@hiyera212
|
Yaz tatilinin bitmesinin ve Deniz'ime tekrar kavuşmamın ardından tam dört ay geçmişti. Deniz'in evine gitmemden sonra ne Burak'ın evine ne de başka birinin evine tekrar gidebilmiştim. Hem vaktim yoktu hem de Deniz'e karşı olan hislerimle baş edemiyordum. Sürekli onu düşünmekten delirecek duruma geliyordum. En büyük yardımcım burada zaman oluyordu, o da olmasa günler günleri alıp götürmezdi. Şu sıralar zaman çok çabuk ilerliyordu, sanki bir jet seyir halindeydi ve durak neresi kestiremiyordu. Bizse jetin içinde ki yolculardık ve nerede duracağımızı bilmiyorduk. Zaman geçtikçe Deniz ile aramızdaki mesafe eskisine nazaran daha samimiyet kokan ama araya resmiyetin de karıştığı bir şekle bürünmüştü. Bunun nedeni pek tabii ki bendim, derslerime konsantre olmaya çalışırken onun etrafında dört dönmek isteyeceğim son şeydi! Kendimi düşünsem dersler umurumda olmazdı ama Deniz’in kendini geri plana atmasına izin veremezdim. Ben de ilk seneden üniversite kazanamazsam okul birinciliğim boşa gider korkusu ile gayretle çalışmak zorundaydım. Birincilik için ona yakın kişiyle yarışıyordum, kolay olmayacaktı ama elimden geleni de yapmazsam pişman olurdum. Sürekli üniversite sınavına çalışıyor oluşumuz bizim açımızdan biraz kötü olsa da olsundu, hiç ayak basmadığımız kütüphanenin yolunu öğrenmiş, kendimize mekân yapmıştık. Oğuzhan, Mercan, Hilal ve Kerem üniversite okudukları şehirlere dağılmışlar ve mahalleyi bize bırakmışlardı. Diğerlerinin aksine ağabeyim sürekli buraya geliyordu, İstanbul'dan buraya gelmenin maliyeti yüksekti ama bir akrabamız otobüs şoförlüğü yaptığı için ağabeyim onunla geliyor, gelirken de valelik görevini yapıyordu ve ücret ödemiyordu. Ağabeyim zeki bir insandı, lakin keşke bütün boş vakitlerinde eve dönmeseydi de bizi bir salsaydı. Eve dönmesinin baş nedenini üzerime alınıyordum çünkü sürekli bir kavganın ya da olayın ortasında kendimi bulmaktan geri kalmıyordum. Sürekli başım belaya giriyordu ve arkamı hep ağabeyim topluyordu. Mahalleye gelirsek; Murat ile Sevda evlenmişler ve başka şehre taşınmışlardı. Babam ve Kenan amca ikisi de emekli olduğu için ama daha iş sektöründen ayrılmak istemedikleri için ortak bir iş üstünde çalışmaya başlamışlar, annem ise ağabeyime çeyiz düzmeye başlamıştı. Ben ders çalışıyor ve bazı boş zamanlarımda da markete yine çalışmaya gidiyordum. Aslında herkesin kendisine göre uğraş alanları vardı bu yüzden de uzun süredir çocuklarla vakit geçiremiyorduk. Deniz’le birlikte test çözmesek kesinlikle onun yüzünü görmem imkansızlaşabilirdi. Kimya dersimin kötü olmasından yakınarak -kötüymüş gibi yaparak- sürekli ona soru çözdürüyordum ve bu gidişle ikimizde sınavda kimyadan ful çekecektik. Çünkü anladığım konuyu bile tekrar tekrar anlattırıyordum ki birlikte vakit geçirelim. Sınıftaki herkes -diğer şehirdeki rakiplerimizle beraber tabi ki- derslerine sıkı sıkı sarılmışlardı, sınav psikolojisi diye bir gerçek vardı ve hepimiz yavaş yavaş ruhumuzu kaybediyorduk. Hepimiz biliyorduk ki şu alışık olduğumuz yaşam tarzından bizi sadece üniversite kurtarabilirdi. En azından o yıllar öyle düşünüyorduk, üniversiteye gideriz ve hayatımız kurtulur. İlk yazılı sınavlarımızı olmuştuk, ben üç ders dışında diğer derslerde en yüksek notu alsam da yeterli olur muydu, emin değildim. Okul birinciliği ilk yıldan üniversiteye yerleşmem için tek çaremdi, psikoloji okumak istiyordum