@hiyera212
|
Süleyman’ı sorusu karşısında birkaç göz daha bana döndüğünde gözlerimi kırpıştırdım. Belki ilkokul zamanı İlyascığımdan hoşlanmış olabilirdim, aslında herkes aşıktı yani benlik bir sıkıntı yoktu ama kuzenlerim bunu her zaman dalga malzemesi yapmışlardı. Bu olayı Deniz’in bilmesini de istemiyordum, zaten Burak duysa hiç dilinden kurtulamazdım. Ayağa kalktım. "Bu kesinlikle şu an ki tartışma konusu değil, o yüzden konuyu kapat.” Diye kızdım. Süleyman’ın dalga geçeceğini yüz ifadesinden anlayarak yanına ilerledim ve kısık bir ses tonuyla “İlyas'ı da İrem'i de severim, ikisi de benim kuzenim. Aralarında ne geçmişse umurumda da değil, sadece ikisi de üzülmesin istiyorum ne var bunda?” “Küçükken ona âşık olman dışında bir sorun yok!” “Süleyman manyak mısın, eskidendi oğlum o eskiden.” “Aralarına girme de!” “Ay gerçekten senin zırvalıklarınla ilgilenmiyorum, çok boşsun!” Diyerek onu ittirdim ve arkamı dönmeden sınıfıma doğru gittim. Bugün herkesin heheleri üzerindeydi, en çok benim. ‘Ah Tuana, ne vardı Süleyman’ın kafasını kırsaydın!’ Sınıfın katına çıktığımda kapı kapalıydı. Hava sıcak olduğu için kapı açık olurdu ama kapalıydı, sanırım klimayı açmışlardı. Kapıyı açıp içeri adımladığımda olduğum yerde öylece kalakaldım. Erkekler sınıfa girmişti ve sınıf kapısında nöbetçi bırakmadan üzerlerini değiştiriyorlardı. Birkaç saniyelik şokun ardından erkeklerin bağırışlarının arasından onlara ağzıma geleni söyleyerek gözlerimi elimle kapayarak dışarı çıktım ve hızla kapıyı kapatıp arkasında bekledim. "Allah'ım benim ne günahım vardı da bu kıllı maymunları sınıfa düşürdün, hepsi ilk çağdan kalma, hepsi mağaradan çıkma!" Ergenliklerinin bitmesine az kalmış arkadaşlarımın mağara ikametli oluşları ve yine de birbirlerinden utanmayışları… Sınıfta bizimkilerin olmamasına seviniyordum, eğer olsalardı kesin kavga çıkarırlardı. İyi insanlar mı desem, iti an çomağı hazırla mı desem bilemedim. Bizimkiler terden ıslanmış saçlarını üstlerinden çıkardıkları tişörtle kurularken bakışlarımı yere indirdim ve gözlerimi devirdim. Hayır yani, neye, kimeydi bu havaları! Çıplaklık gerçekten hoş değildi. "Ne işin var senin burada?" Gözlerimi kaldırdığımda üstlerini giymiş olduklarını görerek rahatça nefesimi verdim. "Hani kendi sınıfım ya burası?" Deniz alt dudağının altında dilini gezdirdi ve eliyle saçlarını karıştırdı. Sinirlenmiş gözüküyordu, agresif bir şekilde sesini yükseltti. "Sınıfta erkekler üzerini değiştiriyor farkında mısın? Sınıfta olduklarından haberin var mı, içeri girdin mi?" Burak Deniz'i omzundan tutup geriye çekti ve "Yavaş lan it, ne diyorsun benim kankime!" sevdiğim adama kızması hoşuma gitti, en azından bir avukatım vardı. “Ağzının ayarını dedirttirme, it!” Deniz'in küfür edip kolumdan tutmasını ve kenara çekmesini izledim. Mert'in homurdanarak "Olum çıkın lan, üzerimi değiştireceğim. Leş gibi koktum!" deyip kapıyı açmasını ve içeri girmesini ardından Burak'ın onun arkasından girişini ve "Olum sen ne zaman güzel koktun ki?!" diye dalga geçişiyle devam eden saniyeler kapının kapanıp da koridorda Deniz ile yalnız kalmamızla son buldu. Kalbim sancıyla dolmuştu, midemde şimşekler çakıyordu. Derin bir nefes aldık ikimizde, lafı değiştirmek adına "Kim kazandı?" diye sordum, kolumu serbest bırakıp sorumu yanıtladı: "Yeniliyorduk, Burak son beş dakikada iki gol atıp bizi öne geçirdi!" deyince dişlerimin tamamını gösteren bir gülümsemeyle ona baktım, "Kimin kardeşi?" diyerek böbürlenmeden edemedim. Tuhaf bir