Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17. BÖLÜM

@hiyera212

Sabah gözlerimi güneşli bir sabaha merhaba diyerek açtım. Saat kaçtı bilmiyorum ama pazar tatilinin en güzel yanı sabah erken kalkmak zorunda olmamamdı. Penceremden içeri güneş ışığı süzüyor, gözlerimi kısmama neden oluyordu. Harika bir sabah, diye düşünürken bana doğru bakan masanın üzerindeki saat sanki adımı haykırıyordu.

"14.42 harika, en sevdiğim uyanma zamanı!" diye söylenerek ayaklarımı yatağın kenarından aşağı sarkıttım ve kafamı kaldırıp oturur pozisyona geçtim.

Lanet olsun, ben bittim! İşe geç kaldım, kesinlikle kovuldum. Lanet olsun ya...

Ha, hatırladım lan. Bugün benim yerime Mehtap bakacaktı, bende tatil yapacak ve bu günümü kendime verecektim. Bir gün de az para almıyordum, iyi mi oldu ki bu? Alsaydım parayı da bankaya yatırsaydım, üniversite için ne halt edecektim?

Evet, gelecek için birikim yapıyorum. İzmir'de okumak istiyorsanız ki orada bir hafta kalmıştım; yediğinizden tutun daha birçok şeye kadar para veriyordunuz ve verecekleri burs parası bana bir ay bile yetmezdi. Yurttan çıkmasam nasıl olurdu acaba? Daha karlı olacağımdan eminim ama hem burs hem de yurdun çıkmama ihtimalini göz önünde bulundurursak benim hiçbir türlü çarşıya gidip gezmemem gerekiyordu orada!

Oflayarak sabah sabah bu düşüncelerin nerden geldiğini sorguladım kendi kendime. Rüyamda üniversiteye falan mı gidiyordum, ne yapıyordum Allah bilir!

Uzun saçlarımı bileğime taktığım lacivert tokayla dağınık ev topuzu yaptım ve yataktan totomu kaldırdım. Yataktan hiç çıkmak istemediğimi anlayacağınızı umuyorum. Bizim millet uyuşuk, üşengeç olduğu için anlamamakta güçlük çekeceğinizi zannetmiyorum. Zaten öyle olmasak hala gelişmekte olan bir toplum yerine gelişmiş bir toplum olurduk. Gerçi bana göre dünyanın en güzel, en iyi insanlarının olduğu, en merhametli ülkeydi. Hatta eminim böyle her şeye erinmesek kesinlikle dünyanın en güçlü devleti haline gelebilirdik, lakin işte üzerimizde öyle bir üşengeçlik...

Ağzımı açabildiğim kadar açarak esnedim ve odamdan dışarı adımladım. Üzerimde öyle bir halsizlik vardı ki kendime kahvaltı hazırlayacak bile mecalim yoktu. Bunu geçtim, yerime tuvalete gidebilecek olan varsa ona minnettar bile olurdum!

Tuvaletimi daha fazla tutamayacağımı anladığım an koştur koştur tuvalete gittim. Biraz tuvalette kalıp düşüncelere daldım ardından lavaboya doğru ilerleyip yüzümü yıkadım ve aynada ki yansımama baktım. Makyajsız suratım her zaman ki gibi doğal bir ucubeye benziyordu. Üzerimde açık yeşil renkte bir karış şortum ile beyaz yarım atletim vardı. Havalar sıcak olunca ben! Ki siz kışı karlı falan yaşıyor olabilirsiniz ama biz Osmaniyeliler kışın bile tişörtle gezebiliyoruz ve havalar aşırı soğuk olmadan mont giymiyoruz. Hatta benim hiç bot alma gereksinim olmadı, kısmetimizde yok yahu!.

Aynaya son kez bakıp tekrar esnedim ve uykumun gitmesi için önce elimi ardından yüzümü soğuk su ile şımarttım ardından havlu ile kuruladım. Ağzımı bir karış ayırmış esneyerek mutfağa doğru ilerledim. Mutfağımız gayet geniş ve ferahtı. Benim odama göre bayağı açık renkle döşenmişti. Mutfak masamız pembe gül desenliydi, altı kişilikti ama bu masanın altı kişiyi bir arada barındırdığını daha görmemiştim.

