Yeni Üyelik
5.
Bölüm
@hivs4u

İyi okumalarr <3

 

☀️

Sakin kalarak yeni abi Buğra'ya anlamaz bir şekilde bakmaya çalıştım. "Anlamadım ama neyse, Ahu ben kız kardeşin oluyorum" bence iyi toparladım ya

Buğra kendisi de şaşırmış duruyordu bana çiçek dediği için, garipti. "Şey ya kokun çiçek gibi de o yüzden dedim ya. Neyse, Buğra ben de en yakışıklı ve zeki abin oluyorum" benim kadar olmasa da sen de iyi toparladın abisi.

El sıkışırken "Maşallah pek de alçakgönüllüymüşsünüz." demiştim. Buğra'nın yüzünde haylaz bi gülümseme vardı. Burnuma hafif bi dokunup "Sevdim seni ben, iyi anlaşıcaz gibi" dedi.

İki dakikada nasıl anladın bunu, anlatsana biraz. Özgüveni tavan yapmış insanları sevmezdim normalde ama bu abiyi sevmiştim. Diğerlerinin aksine bana normal bir insanmışım gibi davranıyordu daha en başından.

Buğra'nın sesini duymuş olmalılar ki herkes kapıya gelmişti. Tam sarılıp hasret gidereceklerken Burçak Hanım müdahale edip salona yollamıştı hepsini.

"Hadi hadi kapıda durduk yeterince, salona geçelim orda sarılırsınız birbirinize"

Ben mutfakta oyalanmıştım o sırada açıkçası bu aile ortamına ait hissedemiyordum. Biraz baş başa bırakmak istemiştim onları, hasret giderirken yanlarında yabancı birini istemezlerdi sonuçta. Mutfağa göz gezdirince ne kadar şık ve ferahlatıcı olduğunu fark ettim. Dolaplar ve duvarların boyası oldukça uyumluydu.

Ben oturmuş mutfağın tavanını incelerken görüş açıma bir adet Furkan girdi. Onunla bakışıyorduk şu an sonrasında kafasını yüzümden çekip o da tavana bakmaya başladı ne vardı diye bir şey anlamayınca bana döndü "Ne var şu tavanda bana baktığından daha güzel bakıyorsun. Kız yoksa oraya bakınca hoşlandığın kişiyi mi düşünüyorsun"

 

Ciddi mi diye şöyle bir baktım da gerçekten sorunun cevabını merak ediyor gibi bir hali vardı

"Sadece dalmışım başka bir şey yok. O bana söylediğin sözleri unutmadım, fareye bakarken bile sana baktığımdan daha güzel bakarım ona" diyerek mutfaktan çıkmaya yeltendim.

 

"Ayrıca hoşlandığım biri yok, daha o şerefe kimse nail olamadı" çıkmadan önce dediğimle bozulan suratı biraz da olsa düzelmiş gibiydi.

 

Salona geçtiğimde bugün hiç görmediğim Tuğrul Bey ve ikinci büyük abi olan kişiyi gördüm. İsimlerini ezberlemek zaman alacaktı. İsim hafızamın kötü olduğunu biliyordum ama bu kadar kötü olması bana da şaşırtıcı olmuştu. Daha önce bu kadar insanı aynı anda tanımak zorunda kalmadığım için fark etmemiştim. Ayrıca bu ikili gün boyunca nerdeydi?

 

Tuğrul Bey yanını göstererek "Gel kızım yanıma otur. Özledim seni." yanına geçerken Tuğrul Bey'in son dediğiyle Deniz'in göz devirdiğini görmüştüm.

 

O da mı burdaymış, ıyy çekilmez şimdi.

Kesinlikle katılıyorum sana Nurefşancım

 

Mete konuşmaya başlayınca ona odaklandım. Bu çocukla yakınlaşmak istiyordum. Bunun için bir şeyler yapmaya başlasam iyi olacaktı. Mete adını bilmediğim abiye dönerek heyecanla konuşmaya başladı

"Berk abi nasıldı günün? Bugün mafya çökertebildiniz mi?" Ne diyo bu çocuk be.

