Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. BÖLÜM

@hiyera212

 

Sabah normal günlere göre daha enerji dolu bir şekilde uyanmıştım çünkü hafta sonuna denk geldiği için sevdiceğimi görememiştim. Okul günlerini severdim, ev işlerinden kurtulurdum ve en güzeli de her sabah sevdiğimin gül yüzlü cemalini görürdüm. Sanırım son kısım okula gitmem için yeterli bir sebepti.

Üzerime dün annemin ütülediği beyaz gömleğimi ve lacivert fileli eteğimi giydiğim gibi saçlarıma şekil verip güzel bir parfüm sıktım. Aynada kendime bakıp güzel olduğuma karar verdim. Bu formalar artık beni bayıyordu ama formasız gelmek yasaktı maalesef.

Ortaokuldayken bu kıyafetlere hayranlıkla bakardım ve giymek için sabırsızlanırdım. Ablam liseye geçtiğinde onun formalarını giyerdim ve ben ondan uzun olduğum için o formalar bana daha iyi olurdu. Şimdi zorunlu olmasa giymezdim, eteklerden çok hoşlandığım söylenemez.

Çukurova Anadolu Lisesi hayatımda beni etkileyen ve geleceğime yön veren bir kurumdu. Bu okul bütün arkadaşlarımın benimle birlikte olduğu eşsiz bir yerdi, en büyük ayrıcalığım bu değildi elbette. Okulu çok seviyordum bir de buna son senemin olduğunu ve bir daha liseye gelmeyeceğim eklenirse biraz daha duygusal seviyorum diyebiliriz.

Okula saygı duyuyordum, bizleri geleceğe taşıyordu cart curt sebepler, aslında tek sebep Deniz'in bu okulda olması. Beraber aynı okulda olmamız bütün anlamlı şeyleri siliyor ve geriye sadece onun varlığı kalıyordu. Evet, anladığınız üzere okul bir eğitim-öğretim kurumuydu.

Okulumuz iki binadan oluşuyordu, bizim sınıfın olduğu ana bina dört katlıydı; çok programlı bir liseydi ve köylerden de öğrenci geldiği için epey kalabalık bir okuldu. Ben Anadolu lisesi bölümünde son sınıf öğrencisiydim. Bizim bölümün sınıfları ana binada ikinci kattaydı, merdivenden çıkmayı pek sevmiyordum ama inmesi çok eğlenceliydi. Asansör de vardı ama yasaktı, tabi biz yine de asansörü kullanırdık.

Okula yaya olarak gidiyordum, evimizin okula yakın olmasının güzel yanlarından biri de yaya gitmenizdir. Babam bazen okula geç kaldığımda bırakıyordu ama yürümek de uykumu açtığı için ilk tercihimdi. Yolda Deniz’imi görmek için sevdiğimi de düşünebilirsiniz ki haklısınız.

Evimiz okula yakındı ama ben Burak'ı beklediğim için daima geç kalır ve okula geldiğimizde herkes çoktan sınıfta olur hocayı beklerdi. Biz de sırada yarım saat beklemeden sınıfta olurduk. Lakin sanırım bu sene kendime bir iyilik yapıp kimseyi beklemeden okula gidecektim. Bu konuda ne kadar kararlı (!) olduğumu size anlatamam.

Deniz ise Toprak yüzünden okul başlamadan net yarım saat öncesine okulda olurdu, Toprak’ın geç kalma fobisi vardı ve bu yüzden hep endişeliydi. Deniz’in de bazen işine gelirdi, futbol ya da herhangi bir top olduğunda hemen toplanıp sabah sabah maç yaparlardı. Ben, Burak ve Mert genelde geç kalan tayfaydık.

İlk dersimiz matematikti, çantamdan çoklu defterimi çıkardım ve matematik kısmını açtım. Pazartesi günlerinden nefret ediyordum, üstüne bir de matematik dersini ilk saate koymuşlar. Şaka mıdır Tanrım. Ders programımız sevgili rehberlik hocamız tarafından sınıf grubuna atıldığı için tam teçhizat okula gelmiştim.

