@hiyera212
|
Bu benim ilk kitabım ve bitirmeden ölmek istemiyorum, tam olarak bitirmediğim için de diğer kurgularımı yazamıyorum. Sizin yorumlarınız bana devamını getirmem için güç verecek, lütfen esirgemeyin. Teşekkürler... Hayatım tuhaf bir ikilemdeydi sanki, 17 yaşına kadar hayatımda olanları gözden geçirdiğimde ya çok iyi şeyler oluyordu ya da çok kötü şeyler. Her zaman bir ikilemdeydim, insanların arasında kalırdım, duygularımın arasında kalırdım. En çok da yaşam ile ölüm arasında kalırdım. Hep griydim ne siyah ne beyaz. Ortaydım, ılıktım. Çok mutlu bir çocukluğum vardı, bir ablaya ve ağabeye sahiptim. Annem ve babam mutluydu ve bu bize de yansırdı. Annem ve babam her zaman bizi destekleyen, yanımızda olan o mükemmel ebeveynlerdendi. Çok yakın arkadaşlarım vardı, beni ben olduğum için seven dostlarım… Onlarla olmak beni ben yapardı, kendimi bırakırdım ve gerçek beni görürlerdi. Bir dönüm noktamız hep vardır, sanırım benim ki kardeşimi kaybettiğimiz zamandı. Asla hatırlamadığım bir kardeşim vardı ama annem ağlayarak anlattığı için benim en büyük travmam olmuştu. Annem kardeşime hamile kalmış, herkes çokça mutlu olmuş, bense kıskanmış ve bu kardeşten hoşlanmamışım. Annem ne zaman karnını sevse ben gidip karnına tokat atmışım. Şu an bunları bana söylediklerinde bunun mümkünatının olmadığını söylesem de içten içe bunları yapmış olabileceğimi de biliyorum. Sevgili erkek kardeşim doğum sırasında kordon boynuna dolandığı için yetersiz oksijen yüzünden ölmüş. Belki annemi belki babamı belki de ailemin hepsini bu olay çok değiştirmiştir. Ben o sıralarda anaokuluna yeni başlamak üzereymişim ama bu olanları zerre hatırlamıyorum. İnsanı hatırlamadıkları daha da huzursuz edermiş, ben hatırlamadığım kardeşimin yasını tutuyordum ve bu çok acı. Bu olay beni hep etkilemişti, küçük bir kız çocuğuydum o zaman belki bunu çok idrak edememiştim ama şimdi çok büyük bir yüktü. Yaşadığım için bir pişmanlık duyduğum nadir anlardan birisini yaşıyordum. İsmi Ahmet olacak kardeşimi rüyamda görürdüm ve bu bana hep hüzün verirdi, şu an olduğu gibi. Annem kardeşimden sonra bir sürü kitap okumuştu ve yetmemiş sırf bizi düzgün eğitmek için okul öncesi öğretmenliği de okumuştu. Ne var ki 8 yıllık meslek kariyerini geçen yıl itibarıyla sonlandırmıştı. Annemin psikolojik sorunları yüzünden ablam Hilal, ağabeyim Oğuzhan ve bendeniz Tuana nasibimizi alarak katı bir eğitimden geçmiştik. Annemin mükemmeliyetçi yapısı yüzünden ömrüm derslere çalışmakla geçip gitmişti. Ne kadar çok çabalarsam çabalayayım hiçbir zaman yeterli seviyeye ulaşamadım. Annem iyi bir lise kazanamadığım için emdiğim sütü burnumdan getirmiş, o yaz tatilini bana zehir etmişti. Şu an derslerim iyi olduğu için ve ergenliğimin zirvesinde olduğumdandır sanırım benimle çok uğraşmıyordu. Ben bunu kendimden daha çok annemin erken yaşta menopoza girmemek için gittiği bir çeşit meditasyon ya da kendi tabiriyle huzur derslerinden kaynaklandığını düşünüyordum. Her halükârda gördüğüm psikolojik şiddet yüzünden tez zamanda ağabeyim ve ablam gibi üniversite kazanıp bu evden kurtulmak istiyordum. Bu şehirden olabildiğince uzağa gitmek, hiç geri dönmemek sanırım şu anki tek hayalimdi. İşte belki de sırf bu yüzden üniversite sınavına onuncu sınıfta çalışmaya başlamıştım. Bu süreci yavaş yavaş ve stressiz bir şekilde atlatmak istiyordum. Konuların hepsini en az iki kere bitirmiştim ama tekrar etmediğim için unutuyordum. Aşırı rekabetçi yanım boş durduğum her anın içine sıçıyordu. Ders çalışarak kafayı yememek için boş zamanlarımda markette çalışmaya başlamıştım ama bugün tatil günüm olduğu için evdeydim. Ders çalışmak için güzel ama çalışamayacak kadar da kötü bir gündü. Hava o kadar çok nemliydi ki hamamda olsam bu kadarı da olmazdı. Telefonumdan