@hiyera212
|
İYİ GECELER, TABİ ÖYLE BİR GECE VARSA... Bir hafta boyunca her şey kaldığı yerden devam ediyormuş gibi davranarak Deniz'le hiç konuşmamanın vermiş olduğu rahatsızlıkla depresyona girdim. Zaman sanki acıydı, kalbime ilmek ilmek işlenmiş bir acı. Onunla konuşmamak gerçekten de beni yıpratıyordu. Ben de kendimi, kendime bıraktım. Biraz ders çalıştım, biraz spor, biraz aile... Yine de aklımdan hiç çıkmadı, acısı, aşkı her şeyi. Deniz’le ilk defa bu kadar uzun süreli küs kalıyordum, Deniz’de bu küslüğümün farkındaydı ama bir adım atıp aramızı düzeltmiyordu. O uğraşmadığı için ben hiç uğraşmıyordum, sevgili değildik ve artık arkadaş da değildik. Ne kadar güzel bir ilerleme ama! Kızıl saçları dalgalı bir şekilde omuzlarına dökülmüştü, yeşil gözleri yapılan koyu makyajla beraber daha da rengini ortaya çıkarmıştı. Mercan’ın üstünde marketin üniforması ve siyah pantolon vardı, böyle bile güzel görünüyordu. Elimdeki telefonu sert bir şekilde masaya koydum, sonra içimden canım telefonumdan özür diledim. Tek mal varlığımdı kendisi. Gözlerimi olabildiğince büyütüp bıkkın bir şekilde "Twitter hesabımı çalmışlar ya, Allah belasını versin çalanın!” bağırdım. Kuzenim beni umursamak yerine raflarda tarihi geçmiş bir ürün var mı, arayışına kaldığı yerden devam etmeye devam etti. “Kim çaldı acaba?" diye sızlandım, biraz ilgiye muhtaçtım ama kimsenin umurunda da değildim. Kuzenim ince, narin bedenini bana döndürdü, gören de kendisini Kraliçe bilmem kaçıncı Elizabeth sanır, o nasıl öyle havalı dönmektir yahu, bu kız da iyice havalara girdi ya, hayırlısı. Aslında çok güzel anlaşıyorduk ama şu günler o kadar stresliyim ki kimseye katlanamıyorum. Canım doktorcuğumun stresten uzak dur, talimatının ardından bana eklenen yüklü doz stresin nedenini merak ediyordum. "Senin Twitterını kim ne yapsın da çalsın kızım?" diye kızınca ona dil çıkardım. Bana ne dedi duydunuz değil mi, bana resmen seni kimse umursamıyor, dedi. Amma da sinir bozucu bugün, bu kız normalde de çok konuşur, bugün konuştuğu kelimeleri sayamadım bile. Ağzından güzel bir cümle çıkmaz mı, yok illa tepemin tasını attıracak ama ben tabii ki buna cevap veririm. Altında kalmam. Hıh! "Niye öyle diyorsun ki benim bir kere çok hayranım var ama sen bilmiyorsun. Mesela geçen markete gelen çocuk bana göz kırpıp telefon numaramı istemişti!" derken bana aptalsın, der gibi bakmaya başlayınca somurttum. "Salak o marketin kartvizitini istemiş olmasın?!!" "Tamam be kes!" "Peki ya Berat?" diye sordu kuzenim. Mercan dün akşam gelmişti, beni özlediği için buluşmak istedi ama ben bugün çalıştığım için onu buraya çağırmıştım. "Beni lise biter bitmez ailesine istetecekmiş pabucumun salağı." dedim. Gerçekten acayip sinir ediyordu Berat beni. Tamam sev, tamam âşık ol ama bunu bütün Osmaniye'nin bilmesine gerek yoktu? Ailelerimiz bilmeseydi yeterdi en azından. Çoğu zaman biz sevgiliymişiz gibi hareket ediyordu. Babası ile babam askerlikten arkadaş olmasaydı ben ona gösterirdim ama neyse. Allahtan Deniz'den yediği dayaktan sonra benimle çok muhatap olmuyordu. Deniz demişken; ne çok özledim ya... İlk defa bu kadar küs kalmıştım ve canım çok yanıyordu. Onu görmemeyi geçin, sesini duymamak bile beni uçurumdan aşağı itiyordu. Kalbimde bir yara açılmıştı, kabuk bağlamıyor sürekli kanıyordu, yaramı iyileştirecek kişi ise Deniz'in ta kendisiydi. Burak'a lisenin başında söylemiştim Deniz'den hoşlandığımı, öğrendiği günden beri Deniz Efe'yi bana ayarlamaya çalışmış ama ben bunu kabul etmemiştim, çünkü Deniz beni arkadaşı olarak görüyordu. Salak ya bu Burak, Deniz bana 'arkadaşım' diyor, gitmiş onu bana ayarlayacak. Gerçekten süzme salak. Evet! Tek sorun Deniz'in beni arkadaşı gibi görmesi, bana ayarlanmasında sorun yok tabii ki! Burak yüzünden olsa gerek bende içimde ufak ufak