
İyi okumalarrr<3
AHU ( Demir'in öğrenmesinden yarım saat önce)
Yorgundum.
Bu yorgunluk sadece fiziksel olarak değil ruhani bir yorgunluktu aynı zamanda. Önce pamuk şekerim elimden alınmış sonra da sağlam kemiğim kalmayacak şekilde dövülmüş, en sonunda da ruhumu koparıp gitmişlerdi sanki.
Dünkü yaşanan olaydan sonra kendimi daha da kötü hissetmiştim. Herkesin ne kadar korktuğunu görmek, ve bundan çok daha ağır bir hastalığı taşıdığın halde en bilmesi gereken kişilere söylememenin verdiği o his... Kendimi bok gibi hissediyordum. Onlara bunu yaşatmaya hakkım yoktu. Hele hele saklamaya hiç hakkım yoktu.
Bu işin içinden nasıl çıkacağımı da bilmiyordum. Söylemeye o kadar geç kalmıştım kii. Nasıl söyleyeceğimi bile bilmiyordum. Böyle bir şey nasıl söyleyebilirdi ki. Karşılarına geçip 'Ya ben kanserim ama bunu anne ve babam olan size söylemedim." mi diyecektim? Gerçekten niye söylememiştin? Aptal, sorunlarını göz ardı eden salağın tekiydim.
"Burda böyle kendini yiyip bitireceğine çok geç olmadan söyle bence"
Koca sessizliği yarıp geçen ses bana ulaştığında önce korkmuş sonra da dediklerine kulak kesilmiştim. Haklıydı. Zaten Buğra hep haklıydı.
"Nasıl anladın?"
"Yüz ifadenden belli oluyor her şey canımın içi. Yaptığın doğru değil belki ama bulunduğun koşulları düşününce kimse senden doğru karar vermeni bekleyemez zaten"
Hâlâ tereddütte kaldığımı görünce sözlerine devam etti.
"Kendini suçlamayı bırak çiçeğim. Annen ve baban daha yokken bunu öğrendin ve ne yapacağını bilemedin, yol gösterecek bir rehberin yoktu. Ve sen daha bunu kaldıramadan karışmış olduğunu öğreniyorsun. Belki biz bunu normalleştirdik kendi aramızda sen hemen alış diye ama bu normal değil. Kimse kaldıramaz böyle bir şeyi, hele ki senin yaşında. Sen bu yaşına kadar hep tek başınaymışsın, her şeyi kendin sırtlamak zorunda kalmışsın bunu da yaparım diye düşünmen normal hem biz kimdik ki? Daha bizi tanımıyordun bile. Kendini yiyip bitirme. Bunları sen daha iki üç gün önce söyledin unuttun mu? Ne bu halin şimdi? "
Evet, hepsini ben söylemiştim. YouTube'a yüklediğim videoda söylemiştim bunların hepsini. Ama şimdi sanki bambaşka biri bunları söylemiş gibi, üzerinden yıllar geçmiş gibi hissediyordum.
"Bilmiyorum abi, dün annemlerin o halini görmek.. Herkes çok korkmuştu. Bunu yaşatmaya hakkım yok. Sizi hak etmiyorum"
Sonunda sesim ağlamaktan iyice kısılmış, ağlamamdam dolayı konuşmayı sürdürememiştim. Buğra abim yanıma gelip sıkıca sarıldı. Sanki her düşüncemi biliyordu ve onları kafamdan silip atmak istercesine sımsıkı sarılmıştı.
"Yavrum, şu an çok üzgün ve çaresiz hissettiğin için böyle düşünüyorsun. Şimdi bana bak, ağlamayı bırak ve annemlerle konuş. Daha fazla geç olsun istemezsin dimi"
Kafamı hızlıca iki yana salladım. Geç kalmak istemiyordum artık.
"Ben şimdi gidiyorum annem ve babamı senin odana yollayacağım. Baş başa konuşun, onlara her şeyi anlat. Seni anlarlar ve anlayışla karşılarlar çiçeğim. "
Alnımdan öpüp gitti.
Önce gözyaşlarımı sildim sonra elimi yüzümü ve düşüncelerimi yıkayıp yatağa oturdum. Sakin olmalıydım. Onlar beni anlar, annem ve babam beni anlar. Onlar eski ailem gibi beni yargılamaz ve kızmaz, onlar iyi insanlar. Beni anlarlar, umarım.
Nefes alıştırmaları yaparken kapım çalındı. Kim olduğunu sormama gerek bile yoktu, direkt gel dedim. İkisi de endişeliydi, bu halleri beni daha da pişmanlığa sürüklüyordu.
"Kızım iyi misin? Bir yerin ağrımıyor değil mi?"
"Hayır hayır hiçbir yerim ağrımıyor. Ben iyiyim... ya da değilim"
Derin bir nefes aldım. Uyandığımdan beri kafamın içinde durmadan bir şeyler söyleyen sesler şimdi kaybolmuşlardı. Odanın içinde olduğu gibi kafamın içinde de koca bir sessizlik hakimdi. Babam diyeceğim şeyi merakla bekliyor, annemse telaşlı bir halde gözüyle üzerimi yokluyordu.
"Şimdi şöyle ki..."
Tam söyleyeceğim anda odaya kızgın bir boğaya dönmüş Demir daldı. Hepimiz ona döndük ve birdenbire bağırmaya başladı.
"Bunu nasıl yaptın?"
Annemler bir şey mi yapmıştı? Ama bana bakıyordu hem de gözlerinde her duyguyu taşıyarak. En çok öfke ve hayal kırıklığı hakimdi o bakışlarda.