Selena Gomez’in Come Get İt şarkısını açtığımda anlamını bildiğim şarkının anlamından daha çok ritmine odaklanmaya çalışsam da zihnim beni bozguna uğrattı ve saatlerdir aklıma gelmeyen sevgili aşk hayatımı gözler önüne serdi. Şarkıyı sevmemin nedeni şu an ki beni anlatıyor olmasıydı ya da bilmiyorum bana öyle geliyordu. “İstediğim türden bir aşka sahipsin, bırak onu alayım Aşk hayatım berbattı, hatta öyle bir hayatım var mıydı bilmiyorum. Aşıktım, âşık olduğum çocuk tam bana layık birisiydi. Akıllı, nazik, kibar birisiydi. En önemlisi kendimi değerli hissediyordum, onunlayken dünyadaki tek kız bendim. Bahçesinde açan tek gül bendim, dikenlerimin canını yakmasına izin vermezdim. Beni sevmesini sonsuza dek bekleyebilirdim, ne zaman gelirse gelsin kapım, kalbim her zaman ona açıktı. Ona bağımlıydım, ona saplantılıydım, ben tam bir deliydim. Yalnız sevgimi göstermekten çekiniyordum, diğer arkadaşlarıma davrandığım gibi ona davranamıyordum ama ben ona karşı çok çekiniyordum. Bu zamana kadar sevgilim olmamıştı, o kulu sevene kadar da birkaç hoşlantı geçirsem de bu günübirlik olmuştu. Altı yaşında benden sekiz yaş büyük kuzenim İlyas’a hayranlığım haricinde öyle takık birisi değildim. Aşıktım diyemiyordum çünkü aşkla bağdaştıracağım bir duygu değildi. Masum duygulardı. Velhasıl ondan daha kuvvetli bir duyguyla karşılaşmıştım, yani başka birisinin aşk kanseriydim. Bu duygu hiçbir duyguyla eşdeğer değildi. Kanserdi, çünkü sevdiğim çocuk beni sevmiyordu, beni seveni de zaten ben sevmiyordum. "Kalemim oksijen olmuş; ne zaman yazmasam boğuluyorum." WhatsApp'ta ki hakkımda kısmını güncelleyip yatakta aşağı doğru kaydım ve sağa sola döndüm. Selena’nın biten şarkısının ardından müzik uygulamasından çıkıp telefonu yatağın üzerine fırlattım. Selena’cığıma böyle bir şarkı yazdığı için minnet edip öpücüklerimi ilettim, tek idolüm. Sıcaktan bunalmış bir Habeş maymunu gibi hissediyordum kendimi, öyle ki bu tembelliğin başka açıklaması da olamazdı. Yazları Osmaniye'nin bitmek bilmeyen sıcağına ek olarak Kuzey Afrika'dan da çöl sıcakları geliyor hepimizi perişan ediyordu. Bizim sıcağımız yetmez gibi başka ülkelerin sıcağını, çölünün kumunu çekiyorduk. Yaz bitmek üzereydi ama sıcakların bitmesi için en az ekim ayını görmemiz gerekiyordu. Bu yıl lise sona geçmiştim. Lise hayatım boyunca ‘Eziyet Yıllıkları’ adında bir de günlük tutmuştum, nasıl üniversiteyi kazandım diye sorarlarsa günlüğü ellerine tutuşturacaktım. Okulu seven nadir insanlardan birisiydim, bazılarınız okulu mu seviyor yoksa içindekileri mi bir düşünsün derim, ben içindekileri seviyordum. Hepimizi okula bağlayan birisi vardı işte. Okulun açılmasını sabırsızlıkla bekliyordum, okul açıldığında bunu söylediğimi hatırlamayacağım ve sabahları anne beş dakika daha, diye yalvaracağım ama olsun. En azından gerçekten biraz daha fazla kafamı dağıtacak ve sıkılmamak için nedenlerim olacaktı. Bu yaz tatili hiç geçip bitmek bilmemişti, önceki tatiller göz açıp kapanıncaya kadar biterken bu yıl öyle olmamıştı. Tabiri caizse sıcakta iki saniye duran dondurmanın külahtan aşağı damlayarak erimesi gibi ben de erimiştim. Ailemle yine yaza girmeden aylar önce tatil planları yapmıştık: 'Gerçekleşmesi İmkânsız Olan Tatil Planları’. Her zaman ki gibi hayallerim boşa gitmiş hiçbir planımızı gerçekleştirememiştik. Bu yüzden bu yaz daha bir mutsuzdum, havanın sıcak olması ise beni en mutsuz eden şeylerden biriydi. Diğerinin ne olduğunu da tahmin etmişsinizdir, beni kanser eden çocukla aynı gökyüzünün altında olup farklı şehirlerde olmak. Kendimi bu yüzden çok yalnız hissediyordum. Kalabalık bir arkadaş kitlesinin içinde yalnız hissetmek çok boktandı, asıl yanında olmak istediğim çok uzaktaydı. Arkadaşlarımın yanımda olması, aynı mahalleden