umutlarla Deniz'e tutulmuştum, öncekinden daha beter bir şekilde ama belli etmiyorum. Evet, belli etmediğim halim de bu! "Belki de Burak çalmıştır, hatırlıyor musun okul başlamadan önce de senin hesabını çalmıştı da tüm mahalleye malamat olmuştunuz!” Hatırlattığı şeyle aklıma Burak’la olan koşuşturmamız değil de o gün Deniz’le olan karşılaşmamız geldi ve kalbim anında sıkıştı. “Sence Burak aynı hatayı tekrar yapabilir mi?” Yapar, salak kız o!” Haklıydı, yapardı. Arkadaşım süzme salaktı. Hayatla bağımı koparmış bir şekilde hayallere daldım, şimdi Deniz şu kapıdan girse, bana âşık olduğum gözleriyle baksa, seni seviyorum dese... Koşarak ona uçsam, boynuna atlasam, yüzünün her yerini öpsem, odunsu kokusunu içime doya doya çeksem... En sonunda da tutsam elinden, götürsem nikah masasına... Mercan'ın sesini işittiğimde düşüncelerime bir son verip ona kulak kabarttım. "Sen onu bunu boş ver de Deniz ile neden konuşmuyorsunuz çok merak ediyorum. Ben iki haftaya bunlar sevgili olur diyordum, yanılmışım kaç yıl oldu fos çıktınız. Bir haftadır da konuşmuyormuşsunuz, Bulut söyledi." dedi. Vıdı vıdı vıdı... Eniştedeki dedikoduya gel, nereden tanıştırdım ben bunu bizim çocuklarla! Üstelik senin demene de çok ihtiyacım vardı sanki? Sana ne Deniz'den, onun adını ağzına alıyor bir de utanmaz! "Deniz beni arkadaşı olarak görüyor canım, bende onu sevmeye devam ederken bu kategorinin yanlış anlaşılmalara neden olduğu ve ağabeyim sürekli beynimin etini yediği için aynı zamanda onu bir kızla konuşurken gördüğüm ve aşırı kıskandığımdan Deniz'e karşı ağzıma geleni saymış olduğumdan konuşmuyoruz!" gerçi çok kötü laflar da etmedim ama Deniz bana karşı çok alıngandı, ben de ona karşı acayip alıngandım! Sanki ilgilenmiyormuşum gibi telefonumu kurcalamaya başladım. Hiç umurumda değilmiş gibi davranmam gayet normal değil miydi, ne kadar inandırıcı geldiği umurumda bile değil. "Niye öyle diyorsun, belki çocuk itiraf edemiyor, utanıyor. Ve o kızla da bir şey konuştu diye kavga edilir mi? Millet sana ne, demez mi?" diyerek bilmiş bilmiş kıkırdadı ama onu umursamadım çünkü sabahtan beri beni gıcık etmişti. "Anlamadın her halde, Oğuzhan diyorum, kızdı, bana patladı! Bu tabii senin umurunda değildir diye düşünüyorum, ne de olsa senin ağabeyin yok!” Beni en çok gaza getiren kişilerden biri de Mercan'dı. Deniz’in beni sevebileceğini söyleyip durmuştu ama yıllardır gerçekten de fos çıkmıştı. Lakin bu kız konusunda haklıydı, bir şey konuşuyor olabilirlerdi ama biraz mesafe olması lazımdı. Ne o öyle sümük gibi birbirlerine yapışmışlar! Keşke Mercan'ın Deniz’in beni sevebileceğine olan inancı azıcık da bende olsaydı belki bu kadar yoğun bir şekilde depresyonlara girmezdim. Kafam rahat olurdu ve sınava kadar da beklerdim, beni bilinmemezlik yoruyordu. Kafamı sınava veremiyordum, kafam hep ondaydı. Zor zamanlardan geçiyordum, zaten bunalımdaydım, bu konulara değinmek bile istemiyordum. İşte neden umutsuzluk beni sarmalıyor anlıyorsunuz değil mi? Ölesim geliyor bunların arasında, kafamı keser misiniz? Plizz, n'olur! “Yavrucuğum, Oğuzhan’ın ağabeyim olmaması bana karışmadığı anlamına gelmiyor. Sana dedikleri çoğu şeyi bana zamanında kaç katını söylemişti, sen Nefes’ten sonra ağabeyinin yumuşadığı dönemindesin. Lisedeyken ne kadar ilk insan bir ağabeyin vardı bir ben bilirim.” “Aman neyse ne işte!” Söylediği onca şeyin doğruluk oranı beni daha da kızdırıyordu, ağabeyim bana tasladığı erkekliği ne diye canım kuzenime de taslıyordu? O ağabey benim ağabeyimdi, Mercan da benim kuzenimdi. İkisi de benimdi, ikisi de birbirinden uzak olsun! “Abart sen de anasının gözü!” "Bir şey daha, bu son!" kafamı salladım "Gönder gelsin, sonra da kapa çeneni!" diyerek ofladım. "Şu tarafa bak bakalım gelen kimmiş?" diye sordu. Gözlerinin bakış yönünü takip ettim ve