 

"Abicim kaç defa dedim sana ben, birincisi mafya çökertmek o kadar kolay değil ikincisi çocuk polisiyim ben 18 yaş altı suçlu ya da mağdur çocuklarla ilgileniyorum abim. Şu dizi filmleri de izlemeyi bırak artık ya" adının Berk olduğunu öğrendiğim abi isyan edercesine konuşmuştu. Ben de merak etmiştim şimdi, daha önce hiç polis tanıdığım olmamıştı. Acaba gerçekten mafya var mıydı?

 

Çok fazla hevesli görünmemeye çalışarak "Gerçekten mafya diye bir şey var mı yani? Peki hiç mafya birini gördün mü? Gerçekten böyle yakışıklı, kaslı, vanilya kokulu ve keskin bakışlı mı oluyorlar?"

 

Hiç belli etmedin hevesini gerçekten (!) tebrikler

 

Furkan, Deniz ve Mete gülmemek için kendilerini tutuyor Berk ise bana la havle çekerek bakıyordu

"Gerçekte mafya diye bir şey yok halk arasında böyle bir söylem var biz de sizin anlayacağınız şekilde konuşmak için öyle diyoruz. Aslında suç örgütünün ele başı diyoruz. Öyle yakışıklı kaslı bilmem ne kokulu, bakışlı mafya var mıdır bilmem ama benim gördüklerim göbeği almış başını giden kısa kel adamlardı ayrıca hiç de güzel kokmuyorlardı. Onları düşündükçe o ter ve ağır sigara kokusu burnumu sızlatıyor "

 

Kafamdaki tüm karakterler birden Berk abinin anlattığı şekilde canlanmıştı. Hemen kafamı sallayarak kendime gelmeye çalıştım. Kafamdaki Mafya karakterlerinin zarar görmemesi için hemen unuttum söylenenleri ama bir daha mafya kitabı okuyabileceğimi sanmıyordum. Özür dilerim yakışıklı italyan mafyalarım, özür dilerim heybetli Rus mafyalarım, özür dilerim çekici Türk mafyalarım Berkin sözleri hafızamdan silinenen kadar sizi okuyamayacağım. Eğer okursam hayalimde hiç hoş olmayacak kalıplara girersiniz.

 

Ben böyle kendime gelmeye çalışırken şeytan üçlü hunharca gülüyordu. Diğerleri olaya fazla Fransız kalmıştı ve anlamaya çalışıyordu. Üzerimde bakış hissederek etrafıma bakındım ve Buğra'nın bana baktığını gördüm. Bakıyor gibi değil de dalmış gibiydi, bir şeyi çözmeye çalışıyor gibi..

 

Kafamı hayırdır dercesine sallamıştım o da bunu görüp gülüp geçmişti. Ayağa kalkıp yanıma geldi saçlarımı dağıtıp salondan çıkmaya başladı "Yeni uçaktan indim ve çok yorgunum direkt uyuyacağım ve evet anne sen sormadan söyliyim yemek yedim"

Burçak Hanım'ın cevap vermesine fırsat vermeden gitmişti bile ama ben saçlarımla oynamasında takılı kalmıştım.

 

Benim bu şaşkın halimi kimse gördü mü diye etrafıma baktım ama herkes kendi halindeydi. Burçak Hanım, Tuğrul Bey ve Demir kendi aralarında konuşuyorlardı. Konuşmalardan anladığım kadarıyla işle ilgili şeylerdi. Harbiden bunlar neciydi, bir ara Tuğrul Bey'e sormak için aklımın bir köşesine not etmiştim

 

Kalan dörtlüye baktığımda Berk bir şey anlatıyor diğerleri de onu dinliyordu. Sanırım polislikle ilgili şeylerdi. Peki bu abiler neciydi, hadi Deniz ve Mete liseliydi yani yaşları gereği öyle olmaları gerekiyordu. Peki diğer abiler ne iş yapıyorlardı ya da ne okuyorlardı?

 

Bu Furkandan olsa olsa çöp kutusu olur, Berk zaten polis onu öğrendik. Buğra ve Demir peki? Buğra çok zeki olduğuyla ilgili böbürlendiğine göre kesin yüksek bir bölümde okuyordu, hukuk mu tıp mı? Demire de şöyle bir baktım da bunda da iş adamı tipi vardı. Şirketimiz falan varsa ki kesin vardır başka açıklaması olamaz bu zenginliğin, neyse işte o şirketin başına geçmiştir.