"Nasıl saklayabildin?"
Öğrenmişti.. ama nasıl? Furkan mı söylemişti?
Ne önemi var ki?
"Oğlum ne diyorsun neyi sakladık?"
Anneme hiç bakmadan sertçe parmağını kaldırarak beni gösterdi.
"Siz değil anne, o"
O suçluluk duygusu geri gelmişti, seslerle beraber. Demire pişmanlıkla baktım.
"Kanser lan kanser! Nasıl söylemezsin!"
Annem ve babam şok oldu, öyle ki hiçbir duygu barındırmıyorladı bile. Sadece olayın şokundaydılar. Demir haklıydı, nasıl söylemezdim? Annem dolu gözleriyle yanıma yaklaşıp önümde diz çöktü. Elleri titriyordu.
"Ahu.. Kanser.. s-en.. Sen kanser misin?"
Sonunda gözyaşlarını tutamamış hepsi sağanak yağmur şeklinde durmadan yüzünde yer edinmeye başlamıştı. Babamsa put kesilmişti. Hâlâ ilk pozisyonundaydı, bakışları yerde takılı kalmıştı. Demir kimseye aldırmadan bağırmaya, odamda bulunan eşyaları yıkarak sitem etmeye devam etti.
"Kanser anne kanser! Ahu kanser ve bunu hiçbirimize söylemedi. Neden Ahu neden?!"
Ne diyeceğimi bilememiştim. Ne diyebilirdim ki. Utancımdan Demire bakamadım bile. Anneme bakmaksa kalbimi paramparça ediyordu.
Kafamı yerden kaldırdım ve babama baktım o da kalbini tutmuş yıkılacak gibi duruyordu. Normal görünmüyordu, bir sorun vardı. Babam titremeye başladığında ona doğru atıldım.
"Baba!"
Ona yetişemeden babam koca bir dağ gibi yıkıldı. Hızlıca nabzına ve diline baktım. O sırada Demir ambulansı aramakla meşguldü. Annemse her an bayılacak gibi duruyordu. Allah'ım ben ne yaptım böyle?
Hepsi benim yüzümden olmuştu
***
AHU (Şimdi)
Hastaneden çıkmış eve doğru gidiyorduk. Babam ufak bir kriz geçirmiş ve bayılmıştı. Başta kalp krizi geçiriyor sanmış, canımdan can gitmişti. İlk defa çok sevdiğim birini kaybedecek olma hissini bu kadar derinden hissetmiştim. Çok kötüydü..
Demir, babam bayıldığından beri konuşmuyor, yüzüme bile bakmıyordu ama öfkesi hâlâ diriydi. Annemse ağlamaktan gözleri şişmiş öylece bomboş bakışlarla yolu izliyordu. Sonunda eve geldiğimizde evde bir ordu bizi bekliyordu. Ambulans eve gelip babamı sedyeye alana kadar etrafımda olanların farkında değildim. Kafamı kaldırdığımda birçok yabancı yüzle karşı karşıya kalmıştım. Sonradan öğrendim ki onlar babamın ailesiymiş. Şimdiyse hepsi telaşlı ve korku doluydu, biraz da rahatlama mevcuttu bakışlarında.
Arabadan indik ve sessizce eve geçtik. Kimse konuşmuyor öylece birbirlerine bakıyorlardı. Babam istirahat için odasına götürülmüş annem de onunla beraber gitmişti. Bense ne yapacağımı bilemeyerek salonda yabancılarla oturuyordum.
Sonunda Demir ayağa kalkıp bana doğru yürümeye başladı.
Bir dakika? Bana doğru mu geliyordu o? Hem de öldürücü bakışlarıyla?
"Kalk bakalım Ahu hanım konuşacaklarımız var"
Bir şey demeyip kalktım hemen ve beni sürüklemesine izin verdim. Sonra aniden arkasını dönüp tehditkarca yabancılara baktı.
"Ve siz sakın bizi rahatsız etmeyin, babamı da öyle. Endişeleniyorsunuz haklısınız ama bize de zaman verin. Önce biz olayları sindirelim sonra konuşuruz bunları. "
Onların bi şey demesini bile beklemeden hızlı adımlarla kendi odasına sürükledi ikimizi.
"Otur bakalım"
Onun bu sakinliği gözüme öfkesinden daha korkutucu gelmeye başladı. Gerçi hâlâ öfkeli görünüyordu ama kendini dizginliyor gibiydi. Gösterdiği yere darağacına giden mahkum edasıyla gidip oturdum.
"Tek bir kelime, neden?"
O tek bir kelime içinde onlarca cevap barındırıyordu.
O tek bir kelime binlerce hayal kırıklığıyla dilinden süzülüyordu.
O tek bir kelime benim hayatımı ele alıyordu.
Neden ben?
Neden kanser?
Neden karıştım?
Neden söylemedim?
Neden sustum?
Nedenlerle dolu bir hayat. Ve şimdi o tüm hayatımı bir kelimeye sığdırmış, cevap bekliyordu. Ne söylemeliydiö ki?
Sanırım en baştan başlamam gerekiyordu.
Her şeyi en baştan anlatmaya karar verdim. Madem bilmek istiyordu o zaman bilecekti, eksiksiz.