koyu sarı saçlarının her zaman ki gibi kenarları sıfır, ortası uzun bir şekilde şekil verilmiş, gözleri gözlerimde ve dudakları kıvrılmış bir adet Burak Ayyıldız ile karşılaştım. Bu çocuk gittikçe çirkinleşiyor muydu yoksa hep mi böyleydi, diye düşündüm. Burak benim en yakın arkadaşım olduğu gibi en büyük sırdaşımdı; ağzı kapalı bir çocuktu, kesinlikle benim için öyleydi. Yani en azından benim en büyük sırrımı saklıyordu. Kesinlikle bu sır konusunda çok yeteneklidir. Biz herkesin sırrını herkese veririz ama birbirimizin sırrını kimseye vermeyiz. Ablamdan çok güvenirim ona, akıl danışmanımdır. Bilmiyorum fark ettiniz mi, akıl danışmanımdır derken kesinlikle dalga geçmiyorum, akıl almam gereken son insan o halbuki! Deniz'e benden daha yakın, elimizde de bu var yani, ne yapalım? İkiz kardeşi Toprak'la o kadar samimi değilim bu yüzden ondan bilgi alamam değil mi? Burak üzerinde kırmızı karın kaslarını tamamıyla ortaya seren dar uzun kollu bir badi ve yeşil askeri eşofman giymişti. Siyah spor ayakkabısıyla tarzını gözler önüne sermekten geri kalmıyordu. Siyah deri montunu arkasına asmıştı ve montu parmağı ile taşıyordu. Burak’ın gözlerinin yeşili 'aradığın kişi ben değil, yanımda ki' dercesine sağını işaret edince gözlerim bu sefer sağındaki uzun boylu ve yakışıklı çocukta takılı kaldı. O dünyanın en parlak yıldızı, bense sönük kalmış, unutulmuş bir sokak kedisi gibi kaldım oracıkta. Kendimi Kibritçi Kız gibi hissettiğim bir kaç saniyenin ardından onu süzmelere doyamadım. Deniz'in koyu saçları hafif uzun ve dalgalıydı, gözlerinin bir kısmını kapatsa da kahverengi gözleri beni etkisi altına almayı her zaman anında başarırdı. Uzun boyluydu, aramızda dağlar vardı desem yeriydi. Zamzayıftı - biraz kilolu olduğum için tabii yanımda çırpıbacak kalıyor diyemiyorum- bu kadar zayıf olmak zorunda mıydı, onun yanında dombili gibi kaldığımdan eminim. Karın kaslarının olduğunu biliyordum ve tabii ki de görmüştüm. Deniz spora yazıldığım ilk hafta benimle gelmişti, orada görmüştüm. Deniz sinirli ve aynı zamanda denge problemi olan biriydi, mesela mutluyken bile bir şey olsa hemen kafası atıp birilerine saldırma özelliği taşıyordu. Sanırım kişilik problemi yaşayan tek ergen ben değildim. Sinirliyken onu sevindiren bir haber aldığında neye sinirlendiğini bile hatırlamadığı zamanlar oluyordu. Belli bir karaktere sahip değildi, ne yapacağını hiç kestiremezdiniz. Onu en iyi tanıyan bir kişi bile yaptığı şeyleri bazen açıklayamazdı, yani düşünün ben bile! “İkizler burcu olduğu için böyle manyak olabilir mi” Mercan omzuma bir tane geçirdiğinde derin bir nefes alıp "Hı!?" diye sesimi yükselttim. Acımıştı, omzumu ovdum. "Kızım bu tarafa doğru geliyorlar, gözlerini dikmişsin çocuğa. NİYE BAKIYORSUN, HAYIRDIR?" Haklı kız yağni. "O ağzındaki salyaları da temizle, manyak!" ona ölümcül olduğunu düşündüğüm bakışlarımdan bir tanesini atıp "Çeneni kapatacak mısın?" ağzına fermuar çeker gibi yapıp ardından çöpe attı. Çocukluktan kalma alışkanlıklar hiç sönmez miydi? Uzağı artık çok iyi göremediğim için gözleri bana nasıl bakıyor, buradan çok kestiremiyordum. Sağ elinin yüzük parmağında uluyan bir kurt şekli olan yüzük vardı, bunları biliyordum, yoksa bu mesafeden hangi şekil olduğunu çözemezdim. Kulaklarında siyah-gri renklerinde kulaklıkları, boynunda her zamanki zinciri sarkıyordu: Babasının askerlikten kalma künyesiydi, neden taktığını hiç söylememişti. Deniz'in üzerinde kaslarını belli edecek şekilde siyah üzerinde beyaz yoncaya benzeyen şekilli bir tişört, bacaklarını saran ve bütün el aleme belli eden siyah paçalarında havalı bir görünüm sağlayan fermuarlı pantolonu vardı. Bacakları zayıftı, pantolon onun vücut hatlarını belli ediyordu. Pantolonu ondan kıskandım, o pantolonun yerinde ben olacaktım! “Tövbe estağfurullah!” |
0% |