Normalde Nihan ile otururduk ama o beni tercih etmek yerine ön sırada Mert ile oturuyordu, kalbim çatlamıştı. Ben kaç gündür onu merak edeyim, bu kahpe gitsin kendisi ile küs olan şahısın yanına otursun. Kaşlarım çatık bir şekilde onları izledim. Yani ne alakaydı ki ikisi birlikte oturuyor, Mert ile Nihan hiç anlaşamazdı ki hele Mert’in ona çıkma teklifi edişinin üstüne tamamen konuşmayı kesmişlerdi.

Her zaman hep dışlanan ben oluyordum, kendimi kutuplarda tek başına kalmış yavru penguen gibi hissediyordum.

Hoca daha gelmediği için defterden boş bir sayfa yırttım ve üstüne ilk önce "Beni neden terk ettin?" yazdım ve buruşturarak Nihan'ın kafasına doğru fırlattım ama kâğıt ona gitmeyi geç iki sıra önümdeki Berat'ın kafasına ancak gelebildi. Gözlerimi büyüterek korkmuş bir şekilde etrafa baktım, kimsenin beni görmediğini anladığım saniye kafamı sıraya gömüp her sabah yaptığımı -ilk geldiğim an hoca gelene kadar uyumak- yaptım.

Berat kâğıdı açıp okumuş olacak ki sınıfa seslendi, "Kim kimi terk etmiş arkadaşlar? Bunu hangi manyak kafama fırlattı!" sonlara doğru sesini kalınlaştırmıştı ama sesi hiçbir zaman sert çıkamayacağı için ona dil çıkardım, tabii o beni göremiyordu.

Sınıftaki uğultu Berat'ın sorusuyla meşgul olurken "Kimi terk ettin Berat, senin sevgilin var mıydı ki?" diye sordu Mert kahkaha atarak. Bu arada biz Berat'la konuşmuyorduk, yani en azından bizim tayfa konuşmuyordu, çünkü kendisi bana platonik aşıktı ama anasınıfı yetmesi türünden. Ben de kendisini pek sevmediğim için uzak duruyordum çünkü beni sevdiğini söyleyip aynı zamanda da zorbalık yapıyordu!

"Varmış herhalde! Ver bakayım kâğıdı, yazısından tanırım ben!" diyen Nihan'la dişlerimi sıktım ve inledim. "Gerçekten bu kadar aptal değilse beni yazımdan anlardı!" diye seslice söylendim, sınıf o kadar gürültülüydü ki kendi sesimi bile duyamadım.

"Hımm, sanırım bu başka sınıftan. Yazısı birinci sınıfların yazısı kadar güzel, sanırım inek öğrenci!" diyerek biricik dostum Nihan bana hakaret etti. Yani tamam yazıya önem verirdim, bir insanın yazısı karakterini belirliyordu. Güzel yazanlar dertli ve tasalı, düşünecek çok şeyi olan ve vakit bulamayan insan tipini; yazısı çalıya benzeyenler ise hızlı düşünenler ve enerjik insan tipiydi. Ben enerjik olsam da kafamdaki düşünceler yüzünden hızlı yazamazdım. Ya da daha mantıklısı mükemmeliyetçi yapım çirkin yazmama izin vermiyordu.

Hoca geldiği gibi herkes susmuş ve sıralarına oturmuştu. Matematikçi çok gaddar ve kinci biriydi. Okulda kimse onu sevmezdi, adı Muammer Cumalı'ydı ama biz kısaca ona Muco derdik. Biz dokuza başladığımız yıl atanmıştı ve bizi mezun edecekti. Ve o bizim bu sene sınıf rehber öğretmenimizdi. Genç, esmer ve yakışıklıydı. Kızlar ondan hoşlanırdı ama derslerde kimse hoşlanmazdı. Erkekler ise sürekli gıcık olurlardı.

"Cuma günü temel matematikte rasyonel sayıları işlemiştik, ileri matematikte hangi konuda kalmıştık?"