"Ailem sandığım insanlar ben kanser olduğumu öğrenirken bile yanımda değillerdi. Sırf onlardan uzak olup onları daha fazla utandırmayayım diye yatılı bir okula yazdırmışlardı. Nasıl söyleyebilirdim ki bunu. Ama eminim anneme söylesem bana açık giyindiğim, günah işlediğim için Allah'ın bana verdiği bir ceza olduğunu söylerdi. Abimse her zamanki gibi dalga geçerdi. Peki ya babam? O önce susar sonra ona masraf çıkardığım için döver sonra sokağa atardı. İşte buydu benim aile bildiklerim. 15 yıl boyunca ben bu insanların arasında yaşadım. Ve birden kendimi yabancı insanların arasında buldum. Bu yabancı insanlar ailem olduklarını söylüyorlardı. Bana her ne kadar iyi davranmış olsanız bile sonuçta yabancıydınız. En önemlisi benim kafamda oluşturduğum aile şeması ortada. Size söylesem beni kapının önüne koyup koymayacağınızı nerden bilebilirdim ki."
Yaşlar gözümden istemsizce akıyordu. Yüzümde oluşturdukları selle sanki tüm duygularım, öfkem hayal kırıklıklarımı da alıp götürüyordu. Demir'e bakamadım bile. Baksam daha çok ağlardım çünkü. Odağımı penceredeki çiçeğe sürükleyerek derin bir nefes aldım.
" Belki boş kuruntularla kafamı doldurduğumu saçmaladığımı düşüneceksin ama bunlar benim için birer travma. Düşünmeyi bırakamıyorum. Duru da sizin için bir travma değil miydi? Beni de onun gibi sanmadınız mı? Ne farkı var ki? İki taraflı bir önyargı. Ölecek miyim onu bile bilmiyorken yeni bir hayat... Ben daha ruhumda oluşan yaraları saramadan vücudum pes etmeye, savaşı bırakmaya başladı. Ya ben daha 16 yaşındayım ya 16. Çocuğum ben daha, nasıl mantıklı kararlar almamı bekleyebilirsiniz ki? Evet ben gerçekten bazen yaşımdan daha olgun davranabiliyorum ama bu benim halâ çocuk olduğum gerçeğini değiştirmez ama sen koskoca adam geçmiş karşıma neden diyorsun? O kadar kolay mı yaşadıklarını tek bir soruya tek bir cevaba sığdırabilmek. "
Ona baktım, gözleri dolmuş ağlamamak için kendini zor tutuyordu ve utançla yere bakıyordu. Demir ağlamıyordu ama bir yerden ağlama sesleri geliyordu Arkamı döndüğümde kapıda dikilen annemi ve babamı arkalarında tüm kardeş ekibini gördüm. Annem sessizce ağlamaya çalışıyor gibiydi ama yine de sesi oldukça çıkıyordu. Onu ağlatmak istememiştim, o üzülsün kırılsın istemezdim. Burda olduklarını bile bilmiyordum. Sadece, Demir beni anlasın istemiştim.
Annem ona baktığımı fark edince hızlıca yanıma gelip içine koymak ister gibi sarıldı.
"Canım kızım.. Bu kadar zorluklarla tek başına mücadele etmek zorunda kaldığın için, seni bu kadar geç bulduğumuz için özür dilerim yavrum. "
Ağlamasından dolayı konuşamıyordu, hıçkırarak ağlıyordu. O sustuktan sonra babam da ikimize sarıldı. Saçımı koklayıp öptü.
"Belki geç bulduk ama önümüzdeki hâlâ büyük bir gelecek var. Ve ben bu geleceği dramla süslemek yerine sizinle hep beraber kahkahalarla süslemek istiyorum."
Demir de arkamızdan sarıldı.
"Özür dilerim öfkeme hakim olamadım. Seni kaybetme düşüncesi beni delirtti ama hep beraber olduğumuz sürece saramayacağımız bir yara yok. Ayrı ayrı yaralandık belki ama birlikte iyileşeceğiz."
Diğerleri de teker teker sarıldı. Onlar bir şey demeyip sadece sarılmakla yetindiler. Bu bile büyük bir şeydi benim için. Başta yaşadıklarımın acısıyla dökülen gözyaşları şimdi anın güzelliği ve sevilmenin güzelliği için dökülüyordu.
Bu anın içinde ölebilirdim
"Ay aman ne çok duygusala bağladınız. Yeter be yapıştınız kaldınız"
Bu sözleri söyleyen kişi tabiki de şaşırtmadı. Bir de Furkan bunları söylerken gözleri dolu dolu olmasa daha inandırıcı olacaktı.
"Ya sen önce git de yüzünde yol alıp çenene inmekte olan gözyaşını sil FurKANCIK"
Ben de yüzümdeki gözyaşlarını silmeden ona cevap vermiştim. Başta dediğime gülümsemiş sondaysa yaptığım kelime oyununu anlayınca kaşlarını çatıp hızlıca ayağa kalkıp bizim sarılma çemberini bozmuştu.
"Ben bu kızın saçını başını yolacağım ha şimdi. Duydunuz dimi bana ne dediğini?!"
Kimse onu ciddiye almadan gülmeye başladı. O kadar garip bir andaydık ki kelimelerle tarif edemiyordum. Daha birkaç saniye önce ağlayan ekip şimdi kahkalarla gülüyordu.
"Bu kız yüzünden hepimiz bipolar olduk. Delirttin ulan bizi"
Demir de gülüp gülmemek arasında kalmıştı ve sırf bunu göstermemek için odadan çıkıp gitti. Biz de yavaş yavaş birbirimizden ayrılmaya başladık.
"Şimdi herkes gidiyor ellerini yüzünü yıkıyor ve aşağıya iniyor. Ailecek güzel bir kahvaltı yapalım. Sonra da hastaneye gidiyoruz. Anlaşıldı mı?"
