@hiyera212
|
Okuldan sonra eve hızla gitmiştim, annem mutfakta ki masada bir sandalyeye oturmuş dolma içi hazırlıyordu. Bu saate de dolma kalır mıydı bilmiyorum yani, sabah çuvallara girmişti her halde! "Anne, en sevdiğim yemeği mi yapıyorsun?" "Gülsüm yengenler gelecek akşama, git odanı topla!" dedi gür sesiyle. Anne odamı toplamaya çıksam şimdi kırk yıl sürer, en iyisi direkt yak gitsin, demek yerine "Tabi Sultanım, siz istersiniz biz yaparız!" dedim alayla. Hayır yani, odamda mı yemek masası kurulacaktı da ben odamı temizleyecektim! Şu saçmalığı bir tek ben mi yaşıyorum, sanki millet gelip oda oda gezecek de temizliğe bakacak! "Anne, acıktım ben! Bana sofra hazırlasana!" diye odasından böğürdü ağabeyim. Ben de annemin yaptığı iç harcı elimle yiyordum. Ağabeyim seslenince annem ayağı ile totoma vurup "Çabuk ağabeyine sofra hazırla, orada peynir, çökelek falan var, yumurta da kır! Ne bön bön bakıyon, hemen hazırla!" anneme şoklar içerisinde baktım. "Yazıklar olsun, verdiğim emekler çöpe gitmiş! Ben desem açım diye Hilal'e hazırla demezsin, değil mi anne?" diye cırlayıp annemin dediğini yapmaya başladım. Yapmasam o ayağındaki terlik füze hızıyla narin vücuduma çarpıp nükleer bir bomba gibi beni havaya uçurabilirdi! "Sus! Zaten bir işin ucundan tuttuğun yok, bare onu yap. Çocuk zaten kırk yılda bir geliyor eve, ben onu ne kadar özlüyorum biliyor musun sen!?" anneme inanamıyormuş gibi baktım hayretle. "Ya zaten yazın tatile gitmek için biriktirdiğimiz parayı oğlun için hafta sonları eve gelsin diye çarçur ediyon, bir de gelmiş ‘kırk yılda bir geliyor’ diyon!" annem terliğini ayağıyla atıp "Hâlâ konuşuyor musun sen?" diye çığırdı, "Sendeki de yetenek ya, ayağınla totoma nasıl terlik atabiliyon? Pes pes!" "Ben bir kere valelik yaparak yol ücretini beleşe getiriyorum kızım, oradan zırlama!" "Lan geçen sene harcadın ya yaz tatili parasını!" Biraz bekledikten sonra aklıma gelen fikirle "Atandığında ilk aylığınla bizi tatile götüreceksin!" dedim ve ona kahvaltılık şeyler hazırlamaya başladım. Kimse beni tınlayıp cevap vermemişti ama ben kendi kendime söyleniyordum. "Hani hazır mı?" diyerek saçını karıştırarak gelen abime "He hazır, gel de kon!" diye cırladım. Evde biz böyle ilişkimizi yürütüyoruz, dip dibeyiz ama bağırarak konuşuyoruz. "Aferin kardeş!" dedi üzerine alınmayarak, "Anne ben akşam biraz gecikeceğim, babama dersin olur mu?" annem soru sorarcasına kaşını çatınca "Nefes ile buluşacağız, kızla İstanbul'dan birlikte geldik." deyince annem "E oğlum buraya getirsene kızı. Hem burada bir işin ucundan tutar!" annemin asıl amacını öğrenmiş olduk! Kadına bak ya! "Anne kızı niye buraya getireyim, hem milletin ağzına niye laf verelim!" "Burada da oğlun var ama anne, ayıp!" dedim bir çırpıda, ağabeyim onay verdi. "Nefes ile Tuana birlikte uyur, olur biter!" dedi anne dediğim kadın! Bunu bana yapamaz, bu asla olamaz tamam mı, ben kimseyle uyuyamam. Neyse, ev işlerine yardım edecekse gelsin! Hem Hilal'in yatağı ne güne duruyor? "Hilalin yatağında uyur artık!" deyip mutfaktan çıktım. Annemin beni onayladığını duyunca oflayarak odamı toplamaya başladım, yerde ne kadar eşya varsa hepsini gelişi güzel dolaba, yatağın altına tıktım. Tabii önce üzerimi değiştirdim. Akşam olduğunda ev kadın kaynıyordu, iyi ki de Nefes bize gelmişti yoksa bütün iş bana kalacaktı. Ağabeyim kadınların dedikodusuna dayanamayarak evi terk etmişti, zaten gidecekti de erken gitmişti işte. Sonra bizim çocuklarla olan gruptan mesaj geldi, ağabeyim bizim çocuklarla arabayla dolaşmaya gitmiş. Anneme ne