ve bunun için de elimden geleni yapmak istiyordum. Okul birinciliğinde en dişli rakibim Toprak’tı, aramızda çok az fark vardı. Toprak gibi birisinin bu okulda hor görüldüğünü söylemesem olmazdı çünkü Burakgille takıldığı için hocalar üzerine bana olduğu gibi titremiyorlardı. Toprak zamanında fen lisesini kazanmıştı ama arkadaşlarının aklına uyup öğretmenlerinin e-okul sistemlerine bir şekilde girip notlarını yükseltmiş olduğu için okuldan atılmıştı ve sonu bizim gibi düz lisede bitmişti. Hâlâ da pişman olmaması ise arsızlığından değil bizimle en azından eğlendiğinden. Biz yollarını kaybetmiş bir grup gençtik, büyüyorduk ve bu bizi değiştiriyordu. Değiştiğimizin farkında değildik, ne kadar büyüsek de çocukça şeyler yapmaktan kendimizi alamıyorduk işte. Zaman ilerledikçe umarım bizde her yetişkinin olduğu gibi olgunlaşır, bu çocukça şeylerden sıyrılır ve büyümeyi başarırdık. “Şu soruyu ben yapamadım, Tuana bir baksana.” Nihan matematik sorusu getirmişti, problemler konusuyla alakalıydı. Nasıl çözeceğini anlatıp soruyu onun çözmesi için fırsat verdim. Sorunun cevabını vermeyi sevmiyordum, pek katkısı olmuyordu. Dersimiz biyolojiydi ama hocamız doğum iznine çıktığı için bu hafta boş geçmişti, bu yüzden de kütüphaneye gelmiş ders çalışıyorduk. Sorular artık bana çorba gibi gelmeye başlayınca pencereye doğru ilerledim ve oradaki boş sandalyeye kuruldum. Buradan okulun bahçesi ve diğer manzara çok güzel görünüyordu. Okulun bahçesi ayaklarımın altındaydı resmen. O an aklıma Murat Ali Ersan’ın sözleri geldi ve somurtmadan edemedim. “Gülüp eğlenmeliydim, su gibi akmalıydım şu yaşımda, oysa ağır ağır düşünüyorum geleceği… Kaç gecem daha böyle huzursuz geçecek, beni felaketler değil düşünmek mahvedecek.” Geçmişi, geleceği düşünmeden edemiyordum. Her gece uykularım haram oluyordu, düşünmekten, strese girmekten bir türlü uyuyamıyordum. Annem sağ olsun her gece odama gelip başıma masaj yapıp dua ediyordu, dizinde uyuya kalıyordum. En yakın zamanda psikoloğa gitmemi söyleyen rehberlik hocamız ise beni başından savuşturuyor gibi hissediyordum. Ben deli değildim, ben sadece ilerde bu lanet yerde kalmak istemeyen, maddi zorluk çekmek istemeyen birisiydim Kötü düşüncelerimden arınmaya çalıştım, tek nötr duygularıma kaçtım: Deniz. Deniz’i düşünmeye başladım, o benim dayanak noktamdı. Bir şeyleri de onunla başardım demek istiyordum. Gözlerimi kapatmış sanki ona aşkımı itiraf ediyormuş gibi hislere büründüm. Aklıma ona yazdığım şiirler geldi. Bir tane şiir defterim vardı ve Deniz'e bir sürü şiir yazmıştım, bir gün o defteri ona verecektim. Bütün özlemimi anlatmıştım, bütün sevdamı... Sanki yıllarca ona hasret kalmıştı yüreğim, hislerim. Lakin mantığım beni daima Deniz’den uzağa itmişti. İnsan arkadaşına bu gözle bakar mıydı, ‘kanka’ diye seslenen birisine aşık gözlerle bakmak caiz miydi? Allah var iki yıla yakındır bana kanka dediğini de duymadım, ben zaten hiç dememiştim. O benim olsa olsa kankadan aşkım olurdu, kankaşkım benim. Deniz'e olan hislerimi Deniz hariç herkes biliyor ama çaktırmıyorlardı ve ben de bilmiyorlarmış gibi rahat hareket ediyordum. Ailemin bildiğine de bahse girebilirdim ama kanıtlayamazdım. Sevgili ablacığım ben ortaokula giderken akşam yemeğinin ortasında Deniz’e âşık olduğumu, onun için kalbimin parçalandığını söylemişti. Bunu her ne kadar inkâr da etsem kimse inanmamıştı. Görünen köy kılavuz