Hepimiz aynı anda anlaşmış gibi "Anlaşıldı" diyerek bağırdık. Babam sözlerinden sonra alnımdan öpmüş annemi de kaldırarak peşi sıra odanın çıkışına sürüklemişti. Tabi annem çıkmadan önce beni öpmeyi de ihmal etmemişti.
Mete ve Deniz de aynı anda biri sol biri sağ yanağımdan öperek odadan koşarak çıkmıştı. Deniz sanki benle değil de Meteyle ikiz gibiydi. Manyaklar..
Kafamı kaldırdığımda Berk ve Buğra'nın şefkat ve hüzün dolu bakışlarıyla karşılaştım. Buğra biraz da hayal kırıklığıyla bakıyordu. En azından ona söylemeliydim, geldiğim günden beri bana çok iyi davranmış hatta çiçek olduğumu anlamıştı. Bilmeyi hak ediyordu ama söylememeyi seçmiştim. Neden mi? Nedeni yok, salaklığımdan.
Ya da güvensizliğinden
Gözlerim doldu yine. Bazı yaşları tutamadım, birer birer firar ettiler gözlerimden. Sımsıkı sarıldım ona
"Özür dilerim"
"Hissetmiştim biliyor musun, Çiçek olduğunu en baştan beri hissetmiştim ama o olmanı istemedim. Kanser oluşunu kabullenmek istemedim. Böyle bir hastalık seni bulmuş olamazdı. Bu kadar küçükken, hayatı henüz yaşamamışken olamazdı. Ama ağlama Çiçeğim. İyi olacaksın, iyi olacağız."
"İyi olacağız. İyi ki siz be abim"
Bir güç bizim abi kardeş sarılmamızı şiddetle ayırdı. Kim olduğunu tahmin etmek zor değildi
"Yeter be biz neyiz burda? Eşek başı mı! Tek abin Buğra değil senin. Biz de varız"
Demir bizi kıskanmış diye yorumladım
" Evet abicim yaa. Unuttunuz resmen bizi. Yok sayıldık. "
Berk de kıskanmış...
Buğra saçımı karıştırdıktan sonra göz kırpıp gitti. Bu, ortalığı karıştırdıktan sonra sanki hiçbir şey yapmamış gibi ortamdan çıkan eski yengemin yaptığı gibiydi. Buğra, tüm ihaleyi bana bırakıp kaçıp gitmişti.
"Ya ben sizi unutur muyum. Biricik abilerim benim"
"Sıçtın sıvazlıyorsun Ahu"
"Sus Furkancık"
"Siz başladınız yine, kedi köpek gibi"
Berk Furkan'ın ensesinden tuttuğu gibi dışarı çıkardı. Başladığımız yere geri dönmüştük, odada ben ve Demir yalnız başımıza kalmıştık. Ben ona dikkatle bakıyorken o da benim dışımda her yere bakıyordu. Kaderde Demir'in, konuşmaya çekinen hallerini görmek de varmış.
"Kısacık hayatına bu kadar acı sığdırdığını bilmiyordum"
"Bilemezdin ki"
Yanıma gelip alnımdan öptü.
"Hadi aşağı inelim artık"
Annesini takip eden civciv misali onu takip ettim. Merdivenlerden indikçe konuşma sesleri artıyordu. Sanırım akrabalar hâlâ gitmemişti. Onlarla da tanışamamıştım bir türlü. Ayıp oldu insanlara. Tüm aile kahvaltı masasına geçmiş bizi bekliyordu. Ben de her zamanki yerime oturup hiç kimseye bakmadan kahvaltıya gömüldüm. O kadar stres yaparsan olacağı bu işte. Ne kadar acıktığımı yedikçe fark ediyordum.
Kahvaltı bitmiş salonda ailecek oturuyorduk. Dedem ve Nenem olduklarını düşündüğüm kişilerin elini öpmüş öyle koltuğa atmıştım kendimi. Aradaki benzerliklerden yola çıkarak baba tarafım olduğunu söyleyebilirdim.
"Kimsenin bizi tanıştırmaya niyeti yok galiba. Mecbur iş yine bana düştü. Ben Tuna amcan. Ailenin en yakışıklı, en zeki, en zengin, en bekarı ve en sevdiğin amcanım güzelim. " Bunları söylerken yanıma gelmiş yanağımdan makas almıştı. Bir de yanı başıma oturarak elini omzuma atmıştı. Garip biriydi ama söylediklerinde ne kadar haklı olduğu ilk bakışta anlaşılıyordu. En sevdiğim amcam olma konusunda bile haklı olabilirdi. Ben yakışıklı olan herkesi severim ve bu amcam çok yakışıklıydı.
Tuna amcam'a odaklanmış, hayran hayran izlerken boğaz temizleme sesi geldi. Bu şey demekti 'odağını bana ver' ama umurumda değildi ben bu meteordan gözümü almak istemiyordum.
"Tuna amcam şimdiden 10-0 önde gibi. Baksana Ahu gözlerini alamıyor ondan"
"Sus lan kerata." Aynı ses yine konuştu. Bu sefer odağımı ona verdim. Babamın boylarında ona çok benzeyen ama daha yaşlı hali gibi duran bir adamdı.
"Ben Tufan amcan. En büyük amcan oluyorum, yanımdaki eşim Aslı. Şurada duran az önce konuşan geveze Gökmen, seninle yaşıt o da Diğerleri sırayla şu koltukta oturanlar. En baştaki kırmızılı en büyükleri Giray yanındaki Melih ve en sondaki de Mert. "
"Memnun oldum efendim"
"Ne efendimi kız amca de amca. Hem biz de memnun olduk her ne kadar geç tanışmış olsak bile. Tanıştırılmaya tenezzül bile edilmemiş olsak bile"
Sanırım son dediğiyle birilerine gönderme yapmıştı.