 

Kendi kendime bu aile hakkında çıkarımlar yaparken Burçak Hanım bana seslenmişti "Ahu, kızım hadi yemeğe. Az önce söyledim ama duymadın gibi"

 

"Ha, yemek mi? Olur, nerde hadi gidelim" diyerek peşinden gitmiştim. Yemek deyince akan seller dururdu. Açıkmıştım da, zaten kahvaltımı da tam yapamamıştım Deniz yüzünden.

 

Masaya geçtiğimizde Buğra dışında herkesin masada olduğunu ve beni beklediğini gördüm. "Prensesimiz de geldiğine göre artık başlayabilir miyiz?" Deniz, bi sal beni be kardeşim.

 

Tuğrul Bey, Denize sert bir bakış atarak susmasını söylemişti. Adam gözleriyle dövdü çocuğu. "Bu evin kuralını biliyorsun Deniz. Neyse, afiyet olsun" şöyle bir düşündüm de acaba mafya olabilir miydi bu aile?

Suç örgütünün ele başı canım o. Adam o kadar anlattı

 

Ayy bir saat onu demekle mi uğraşacaktım. Mafya işte kısa ve öz.

 

Tuğrul Beyde tam o mafyalık tip vardı özellikle bakışlarında gerçi bu bakışlar genelde sinirlenince oluyordu. Kurallar falan deyince de işkillendim. Demire de hafiften baktım da onda da vardı mafyalık tip. Olabilir miydi? Olamazdı canım adamın çocuğu polis hem Burçak Hanımda hiç mafya eşi tipi yoktu

 

"Kızım ne düşünüyorsun öyle? Yemek yemeyi unuttun"

Tuğrul Beyin sesiyle içine daldğım düşünce silsilesinden çıktım. Ona baktığımda yemek yemeyi bırakmış bana odaklandığını görmüştüm. Gerçekten merak ediyor gibiydi.

" Hiç ya, mafya mısınız değil misiniz onu düşünüyordum."

Boş bulunup hiç düşünmeden konuşmuştum ve ağzıma vurmamak için kendimi zor tutuyordum. Adamlara alenen siz mafyasınız demiştim. Utançla önüme döndüm o sırada üzerimde olan şok olmuş bakışlar da gözümden kaçmamıştı

Tuğrul Bey ilk tepki veren olmuştu. Büyük bir kahkaha atarak konuşmuştu.

"Ee karar verebildin mi bari?"

Bu adam çok güzel gülüyordu. Melodi gibiydi. İnsan babasına aşık olabilir miydi? Kahkasına aşık olmuşken bir de ne dediğimin farkına da varmış oldum. Neyse yaptık bi hata geri çekilmek yerine mert gibi arkasında durmak düşerdi bize.

 

"Bence değilsiniz, her ne kadar bakışlarınız, ima ettiğiniz kurallar ve Demirin tipi bunun tam tersini söylese de değilsiniz. Bir kere oğlunuz polis hem Burçak Hanım hiç mafya eşi gibi değil. Berk'in anlattığı mafya profili de yok sizde. Bendeki mafya profiline tam uyuyordunuz oysaki. "

 

Herkes dediklerime şok içinde bakıyordu. Sonunda dayanamayıp güldü tüm aile. Mete ve Furkanı söylememe gerek yok zaten. 'A' desem gülecek gibiydiler.

 

"Doğru düşünmüşsün, değiliz. Sana böyle düşündüğün için kızamam. Haklısın da böyle düşünmekle, kendimiz hakkında hiçbir şey söylemedik sana. Ben Koraltanlar şirketini yönetiyorum. Aile şirketi esasında. Neden diğer kardeşlerim değil de ben yönetiyorum kısmına sonra gelelim. Çünkü öncesinde amcanları tanıtmam gerek. Çay içerken anlatırım onu da. Neyse işte Demir abin kendi kurduğu oyun şirketinin CEO'su"

 

Demir kendine şirket mi kurmuş hem de oyun şirketi. Tamam CEO tipi var adamda ama bunu beklemiyordum. Oyunları saçma bulup kardeşlerinin oynamasına engel olacak biri gibiydi. En azından ceo olduğunu tutturmuştum onun hakkındaki düşüncelerimde

 

Tuğrul Bey devam ederek önce Berk'i sonrasında Furkan'ı göstermişti "Berk abini biliyorsun zaten polis, Furkan da Boğaziçi Üniversitesinde işletme okuyor."