istemez, diye boşuna dememişler. Liseye başladığım yıldan itibaren aralığın on ikisinde kimya kitabımın arasında mektup bulurdum. Bunlar ufak tefek şiirlerdi. Belki yine koymuştur her kimse diye düşünürken merakla kitabı salladım ve arasından zarfın düşmesiyle gözlerimi devirdim. Gerçekten yine koymuştu, bunu Berat’ın yaptığına emindim. Benden hoşlanan başka birisi de yoktu zaten. Bu koyulan 4. mektupla devrelerim yanmaya başlamıştı. Yıllarca sevdiğim çocuk bile bana bakmazken bana haram olan diğerleri hangi hakla bana mektup yazardı? "Ne kadar da zormuş aşkını bir kâğıt parçasına sığdırmak. Yazmaya nereden başlayacağımı bilemiyorum, güzel kalpli kız. Seni gördüğüm ilk anda demiştim ki; işte bu o kız. Ayaklarımı yerden kesen, yüreğimin bedenime sığmayacağı o güzel anları yaşayacağım kız. Gözlerinde erimek, kaybolmak istiyorum her an. Gözlerinde kayboldukça kayboluyorum daha da derine iniyorum, kalbine... Geleceğe dair tek dileğim sensin, bazen diyorum tutayım elinden ve hapsedeyim kendime. Sen yanımda oldukça güzelleşiyor her şey, her an cennette yaşıyor gibi olduğumu söylersem abartmış olamam. Sanki dünya bizim için dönüyor, senden başka kimseyi göremeyecek kadar kör oldum aşkından. Sen yanımda olduğun sürece biz hep güzelleşeceğiz, bundan asla şüphe duyma, ben duymuyorum. Seni çok seviyorum.” İşte! Bu mektubun başıma gelen en berbat şey olduğunu düşünürken seyrediyordum herkesi. Tamam, kesinlikle kalbimi çelen bir mektuptu ve ben kesinlikle böyle saf kızlardan biri olarak hemen buna kanabilirdim! Lakin eğer aşıksanız birine, asla şans vermezsiniz ötekine. Sınıfa hızla gidip tüm erkeklerin yüzüne aç bir kurdun avlanmasına mâni olan uyuz köpeğe baktığı gibi baktım. Bu mektubu hangi deli koyma cüretini gösterebilirdi? Bu sınıftan bana platonik tek kişi Berat’tı ama bırak iki kelimeyi güzel sözcükleri yan yana bile getiremezdi. "Kim yazdı bunu?" derken asabi ve isyankardım. Yüzüm düşmüş, gözlerim sinir saçmış bir halde yine asi bir kız olarak etrafa ölümcül bakışlar atıyordum. Asi her yerde asiydi işte. Elime kalın kimya kitabını alıp havaya kaldırdım. "Bakın son kez söylüyorum, Oğuzhan'a söylemeden söyleyin çabuk!" diye kükrerken içeri sırayla Toprak, Deniz, Mert ve Burak girdi. Toprak şaşkınca, Burak tek kaşını çatmış soru sorarcasına bana bakıyordu. Deniz ise hiç şaşırmamış bir şekilde yanıma gelip kitabı aldı. Elimden alırken gözleri gözlerimden bir an olsun ayrılmamış ve beni yine kendine aşık etmeyi başarmıştı. Kalbim resmen yerinden çıkacak gibiydi. "Ne yapıyorsun kızım sen yine?" derken elimden kitabı alıp arkasına sakladı ben de bağırdım. "Mektup yazmış yine o pezevenk!" bağırışım kulağını acıtmış olmalı ki yüzünü buruşturdu. Arkadan sesi kalın bizim sınıfta olmayan uzun bir çocuk "Sana kim mektup yazar ki? Bana kalırsa sen kendi kendine yazıyorsun da milleti ayak üstü uyutmaya çalışıyorsun!" dediğinde kimya kitabını Deniz'in arkasından kıvraklıkla aldım, kitaba elveda edip çocuğun kafasına fırlattım. Çocuğun kafasına gelecekken elini kaldırıp kitabı havada yakaladı, buna ayar olup yerimde zıpladım. Tam ona girişmek için uçacakken Deniz beni belimden tutup havaya kaldırdı, ardından öğretmen masasına oturtup bana bir bakış attı. O an hayatıma bir anlam daha katarak gözlerine aşkla baktım. Kalbim öyle hızla çarpıyordu ki kavgayı unutacaktım az kalsın. Acaba böyle baktığımda insanlar ona âşık