Mutfak tezgâhımız yine annemin zevksiz zevklerine uygun olacak şekilde küçük pembe çiçeklerle kaplıydı. Mutfak dolaplarımız da bordo renkliydi, annemden nasibini alamadıklarından gülsüz desensizdi.

Mutfağa uymayan benden başka iki kişi daha vardı. Bunlar annem ve babam demek isterdim ama bunlar Deniz ve Burak'tan başkası değildi. Beni böyle yarı çıplak görünce ikisinin de gözleri pörtlemiş gibi iri iri açıldı ve dudakları aralandı. Benim de onlardan kalır bir yanım yoktu. Deniz hemen Burak'ın gözlerini eliyle kapattı ve bana bakmamaya özen göstererek bakışlarını gözlerime sabitledi.

"Ne duruyorsun kızım, git üzerine bir şey giysene!" diye azarlayıp beni tabiri caizse kovdu. Şok halindeki birine ne ile suçladı bu marangoz kafa! Ben çıkmadan önce Burak Deniz'in elini itip "Olum ne yapıyorsun ya?" diye ona kızdığını duydum ve gözlerimi devirdim. Burak işte, çıplak kızlara doymayan terliksi hayvan!

Belki bazılarınız diyecek yani ne var şort-atlet diye, yani ben öyle çok kısa giyinip de dışarı çıkan insanlardan değilim, hatta hiç denize de gitmedim böyle bikinili filan! Bir keresinde İzmir'e gitmiştik Hilal ile onda da üzerimizde pantolon ve tişört vardı. Yüzmeyi bilmediğim için sadece ayaklarımı suya sokmuş ve deniz kıyısında deniz kabuğu toplamıştım.

Ağabeyim beni evde bu şekilde görseydi kesinlikle önce üzerimi giymemi, sonra yanına gelmemi söyler, en sonunda da beni dövmekten beter ederdi. Ağabeyim dayıma çektiğinden midir nedir aşırı kıskanç ve psikopattı, bu hallerine dayanamıyordum, biricik yengem de dayanamıyor arada ayrılıveriyordu.

Utançla odama koşuşturup dolabımın kapağını kaydırdım ve içinden beyaz tişörtümle bordo yanları beyaz şeritli eşofmanımı alıp üzerime geçirdim ardından da gülümseyerek mutfağa gittim.

Ben mutfağa geldiğimde Burak domatesleri düzgün ay şeklinde dilimlerken Deniz ocağın başında yumurta kırıyordu. Benim yerime kahvaltı hazırlayan erkek arkadaşlarımın olması harikaydı. Çok güzel yemek yapan bir kızım, anneannem sağ olsun bana her şeyi öğretti. Biraz yaman bir kadındır kendisi, sosyetik takılan ablamı bile dize getirmişliği var! Bu hamaratlığım kesinlikle onun sayesinde var, babamın köyüne gittiğimiz de ise hiçbir şey bilmeyen bir kız olarak takılıyorum ve halimden de epey memnunum. Orada çiftlik hayvanları ile uğraşmak, evin işlerini yapmaktan daha kolay!

"Valla bende açlıktan ölecektim, iyi ki de geldiniz." dedim gülümseyerek. Burak gözlerini devirerek "Biz geleli iki saat oldu sen daha az önce uyandın. Gece yatsan anlayacağım da saat on biri geçmişti yattığında lan insafsız!" diye kızdı. Bende bilmiş bilmiş ona bakarak "Bana diyene de bir bak, seni de eminim Deniz uyandırmıştır, hem de buraya gelmeden on beş dakika önce!" diye tahminde bulundum.

Deniz bana katılarak "Aynen öyle, ben de Burak'a uğramadan on beş dakika önce uyanmıştım zaten." dedi. Yani hepimiz geç kalkıyorduk, o zaman bu köpek bana neden laf atıyordu.

" Biliyordum,"

" İspiyoncu Efe!" diye kızdı Burak.

" Kes lan!" diye karşılık verdi Deniz.

" Ben ne yapayım?" diye aralarına girdim. Yoksa küfürleşmeye başlayacaklardı ki ben küfrü bırakmayı düşünüyordum. Anlayacağınız üzere erkek arkadaşlarınız varsa küfür sizle aynı sohbetler içerisinde daima olur.