Boğaziçi mi dedi o?!

Furkan kendini beğenmiş ve alttan bir şekilde bana bakıyordu. Aman sanki ne okuyor işletme yani nedir ki

 

Boğaziçi detayını atlıyorsun

 

Madem Boğaziçi kazanacak kadar iyi bir sıralama elde etti neden işletme seçti ki? Samimi olsaydık sorardım ama şimdi soramazdım tek temennim bir gün kendi kendine bana anlatacak olmasıydı yoksa çatlarım meraktan.

 

Son olarak Deniz ve Mete'ye bakarak " Bu iki haylaz da lise öğrencisi. Lise demişken kızım senin okul kaydını da bizim çocukların okuduğu okula mı aldırsak, sorun olur mu senin için? " İlgili bir şekilde bana bakıyordu şu an " Hayır hiç sorun değil. Aldırabiliriz. Bir ara yurda da uğramam gerekiyor eşyalarımı almak için.

 

" Ne yurdu"

diye aynı anda sormuştu hepsi. Çok şaşırmıştım, bu nasıl bir senkronizasyonsu böyle ? "

Karıştığımı öğrenmeden önce okulun yurdunda kalıyordum ben. "

Yüzlerindeki ifade biraz da olsa rahatlamış gibiydi ama hâlâ merak ediyorlardı neden orda kaldığımı bunu yüzlerindeki ifadeden okuyabiliyordum.

"Okulum evime uzak olduğu için yurda geçtim. "

Yalan ağzımda kötü beş tar bırakmıştı ama onlara gerçeği söyleyemezdim, şimdi olmazdı. Zaten onlar da inanmış gibilerdi ya da buna inanmak, diğer seçenekleri düşünmekten daha iyi olduğu için inanmayı seçmişlerdi.

 

"Eşyalarını aldırtmak istediğine göre burada kalıcı kalmaya kararlısın."

Deniz bu sözleri nefretle söylemişti. Bir insanı tanımadan ona karşı nefret beslemek ve nu nefreti çekinmeden göstermek çok büyük bir şeydi bana göre. Denizin bana karşı olan bu nefretini anlayamıyordum, Duruya olan nefretini benden mi çıkarıyordu? Ondab çıkaramamıştı ve benden mi çıkarmaya çalışıyordu?

Sen bu aileye ne yaptın Duru?

Hâlâ alışmakta zorlanırken Deniz'in bu tavırları daha çok zorlanmama sebep oluyordu. Kendi içsel çatışmalarıma mı odaklanacaktım yoksa bu ergenleri mi çekecektim? Denizin bu nefretine karşılık ben de büyük bir tepki verecek, sonunda dayanamayıp patlayacaktım ama bunun ne zaman olacağıyla ilgili hiçbir fikrim yoktu.

 

Neden bir tek kendileri yara almış gibi davranıyorlardı, ben çok mu iyi bir hayat geçirmiştim sanki! Onlar her zaman bir aradaydılar ve birbirlerini koruyup kollamışlardı ama ben? Ben küçücük yaşımla önce ailemle savaşmaya başlamış ondan sonra dünyaya karşı.

Küçücük bedenime ne acılar ne yaralar sığdırmıştım ben. Kimseye çıkıp sen kötüsün sen baya zarar vereceksin dememiştim o acılara rağmen.

Sakinliğimi korumakta oldukça zorlanıyordum. Eski hayatımdaki anılar düşüncelerime üşüşüyor sakin kalmamı engelliyordu. Onlar benim el bebek gül bebek büyüdüğümü mü sanıyorlardı gerçekten. Öyle olsaydı ailemi bırakmak ister miydim? Bunları düşünüp aslında eski ailemle anlaşamadığım sonucuna varmış olmaları gerekirdi.

 

"Bu seni hiç alakadar etmez"

İdolüm olan Memati'nin meşhur sözünü söyleyerek noktalamıştım konuşmayı. Deniz de babasının bakışlarından sonra cevap vermemişti. Yemek yeme isteğim kaçmıştı. İştah mı bırakır insanda bu ergen.

"Ben doydum, odama geçeceğim. Size afiyet olsun"

Kibarca kalkmıştım, yani umarım öyle kalkmışımdır.