olduğumu anlıyor muydu? "Burada kalsan iyi olur güzelim!" dediğinde aklım güzelim, lafıyla cebelleşirken o, arkasını dönüp çocuğun yanına gitti. Elini açıp kitabı istedi. Çocuk kitabı verdikten sonra Deniz kitabı düzeltip masama koydu. “Sen bu sınıftan değilsin, kendi sınıfına git!” dedi Deniz, sesi sakin olsa da kızdığı belliydi. “Siz istediğiniz zaman sınıfa geliyorsunuz ama ben gelemeyecek miyim? Gitmiyorum.” Bakışlarını bana çevirip “Tuana, kaç koruman var kız, hepsine veriyor musun?” sözleri yerimde çivilenmeme neden oldu, o az önce hayatının hatasını mı yaptı, bana mı öyle geliyor? Deniz önce bana sonra Burak'a bir bakış atıp hızla çocuğa doğru koştu ve kafayı gömdü. Bunu yapacağını biliyordum, asla bana laf atılmasına izin vermezdi, aslında vermezlerdi. Bir kızın en yakın arkadaşları erkek olduğunda neden kötü bir niyetle arkadaş olduğumuzu söylüyorlardı, anlamıyordum, hiçbir zaman da anlamayacaktım. Çok geçmeden çocuğun arkadaşları, Toprak da bu kaosa dahil oldu. Benim yüzünden olan kavgaya -her ne kadar o salağın pis zihniyeti başlatsa da kavgayı sınıfa ilk dalan bendim- ben giremeyeceksem ne anlamı vardı ki! "Sen kiminle konuştuğunu biliyor musun lan şerefsiz?" ardından bir yumruk. Sınıfın içine giren birkaç uzun boylu çocuk bizimkilerin üstüne doğru gelince yanımda bekleyen Mert'te kavgaya dahil oldu. Normalde yani en azından çoğu zaman kavgaya pek girme taraftarı değildi, müdür ona en son bir daha suç işlerse okuldan atacağını söylemişti. Kavgaya dahil olmaması lazımken o dahil olabiliyorsa ben de dahil olurdum, kimse tutup da kız halimle kavgaya tutuştuğumu da söylemezdi umarım. “Açılın lan, Batwoman geliyor!” diye bağırarak masadan indim ve kapının yanında duran fırçayı alıp kavganın ortasına girdim ve önüme gelene vurmaya başladım. Ahlaksız sözcükleri ile midemi bulandıran çocuğun kafasını ayırt ettiğimde fırçayı kaldırıp ona vurdum. Arkasını dönüp bana baktığında gözlerinden ateş fışkırıyor beni ürkütmeye çalışıyordu. “Sen onu o mikrop düşüncelerini sesli bir şekilde söylemeden önce düşünseydin, orusbu çocuğu!” "Lan sen ne kadar iğrenç birisin!" diye cırlamama kalmadan Deniz'in aralarından sıyrılıp beni bileğimden tutup çekiştirmesiyle sıcak temaslı savaşım son bulmuştu. Deniz’in elinin bileğimde kelepçeli oluşu ise beni kalpten iptal etmişti. O an pilli oyuncaklar gibiydim, sanki pilimin ömrü tükenmek üzereydi ve her an yığılabilirdi. Deniz beni kızlar tuvaletine götürüp içeri girmemi ve uzun süre çıkmamamı tembihleyince yerimde zıplasam da onun pek umurunda olmamıştı. Burak beni kavgalara götürürken kendisi beni kavgadan uzaklaştırmaya çalışıyordu, ne büyük jest ama. "Yahu Deniz, gidip o mikrop suratlının ağzını burnunu kırsam ne olurdu?" "Aklını topla kızım, sana bir şey olursa Oğuzhan delip geçer bizi!" dedi ve arkasını dönüp yürümeye başladı. Ağabeyim zaten bu olanları duysa o salağı lime lime ederdi. Tuvaletten çıkıp koridorda sırtıyla konuştum: "Dayak yemeyin sakın!" Daha fazla beklememeden müdürün odasına doğru koşuşturup kapıyı çalmadan pat diye girdim ve bağırdım: "Hocam karşı sınıftaki çocuklar bizim sınıfa gelip bana laf attılar, Deniz ve diğerleri çıkmalarını söyleyince de kavga çıkardılar." dediğimde müdür kafasını sallayarak bizim sınıfa doğru koşuşturmaya başladı. Koşarken de küfür ediyordu. Küfür etmelerine alışmıştım artık ama ben bir kızım yani, etme müdür