Ondan sonra babamla alakası bile olmayan sarışın bi adam konuşmaya başladı. Bunların kardeş olduğuna emin miyiz?
"Ben de Turgut eşim Semra ve çocuklarım Erdem, Serhat, Bulut"
Herkesi tek tek gösterdi. Serhat dışındaki ikili sıcakkanlı duruyordu. Turgut ve Semrayı da pek sevememiştim zaten. Konuşma şekli bile kötücüldü bu adamın. Hiç hoş kokular almıyordum şu amcadan.
Etrafıma göz gezdirdim o sırada. Kuzen takımı kendi aralarında konuşuyor, Turgut ve eşi Semra hararetle bir şeyler fısıldaşıyor, Nene ve Dede de bana bakıyordu. Hay.. ben onlara tanışmadım dimi. Onlar da bunu düşündüğümü anlamış olacak ki hafifçe tebessüm edip eliyle gel gel işareti yaptı.
"En başta bizimle tanışman gerekirken en sona kaldık iyi mi? Amcanlar sıra vermedi ki kızım. Gel şöyle otur bakalım."
Usulca yanına oturdum. Başımı okşamaya başladı, o kadar huzur verici bir andı ki. Bir an bulunduğum ortamdan çok uzaklara, çocukluğuma gittim. Sanki 16 yaşındaki Ahu değil de 6 yaşındaki Ahuydu başı okşanan. 6 yaşındaki Ahu hep sevilsin, başı okşansın istemişti ama her zaman elinde hiçlikler ve zihninde dolaşan 'neden sevilmiyorum' soruları kalırdı. Keşke hiç karışmasa, hep bu aileyle büyüseydi.
"Kız torun gerçekten çok başkaymış. Şunu ne zaman bizim keratalara yapmak istesem kaçıp gidiyorlar 'dede ben çocuk muyum' diye çığırıyorlardı. Bir de Ahu kızıma bak, kedi gibi mayıştı hemen. "
Dedemin sözleriyle gerçekliğe döndüm. Ne kadar zaman geçti bilmiyordum ama düşüncelerimin arasında yıllar geçmişti.
"Şey Ahu ben, torununuz oluyorum. Biraz geç bi tanışma oldu ama en azından tanışma şansı bulabildik bu da bir şey"
Güldü dediğime.
"Haklısın, herkese nasip olmuyor torunuyla tanışmak" saçlarımı karıştırarak gülmeye devam etti.
"Ben de deden Haldun, yanımdaki de babaannen Belgin"
"Aman Haldun! Sen kendini tanıt yeter benim işime niye karışıyorsun. Ben kendimi tanıtamaz mıydım?"
Sanırım nenemiz biraz huysuz.
"Bu deden de hep böyle. Her şeyde o olcak illa, bırakmıyor biz konuşalım. "
Bana diyordu ama eşler arasına giremem, onların tartışması sonuçta. Halletsinler aralarında canım aa.
"Senin bu nenen hep böyle huysuz işte. Ne yapsan da beğenmez, istemez."
Çok tatlı göründüklerinin farkındalar mıydı? Cicim aylarında tartışan çiftlere benziyorlardı. İlişkilerindeki dinamiği bu yaşlarında bile hâlâ kaybetmemiş olmaları, hayran olunasıydı. Ben de yaşlanınca kocamla böyle olmak isterdim.
"Anne baba! Tamam ama, kızımı arada bıraktınız. Şaşkın şaşkın ikinize bakıyor. Gel kızım sen boş ver onları. Biricik babana gel"
Son cümlesini bastırarak ve nispet yapar gibi yüksek sesle söylemişti. Bu adam birilerini çatlatmayı iyi biliyordu.
Kalkıp babamın yanına geçtim. O sırada dikkatimi çeken şeyi söyleyip söylememe konusunda çelişki içerisindeydim. Babamın kulağına yavaşça yaklaştım.
"Baba burda herkesin çocuk sayısı az. Siz bile 4 çocuksunuz, amcamlar da öyle. Peki biz niye 7 kardeşiz? Önceden tüm aile böyle sanıyordum ama bir tek bizim aile çok fazla"
Babam önce yüzüme boş boş bakıp sonrasında kahkalarla gülmeye başlamıştı. Bunda gülünecek ne vardı bu kadar? Herkesin en fazla 4 çocuğu varken bizim 7 kardeş olmamız??
"Annenle çocukları çok seviyorduk. Her zaman kocaman bir ailemiz olsun istedik. Bir de kızımız olmasını çok istedik, baya da bekledik seni ama anca 4. Çocuktan sonra geldin."
"Ne yani baba bizi istemedin mi?"
Ulan Furkan, anca ortalığı karıştırmaya yarıyorsun. Bu çocuk hep böyle yapıyordu. Duruyor duruyor tam kaos yaratacak zamanlarda konuşuyordu. Şeytan yeryüzündeki gölgesiydi o
"Evet, başka soru?"
Tuğrul reis yine acımıyordu. Furkan yalandan ağlar gibi yapıp elini kalbine koydu.
"Ben bu acıyla daha fazla yaşayamam"
"Seni bilmem oğlum ama benim bu bilinmezlikle daha fazla duramayacağım kesin. Kalkın hastaneye gidiyoruz. Bir dakika bile bekleyecek halim kalmadı"
Annemin telaşlı sesi ortama keskin bir şekilde giriş yaptı. Ona döndüğümde hazırlanmış elinde anlayamadığım şeylerle doldurulmuş bir çantayla duruyordu. Elini de beline koymuş bizi izliyordu. Bu sanırım kalkın hazırlanın demek oluyordu.