kadar ispiyonlamak istesem de bugün işime yaradığı için affettim. Lakin bir dahaki sefere ya Nefes'e şikâyet edeceğim ya da ben de gideceğim! Annem böyle şeyleri hiç sevmez çünkü arabanın yakıtını boşa harcıyorlar, müziği son ses açıp çarşıda boş boş dolanmak nedir? Adını saymaya üşendiğim dört kadın, üç genç kız ve iki tane de küçük velet gelmişti bize. Gülsüm abla balkonda sigara içiyordu. Diğer kadınlarla annem oturmuş mahalle dedikodusu yapıyordu. Kızları ilk defa görmesem de sadece selam vermekle yetinmiştim. Gerçekten bunlar en sevmediğim komşularımızdı, insan benim arkadaşlarımın ailesini çağırır! Sırf evi talan etmeyelim diye sevmediğim ayaklı gazetecileri çağırmıyorsa adım Tuana değil! Nefes mutfaktan adımla beni yanına çağırınca ortamdan uzaklaşmak istediğim için hemen gittim. Elinde ki tepsiyi görünce ofladım. Masadakini işaret edip "Onu da sen getiriver ablacığım," dedi. Başımı sallayarak "Olur, getiriyorum!" diyerek peşi sıra gittim. İçimden binlerce kez küfür ettiğime emindim. Ben çaydanlığı ve bardakları o ise kek ve kurabiyeleri getiriyordu. Kekleri ve kurabiyeleri ben yapmıştım, Nefes ise boyunu getirmişti, hiçbir şey yapmadı servis etmekten başka! "Ay aman maşallah, Nefes kızımızda pek güzel!" deyince kadının biri, bir baktım ki oğluna alacak gibi bakıyor. "Ay Nurten ablacığım ilk önce biz beğendik de alacağız yani ağabeyime, ona göre hayallere kapılma!" dedim alayla. Nefes içten içe kıkırdadı, ben ve diğerleri de bıyık altından gülmeye başladık. Nefes'in gülüyor oluşu ağabeyime alacağız cümlesineydi, kadına laf atmama değildi. En azoondan bana öyle gelmişti. "Tuana, sus kızım, çok ayıp!" diyen annem bile çaktırmadan gülüyordu. Çünkü harbi harbi bütün kadınlar oğluna beğeniyordu Nefes'i. Ağabeyimle birbirlerini sevmesi de iyi olmuştu, evlendiklerinde yemek derdinden kurtulacaktım! Dolmaları az önce silip süpürmüşlerdi, gören de sabahtan beri bir şey yememiş zannedecekti! Ben bile bir tane yiyemedim be! Neymiş önce misafir yermiş, e bırakmadılar ki sonra yiyelim! En sevdiğim yemeği bile yiyememiştim, vay be! Nefes’e zorla ağabeyimi aratıp arabayla boş boş gezeceklerine bize döner alıp getirmeleri konusunda onu ikna etmiştim. İkimiz birer sandalyeyi balkona çekip dönerimizi afiyetle yedik. En son ne zaman döner yediğimi bile bilmiyordum, insan döneri özler miydi, ben özlüyordum. Nefes'in siyah uzun saçları vardı, koyu kahverengi gözleri esmer tenine yakışıyordu. Bana nazaran vücudu zayıftı, biçimli bir vücudu vardı ama bayağı zayıftı. Aslında buna fit olmak da denilebilirdi. Nefes, ağabeyimin yıllardır sevdiği şimdi de evlenme hayallerini kurduğu kızdı. "Nefes abla, Oğuzcuk sana açıldığında ilk ne yaptın?" Sorulacak son kişiydi, ağabeyime sorduğumu bile söyleyebilirdi ama olsundu, Deniz'e kavuşayım da ağabeyimin laf dalaşları umurumda değildi. *** Kalbim küt küt atıyordu, canımı yakan bir sızı vardı yüreğimde ama bunun ne olduğunu bilmiyordum. Heyecanla yürümeye devam ettim, nefes alışlarım hızlanmıştı, sol böbreğimin olduğu tarafa doğru büyük bir sancı hissettiğimde yürümeyi kesip durakladım ve kafamı yere eğip ellerimi dizlerime koydum. Yanımdan geçen bir teyze elini omzuma koyarak "İyi misin kızım?" diye sordu. Gülümsemeye çalışarak "Evet teyzeciğim iyiyim, teşekkür ederim sorduğunuz için. Biraz yoruldum." diyerek kaldırımda yere çökerek oturdum. Teyze elini siyah, kısa kulplu çantasına atarak "Ah bu gençler, işiniz gücünüz yokken ne diye sokakta koşuşturursunuz ki?" söylenmesinin ardından açılmamış su şişesini bana uzattı, su almayı unutmuştum