Odama geçtiğimde artık sakinliğini korumak daha da zorlaşıyordu. Sonunda gözyaşlarımı tutamamış ağlamaya başlamıştım. Zaten sesim çıkmasın diye ekstra bir şey yapmama gerek yoktu. İstesem de sesim çıkmıyordu ağlarken. Bu da o ailenin benim üzerimde bıraktığı izlerden sadece biriydi.

 

Cevdet beni her dövdüğünde bir de ağladığım için döverdi. Annem olacak o kadın da ağladığım için aşağılayıp üstüne tokat atardı susmam için. Ağlamak neden ayıp olarak algılanıyordu ki. Bunu asla anlayamayacaktım.

 

Sürekli sitem ederdim neden bu hayatı yaşamak zorundayım diye. İsyan ederken de ağlardım , ilk başlarda sesimi duyup dövmeye gelmesinler diye banyoda duş alırken ağlardım ya da kafamı yastığa bastırarak ağlardım. Sonralarda artık sesim çıkmaz olmuştu zaten. Sadece gözyaşı akıyordu, ha bir de burnum.

Yurda geçtikten sonra ağlamalarım azalmak yerine artmıştı. Oda arkadaşlarımın ailesi ile olan ilişkilerini her gördüğümde kıskanıyor, anne baba özlemim artıyordu. Ama benim ne özlediğim Cevdetti ne de ihtiyaç duyduğum Belizdi. Ben kafamda oluşturduğum anne babaya ihtiyaç duyuyor, onları özlüyordum.

 

Yurda geçtiğimde fark etmiştim bir daha istesem de ses çıkararak ağlayamayacağımı. İlk ağladığımda neden sessiz ağlıyorum ki onlar burda değil sesimi duyamazlar, gelemezler artık diye düşünmüştüm. Sonrasında sesim çıkmadı bir türlü, sadece gözyaşı vardı. Ne bir haykırış ne bir hıçkırık.. Hiçbir şey yoktu. Ne kadar uğraştıysam olmadı.

Haykırışlarımı, hıçkırıklarımı içime atmıştım hep.

İçime atmak zorunda bırakılmıştım.

Okuldan eve hemen geçmemek için sokaklarda yavaşça yürür bazen kütüphaneye girerdim. Ama eninde sonunda o eve girer yine aynı döngüye girerdim: dayak, aşağılamalar, hiçbir şey olmamış gibi yemek yaptırıp bulaşık yıkatmaları, ağlayarak yatağa girmem ve uykuya dalmam.

Bu döngüden çok sıkılmıştım. Sanki bir an vardı ve ben o anın içinde sıkışmış kalmış gibiydim. Her sabah o döngüye giriyor tekrar tekrar yaşıyordum. Arada değişen tek şey babamın beni dövmediği günler olmasıydı.

İlk başta anlamazdım neden dövdüğünü sonrasında niye olduğunu öğrenmiştim tesadüf eseri. Hatırlamadığım bir sebepten babamın iş yerine gitmiş ve oradaki ezikliğini, üstlerinin aşağılamasını görmüştüm. O da bu ezikliğini benim üstümde yok ediyordu. İş verenlerine haykıramadıklarını beni döverek söylüyordu. O, ezikliğini bendeki üstünlüğüyle kapatıyordu.

Bir aralar intiharı çok düşünüyordum ama her seferinde vazgeçiyordum. Kendime yaşamak için bir amaç bulmalıydım. O sıralarda Ahmet yani abim yeni bir telefon almış eskisini de bana vermişti. Telefonu bana verdiğindeki şaşkınlığımı hep hatırlarım. Neden bana vermişti satıp para almak varken? Annemle konuştuklarında öğrenmiştim bunun sebebini de. Hiçbir telefoncu almak istememişti telefonu çünkü oldukça bozuktu. Gerçekten öyleydi. Tek iyi yanı iPhone olması ve kamerasının sağlam olmasıydı.

 

O zamanlar bizim sınıftaki kızlar akıllı tahtadan sık sık Youtube'a girer saçma sapan videolar açarlardı. Bir gün neden ben de video yüklemiyim ki demiştim. Belki dertleşebilecek birini bulurum diye düşünmüştüm.