"Annemi kızdırmak son istediğim şey. Ben hazırlanmaya gider"
Hızlıca kalkıp odama koştum.
"Kızım koşturma, bir şey olacak bak"
Annem kanser olduğumu öğrendi ya artık her şeyden bi anlam çıkaracaktır' kızım şunu yapma bu olacak, onu yeme böyle olacak' ama yine de... Bu telaş bile güzeldi. Birinin seni düşünüp önemsediği anlamına geliyordu. Yüzümde gülümsemeyle hazırlanıp aşağı indim. Herkes hazırlanmış kapıda dikiliyordu.
"Ben hazırım, hadi çıkalım"
Herkes çıkmaya niyetlenince babam durup onlara baktı.
"Siz nereye?"
"Hastaneye gidiyoruz ya oğlum"
"Babacım biz gidiyoruz siz değil. Ben Ahu ve Burçak, başka kimse yok. Hem bu kadar kişi hastaneye gitmeyi düşünmemişsinizdir herhalde."
"Ne demek biz gelmiyoruz?"
"Dedem haklı, ne demek siz üçünüz tek gidiyorsunuz"
"...."
Her bir ağızdan bir şey çıkıyordu. Babam derince oflayıp tek tek herkeste gezdirdi gözlerini.
"Kararım kesin. Kimse gelmiyor, uzatmayın. Burda bizi bekleyin. Erken geliriz zaten. Ayrıca siz hastaneye niye gittiğimizi nerden biliyorsunuz?"
Harbiden ya. Onlar nerden biliyorlardı benim kanser olduğumu. Kim söyledi ki onlara?
"Siz konuşurken fısıldaştığınızı mı sanıyorsun abi? Sabah tüm konuşmalarınızı net bir şekilde duyduk. Zaten Demir'in sesinin maşallahı var"
Tuna amcam büyük bir sır verir gibi babama yaklaşıp ciddi yüz ifadesiyle konuşmuştu. Sonra da alayla bakmaya başlamıştı. Zaten sabah sesimizin duyulmadığını düşünmemiz saçmalıktı.
"Her neyse biz gidiyoruz siz kalıyorsunuz."
***
Evden zor bela kendimizi atmamızın ardından hastaneye ulaşmıştık sonunda. Ben zaten her şeyi bildiğim için rahattım, üstümde o bilinmezlik korkusu yoktu artık. Ama kemoterapi süreci biraz endişelenmeme sebep oluyordu. Biraz araştırma yapmıştım ve bu daha da korkutuyordu beni. Özellikle saçımın dökülecek olması... Saçlarımı çok severdim, düzleştirici vurmaya bile çekinirdim saçıma bir şey olacak diye. Saçlar anıları saklarmış, ben de beni ben yapan acılarımı unutmamak için kesmedim hiç. Saçlarım hep çekilmek için tutulmuştu, şimdiki aileme gelmeden önce kimse şefkatle dokunmamıştı bile. O kadar acı çektikten sonra bir de ben keserek acı çektirmek istemezdim saçlarıma. Ama şimdi, dökülecek olmaları ruhumu çaresizlik ve korkuyla titretiyordu
"Ahu.."
Babam bana dönmüş ellerini dizime koymuş endişeyle bakıyordu. Onun için de zordu ama benim için kendini geri plana atmıştı.
"Zor olduğunu biliyorum, biliyoruz ama bunu yapmak zorundayız daha fazla geç olmadan. Yoksa senin istemediğin hiçbir şey yapmam. Bunu yapmak zorundayız güzel kızım. Güzel ve hep beraber olacağımız sonsuz mutluluk için yapmak zorundayız"
Sonsuz mutluluk...
Babama inandım, sonsuz mutluluğa ilk adımı atmak için arabadan indim. Hastaneye baktım, istemsiz olarak derin bir iç çektim. Düşüncelere dalamadan annem gelip elimi tuttu.
"Yanındayız canımın içi"
Bu his çok güzeldi. Ailenin yanında olması ve destek olması en güzel hislerden biri değil, en güzel histi. Ve ben bu hissi her tattığımda şaşıracaktım sanırım.
Beraber el ele hastaneye girdik. Her şey ayarlanmış olduğu için hiçbir şey yapmadan direkt doktorun odasına geçtik. Hastanenin bizim olduğunu söylememe gerek yok sanırım?
İçeri girdik. Bu seferki doktor farklıydı, daha yaşlı ve kısa boylu biriydi. Üstünde yılların vermiş olduğu yorgunluk ve bilgelik vardı. Gözlerime öyle bir bakıyordu ki sanki tüm içimi görüyor gibiydi
"Hoş geldiniz, oturun lütfen"
Ben doktora en yakın olan koltuğa geçtim, annem ve babam da geride duran ikili koltuğa oturdular.
"Annen ve babanla tanıştık ama seninle tanışmadık henüz. Ben yeni doktorun Ertürk Yılmaz, kemoterapi süreci boyunca seninle olacağım."
"Ben de bildiğiniz üzere Ahu. Memnun oldum"
Kafamı kurcalayan soruyu sormak istiyordum hemen ama çok aceleci davranmış gibi olurdum.
"Sor hadi sor"
Anlamış işte doktor
"Dizilerde kemoterapi görenler hep hastanede kalıyor. Ben de kalacak mıyım. Lütfen kalmiyim"
Önce yavaş yavaş başını sallayarak dinledi beni sonra da hafifçe güldü.