ve dilim damağım kurumuştu. Normalde asla yapmayacağım bir şey yapıp şişeyi elinden aldım. "Teşekkür ederim," dedim utana sıkıla kadına baktım, ilk defa görüyordum. "Tamam tamam, hadi iç suyunu! Ben amcanın ilaçlarını almaya gidiyorum, hadi görüşürüz." diyerek ayrıldı yanımdan. Osmaniye'de böyle bir şeyle karşılaşmak hiç de zor değil, acelesi olmasa oturur bütün ailemin adını soyunu sopunu sorardı ama işte, kadın bey amcamıza ilaç alacakmış! Sabahın köründe evden çıkmıştım, spor salonuna gitmek için minibüse atlamış ve diğer ilçeye gelmiştim, bizim ilçede yoktu çünkü. Spor yapmayı sınav sonuna ertelesem de gittiğim psikiyatr anksiyete bozukluğu başlangıcım olduğunu söylemişti, eğer spor yaparsam kendimi yorarmışım ve düşünecek vaktim olmazmış. “Yürüyüş yap, kitap oku, film izle ve ailenle vakit geçir.” Demişti doktor, kaygılı düşüncelerimden kurtulmazsan ileride panik atak krizlerim tutabilirmiş. Stresten uzak durmak için elimden geleni yapmalıymışım. Aslında bu söyledikleri çok iyi şeylerdi ama ben bu sınav zamanında nasıl stressiz kalabilirdim ki? Salona gitmeden önce ısınmak için koşuyordum, koşu bandı vardı ama kapalı bir yerde koşmak bana göre değildi; açık alanda koşmayı seviyordum. Savrun nehrinin kıyısında koşmak bana iyi geliyordu, en azından ter kokusu ve birbirinden kaslı ve üstü çıplak erkeklerden uzaktı. Telefonum çaldığında oturduğum yerden kalktım ve tempomu düşürerek yürümeye başladım, telefonu o ara açmamıştım. Telefon tekrar çaldığında kulaklığın düğmesine bastım ve aramayı cevapladım. "Alo?" "Naber yakışıklı abiciğim?" "Pek iyi değil canısı!" dedi sert çıkan sesiyle, yav bu çocuk niye hiç beni salmıyor anlamıyorum ki! "Yine ne oldu?" Sitem çıkan sesimden ağabeyim bıktığımı anlamış olacak ki ofladı ve "Valla ben de bıktım, bu ne arkadaş! Kız doğduğundan beri Deniz'le Burak'la arkadaş, bu seneye kadar milletin diline düşmeyen kız bugünlerde ağızdan düşmez oldu!" ağabeyimin bağırması ile olduğum yerde durdum ve kaldırımın ortasından çıkmış ağaca tutundum. "Ben mi diyorum dedikodu malzemesi olayım diye, sanki seni az konuştular lisede, ben ne yapayım, torba değil ki büzesin tükürdüğümün ağızlarını!" diye karşılık verdim. Bizi bilen biliyordu, bilmeyen uydurduğu lafı geldiği yere geri soksun, demek istesem de ağabeyimin daha da kızacağını bildiğim için sesimi çıkartmadım. Gerçekten herkes çok oluyordu, herkes üzerime geliyormuş gibi hissediyordum. "Bak bir daha duyarsam yakarım seni Tuana, hiç acımam!" ağabeyimin sözleri kalbime bıçak gibi saplandı, ağlama isteğimi geri göndererek; telefonu onun yüzüne kapayıp uçak moduna aldım. Bıkmıştım bu tavırlarından, nefret eder derecede hem de. Ben aşk acısı çekiyorum, adam diyor bir daha duymayacağım. Ben Deniz'le evlenene kadar duyacaksın be ağabey, ben ne yapayım şimdi! Can sıkıntısı ile spor salonuna gidip iki saat boyunca spor yaptım. Koşmak ve diğer her şey hele ki dans bana çok iyi gelmişti. Salondan çıktım ve otogarın olduğu yere doğru yürümeye başladım, terim soğumasın diye ceketimi giymiştim. Telefonu cebimden çıkarıp uçak modundan çıkardım ve gelen mesajlara yanıt verip tekrar cebime koydum. Hem yürüyor hem de etrafa bakınıyordum. Vitrinlerin önünden geçerken türlü türlü hayaller kuruyor ağabeyimin bana söylediklerini düşünmemeye çalışıyordum. Resmen stres yapacak bir sürü tohum ekip gitmişti. Telefonum çalmaya başladığında yavaşça cebimden çıkarıp arayana baktım, Süleyman! Süleyman'la aramızı düzeltmiştik. Çocuğun harbi o gün kafası dumanlıymış, arkadaşından bir dal sigara almış ama içinde