" Gel bana yardım et lan, domatesler o kadar soğuk ki parmaklarım uyuştu!" diye sitem etti Burak. Burak yemek yapmada ustaydı, hatta birkaç yemeği Burak'tan öğrenmiştim. Hava bugün sıcaktı ama o domatesler soğuk diye yakınıyordu, delinin zoruna bak hele!

"Sen masayı kur, Burak'ı boş ver."

"Ben en iyisi dolaptan kahvaltılıkları çıkarayım," dedim sevinçle. "Ha bu arada senin kız hakkında birkaç şey öğrendim!" diye bağırdım heyecanla.

"Hangi kız hakkında?" diye sesini yükseltti, haberim yok sanıyordu ya da birden fazla kızla da konuşuyor olabilirdi.

"Senin esmer güzeli kız hakkında! Kaç kişiyle çıkıyorsun akıllım?" Esmer güzeli, derken vurgulamıştım.

"Yuh Deniz ya şuraya sıçsam onu da gidip hemen yetiştireceksin oğlum!" diye kızdı. Demek ki Deniz'den başkası bilmiyormuş.

"Doğru düzgün konuş lan ibne!" diyen Deniz, güzel konuşmazken Burak'ın ne haddine, değil mi?

"Diyene bak pislik! Burak ya bunu benden nasıl saklarsın, ben senin en yakın kız arkadaşın olduğumu sanıyordum?"

" İşte tam da bu yüzden söylemedim Tuni, ya gidecektin beni kıskandığından hem de kız beni terk etti diye taarruza geçecektin!" dediğinde tam da onun dediklerini uygulayacağım için bir müddet sesim soluğum kesildi.

Bir keresinde dediğini yapmıştım, sadece bir kez! Deniz tek kaşını kaldırmış 'gerçekten yaptın mı?' diye bakarken, Burak'ın bana bakan açık yeşil gözlerinde 'ben demiştim' bakışları yatıyordu.

Elini bana doğru hızla uzatıp "Al işte, ne yaptın lan kıza!!?" Otuz iki dişimi göstererek, Burak'ın sorusuna çenemi kaşıyarak, gözlerimi yukarı dikerek baksam da aslında o aşamaya geçmemiştim.

" Saçmalamasana oğlum, Tuana'yı dün akşam saat dokuzda bıraktım evine. Hangi ara gidip kızın evini bulacak da dövecek?" diye kızdı Deniz, kafamı salladım ve " Yani," diye yanıtladım.

"Deniz kanka anlamadığım bir şey var, soracağım da kızarsın diye soramıyorum, sorayım mı?” Deniz yumurtasını pişirmiş masaya bırakıyordu, gözlerini arkadaşına dikip sormasını bekledi.

Burak, Deniz'le bana anlamlı bakışlar atarak "Yani bu kız saat sekizde işten çıktığını düşünelim, marketle evi arasındaki mesafe yürüyüş olarak on bilemedin sallana sallana on beş dakika. Eh senin gibi süt bebesinin de hızlı yürüdüğünü hesaba katarsak on dakika bile sürmeyen yolu, bir saate nasıl sığdırdınız lan?" diye sorunca kaşlarımı çattım.

Deniz'e döndüğümde kaşlarını çatıp sinirli bir şekilde ve hatta anlamlandıramadığım bir yüz ifadesi ile Burak’a bakıyordu. Ben daha çok şaşırmıştım, Burak bu kadar uzun bir konuşmayı nasıl aklına tutup konuşabilmişti? Vay be, hafızası kuvvetlenmeye başlamış bu çomarın!

"Bunu bana küsüp bilmem ne şekilde giden arkadaş mı söylüyor?" dedim.

"Kanka aslında yarı yolda geri dönecektim ama yeğenimin ateşi çıkmış bende eve gittim!" dedi. Böyle bildiğiniz gözümün içine baka baka bana yalan söyledi.

"Kanka biz dün o bir saati nasıl değerlendirmiştik?" Deniz'e olan hitap şeklim kalbimi şoklara uğratmıştı. Uzun zamandır ağzımdan çıkmayan o kelime, o lanetli sözcük nasıl da kalbimi ortadan ikiye yarmıştı.