Genelde yolda yürürken, kitap okurken, şarkı dinlerken video çekip atardım. Sonrasında içerik üretmeye karar verip beraber çalışalım videoları çekmeye başlamıştım. Sınava çalışanların ilgisini çekmiştim o şekilde.

Genelde babam bana vurduğu için yüzümde illa bir kızarıklık ya da yara olurdu o yüzden başlarda yüzümü almadan videolar çekiyordum ya da yüzümü mozaikliyordum.

Ah bir de videoları yükleyene kadar çektiğim o çileler.. Telefon dakika başı donuyordu ama yüklendikten sonra tüm o şeyleri unutuyordum. Zaten video çekmek, müzik dinlemek ve youtube'a çektiğim videoları yüklemek dışında yaptığım bir şey yoktu. O yüzden o telefonla idare edebiliyordum.

 

Kanalım depresif insanların mekanı gibi olmuştu. Yorumlarda dertlerini döküyordu insanlar. Birçoğuna cevap veriyordum, sadece onların yaralarını konuşuyorduk. Asla kendimden bahsetmemiştim. Bazı kişiler hariç.

 

Yurda geçtikten sonra farklı videolar çekmeye başlamıştım. Yurt hayatını, okul hayatını, okuldan çıktıktan sonra oda arkadaşlarımla yaptığım aktiviteleri de çekmeye başlamıştım.Kısacası hayatımı çekiyordum.Bazen sahile giderdim yol boyunca video çeker hem hissettiklerimi hem de yaşadıklarımı söylerdim. Birine bir şey anlatmak gibiydi. Sahile vardığımda konuşmayı keser müzik açıp dalgaları çekerdim. Yorumlarda sesimin rahatlatıcı olduğunu, insanın dinledikçe dinleyisinin geldiğini söyleyenler olurdu. Bazıları da derdimi sorardı dinleyebileceklerini söylerlerdi.

 

Küçük bir kitlem vardı ama yine de mutluydum. Bi şeyle meşgul oluyordu kafam.Sonrasında birdenbire takipçi sayım artmaya başladı. Neler olduğunu anlayamamıştım. Ünlü biri röportajında mı ne bahsetmişti benden. Yorumlardaki birinden link istemiştim ve videonun linkini atmıştı bana.Kamerada son derece yakışıklı bir adam koltukta oturmuş ona sorulan sorulara cevap veriyordu. Videonun izlenmesinden ve bana gelen takipçilerden anlamıştım çok fazla ünlü olduğunu. Sonunda beni ilgilendiren kısım geldiğinde heyecanlanmıştım.

 

"Bu aralar en sık yaptığınız şey?" sorusu yöneltilmişti adama. " Sanırım YouTube'da tesadüfen karşıma çıkan hesabın videolarını izlemek" diyerek yanıtlamıştı. Sonrasında devam etmişti "Hesap ilk başta sıkıcı gelmişti açıkçası ama nedensiz bir şekilde sarmıştı da. Videoları izledikçe hesap sahibinin aslında orayı bir günlük gibi kullandığını anlamıştım. Her videoda daha çok tanıyor gibiydim onu. Yalnızlığını paylaşıyordum kendimce. Çoğu zaman ona ulaşmak istedim ama buna cesaret edemedim. Umarım bu videoyu görür."

 

Soruları soran kişi oldukça merak etmişti bu adamın bahsettiği hesabı ve kanalın adını söyleyerek büyümesini sağlayabileceğini söylemişti. O ise karşılık olarak kafasını hayır anlamında sallayarak "Niyeti kesinlikle tanınmak ya da hesabının büyümesi değil, o sadece içini dökmek isteyen biri" demişti.

 

Sadece videolarımı izleyerek nasıl bu kadar tanıyabilmişti beni? Gerçekten de günlük gibi kullanıyordum orayı ve büyümek gibi bir niyetim yoktu.

 

" Ama o her ne kadar istemese de ben onun hesabının büyümesini istiyorum. Bence insanlar böyle bir hazineden mahrum kalmamalı. Açıkçası gayet kaliteli içerikleri var. Özellikle sesinin rahatlatıcı özelliği var. Bence şarkı söylediği videolar çekebilir. " telefonunda kanalımı açarak kameraya gösteriyordu. Röportaj daha devam ediyordu ama ben kapatmıştım videoyu.