olmak gerçekten de çok güzel bir duyguydu ama etrafımda onca insan olmasına rağmen yalnızlık duygum geçmiyordu, arkadaşlarımı çok sevmeme rağmen bazen az insanla kalabalık hissetmek istiyordum. Allah’ım ben ‘o’ kulunu istiyorum. Mutsuzluğumun asıl sebebi amansız bir hastalığa yakalanmamdı. İnsanlar bu hastalığa aşk diyordu ama bana göre kanserdi. Kemoterapi ile kurtulmak mümkün değildi. Kalbimde imkânsız bir duygu cereyan etmişti, arkadaşım, sırdaşım, dostum dediğim çocuğa benim duygularım kaymıştı. O benim sevgilim olsun istiyordum, yanımda kimse olmasa da o olsun istiyordum. Gözlerim hep onu görsün, burnuma bir tek onun kokusu gelsin, tenim sadece ona değsin, dudaklarım onu öpsün, saçlarım ona savrulsun istiyorum. Aklım hep onda, yüreğim adı anıldığı an paramparça. Çok abarttığımın farkındayım ama ne yapayım, ben ilk defa böyle hissediyorum. Bu duyguların geçeceğine olan inancımı yitireli çok olmuştu, ne zamandır ona çekildiğimi ben bile bilmiyordum. En son ben ona bir bakmıştım, sonra da yanı başımda olsun da neyim olursa olsun, demiştim. Şanstan mıdır, kadersizlikten midir bilmiyorum ama o da arkadaşım oluvermişti. Ne vardı arkadaşıma gönlüm kaymışsa, en aşağılık, en şerefsiz insan tek ben miydim? Ayrıca arkadaş olmadan önce ona kapılmıştım, yanlış ilişki seçimi tamamen onun suçuydu. “Evet, malsın anladık.” Düşüncelerimle boğuşurken içeri ablam kapıyı çalmadan girdi, gözlerimi devirdim ve ona kısık sesle sevmediği birkaç sözcük savurdum. Bu odada bir insan evladı yaşıyordu ve bu insan müsveddesi bunu daha anlayamamıştı. Koskoca üniversite okuyor ama nezaket kurallarından yoksun. Bir de hukuk okuyor ama kişi özgürlüğünü ihlal ettiğinin farkında bile değil. Anlamışsınızdır, ablamı çok aşırı seviyorum. "Tuana?" "Kapı çalma ahlakın yok mu senin?" Benden büyük olması onu azarlamayacağım anlamına gelmiyordu herhalde? Yargı dağıtmayı seven biriydim, bu insanları delirtse de ben böyleydim işte. "Düzgün yatar mısın, psikolojimi bozuyorsun. Beynin aktı, zaten geldiği yerde yeteri kadar yok." Yanıma doğru gelmiş ve kafamı yerden kaldırmaya çalışmış ama becerememişti. Onu itekledim ve bana dokunmaması için cırladım o da daha fazla uğraşmamak için benden uzaklaştı. Kendimi düzelterek yatakta normal bir şekilde uzandım, tabi bu başkalarına göre anormaldi yoksa bana göre gayet de normaldi. Az önce kafam yerde vücudum yataktaydı, bu benim düşünme pozisyonumdu ama Hilal tarafından düşüncelerim sabote edilmişti. Ne vardı yani hayatımı baştan başa tavaf ediyorsam, bu bile yasaktı bu evde. Evde ben bu şekildeyken genellikle kimse beni rahatsız etmezdi ama şu gördüğünüz kokuşmuş yumurta 6 yıldır yurt köşelerinde yaşadığı için benim alışkanlıklarımı bilmiyordu, bilse de zaten saygı da göstermiyordu. "Neden rahatsız edildiğimi öğrenebilir miyim?" İçimdeki good girle sahip çıkarak yumuşak bir dille sormuştum, zira Hilal benim odama dalmazdı böyle. “İşi düşmüştür, net.” İç sesime kulak verip haklı olabileceğini düşündüm, başka türlüsü ondan beklenmezdi. "Sadece bulaşığı sen yıkayabilir misin, diye sormak için gelmiştim. Görüyorum ki sıkıntıdan patlamışsın, bence yıkayabilirsin!" diyerek odadan çıkmaya yeltendi ben ise hemen yataktan atlayarak "Boşuna Hilal! O bulaşığı asla ama asla yıkamam! Her seferinde aynı şeyi yapıyorsun, o bulaşığı hep bana kitliyorsun ama bu sefer yemezler!" Hilal göz devirip odadan çıktı. Arkasından bağırdım, "Boşuna boşuna! Yıkamam ki..." kendi kendime de en az yarım saat bunu tekrarladım ama kimsenin beni taktığı söylenemezdi. O bulaşığı yüksek ihtimal ben yıkayacaktım ama bunu şu anlık reddediyordum. Masaya geçip “Eziyet Yıllıkları” adlı günlüğüme Hilal ile ilgili iyi niyetli düşüncelerimi, hayallerimi ve ona karşı (bed)dualarımı içtenlikle sıraladım. |
0% |