Ön sıralardan Zeko cevap verdi, "Üstel fonksiyonlarda hocam!" Muco tahtaya çıkıp dersi anlatmaya başladı, ben de not alıyordum ama aklımda çok şey vardı. Zeko en son derste yoktu ve biz o gün üstel fonksiyonlara başlamıştık ve şuan hocanın anlattığını işlemiştik. Çakala bakın siz, gelmediği dersi hocaya işletiyor! Kimse bir şey demediği için sinir oldum. Dinlediğim dersi tekrar dinlemek mi, en sevmediğim şey!

"Tahtadaki soruyu kim çözmek ister?" Ön sıra ahalisi ve orta sıradan iki kişi parmak kaldırdı ama Muco parmak kaldırmayan birini kaldırdı.

"Tuana gel hadi!" gözlerimi devirdim. Cidden neden ben, tahtaya çıkmak istesem parmak kaldırırım herhalde.

Havalı bir şekilde tahtaya çıkarken Burak bana çelme takmaya çalıştı, o anda Toprak onun ensesine vurdu ve Burak ayağını çekmek zorunda kaldı. Deniz daha okula gelmediği için somurtmak istiyordum bütün gün ama sınıfa rezil olamazdım. Saçlarıma bugün maşa yapmıştım, hatta birazcık da makyaj yapmıştım. Sırf onun için süslen ve son dakika o gelmesin!

Köpüş!

Soruyu şıp diye çözünce Muco şaşkın bir şekilde bana baktı, tabii sınıftan sadece iki üç kişi matematik dersine katıldığı ve sadece ben eve gidince tekrar yaptığım için bu soruyu geçen gün sorduğunu hatırlıyordum, bunu ona da söylemek isterdim ama hiç uğraşamazdım. Muco ezberden gidiyorsun, yapmayın hocam!

"Tuana aferin sana, bir geleceğin olduğunu biliyorum ona göre dersine çalışmaya devam et!"

Tuana bir geleceğin olduğunu biliyorum, Tuana geleceğin var çalış, bir geleceğin olması için ders çalış, geleceğinin parlak olması için çalışman lazım, hayat şartlarının daha iyi olabilmesi için gece-gündüz o masadan kalkmadan çalışman lazım, gelecekteki çocuklarına daha iyi bir hayat vadetmen için çalışman lazım, asla o kıçını masadan kaldırmadan ders çalışman lazım...

Bu söylenenleri ben de biliyorum, hatta hepimiz biliyoruz, neden bize emirler yağdırıyorsunuz ki biz de biliyoruz, başımıza neler gelip geçeceğini biz de görebiliyoruz öyle değil mi? Birinin bana emir veren cümleleri olmasa hayat daha güzel olabilir, neden bunu iyiliğimizi düşündükleri için söylüyormuş gibi davranıyorlar anlamıyorum.

Onlar bu şekilde söyledikten sonra bizde bir anlamı ifade etmiyor peki neden böyle olduğunu hiç merak ettiler mi? Cevap ise çok basit, bizler emirler yağdırarak kendi istediğimiz şeyleri bize zorla yaptırıyormuşsunuz gibi hissetmeniz ve siz böyle düşündüğünüz için bizim artık canımızın bunu istememesi. Biraz düşünseler keşke.

Tamam, Muco kötü bir şey söylememişti ama çoğu hoca arkadaşlarımın derslerimin önünde engel oluşturduklarını söyleyip aramıza mesafe koymaya çalıştıkları için deliriyordum.

Öğleden sonraki derse girmiştik, ders kimyaydı ve Kel Mithat sonunda derslerine teşrif edebilmişti. Geçen hafta hiçbir derse gelmemişti. Sınıf defterini doldurur doldurmaz tatilimizin nasıl geçtiğini sormuştu. Sanki böyle bir yerden başka memleketlere gidebileceğimiz kadar bütçemiz varmış gibi bizim her zamanki yaptığımız -ev işleri ve televizyon izleme- tatilimizi soruyordu ya gel de boğulma! Yani tamam bazıları harbi harbi gezip tozmuştu, örneğin ikizler ama onlar da zorunlu olarak gidiyordu. Ayrıca annesi babası evde kalamıyor, onları da peşlerinden sürüklüyorlardı.