Kanalımın adını Koparılmış Çiçek yapmıştım. Küçükken en yakın arkadaşımın bana koyduğu isimdi. Her zaman çiçek gibi koktuğumu söylerdi bu yüzden bana Çiçek derdi . O, ailesinin tayini çıkınca gitmek zorunda kalmıştı. Telefon numarasını ya da herhangi iletişim aracını istemek aklıma gelmemişti, o da söylemeyince kopmuştuk. O yüzden bir tek kendi oluşturduğum dünyamda Çiçek adını kullanırdım.

Yeni gelen takipçilerin yarısı güzel yorumlar bırakırken yarısı kötü yorumlar bırakıyordu. Bazıları kullanıcı adımı cringe bulmuş, ergen diyorlardı.Açıkçası pek de umurumda değildi. Sonraki gün okula gittiğimde çoğu kişi bu olayı konuşuyordu.

"Bence içerikleri çok iyi, özgün en azından"

"Sesi çok güzel. Şarkı söylese nasıl olur acaba"

"Kesinlikle berbat bir hesap. Ne bulmuş bu hesapta"

"Yüzünü gösteremeyen bir korkak"

" Kesin çirkin biri"

"Kanka kesin izle bence, sarıyor ve çok samimi biri"

"Saçma sapan insanları ünlü edeceğimize böyle kaliteli insanları ünlü edelim"

 

Ve daha birçok yorum. Bunlara daha fazla dayanamayıp kulaklığımı takmıştım ilk gün, sonraki günler duymamaya başlamıştım zaten. Hesabım o röportajdan sonra hızla büyümüştü 80 binlik kitlem 1 milyona kadar çıkmıştı.

 

En sonki videomu çekmeden önce okulda bayılmıştım ve hastaneye kaldırılmıştım. Bir hafta boyunca tahlillerin çıkmasını beklemiştim neden bayıldığımı öğrenmek için. Büyük ihtimalle açlıktan ya da kan şekerim düştüğü için bayılmışımdır diye düşünüyordum. Hastaneye giderken videoya başlamıştım, bayıldığımı ve neden öyle olabiliceği ile ilgili teorilerimi sıralarken hastaneye varmıştım. Doktorun odasını bulup içeriye girmiştim. Bana üzgünce gel kızım gel diyerek karşısındaki sandalyeyi göstermişti.Nasıl söyleyeceğini bilemiyor gibi bir hali vardı. Sonunda konuşmaya başlayınca dünyam yıkılır olmuştu. Ben kansermişim. Hayatta çekmediğim şey kalmamıştı zaten. Ne zaman mutlu olacağım diye düşünürken her seferinde farklı bir engel çıkıyordu karşıma.

 

O an ne yaptığımı hatırlamıyorum. Tamamen şok halindeydim koşarak hastaneden çıktığımı insanların bana deliymişim gibi baktıklarını hatırlıyordum. Kendimi sahile atmıştım. Ağlaya ağlaya "Neden?" diye haykırmıştım.Kendime geldiğimde hâlâ videoda olduğumu görmüştüm. Videoya hiç bakmadan direkt kanala yüklemiştim. Yüzümün görünüp görünmediğini umursamamıştım bile. Sanırım birileri videoyu görüp bana destek olsun, yalnız olmadığımı söylesin istemiştim.

 

Sonrasında bir hafta boyunca sadece uyanıp okula gidip uyuyordum. Kendimi her şeye kapatmıştım. Kimseyi duymuyor cevap vermiyordum. Aklımda bundan sonrasında ne yapacağım vardı. Oda arkadaşlarım bu halime dayanamamış ve beni zorla konuşturmaya başlamışlardı. Bir süreliğine de olsa unutmak istemiştim olanları. Zaten o sırada gerçekten kanseri unutacak şeyler yaşamıştım

Sahi benim bir YouTube kanalım vardı değil mi

En önemlisi; ben kanserdim...

☀️

 

💃🏼Eveeet yorumları alayımmm, nasıldı sizce bölüm.

 

💃🏼Okuyan herkesten tek bir ricam var o da düşüncelerini belirtmeleri çünkü bu benim için çok önemli. İyi ya da kötü fark etmez yazın düşüncenizi ve oy vermeyi unutmayın

Loading...
0%