"O dizilerdeki hastalar kanserin son evresine yaklaşmış ya da son evrede olan hastalar. Senin öyle bir durumun yok. Daha hastalığın çok başındadır. Semptomları bile arada bir kesik kesik yaşıyorsun öyle değil mi?"
Başımı salladım
"Evet evet, bazen kendimi çok yorduğumda ya da stres yaptığım zamanlarda çok fazla ortaya çıkıyor. Onun dışında zaman zaman ağrılarım oluyor. "
"Erken teşhis koyulduğu için şanslısın. Bizim yapacağımız şey kemoterapiyle kitleyi yok etmek. Yok olmazsa, ki bu çok düşük bir ihtimal, kitle küçüldüğünde ameliyatla alacağız. Dediğim gibi o çok düşük bir ihtimal. Bu süreçte sana birçok ilaç vereceğiz, bazılarını hastaneye gelip alacaksın bazılarını da evde düzenli olarak kullanacaksın. 2 haftada bir kemoterapiye geleceksin hastaneye. Bu ne demek?"
Ben nerden bileyim ne demek. Doktor susmuş bana bakıyordu. Devam etsene hocam bunu da mı ben söyleyeceğim?
"Her seans 2-4 saat sürer. Sen ağız yoluyla alınan ilaçları kendin evde kullanacağın için biz sana bu süreçte damar yoluyla verilen ilaçları vereceğiz. Bu ne kadar sürer söylemesi zor ama uzun sürmeyeceğini umuyoruz. Şimdi bildiğiniz üzere ilaçların yan etkileri var. Kemoterapinin de yan etkileri var tabi. Her insanda farklılık gösterebilir ama çoğunlukla aynı etkileri gözlemliyoruz. Bunlar: saç dökülmesi, mide bulantısı iştah kaybı, yorgunluk, vücudunun hassaslaşması bu yüzden sık sık morarlaşma görülebilir. Bu süreçte bünyen oldukça hassas olacak yani. Sen ve ailen çok dikkatli olmalısınız"
Babam ve annem çok dikkatli bir şekilde doktoru dinliyordu. Ben bunları zaten biliyordum, büyük ihtimalle onlar da biliyordu ama yine de doktorun ağzından çıkan her kelimeye dikkat kesiliyorlardı. Özellikle son cümlesiyle göğüsleri kabarmış daha dik durmaya başlamışlardı.
"Dikkatli olacağımıza emin olabilirsiniz. Peki ilaçlara ne zaman başlayacağız. Bugün mü yoksa ileri bir tarihte mi?"
"Bu hafta evde ilaç takviyesine başlayacağız haftaya da kemoterapiye gelir. Bu haftada vücudu ve bünyeyi yavaş yavaş kemoterapiye alıştıracağımız bir hafta olacak. Birden kemoterapiye başlamak ağır gelebilir. Reçeteyi yazdım. Tüm yönergelere dikkat edin. Geçmiş olsun"
"Teşekkür ederiz"
Reçeteyi alıp odadan çıktık. Babam derince nefes aldı.
"Bak hayatım boşuna korktun o kadar ben sana dedim büyük bir şey değil diye. Bizim kızımız o filmlerdekiler gibi hep hastanede kalmayacak dedim sana"
Babam anneme sitemle bakıyordu, annemse dehşetle.
"Ben mi düşünmüşüm öyle. Sen değil miydin odada bir ileri bir geri yürüyerek hastane odasını nasıl süsleyeceğini soran. Ahu en çok hangi rengi seviyorsa odayı o renge boyayalım diyen?"
Bu sefer şaşırma sırası babamdaydı ama onunki yalan bir şaşırmaydı
"Sen dilin neler söyler öyle canım karıcım. Ben miymişim o? Hiç de bile! Ben araştırma yapmıştım bir kere, öyle olmadığını biliyordum ama seni ikna edemiyordum"
Annem adam olmazsın bakışları atarak gülerek başını iki yana salladı.
"Neyse yalancı kocam benim hadi eve gidelim, Ahu da yorulmuştur şimdi. Zaten kaç gündür stres yapıyor benim güzel kızım. "
Ben söylemeden anlamıştı beni. Gerçek bir anneydi.
Arabaya bindik ve eve doğru yol aldık. Zaten yol kısa sürüyordu. Ben de dışarıyı izlemeye karar verdim. Sahil yoluna girdiğimizde içim özlemle doldu. Eskiden her gün sahilde oturur saatlerce denizi izlerdim. Denize dalmışken banklarda oturan biri dikkatimi çekti. Bu bizim şerefsiz Furkan değil miydi? Biraz daha dikkatli baktım ve gerçekten de oydu. Ne yapıyordu orda tek başına.
"Baba biraz ilerde durabilir misin? Deniz havasını özledim, biraz oturup gelirim hem eve de yakın zaten"
Babam itiraz edecek gibi oldu ama annemin bakışlarından sonra başını evet anlamında salladı.
Arabadan hızlıca indim ve Furkana doğru yürümeye başladım.
Bu çocuk hiçbir şey yapmadan ne yapıyordu öyle. Elinde telefon falan da yoktu, boş boş denizi izliyordu. Hiç onluk değildi bu hareketler.
Ensesine bir tane tokat yapıştırdım
"Naber lan Furkancık"
"Hasss... kızım ne yapıyorsun ya. Abiye böyle mi yapılır"
"Abim olmadığına göre bunu yapmamda sakınca yok"
Sessiz kaldı
Bi dakika sessiz mi kaldı o?