Hocanın sorularını her zamanki gibi ön sıradakiler ve ara ara orta sıradakiler katılırken biz arka sıradakiler hiç katılmıyor ama maalesef dinliyorduk. Kel Mithat orta yaşlı bir adamdı, geçen sene buraya tahini çıkmıştı ve pek sevdiği söylenemezdi. Biz de onu çok sevmiyorduk açıkçası, aslında kimse sevmiyordu ama ben bir duygu beslemiyordum sadece saygı duyuyordum o kadar.

Mert okul formasını giyse de kravatını çıkarmış masaya koymuştu, hava biraz sıcak olduğu için kollarını dirseğine kadar sıvamıştı. Yanında Nihan vardı ve sarı saçları at kuyruğu şeklinde düzgünce toplanmıştı.

Nihan çok güzel bir kızdı, balık etli ve uzun boyluydu. Biraz cırtlak bir sesi vardı o kadar, başka bir kötü huyu yoktu, tabii erkeklere safça inanır ve sonunda hüngür hüngür ağlardı, anlayacağınız aptal bir sarışındı. İkisinin kavga etmeden sabahtan beri bir de ön sırada oturmalarına şaşırsam da yorum yapmıyordum. Allah korusun saç baş birbirlerine girerlerdi de benim gözüm değmiş gibi olurdu!

Allah korusun.

Burak ile Toprak üç sıra önümde oturuyordu, ön sıramda ise Nihan ve Mert'in sırasını işgal ettikleri kızlar vardı. Burak öğle arası yaptığı maç yüzünden yorgun düşmüş kollarını birleştirip uyuya kalmıştı.

Toprak yakışıklılığıyla zekasıyla bütün kızların gözdesiydi. Biçimli kaşları ve siyah saçları vardı. Deniz'in aynısıydı ama fark edilir ölçüde karakterleri farklıydı. Zaten Toprak gözlük taktığı için de ayırt etmesi herkes için kolaylaşıyordu.

Tek başıma oturmaktan canım sıkılıyordu, Toprak telefonu sıranın altında oynuyordu, ben yapayalnız kalmıştım. Herkesin uğraş alanları vardı bense sıkılmaktan test çözüyordum.

Sınıf kapısı tıkladığında Mithat Hoca daha cevap vermeden sınıftan "Gel!" sesi duyuldu, cidden kendilerini kahvede sanan arkadaşlarım vardı ve onlara hocamız kınayan bakışlar atmayı eksik etmedi. Bazen bunların saygısız tavırları yüzünden kendimi ahırda gibi hissediyordum.

Sınıfa nöbetçi öğrenci girmiş birkaç duyuru yapıp gitmişti. O gün bütün süslenmelerim boşa gitmişti, Deniz gelmemişti, ben de sevdiceğimi süzememiştim hatta görememiştim bile. En son dayanamayarak onu aramış ve niye gelmediğini sormuştum. Bana uyuya kaldığını, uyandıktan sonra da gelmeye halinin olmadığını ve evde takıldığını söylemişti.

Onu göremememin huzursuzluğu ile eve gitmiş, yemek yemeden masanın başına oturmuş, o gün ki derslerin üzerinden geçmiştim. Konu tekrarı ve birkaç testten sonra uykum gelmiş, direkt yatağa uzanmıştım.

"Tuana kızım kalk hadi, mahallede öğrenci kalmadı! Tuana, kime diyorum?" Annemin gür sesiyle gözlerimi açmış ve direk masanın üzerindeki saate bakmıştım. Dersin başlamasına yarım saat vardı; yataktan nasıl çıkıp da hazırlandığımı anlayamadım. Allah'tan okul kıyafetlerimi ve sırt çantamı hazırlamıştım. Saçlarımı elimle şekillendirerek tepemde topladım, alnıma düşen küçük buklelerime sinir olarak tarakla arkaya doğru taradım.

"Tuana kalktın mı kız?" Anneme gözlerimi devirip "Anne kalktım, geliyorum!" diye sesimi yükselterek cevap verdim.