tütün yerine kafa yapan bir ot varmış ve kendinde değilmiş. Çok doğruydu çünkü Sülo öğle arası benimle dalga geçip ardından sinirlenmezdi. "Efendim kuzen?" "N'aber kuzen?" dedi, hâl hatır sormak için aradığına pek inanasım gelmemişti ama "İyidir ne olsun, spora geldim, aha şimdi çıktım otogara doğru ilerliyorum." dedim. "Dayım, yengem nasıl?" gözerimi devirdim, "İyiler, hani birkaç kilometre ötendeyiz falan! Sormayayım diyorum da kuzen, senin sesin pek bir tuhaf geliyor, hayırdır!?" kahkaha atarak "Hayır hayır, senin İlyas'ı evlendirecek oluyorlar da arayıp da sana ilk ben diyeyim, dedim. Görüntülü arayacaktım da internetim az, en azından yüzünü görmek istiyordum, Allah aşkına fotoğraf çekip atsana, ben sonra bakarım!" diye kahkahalarına devam edince suratına kapattım ve olduğum yerde durdum. Hemen halamı aradım, ikinci çalışta açtı. "Hala! İlyas evleniyor mu, sümüklü oğlun öyle söyledi de! Yok yani evlenemez o daha, gencecik çocuğu neye everiyorsunuz?" diye ağız dolusu lafı bir çırpıda söyleyivermiştim. Halam şaşırmış olacak ki ilk bir iki dakika sesi çıkmadı, "Tuana sen misin yeğenim, yok İlyas daha evlenmiyor, kim uyduruyor bu dedikoduları bir bilsem!" deyince halamın bütün sülalenin şu anlık bilmesine gerek yok demeye çalıştığını anlayıp "He tamam halacığım, daha evlenmesin zaten." deyip biraz da sohbet ettikten sonra telefonu kapattım. İlyas’ı evlendirmek istemememin nedenini bilmiyordum, uzun süredir onu görmüyordum ama kıskançlık duygum ağır basmıştı. Ağabeyimin Nefes’ine daha zar zor alışmışken yıllar sonra gelen İrem’in birkaç ayda tekrar İlyas’ı kendisine aşık ettiğine ve yakında evlenecek olmalarına inanamıyordum. Yürüyüşümü hızlandırıp aşağı ki caddeye doğru ilerlerken hâlâ vitrinlere bakıyordum, yeni elbiseleri gördükçe hayallerim büyüyor, içinde kendimi, karşımda Deniz'i hayal ediyordum. Mezuniyette acaba ne giyecektim, Deniz beni dansa kaldırır mıydı? Tam virajı dönmüş minibüse doğru ilerleyeceğim sırada yan tarafta kalan bakkalın önünde Deniz ile bir kızı konuşurlarken gördüm. Kız küt saçlı, uzun ve ince birisiydi. Abartılı makyajıyla ve üzerindeki mini kırmızı elbiseyle buraya ait değilim, diye bağırsa da güzel görünüyor oluşu sinirlerimi bozdu. Kız Deniz'le konuşurken bayağı bir samimiydi ve bu canımı sıktı. Deniz bir şey söyledi ve kız kahkaha attı, Deniz ise kocaman gülümsemişti. O gülücük benimdi, bütün hücrelerine kadar benim olan bir adam nasıl oluyordu da benim tanımadığım bir kıza gülümsüyordu! Transa girmiş bir şekilde ellerimi çiçek yapıp yanlarına gittim. Normal bir zaman olsa asla gitmezdim ama sabah o kadar ağabeyimden laf yememin üzerine onun başka bir kızla konuşması sinirlerimi bozmuştu. Ben onun için ailemin laflarına boyun eğeyim ama o başka kızlarla gönül eğlendirsin, yok öyle! "Selam, bölmüyorum de mi?" diye sordum alayla, Deniz elini kaldırmış tam ağzını açmıştı ki kız "Aslında böldün, bir şey konuşuyorduk!" işaret parmağı ile kendisi ile Deniz'i işaret etti "İkimiz konuşuyoruz ve biraz özel de istersen bitmesini bekle!" dedi tek kaşını çatmış bir şekilde. Ardından muzipçe sırıtması sinirlerime dokundu ve Deniz'e hışımla döndüm. "Aferin Deniz ya, ben senin yüzünden laf yiyeyim sen burada el alemin kızlarıyla gönül eğlendir. Aferin ya, gerçekten bravo!" diye höykürüp yanlarından geldiğim gibi gittim. Yaptığım şey o kadar manasız ve saçmaydı biliyorum ama elimde değildi. Hem o tatlı görünümlü ucubenin sözleri beni delirtmişti, Deniz Efendi ise Adana’da beni savunduğu gibi savunmak yerine öylece mal gibi bakakalmıştı. |
0% |