Vay senin ağzının ortasına boklu kürek çaksınlar!

"Burak Bey’in gönlünü almak için onun evine gitmiş ancak eniştesinin arabasını kaçırdığını, ardından da karakolluk olduğunu öğrenince de yeğenlerimizi sevip seni evine bırakmıştım." Dedi Deniz.

Deniz’in az önceki neşesinden eser kalmamıştı ama neye moralinin bozulduğunu anlamadım. Bu konuyu sonra düşünecektim, asıl konumuza odaklanmalıydım.

Çok bilmiş bir gıcıklıkla Burak'a baktım. Utanmadı bile. Bu nasıl geniş gönüllülük anlam veremiyorum. Bir insan bu kadar mı yüzsüz olur ya? Neyse kankimi daha fazla ezmeyeyim. Puahaha, yaşasın hainlik!

"Her neyse boş verelim bu konuyu da asıl konuya dönelim," diye bir istek attım ortaya. Kaçıncı asıl konu olduğunu bana sormayın.

" Bu arada Burak'a laf söylüyorsun da sen ne yaptın? Dün bana çarptın, çıktın gittin, niye?" Deniz’i eve sokmama rağmen hızla çekip gitmişti.

"Bu konuyu kapat da asıl konuya gel." diyerek konuya noktayı koydu ve bir daha gündeme gelmemek üzere kapattı. Yok yani, onunla zoru olan ağabeyimdi o da evde yoktu ama o bize yemeğe gelmiyordu. Eskiden böyle bir sorunumuz var mıydı acaba?

Biz konuşurken sofra leziz bir görünümle dolup taşmıştı. Ortada yumurtanın piştiği yanmaz tava, yanında bal, peynir, domates dilimlerinin olduğu tabak ve daha çeşit çeşit kahvaltılıklarla masa çiçek gibi açmıştı.

Türklerin çay tiryakisi olduğunu düşünürseniz bende o özellik sıfır. Çayı pek sevmem. Bu yüzden Deniz bana süt ısıtmıştı. Diğer ikisi çay içerken ben süt içiyordum. Süt sağlıktır bebekler. Tamam, yeşil çaya başlamam ve süt ürünlerini bırakarak kilo vermem lazımdı ama o yeşil çayın tadı iğrençti.

" E, anlat bakalım ne öğrendin?" diyen Burak ilgiyle hem beni dinliyor hem de kahvaltısını yapmaya devam ediyordu. Deniz ise gözlerini benden ayırmadan çayını yudumluyordu. Niyeyse bu kız konu olunca dikkatle dinliyordu. Ne yapıp etmeli bu kızla Burak'ı barıştırmalıydım, bu sayede Deniz o kızdan hoşlanıyorsa bile artık bu ihtimal ortadan kalkacaktı. Bir de sürekli instagramdaki fotoğraflarının altına Gazel diye bir kız yorum yapmış, çoğu kişi sevgilisi olup olmadığını sormuş ama Deniz hiçbirine yanıt vermemişti.

Gazel denen yellozu da gizli bir şekilde ilmek ilmek işlenecek planlarla öğrenmeli; neler döndüğünü anlamalı, ona göre hareket etmeliydim. Ve en önemlisi ne olursa olsun bunları yaptığımdan Deniz'in hiçbir şekilde haberi olmamalıydı. Her zaman ki gibi yine zekiyim, kafam zehir gibiydi.

Maşallah…

" Ahsen Selçuk, bizim okulda üçüncü sınıf öğrencisiymiş, derslerinin çok iyi olduğu söylenemez. Müzik kulübündeymiş, bando takımını yönetiyormuş ayrıca voleybol kaptanıymış da. Kız da yok, yok mübarek.”

“Yavrucuğum, bunları bana sorsan ben zaten anlatırdım.” Burak’ın alaylı bir şekilde beni eziklemesine gözlerimi devirdim ve devam ettim.

“Babası ile annesi boşanmış, velayet annesindeymiş ama babasında daha çok kalıyormuş. Babası da zenginmiş zaten, adamın villasında da salı günü kızın doğum günü partisi varmış!”

