordu ve hedefi tam on ikiden vuruyordu. Karşımdaki adam elini yumruk yapmış, çenesini sıkıyordu. “Ahh ya da’sı yoktu dimi. Senin yanında sahibin dışında kimse olmaz. Senin kimsen yok ki.” Adam üzerime doğru sinirle geldiğinde Arsen ikimizin arasına girdi, O sırada elimi tutmayı da ihmal etmemiş, baş parmağıyla okşuyordu. “Yavaş” Arsenin uyarıcı ses tonu adamın geri çekilmesine sebep olmuştu. Ben olsam ben de geri çekilirdim çünkü Arsenin sesi normalde olduğundan daha farklı çıkmıştı, tok ve kalındı. Boğazdan çıkardığı sesi korkutucu geliyordu kulağa. Bana dönüp belimden tutarak başka bir tarafa yönlendirdi, ben de ona ayak uydurdum. O karga maskeli adamı arkamızda göt olmuş bir halde bırakmıştık, beni küçümseyerek büyük bir hata yapmıştı. Ben bir hiçken bile her şeydim. “Açıklamak ister misin?” “Açıklayacak bir şey yok.” “Ne demek yok!” Kısık sesle bağırmanın mümkün olduğunu Arsen sayesinde az önce öğrenmiştim. Kulağıma yaklaşmış ve sinirle nefes alıyordu. “Anlık olarak gelişti her şey ben de ne yaptığımı bilmiyorum. O anlık sinirle çıktı ağzımdan bir şeyler. Ne kadar doğru bilmiyorum.” “Yüzde yüz doğru! O adam kimsesizliğiyle bilinir. Bundan önce yanında dostum dediği adam vardı ama aslında onun patronuydu. Bu topluluğun asıl kurucusu ve az önce gördüğümüz adam tarafından öldürüldü. Hadi bu sinirle ağzından çıkmış olsun, önceden biliyorsundur falan filan peki o mıntıka yarıştırma olayı neydi öyle, üye toplamak için birbirleriyle yarıştıklarını nerden biliyorsun?” “Sen söyledin.” “Sıradan bir üye olabilirdi!” Neden bu kadar sinirlendiğini anlayamıyordum, ortada bu kadar abartılacak bir şey yoktu. “Olamazdı. Herkesin maskesi işlemeli ya da düz. Tek farklılığımız bu ama bu adamınki kargaydı. Bu tarikatin simgesi ve takan tek kişi de o olduğuna göre? Anlamak çok zor değildi.” Cevap vermek yerine belimi sıkarak bir barın önünde durdurdu beni. Gözler üzerimizden çekilmiyordu, her hareketimiz onlar tarafından kaydediliyor ve konuşuluyordu. Barmen onun siparişini almak için bekliyordu ama onun bakışı bar tezgahındaydı. Derin derin nefes alıyor, yumruğunu sıkıp bırakıyordu. Sanırım sakinleşmeye çalışıyordu ama neden bu kadar sinirlendiğini anlayamıyordum. Onu anlamaya çalışmayı bırakıp etrafa göz gezdirdim, herkesin gözü bizdeydi ama özellikle erkeklerin gözü farklı bakıyordu bazıları arsızca gülüp göz kırpmıştı. Arsenin eli elimi gittikçe sıkmaya başladığında ona döndüm ve ona dönmemle yumruğunu masaya geçirmesi bir oldu. “Bu kadar şov yeter, gidiyoruz” Bir şey dememe izin vermedim beni adeta sürükleyip götürmüştü, gerçi bu çok zor olmasa gerek kırk kilo bir kemik yığınıydım. Onun siniri yüzünden olan benim belime oluyordu o kadar sıkıyordu ki tuttuğu yeri koparıp götürmesine az kalmıştı. Geldiğimiz yolları ardımızdan mumları söndürecek kadar hızlı geçtik. Sonunda arabaya ulaştığımızda beni ön koltuğa adeta fırlatmıştı, onun bu hali şok ediciydi. Onu tanıdığımdan beri sadece bir kere bu kadar kaba görmüştüm o da evine girenler adamları döverkendi, bana karşı hiç kaba olmamıştı. Benim tanıdığım Arsen bu değildi. “Noluyor?” Arabayı çalıştırdığında çıkan ses benim sesimi bastırmıştı. “Sana diyorum ne yaptığını sanıyorsun?” “O gevşekler sana bakarken ne yapmamı bekliyordun?” “Bu mu yani?” “Evet bu!” Benim aksime onun ses tonu çok yüksekti, neredeyse bağırıyordu ama bu tepkisi çok saçmaydı. Beni mi kıskanıyordu? Beni kıskanmak için benden hoşlanması gerekiyordu, henüz tanışalı ne kadar olmuştu da bu adam benden hoşlanmıştı? İmkansız. Tabi beni daha önceden tanımıyorsa Zaten bana beni tanıdığıyla ilgili defalarca imalarda bulunmuştu, sorduğumda beni geçiştirip durmuştu. Bu adamı önceden tanıyor muydum? “Bana aşık mısın?” Sorumu duyar duymaz ani bir frenle arabayı durdurmuştu, dönüp bana baktığında yüz ifadesi ne saçmalıyorsun sen der gibiydi. Öyleymiş gibi davranan oydu ama ben söyleyince mi sorun oluyordu? “Evet aşkından ölüyorum.” “Biliyorum, çok belli ediyorsun.” “Duygularım taşıyor, tutamıyorum artık içimde.” Beni ciddiye almıyordu bile, siniri bana geçmişti. Şimdi sinirli olan ben sakin olan oydu. “O insanlar beni nerden tanıyordu? Neden geri dönmüş deyip durdular?” Cevap vermek yerine arabayı çalıştırdı ve ani hızdan dolayı koltuğa yapışmama sebep oldu. “Sana diyorum.” “Arsen!” “Bilmiyorum tamam mı bilmiyorum. Ben hiçbir şey bilmiyorum, neden oraya gittik, oradaki insanlar seni nerden tanıyorlar, sen kimsin… Hiçbirini bilmiyorum.” Benim gibi o da bağırıyordu ama onun sesi daha gür çıkıyordu. Ona sırtımı döndüm ve akan yolu izlemeye başladım, sokaklar karanlıkla örtülmüştü ve sessizlikle mühürlenmişti. Tanıdık yola girdiğimizde emniyet kemerini çıkardım ve durduğumuz gibi kendimi arabanın dışına attım. Sözde evime doğru yürürken geri dönüp kapıyı geri açtım. Dikkat et Alagan masken sandığın kadar kalın değil ya da artık içindeki sıcaklığa dayanamayıp eriyor ve bana gerçek seni gösteriyor. Ah tabi önce şu buzdan uyuşmuş ruhunun da çözünmesi gerekiyor. Gelecek, ona da sıra gelecek. Maskelerini birer birer yüzünden koparıp atacağım.” Hala yüzümde duran maskeyi çıkarıp ona doğru fırlattım ve arkama bakmadan yürümeye başladım. En başından beri maske taktığını biliyordum, gerçek kimliğini gizliyordu. Hangisi maske hangisi gerçek oydu çözecektim.
♟️ 🎭 Bölümler asla içime sinmiyor, niye böyle bilmiyorum. Normalde yayınlamak istemezdim ama sizi daha fazla bekletmek istemedim. 🎭 Sizce bölüm nasıldı? 🎭 Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen, her biri çok değerli benim için. <3
|
0% |