şekilde bana baktı, "Yemeğini yedin mi?" kafamı salladım "İyi ben de şimdi yedim, içeri girelim de matçının verdiği testi birlikte çözelim!" dedi. Kapıyı sadece kendisinin görebileceği şekilde açtı "Bitti mi lan işiniz?" içeriden onay veren seslerin ardından kapıyı sonuna kadar açtı ve herkesin çıktığından emin olunca da beni içeri doğru ittirdi. "O üzerindeki benim ceketim mi?" "Uyku mahmurluğu her halde, karışmış!" diye yalan attım, kaşlarını çatıp dudaklarına alaycı bir şekilde kıvırdı. Masanın üzerindeki benim ceketimi alarak giydi, kolları bileğinden biraz yukarıda bitmişti, göbeğinin hizasında biten cekete hayretle baktım. "Deniz çok komik oldu, çıkar. Al kendi ceketini giy!" Ceketime kokusunu bırakacağı için ne kadar mutlu olsam da onunla dalga geçsinler istemiyordum. "Bana ne, çok güzel oldu!" Kahkaha attım, "Ya güzel olmadı, güler herkes şimdi, çıkar!" dediklerime aldırış etmeyerek üstünden eşofman üstü ceketi giydi ve fermuarı yukarı çekti. "Şişko mu oldum?" diye sordu. "Yok şimdi iyi oldu!" diye dalga geçtim. Matematik testini çözüp ardından sözel dersler ağlamasın diye birkaç paragraf testi de çözdük. Zil çalmış olsa da hoca serbest bıraktığı için herkes dışardaydı, biz içeride test çözmeye devam ediyorduk. Paragraf soruları uykumu getirdiği için kimya çözmeye karar verdim. Deniz'in kimya dersi iyi olduğundan anlamadığım birkaç soruyu ona sordum, ilgiyle bana anlatırken zekâsı karşısında eğilmemek için kendimi zorluyordum. Bu kadar zeki olup da serserilerle takılmak tam da onun yapacağı bir işti. Ailesi onu lise ikinci sınıftan beri dershaneye veriyordu, maddi durumları iyi olduğundan da zorlanmıyordu. Ben aileme bu konunun bahsini bile açamazdım, babam yine bir şekilde halledebilirdi ama canım kardeşlerimin üniversiteleri sağ olsun buna çomak sokardı. Seneye çok merak ediyordum, babam üçümüze nasıl para yetiştirecekti. Düşüncelerimi gerisin geriye ittim çünkü düşündükçe motivasyonum da düşüyordu. Hayatımdaki en güzel gözlere bakmaya başladım, nasıl oluyordu da herkeste olan bu kahverengi gözler onda daha bir güzel gözüküyordu. Sanırım ona ati olduğu için güzellerdi. Yeni çıkmaya başlayan sakallarıyla oynadığında oraya odaklandım, çok yakışıklı görünüyordu. Aslında belki de abartılacak bir yakışıklılığı yoktu, benim gözümde çok yakışıklı da olabilirdi. Allah bilir ama yine de yakışıklıydı. "Bu soruyu da sen çöz istersen!" Seni çözmeyi tercih ederim, bütün moleküllerine ayırıp bileşenlerini incelemek, ilmek ilmek kalbime işlenmiş aşkı sana da hissettirmek isterim. "Tuana?" "Ben yapamadım!" Genzimi temizleyerek "Yani ben onu yapamam!" diye yalan söyledim, soruya baktığımda öncekinden daha kolay olduğunu gördüm ve onun altındaki soruyu işaret ettim. "Yani bunu yapamam, üstteki kolay, bunu anlat!" birkaç saniye nereye daldığımla ilgili beni azarlasa da soruyu anlatmadan geçmedi. “Merhametli sevgilim benim.” Kafamı sıraya koyup onu dinlemeye devam ettim, sesi ne kadar da güzeldi, dinlediğim en güzel ninni sesin miydi? "Tazmanya canavarı, uyan hadi. Zil çaldı, git de bir elini yüzünü yıka! Bak ders biyoloji, hoca uyutmaz seni!" Gözlerimi açtığımda Deniz'in gözleri ile karşılaştım, o da uykulu uykulu bana bakıyordu, sanırım ikimizde uyuya kalmıştık. Evde o kadar ders çalışıyordum ki gece çok az uyuduğum için okulda uyanık kalmam zor oluyordu. Deniz ise gece Burakgille dışarıda takıldığı için uykusuz kalıyor olmalıydı. Yine de bazı dersleri benimkinden daha iyiydi, okul birinciliğini elimde tutmaya