“Doğum günü salı günü müymüş?” Burak’a ölümcül bakışlarımın akabinde ağzımdaki zeytin çekirdeğini fırlattım. “İnsan sevgilisinin doğduğu günü de bilir be!”

“Kankacım ne bileyim ne zaman doğmuş, bana bebekliği mi lazım bu kızın?” Deniz elini sırtına geçirip “Sus oğlum, sus batıyorsun.” Diye kızdı. Bu Burak çekilmezdi.

“Peki sen bu aile faciasını nasıl öğrendin?”

“Kıza istek attım ve onunla arkadaş oldum. Biraz mesajlaştık, beni okuldan tanıdığı için partiye beni de davet etti.”

“Bu arada beni de davet etti.” Deniz’i umursamadan devam ettim, neden onu davet etmişse kahpe Bizans’ın kahpe karısı!

“Kız Burak'a o kadar sinirlenmiş ki bayağı bir gıybet ettik. Yani Burak kankim, Ahsen ile barışırsan seni adam edeceğe benziyor. Tam benlik gelin, bu işi oldu bil sen, barışırsınız." dedim. Kız o kadar sinirlenmişse demek ki ciddiye almış ve Burak'ı da önemsediği konuşmasından belliydi!

" Çenen soğusun biraz, motorun bozulacak. Sütün buz gibi oldu! Ye yemeğini başlarım kızına!" dedi Deniz ve beni susturdu. Bunun çobanlığı kimeydi, o beni mi susturdu?

“Benim motorum bozulmaz, ben işlek bir demirim.” Burak bana gözlerini devirdi ve iğrenti ile baktı, Deniz’se umursamadan kahvaltısına devam etti. Ühü, ne olmuş olabilir esprim kötü kaçmışsa?

"Kanka bilmem farkında mısın ama kızın siciline kadar her şeyi araştırmışsın ama bir şeyi unutmuşsun?" Burak aniden kafasını kaldırıp sormuştu, meraklanmıştım.

"Neyi unutmuşum kanka?"

"Kızın Deniz’i neden partisine davet ettiğini.” Deniz’ kaşları çatık bir şekilde döndü: “Deniz neden o kız seni partisine davet etti?"

" Aynı kulüpteydik!"

"Ve?"

"O kızla tanışmanıza vesile olmuştum?" Yani kızla arası samimi miydi?

"Al işte, kız Burak’a çok kızgınsa seni öldürmeye çalışabilir. Gitme bence!" dedim hızla, heyecanlandığımda ne dediğimi bilmiyordum ve aşırı tepki veriyordum.

"Kıskançlık sezdim sanki?" dedi Burak.

"Tuana, sen niye müdahil oluyorsun ki?"

“Tamam canım, bişiy demedim!" Alındım, gücendim, ortadan ikiye yarıldım, çokça parçalandım ama siz göremediniz.

“Diyemezsin zaten, Burak’a karıştığın gibi bana karışabileceğini düşünüyorsan yanılıyorsun.”

Kafamı salladım, moralim acayip derecede bozulmuştu. Ne demiştim sanki, ben ne dedim de böyle tepki verdi ki?

“Denizciğim biraz abartmıyor musun acaba, hani karşındaki kişi bir başkası değil, Tuana?”

Deniz peçeteyle ağzını silerken ayaklandı, “Benim tadım kaçtı, size afiyet olsun.” Dedi ve mutfaktan ayrıldı.

“Ben ne dedim ki şimdi?”

“Valla bu sefer ben bile anlamadım.”

" Annemgil nerde, gördün mü sen?" kafasını sallayıp cevap verdi, "Bizim evdeler, mantı dökeceklermiş hep birlikte!" Burak'ın gözlerine bakarak ofladım.

“Ben az önce kötü bir şey mi dedim Burak ya bana bir şey söylesene?”

“Tuana ne bileyim ne dedin, çok şey dedin de hangisine atarlandı bu pezevenk Allah bilir.” Kafasını masanın üstünden bana yaklaştırıp “Bu da iyice kız gibi trip atmaya başladı, bir küsmeler bir kaçmalar.” Kısık sesle söylediklerine “Aynı senin gibi yani?” diye cevap verdim.

Loading...
0%