Babam yakın bir yerden "Geç kaldıysan bırakırım ben çiçeğim," dediğinde stresten nefes nefese kalmış bir şekilde ceketimi alıp koridora çıktım, "Teşekkür ederim canım babam," diyerek ona öpücük attım. Babam bir elinde telefonu diğerinde çay bardağı tutuyordu, çayı yudumlayıp bardağı bana uzattı. Telefonu siyah ev eşofmanının cebine koyup ayakkabılarını giymeye başladı.

Bardağı tezgâhın üzerine bırakıp masanın üzerinde benim için hazırlanmış olduğunu düşündüğüm ekmek arası peynir ve domatesi alıp peçeteye sardım ve içeri doğru "Anne ben çıkıyorum," diyerek mutfaktan çıktım.

"Allah zihin açıklığı versin kızım, derslere konsantre ol, kimseyle uğraşma!" diyerek beni uğurlayan annemi yanağından öpüp "Amin amin!" dedim ve arabaya doğru ilerledim.

Canım annem bana dikkatli ol, demezdi. Dikkat edilecek kişi ben olduğum için kimseye bulaşma derdi ve kesin o gün bir şey olurdu ve sonrasında ben sana ne dedim diye bağırarak kızardı.

Sürücü koltuğunun yan tarafına oturup babamı izledim, siyah saçlarının arasına aklar düşmüştü ama anneme nazaran daha genç görünüyordu. Çocuk doğurup büyütmek annemi yıpratmıştı, zaten bu dünyanın kahrını hep anneler çekerdi.

Gözlerimi okula varana kadar dinlendirmiştim, hatta beş dakikalık yolda rüya bile görmüştüm.

"Geldik Tuana, hadi Allah zihin açıklığı versin, dikkat et! kızım" deyip bana harçlık uzattı. "Baba biliyorsun, ben de çalışıyordum, paramı aldım." dedim ve göz kırptım. Babam yine de parayı elime sıkıştırdı ve "Neyse ki artık çalışmıyorsun.” Deyip gülümsedi. Babam kendini yetersiz hissediyormuş, aslında hiçbir ihtiyacım olmamasına rağmen çalışıyordum çünkü annem evde kalıp kilo almama kızıyordu.

İlk iki saat fizik dersi işlemiştik, hocalar daha çok sınava yönelik işliyordu. Daha çok testler üzerinden gidiyorduk. Sürekli ders çalışmaktan beynim yanmaya başlayınca biraz kestirmek için Deniz'in okul ceketini alıp masanın üzerine güzelce katladım ve üzerine kafamı koyup ardından kendi ceketimle kafamı örtüp karanlık bir ortam oluşturdum.

Birinin beni dürtmesi ile gözlerimi aralayıp kafamdaki ceketi kaldırmadan önce ağzımdan yanağıma doğru akan salyalarımı sildim. Valla siz kızları uyurken nasıl düşünüyorsunuz bilmiyorum ama biz de insanız yani, bizde ağzı ayrık bir şekilde uyuyabiliriz! Allah'tan kafamı örtmüşüm de bu rezilliğimi kimse görmemişti.

"Öğlen oldu canım, kalk da yemekhaneye gidelim." Derya'ya kafamı aşağı yukarı sallayarak yanıt verdim. Gözlerimi ovuşturarak ağzı kapalı esnedim, bu halim ne kadar itici gözükse de sınıfta kimsenin olmadığını bildiğimden umursamadım. Deniz'in ceketini hızla giydim ve akıllı tahtadan kendi yansımama baktım. Kollarımı uzun geldiğinden komik durmuştu ama bunu umursamadan Derya'nın koluna girdim.

"Çok uyumuşum yahu, hoca bir şey dedi mi?" Saçlarını toplarken bana bir bakış attı ve gülümsedi. "Dersler boş geçti, matematikçi test çektirip verdi, işi varmış. Az önceki ders de beden eğitimiydi zaten, hoca 'Sınıfa çıkın, ders çalışın!' dedi." memnun olmuş gibi gülümsedim, "İyi bari."

Merdivenlerden aşağı inerken heyecanla ona baktım, açık kumral saçları kalçalarında bitiyordu, yuvarlak yüzü ve çekik kahverengi gözleri ilgiyle bana bakıyordu. Üzerinde okul formamız yerine mor renkte eşofman takımı vardı. Beden dersini dışarıda işleyeceğimizi düşündüğü için üzerini değiştirmiş olsa gerekti.