çalışıyordum ama okul sınavlarına çalıştığım kadar sınava yönelik iki mislini çalışmam gerekiyordu. Deniz iyi bir üniversiteye gider de ben onun gittiği okula gidemem diye çok korkuyordum. IQ olarak da bence benden daha iyiydi, çünkü ben sınava günler kala çalışıyordum, kendisi sınavdan önce çalışıp benle aynı puanı alıyordu. Deli oluyordum. "O zaman dışarı çıkayım, hava alayım." diyerek ayaklandım ve saçlarımı açıp tekrar topladım. Dağılmışlardı ve dağınık saçlarım hiç hoş gözükmüyordu. Deniz tekrar kafasını sıraya gömünce gözlerimi devirerek aşağı indim. Hem bana kalk, diyordu hem de kendisi yatıyordu. Haksızlık. Hızla bahçedeki çeşmeye doğru ilerledim ve yüzümü yıkadım. Kamelyada yalnız başına düşünceli bir şekilde oturan Süleyman'ı görünce merakla ona baktım ve yavaşça ona doğru ilerledim. Ne demişler ya meraktan ya meraktan(!). Kamelyanın köşesine oturdum ve ayak üstüne attım, Süleyman bakışlarını bana çevirdi ve kaşlarını çattı. Bugün bana dışarıda davrandığı gibi davranmıştı, bu kuzenliğe aykırıydı ama neyse ki kin tutan birisi değildim. En azından akrabalarıma karşı. "Bütün okul neden yıllar önceki bir konuyu kendi meseleleriymiş gibi konuşuyor, gündemde başka malzeme yok mu?" Süleyman'ın kızarmış ve koyulaşmış yeşilliklerine baktım, koyu renkli saçlarını geriye doğru eliyle ittirdi. "Bilmiyorum, bizim derdimiz milleti neden ilgilendiriyor?" diye yorumda bulundum, Süleyman kaşlarını birleştirecek şekilde sinirle bana bakmaya başlayınca kendimi göstererek "Bana ne bakıyorsun ya?" diye çemkirdim, ayağa kalkıp işaret parmağı ile beni işaret etti. "Sırf abimle barışmasınlar diye mi İrem’le adlarını çıkardın?" Sinirle yerimden kalktım ve aynı bakışları ona iade ederek "Saçmalama, küçükken İlyas abiden hoşlanıyor olmam şimdi de olacağım anlamına gelmiyor!" evet her küçük kızın yapacağı bir şekilde en yakışıklı kuzenime âşık olmuştum, aslında çocukluktan başka bir şey değildi. Kaç yaşındaydım, 7 mi 8 mi? "Bilemiyorum artık, bütün okula yayıp amacın İlyas'ı delirtmekse, tam senlik hareketler!" Ben içten içe az önceki olanlar için onu kendimce affetmişken dediği laflara bakın, sanki karşısında kanından, canından bir insan yokmuş da düşmanı varmış gibi nasılda nefretle kin kusuyor. "Ya saçmalama Süleyman, aklını mı yitirdin?" Sesim kırgın çıkmıştı. Gerçekten şu an saçmalıyordu ve ağzzından çıkanı kulağı duymuyordu, beni neyle suçladığının farkında mıydı, kendi kuzenimin dedikodusunu yapacak kadar alçalmamıştım. Bana doğru yaklaşırken bağırmaya başladı, o yaklaşınca bir adım geriledim. "Sesini bana yükseltme, İlyas'ın en savunmasız olduğu noktadan vuruyorsun, bu konuyu konuşan herkesin boğazına yapışacağından hiç mi korkmuyorsun?" Sanki aklı yerinde değildi, birisi beynini mi çıkarmıştı bu beyinsizin! "Senin saçma düşüncelerin ya da beni suçsuz olduğum bir konuda yargılaman umurumda bile değil, defol git!" diyerek ellerimle göğsünden ittirdim. Etraftakilerin başımıza toplandığını gördüğümde yüzümü ekşiterek Süleyman'a baktım, bir bu eksikti zaten. "Dağılın lan siz de mal gibi bakıyorsunuz!" Süleyman'ın bu sefer diğerlerine bağırması sinirimi bozmuş olsa da onu orada bırakıp arkamı döndüm ve yürümeye başladım. Kolumdan tutulup durdurulduğumda Süleyman tarafından çekildim ve tekrar karşısına dikilmiş oldum. Benim sabrımı sınıyordu, ağlamamak için kendimi zor tutuyordum, dişlerimin arasından tısladım "Defol git ya!" diye. Süleyman elleri ile çenesini sıvazlayıp "Tuana beni delirtme, bana artistlik taslamaya kalkma!" diye bağırdığında gözlerine baktım, hâlâ kıpkırmızıydı. Sanki kendinde değildi, içmiş miydi? Ne alaka be? ‘İlyas onun ağzına sıçacak.’ "Senin kafan yerinde bile değil, rahat bırak!" diyerek kollarımı çekiştirsem de beni bırakmadı. O kadar kalabalık olmasına rağmen kimseden ses çıkmıyor öylece film seyreder gibi izliyorlardı, birkaçı kameraya alıyordu. Gerçekten insanlıklarından şüphe ediyordum. Çocuk kendinde değildi, kafası dumanlıydı işte, ne diye müdahale etmiyorlardı ki illa dayak mı yemeliydim? "Ne oluyoruz lan!" diyerek bir yumruğun Süleyman'a inmesiyle arkama döndüğümde ağabeyimi görmemle kaşlarım çatıldı ve bir çığlık koyuverdim. Onun peşi sıra birkaç öğretmenle müdür yardımcısı da merdivenlerden iniyordu, ağabeyimin burada ne işi vardı? Ayrıca öğretmenler Süleyman bana bağırırken neredeydi? Ağabeyim kükreyerek Süleyman'ın üzerine yürüdü ve yere düşmüş Süleyman'ın üstüne eğilip yakasından tuttu ve yukarı kaldırdı. "Olum seni felç ederim, sen benim kardeşime nasıl davranıyorsun lan, bir de kuzeni olacaksın!" diye bağırdı. Gözlerim dolmuş ağlarken ağabeyimin kolundan tutmuş çekmeye çalışıyordum, "Ağabey n’olur yapma!" ağabeyim hâlâ Süleyman'a küfürler ediyordu, gücüm yetmeyeceğini anlayınca etraftakilere ölümcül bakışlarımı sundum. "Ayırsanıza öküz gibi izliyorsunuz!" diye haykırdım. Sesim okulda yankılanmıştı, gerçekten o sesin benden çıkıp çıkmayacağını sorgulamak istedim. Hocalar öğrencileri sınıfa gönderdi, herkes merakla izlerken okula giriyordu. Allah'tan bizimkiler yoktu çünkü hiç düşünmez Süleyman'ı halamın oğlu olması bile kurtarmaz harbi felç edene kadar döverlerdi, ağabeyim ne de olsa beni Süleyman'a değil onlara emanet etmişti. Ağabeyimi kollarından birer hoca tutarak ayırmış ve başka bir banka götürmüştü, edebiyat hocası olduğunu bildiğim bir kadın hoca yanıma gelip beni çeşmelerin olduğu tarafa götürdü ve elimi yüzümü yıkadı. Birkaç saniye sonra bizimkiler yanımdaydı, meraklı bakışlarının odağı bendim. "Tuana ne oldu ne bu halin?" Mert'e bakarken gözlerimi sildim, Deniz şok olmuş gibi bir bana bir ağabeyime bir de Süleyman'a bakıyordu. Aramızda ne gibi bir sorunun olduğunu anlamamıştı. "Tuana ağabeyin neden okulda, Sülonun burnundan neden kan fışkırıyor?" Burak'ın koluna tutundum. Ağlamama son vermeye çalışarak olduğum yerde eğildim. " Süleyman'ı ağabeyim yumrukladı!" dedim zar zor konuşarak. Deniz önümde diz çöktü ve eliyle çenemi yukarı kaldırdı, uykudan yeni uyandığı belli olan kanlanmış irisleri korkmuş bir şekilde bana bakıyordu. "İyi misin?" Sesi kısık çıkmıştı, gözlerinden korku akıyordu. Tek bir cümle, beni nasıl mahvederdi. Nasıl iyi olabilirdim ki hayatım boyunca hiç tartışmadığım, şakasına bile birbirimize vurmadığımız kuzenim Süleyman beni öldürecek sanmıştım, hâlâ yaşıyordum işte! Ağlamam şiddetlenince Deniz kendine çekip bana sarıldı, ellerini tutuyordum, o ise beni kollarıyla sarıyordu. Titremem geçince benden ayrıldı, Burak ile Mert beni Deniz'e emanet etmiş olacak ki ağabeyimin yanına gittiler. Ben de Deniz'e olan biteni abartmamaya çalışarak anlattım, hatta biraz şiddeti düşük voltajlı anlattım ki tekrar kavga çıkmasın. Buna rağmen gidip ona saldırmaya çalıştı, onun ağzını burnunu kırmak için ayaklandı ama elini tuttum, bana hızla döndüğünde gözleri ellerimizdeydi. "Deniz beni bırakma, gitme yanımdan!" Gitmedi. Bırakmadı. Hiçbir zaman gitmeyeceğine inandırdım o an kendimi, hiç elimi bırakmayacağına, hep aynı havayı soluyacağımıza inandırdım.
|
0% |