amcacığım! Sınıfa gittiğimizde müdür kavgayı birkaç öğretmenle zor bela sonlandırmıştı. Herkese ölümcül bakışlarını atarken gür sesiyle erkekleri odasında beklediğini söyledi. Yarım saat kadar sonra kapıda beklerken genç bir kadın ve ağabeyimde geldi. Çok geçmeden Burak'ın eniştesi ve tanımadığım birkaç veli de gelmişti. Eğer ağabeyim gelmeseydi kim gelirdi bilmiyordum, annem gelse beni şuracıkta ayağından çıkarttığı 39 numaralı ayakkabısı ile döverdi. Allahtan dün gece yine ağabeyim gelmişti de buraya onu çağırabilmiştim yoksa annem gelir ve beni herkesin içinde rezil rüsva edene kadar fırçalardı. Ağabeyim her zamanki gibi ortalığı yakıyordu, üzerinde beyaz baklava desenli kazakla siyah dar pantolon vardı. Oğuzhan yanıma gelip kolumdan tuttu ve beni köşeye çekti. Bunu yapmasından en az birinin elini havaya kaldırmasından nefret ettiğim kadar nefret ediyordum. "Tuana, yavrucum, neden kavga ettiğinizi söyleyebilir misin yoksa ben öğreneyim mi birinden?” “Benim hiçbir suçum, kabahatim yok ağabeyciğim. O yılan ordusu sınıfa gelip kavga çıkardılar.” “O gelenlere de kavgayı çıkaran beyinlerine de…” küfrünü içinden etmiş olsa da onların gelmişlerine geleceklerine sövdüğüne emindim. Üç yıl olmuştu buradan mezun olalı ama her eve geldiğinde okula uğramadan tekrar üniversiteye gitmezdi. Gözdağı vermeyi severdi. "Ne bağırıyorsun kıza ne yaptıysa bence çok haklı sebepleri varmış da yapmış. Aferin küçüğüm sana, böyle devam et." dedi tanımadan sevdiğim tek kadın. Saçları kısa ve açık renkte sarıydı. Diplerinde siyah da vardı ve daha önce fark etmesem de havalıydı. Üzerinde beyaz bir kazakla lacivert ceket, siyah deri pantolon ve siyah bot ayakkabılar vardı. "Siz karışmayın, ben kardeşimle konuşuyorum." dedi bizim öküz ve bana döndü. “Seninle ne alıp veremedikleri varmış ki?” “Ya bana bu pis varoş ağzıma alamayacağım bir şeyler söyledi.” Dedim, ağabeyim sinirle başını salladı. Bu, onun için yeterli bir sebepti. Gerisini duymak istemeyeceğini zaten biliyordum, bir şey demeden müdürün odasına girdi. "Merhaba, adınızı öğrenebilir miyim?" dedim ve yaslandığı duvara ben de yaslandım. "Ben Almila, Deniz ile Toprak'ın kuzeniyim." derken gözlerim yuvalarından çıkmış bir şekilde yavru kuşu incelemeye başladım. Ben de diyorum böyle güzel biri nasıl olur, Deniz'in genlerini taşıyor yani, ne bekleyebilirim. Toprak'ın biraz sinirleri bozulmuştu bize, her seferinde kavga çıkartıyor o da vicdanı rahat etmeyip dahil oluyordu ve daima kaşı patlıyordu. Hiç değişmez bir kanun gibiydi bu! Karşı sınıftakiler ne kadar inkâr etseler de bizim sınıftaki yandaşlarımı toplayıp şahit tutmuştum. Onlar bir güzel uzaklaştırma cezası aldılar. Ceza aldıkları için utanmadan sınıfa gelip laf bile attılar. Berat’ta bütün çocukları tehdit edip çıkışta dövüşe davet etti ama kimse onu sallamadı. Ben dahil herkes onu orada bırakıp koridor boyunca yürümeye başladık. Sanırım Berat'ı kimse adam yerine koymuyordu. Toprak kuzeninin gelmesine daha çok sinirlenmiş olacak ki moralleri altüst olmuştu, bu kılıkta liseye gelmesi ise gerilen sinirlerini daha da çok germişti. Almila'yı alıp okuldan ayrılırken bütün erkeklerin gözünün Almila'nın vücudunda olmasıyla erkeklerin bu kadar öküz olabileceklerini aklıma kazıdım. Herkes dağılmıştı yine, zor bela toplandığımız bir gündü ama biz nar taneleri gibi saçılmıştık. Neyse bir ara toparlarız, biz hep geri toplarız. |
0% |