"Balığım, benimkini gördün mü, nereye gitti acaba?" Kaşını imayla çattı ve muzipçe sırıttı, "Tunişim bizim sınıftaki erkeklerin hepsi halı sahaya gitti, karşı sınıfla maç yapacaklarmış." dedi.

Gözlerimi devirdim "Bunların sınavı yok mu, ne maçı yapıyorlar?" diye söylenerek yemek sırasına geçtim.

Kuru fasulye, pirinç pilavı, garip bir çorba ve karışık turşudan oluşan yemeklerimizi tabletlere koyup boş bir masaya geçtik. Tanıdık kişilere 'afiyet olsun' dileyip yemeklerimizi yemeye başladık.

"Tuana, senin halanın oğlu vardı ya onun adı neydi?" Soruyu soran Aysel'e baktım, koyu yeşil şalının içinde esmer teni, koyu kahverengi gözleriyle çok hoş görünüyordu. Eşofman takımı ve uzun bir ceket giymişti. Bu sıcakta Allah yardım etsin, diye dua edip sorusunu yanıtladım.

"Aşko valla benim üç halam var, hangisinin oğlundan bahsediyon?" Halamın oğlu Süleyman bu okulda okuyan tek kuzenimdi, onu sorduğunu biliyordum çünkü diğerlerini tanımıyor olabilirdi. Yine de emin olmak için sormuştum.

“Büyük olanı diyor!” dedi Seher.

Mehtap da anlamadığımı anlayınca Aysel’in ağzındaki yemeğin bitmeyeceğini anlayıp "Kanka, hani karşı sınıfta kardeşi vardı ya?" diye seslice bağırdı. Mehtap'a kaşlarımı çatarak baktım, bir şey mi olmuştu acaba?

"Büyük olan İlyas, diğeri de Süleyman! Bir şey mi oldu ki?" Seher ile Aysel o ara turşu kavgasına girişince bir an gözler onlara döndü ama sonra bütün bakışların sahibi ben olmuştum.

"Yok kız ne olacak, İlyas'ın sevdiği bir kız vardı ya işte İrem geliyormuş!" kaşlarım istemsiz yukarı doğru kaydı, ne demek İrem geliyormuş?

"İrem ne alaka şimdi?" Soruyu soran Derya'ydı.

"Okulu bitmiş,"

"Okulu bitmiş olabilir,"

"Sen nereden öğrendin?" Tartışmaya ben de dahil olunca bütün gözlerin odağı yine ben oldum.

"Tuvaletteki kızlar konuşurken duydum, 'İrem geliyor da boşa geliyor, İlyas başkasıyla sevgili, sevgilisi olmasa dahil onun yüzüne bakmaz!' diyorlardı."

“Kanka sonra alt sınıflardan bir kız da ‘Seda’yı İrem için terk eder ya da ikisini bir idare eder’ dedi. Ben duyunca hemen çıkıp onları kışkışladım da ağızları torba değil ki büzesin.”

İki elimle tableti ileri doğru ittirerek yarısı yenmemiş yemeğin birazının masaya dökülmesine neden oldum; masanın kirlenmesiyle ilgilenmeyerek "Te Allah'ım ya olum bunlara ne oluyor da benim kuzenimin derdini dedikodu malzemesi yapıyorlar! Kim dedi onları söyle bana!"

"Ne oluyor Tuana?"

Bir sen eksiktin "Bir şey olduğu yok Süleyman!" yerime Mehtap cevaplasa da kuzenimin bakışları bendeydi.

"Sinirim bozuldu!" diyerek derin bir nefes aldım ve soru sorarcasına bakan gözleriyle yerime çivilendim, "İrem ile İlyas abiyin dedikodusunu yapıyorlarmış tuvalette, ona sinirim bozuldu!" açıklamam yeterli gelmiş olacak ki göz kırptı ve "Hayırdır, abim barışır diye mi korkuyorsun?" diye sordu.

Loading...
0%