Bu çocuk her zaman cevabımı vermiş, hiçbir zaman sessiz kalmamıştı. Şöyle iki omzundan tutup kendime çevirdim. Yüzüne iyice baktım o olduğuna emin olmak için.
"Ahu ne yapıyorsun?"
"Furkan olup olmadığını kontrol ediyorum. Ona çok benzeyen biri de olabilirsin"
Elimi yüzünden çekip önüne döndü. Yine sessiz kalmıştı.
"Ne bu halin? Biri bi şey mi dedi sana? Kimmiş o söyle onunla beraber sövelim sana"
Yine bir şey demedi, onun bu hallerine alışkın değildim. Her zaman cevabını veren asla altta kalmayan Furkanı istiyordum. Onunla yaptığımız atışmaları seviyorum ben, onun bana benzeyen ya da benim ona benzeyen o mizahi yanımı seviyordum. Şimdiyse onun bu sessizliği tedirginlik veriyordu.
Ne kadar vakit geçti bilmiyorum. Sessizce, yoldan geçen insanları, denizi, Furkan'ın nefes alış verişlerini dinliyordum. Furkansa bir noktaya dalmış dakikalardır orayı izliyordu.
"Senin bana iyi davranmanı, gülümsemelerini hak etmiyorum. "
Bu ne demekti şimdi?
"Kötüyüm ben, çok kötü biriyim hem de. Bencilin tekiyim. Senin yaptığın olgunluğu ben bu yaşımda yapamadım. Çocuk gibi davrandım"
Neyi kast ettiğini anlamıştım. İlk geldiğim zamanlardaki davranışlarını anlatıyordu.
"Furkan..."
"Yapma Ahu, beni anladığınla ilgili cümleler söyleme. Beni anlama. Ben seni anlamadım, dinlemedim. Sen de yapma"
Hiçbir şey söylemedim, söyleyemedim. Ne diyebilirdim ki. Onu anlıyordum çünkü. Ben de ilk zamanlarda geldiğimde ön yargıyla yaklaşmıştım. Bu insanı hayatta tutan bir mekanizmaydı da aynı zamanda. Bazı zamanlar iyiliğimiz için olan bir şeydir bazı zamanlar tam tersi.
" Affedilmeyi hak etmiyorum ama köpek gibi de affedilmek istiyorum. Beni de sev, bana da abi de istiyorum. Diğerleriyle seni gördükçe kıskanıyorum, öyle olmak istiyorum ama olamaz bunu da biliyorum. Sana takılmayı da seviyorum ama affedersen bir daha yapmam."
"Ben seninle atışmayı seviyorum, ilişkimizi diri tutuyor bence"
"Yemin ederim Ahu bir daha asla yapmam, lütfen affet beni hak etmiyorum biliyorum ama... bir dakika, ne dedin sen?"
Beyefendiye jeton anca düşmüştü ama keşke düşmeseydi yalvarması güzeldi.
"Devam et ya çok güzel yalvarıyordun"
O haylaz bakışları geri gelmişti. Sonunda yaa, o kadar özlemiştim ki. O çaresiz bakışları hiç hoş değildi.
"Demek atışmalarımızı seviyorsun ha"
"Ben mi? Yoo, hiç sevmiyorum. Nefret ediyorum hatta. "
"Duyduğuma eminim halbuki"
"Ya senin beyninde sorun olduğu kulağında da sorun varmış. Aptal olman yetmiyormuş gibi bir de sağır çıktın iyi mi?"
Onaylamaz sesler çıkararak kafamı iki yana salladım. Onu anlıyormuş gibi düşünceli bir şekilde yaklaştım ve elimi sırtına koyarak pat patlamaya başladım
"Tanıdığım çok iyi bir doktor var istersen ona gidebiliriz. Yardımcı olur bize, hele senin halini gördükten sonra hemen müdahale eder."
Güldü
Yüzünü denize çevirdi ve derin nefes aldı
"Biz seninle hiç ciddi konuşamayak mıyız?"
"Bilmem bi dene bakalım. Az önce iyi gidiyordun bence. Hadi devam et. Yalvardığın yerden başla"
Birden bana dönüp elimi tuttu
" Yaptığım her şey, söylediğim her kelime için özür dilerim. Ben çok büyük aptalım ve sana yaptıklarımla en büyük aptallıklarımı yaptım. Beni affeder misin bilmiyorum ama affetsen çok iyi olur be Ahu. Her şeyi yaparım beni affetmen için. Affet be abicim"
"Duyduğuma göre kanalımın en büyük fanlarından biri senmişsin. Eğer benimle video çekmeyi kabul edersen affederim"
Dehşet olmuşçasına bana baktı.
"Kamera fobimi kimden öğrendin?"
"Kuşlar söyledi."
Ajanımı belli edecek değildim.
"Tamam ulan yeter ki affet. "
"Anlaştık o zaman"
Elimi uzattım tutması için. Kendimi kurban bayramında anlaşma yapan satıcılar gibi hissetmiştim böyle yapınca.
Elimden tuttu ve kendine çekip sıkıca sarıldı.
"Anlaştık"
Sesinden mutluluk akıyordu adeta. Onun sesine doğru elinizi tutsanız o mutluluğu tutabilecekmiş gibiydi
Uzun süre sarılı kaldık. Sarıldıkça eksik parçalarım tamamlanıyordu sanki.
"Bu arada çok önceden seni içimde affetmiştim zaten"
🎄
✨Geç oldu biraz biliyorum ama bunu telafi edeceğim.
✨Nasılsınız?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |