Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. BÖLÜM

@hiyera212

Kitaba şans verdiğiniz ve buralara kadar geldiğiniz için teşekkür ederim, oy vermeyi ve yorum yapmayı ihmal etmeyin lütfen.

:)

Ahsen'in doğum gününe gideceğim için çok heyecanlıydım, daha önce hiç büyük bir partiye gitmemiştim. Doğum günü partilerini genelde aile içinde bir pasta keserek kutlardık, bizim ailede öyle şeylere pek önem verilemese de ağabeyimin doğum günü her yıl pasta börekle kutlanırdı. Ben yaz sıcağının ortasına doğmuşum bu yüzden doğum günüm ne okulda kutlanırdı ne de evde, bu yüzden hep içimde kalmıştı.

Partiye Deniz’de gidiyordu bu yüzden çok heyecanlıydım, güzel bir şeyler giymeliydim. Aslında dün gitmekten vazgeçmiş olsam da Deniz gidiyordu da ben gitmeyecek miydim, bal gibi de gidecektim. Ahsen’in Deniz’i çağırmasının nedenini Burak’a bağlıyordum, haberi olsun diye çağırmış olmalıydı.

Güzel olmam önemliydi, fiziksel özelliklerim güzeldi ama partiye uygun bir kıyafete sahip değildim bu yüzden Burak ile alışverişe gitmiştik.

Alışveriş için Nihan gelecekti ama bana elbise denettireceğini söyleyince ondan habersiz Burak'ın eniştesinin arabasını kaçırmıştık. Nihan ile aramız günden güne soğuyordu ama benlik bir şey yoktu, Nihan artık bize katılmıyordu. Tek o değil Mert bile katılmıyordu. Aralarında bir şeylerin olabileceğinden şüpheleniyordum, benden bile samimi olmuşlardı. Eğer Deniz ve ben sevgili olmadan ikisi sevgili olursa kendimi köprüden aşağı sallandırırdım.

Neyse asıl konumuza devam edelim, Burak ile alışverişe gitmek için eniştesinin arabasını kaçırdık. Burak ille ne zaman dışarı çıksam çok eğleniyordum, daha geçen gün Burak'ı bu araba çalması konusunda azarlasalar da aynı hatayı bu sefer benimle tekrarlamıştı. Enişte bizim arkamızdan koşarken biz Burak ile kahkahalarla gülüyorduk. O kadar eğlenmiştim ki bir ara altıma kaçıracaktım. Hele eniştenin arkamızdan koşarken ettiği küfürlere Burak’ın karşılık vermesi acayip komikiti.

Çok ayıp, püh, terbiyesiz!

Alışveriş yapmayı ne kadar çok sevsek de eniştenin polislerle peşimize takılmasından korktuğumuz için aceleyle kıyafetlerimizi seçmiştik. Burak siyah kot pantolonla lacivert-beyaz çizgili bir gömlek bense elbise giymek istemeyip sadece siyah saten bir gömlekle beyaz bir kot pantolon aldım. Ekonomik olarak en azından istediğimi alabildiğim için memnun bir şekilde gülümsedim.

Ekonomik olarak tam anlamıyla özgür olmak istiyordum, istediğim her şeyi fiyatına bakarak almak ve bu konuda kimseden izin almak istemiyordum. Okumak istediğim kitabı fiyatına bakmadan alıp okumak istiyordum, istediğim filmleri sırf üyelik parası istedikleri için izleyememek ve internette kırk farklı siteden filmi aramak istemiyordum. Ben özgür olmak istiyordum, her anlamda özgür.

Ahsen’in doğum günü partisi bu akşam yapılacaktı, okuldan hemen sonra kıyafetlerimizi almış hızla eve dönmüştük. Partiden önce aldıklarımı yıkamıştım, başka türlü asla giyemezdim aldıklarımı. Çıkar çıkmaz da ilk önce ütü ile ardından kurutma makinası ile kurutmaya çalışmıştım. Biraz nem koktuğu için de balkona asmıştım.

Zaman geçmiyordu, sıkıntıdan oflayıp puflamamak için paragraf testi çözmek için masaya oturmuştum. Yirmi sorunun ardından çözdüğüm çoğu sorunun yanlış olduğunu görüp ufak çaplı bir sinir krizi geçirdim.

“Allah senin gibi testin bin bir türlü belanı versin!” Test kitabından iki yaprağı da kitaptan yırtıp buruşturarak masamın altındaki çöp kovasına attım.

“Bu kadar uğraşma kardeşim, herkes ilk yıldan üniversiteye gidecek diye bir kural yok. Sen de mezuna kal, bir şey kaybetmezsin.” Yatağında uzanmış saçı başı dağılmış Hilal’e baktım, demesi ne kadar da kolaydı, kendisi ilk yıldan üniye gitmişti ve evden kurtulmuştu. Hilal’in finalleri bittiği için eve gelmişti, bizim yarıyıl tatili başlamadan tatili bitecekti ve gidecekti.

“Ben ilk yıldan istediğim üniversiteye gideceğim ve sen bu laflarını yiyeceksin canım benim!” Telefonunu yatağın üzerine bırakıp bana baktı, baktı ve baktı.

“Hayırdır, öküzün trene baktığı gibi bakıyorsun?”

“Üniversiteye girebilecek zekâ seviyeni ölçüyordum.”

“Seni aldılarsa beni mezun olmadan da alırlar, sen merak etme. Git borçlar hukukuna çalış, bu dönem de dersten kalırsan ağabeyim güzelce dalganı geçer.” Diyerek susması için moralini bozdum. Kendisi benim yaralı tarafımı vuruyordu, ben de onu yaralı yerinden vuruyordum.

Ablam ve örnek olduğu davranışlar.

“Bu akşam gömlek ve pantolon mu giyeceksin, ciddi misin?” Yüzünü beğenmemiş bir şekilde buruşturup “Sana kırk yılın başı ablalık yapayım da elbiselerimden birisini vereyim.”

“Teşekkürler ama istemez, ben elbise giyersem insanlar tuhaf tuhaf bakabilir. Ne de olsa ömürlerinde elbiseyle görmediler beni.”

“Tuana saçmalama, sen bir kızsın ve kız gibi giyinmek senin de hakkın!”

“İyi göster bakalım ne verebileceksin bana?” Yataktan bu işin ustası benim, dercesine kalktı ve kendine ait dolabın kapısını kaydırdı. Elbiselerinin asılı olduğu taraftan üç elbise seçti ve bana gösterdi.

“Üç elbise olur sana, biliyorsun ben kırk beş kilo olduğum için ve sen de altmış kilodan fazla olduğun için diğerleri olmayabilir.” Gözlerimi devirip iğneleyici konuşmasına aldırmayıp başımı salladım. “Aynen aynen öyledir.”

“Bak bu sana çok yakışır, diğerleri çok sade kalır.” Deyip lacivert straplez bir elbiseyi bana gösterdi, gösterdiği elbiseyi max ablamın düğününde giyebilirdim. Benim zaten göğüslerim de büyüktü, bu elbiseyi giysem eminim en fazla koyu tarafını kapatır kalan yerini de ifşa ederdi.

“Olmaz, asla giymem.” Gösterdiği elbiseyi özenle tekrar yerine astı ve bu sefer de kırmızı, kalın askılı, biraz daha uzun sayılabilecek bir elbiseyi gösterdi.

“Bak bu da güzel, geçen yıl arkadaşımın nişanında giymiştim.” Başımı olumsuz anlamda salladım.

“Bak bunu da beğenmezsen senin cinsiyetinden şüphe edeceğim.” Bunalıma girmiş mağaza satıcısı gibi bu sefer de kiremit rengine benzer triko bir elbiseyi gösterdi. Biraz dikkatimi çeken elbiseye uzun süre baktığımı gören Hilal, kırmızı elbiseyi yerine asıp kiremit renkli elbiseyi yanıma getirdi.

“Haydi bunu dene Allah aşkına, bakalım nasıl olacak.” Beğendiğim için bir şey demeden elbiseyi alıp üzerimdekileri çıkartıp elbiseyi giydim. Ablamın yanında üzerimi değiştirmekte bir sakınca görmüyordum, çocukluktan beri birbirimizi gördüğümüz için sıkıntı duymuyorduk. Hatta bir yaşa kadar beraber banyo yaptığımızı biliyordum.

“Tuana ya biraz kilo mu versen, gerçekten senin iyiliğin için söylüyorum. Belindeki simitler almış başını gidiyor, haberin olsun!” Ablama attığım ani ölümcül lazer ışınları bir işe yaramış olmalı ki ellerini havaya kaldırdı ve “Sustum.” Dedi.

Elbiseyi giydiğimde dolabın önüne gidip üzerimdeki elbisenin duruşuna baktım, gerçekten de çok güzel bir elbiseydi. Kruvaze yakalı bir elbiseydi, göğüslerimin bir kısmını gösterse de çoğu yerini kapatıyordu. Dizimin hemen altında bittiği için de içim rahattı, bu elbiseyi seve seve giyebilirdim.

“Nasıl olmuşum?” diye sordum, danıştığım kişinin Hilal olması ne kadar kötü bir düşünce olsa da başka kimse yoktu.

"Afet gibi olmuşsun, işte şimdi kadın gibi oldun!” Kadın gibi derken, ben evli değilim ki kadın olayım be! Neyse, güzel olmuştu yani. Çok dalga geçmediğine göre gerçekten de yakışmış olmalıydı.

Durun bir dakika, lan ben zaten kadın yani kız değil miydim, ne diyordu bu göt kurusu şey? O an kendimi erkekten kız yani travesti gibi hissedince Hilal'i ağabeyime gammazlamaya karar verdim. Hilal’in iltifatına karşılık ağabeyime söyleyeceklerim beni öldürmesi için yeterliydi ama kilo konusunda attığı laflardan da intikam almam lazımdı.

Odadan çıkıp mutfağa gittim ve Oğuzcuğumu aradım, kaçıncı çalıştan sonra açtı sayamadım. "Alo abiğğ ya, ablam bana travesti dedi. Gören de kendisi gibi erkeklerle sevgili olduğumu falan sanır." Ne alaka olduğunu sormayın lütfen, ben bile söylerken yüzümü buruşturmuştum, travestiyle erkeklerle sevgili olmanın ne alakası vardı harbi?

"Hilal'in sevgilisi mi varmış?" diyen ağabeyimin gürlek sesiyle dudağımı ısırıp cevap verdim "He abi, hem de üniversiteden bir çocukla. Adını bilmiyorum ama sarı saçlı, kahverengi gözlü bir çocuk olduğunu biliyorum." diye ablama sulanan çocuğun eşkâlini verip içimin yağlarının eridiğini hissedince telefonu kapattım ve derin bir oh çektim.

Ya ne güzel bir his gammazlamak, ben böyle rahatlama yaşamadım hayatım boyunca. Hilal çeksin bakalım ağabeyimin çilesini. Hele o sarı kafa dayağı yiyince bir daha Hilal'in yanına yaklaşabiliyor mu görelim bakalım? Ağabeyim benim okulumu basmasını biliyor, bir kez de onun okulunu bassın da rezil olmak nasıl bir de o görsün!

Kendime son kez bakmak için tekrar odama gittim ve dolaptaki koca aynanın önünde durdum. Yansımam güzel olduğumu haykırıyordu. Hilal onu gammazladığımdan habersiz açık kahverengi ya da bazılarının deyimiyle sarı saçlarıma ki bunu her seferinde inkâr etmişimdir, düzleştirici ile şekil verdi. Yanaklarımdan dışa doğru kıvırdığı saçlarıma aşkla bakıyordum, bir düzleştiricinin görevi sadece düzleştirmek değilmiş, vay be anasını satayım böyle yaratıcılığın.

Her şekilde hazır olduğum sıralarda annemin bilmem kaç desibel olan sesi "Tuana, kız Burak geldi!" diye çığırınca bıkkınlıkla ofladım.

"Ayy anne, beklesin biraz ölmez ya! Alışık o boşver." Dedim. Hilal'in verdiği kalın ve çok yüksek olmayan topuğa sahip bilekten bağlamalı topuklu ayakkabısını giyip aynanın karşısına geçtim. Makyajımı da az önce Hilal yapmıştı, yüzüme abartılı sayılabilecek şekilde önüne gelen her şeyden sürmüştü. Uyuzdu falan ama işe de yarıyordu hani. Eli de becerikliydi, bokumu çıkarır derken taş gibi bir karı yapmıştı beni.

Bu topuklu ayakkabı üzerinde yürümek benim için zor sayılırdı, kadınlar topukluyla dövüşmeye başlamıştı. Millet topukluyla adam dövüyordu ben de yeni adımlamaya başlayan bebekler gibi aksak aksak yürüyordum. Allah’tan platform topuklu değildi, kuzenimin düğününde giydiğim o ayakkabıları en fazla beş dakika giymiştim.

Salona gittiğimde annem, babam ve Burak’ı sohbet ederlerken gördüm. Annem beni görünce elini ağzına kapatıp kıkırdadı. Beni işaret ederek "Ya Levent, baksana bizim bir tane daha kızımız varmış!" diye dalga geçti.

Anneme göz devirme rutinimi yapıp babama baktım, “Baba annem o kadar şakacı ki kendi yetiştirdiği kızını ilk defa görüyor gibi yapıyor.” Dedim. Annem terliğini işaret edince de sırıtıp elimle asker selamı verdim.

"Hatun, benim kızım hakkında doğru düzgün konuşsan iyi edersin, o benim kekliğim.” diyerek annemi sinirlendirmeye çalışsa da annem ölsem de gam yemem havalarıyla Burak ile beni yolcu etti. Benim babamın kekliğiydim, umarım beni de ormanda avladığı kuşlar gibi bir gün avlamazdı.

Burak’ı baştan yukarı şöyle bir süzdüm, üzerine siyah ceket giymişti ve acayip şık olmuştu. "Kanka anladım ben, gözlerinle resmen soydun beni çabuk geri giydir!" diyerek omzuma bir tane indirdi ve anında benden aynı karşılığı aldı.

"Soymak nedir ya? Hadi arada yakışıklısın iki övüyoruz da onun da bokunu çıkarma, hem de sevgilinle aranı düzeltmek için gideceğin gün! Pes, vallahi billahi de pes!"

"Sen onu bunu boş ver de Deniz ile nasıl gidiyor?"

"Bir şey gitmiyor!"

"Ne demek bir şey gitmiyor?"

"Hani ortada bir şey olmadığı için ve barışmadığım için!"

"Hiç sözümü dinlemiyorsunuz ki!"

Partiye ne kadar yengemizle Burak'ı barıştırmak için gidiyor olsak da Deniz orada olacağı için gittiğimi söylemem mümkün, bir sürü süslü kız olacaktı ve hemen kendisine asılan birisi çıkabilirdi.

Parti bize arabayla yarım saatlik uzaklıktaydı çünkü başka bir ilçedeydi. Gittiğimizde ilk önce evleri dikkatimi çekti, evleri o kadar lükstü ki kendimi acayip fakir hissettim. Daha fazla ezilmemek için hiçbir yeri incelememeye çalışarak insanları takip edip evin içine doğru ilerledik.

Kapıdan içeri girer girmez bütün bakışlar bizi buldu, etrafa göz gezdirdim o sıra, çoğu kişiyi tanımıyordum. Hatta elliye yakın kişiden sadece beş altı kişiyi tanıyordum. Çoğu erkeğin bakışlarını üzerimizde hissediyordum, cidden bu kadar iğrenti dolu bakışları ile süzmek zorundalar mıydı?

Ahsen bize doğru yaklaştığında hedefinde Burak vardı, siyah saçları kıvır kıvırdı. Esmer yüzüne sade bir makyaj yapmıştı ve üzerine koyu pembe mini bir elbiseyle platform topuklu siyah yüksek topuklu bir ayakkabı giymişti. O topuklulara rağmen yine de Burak'ın bir seksen iki santimlik boyuna yetişememişti.

"Hoş geldin Tuana," diyerek bana sahte bir şekilde gülümseyerek selam verdi, hayır yani cidden Burak'ı benden mi kıskanmıştı?

"Doğum günün kutlu olsun!" diyerek elimdeki paketi ona uzattım. Ardından teşekkür ederek beni umursamadan Burak'a döndü. Onu dalgalı sarı saçlarından tutarak başka bir yöne çekiştirip dudaklarını birleştirince gözlerim yuvalarından çıkar gibi oldu.

YOK DAHA NELER!

Burak ben seni böyle de mi görecektim!

Gözlerime kızgın yağ dökülmüş gibi yanarken kusmamak için etrafıma bakınmaya başladım, geldiğime pişman olmuştum. Burak’ın yanımdan hiç gitmeyeceğini düşünürken bir anda yalnız kalıvermiştim. Ağlamak istiyorum Türkiye.

Salon olduğunu düşündüğüm odada her yer pembe kırmızı beyaz balonlarla süslenmişti, duvarda kocaman “İYİ Kİ DOĞDUN AHSEN” yazıyordu. Salonun ortasına hediye olduğunu düşündüğüm paketler yığılmıştı. Bahçeden gelen müzik sesi renkli ışıklar içeri doluyor onun haricinde loş bir ışık etrafı aydınlatıyordu.

Bahçeye çıktığımda müzik sesine doğru ilerledim, Deniz ve müzik kulübünden olduğunu düşündüğüm arkadaşları ellerinde müzik aletleri ile şarkı söylüyorlardı. Deniz’in sahneye çıkmakta olduğunu görünce onun da şarkı söyleyeceğini anlayıp ellerimi birbirine sardım. Bana bundan bahsetmemişlerdi.

Deniz'i her gördüğümde nutkum tutuluyordu, saçları ve yüzü her zamanki gibiydi. Siyah dizindeki yırtmaçlı pantolonu, yine aynı renkte vücudunun üst kısmını saran gömleği ile resmen beni hayal havuzuna doğru itiyordu.

Deniz’in bakışları şarkıya başlamadan hemen önce beni bulduğunda beni baştan ayağa süzdüğünü fark ettim. Kaşları çatılmıştı ve hafifçe öfkelenmiş görünüyordu. Ne yani, herkes düğüne gider gibi gitmiş ben eşofman takımı ile mi gelecektim?

Deniz şarkıya başladığında başka bir çocuğun da gitar çaldığını fark ettim, başka bir çocuk da dijital piyanoya benzeyen şeyi çalıyordu. Adı her neyse işte!

Deniz Efe, Murat Dalkılıç'ın 'Kırk Yılda Bir' adlı şarkısını söylüyordu, şarkı bitene kadar her bir hareketini izledim. Şarkı söylerken ki kendini kaybedişini, sahneye olan uyumunu ve oradaki hakimiyetini, jest ve mimiklerini... Her şeyini ezberledim belki de!

Şarkıyı sonlandırdıktan sonra esmer tenli, siyah saçlı karmaşık kıyafetli bir çocukla birlikte başka bir şarkıya geçtiler. Deniz'i daha çok yanık türküler söylerken dinlemiştim ve bu yanını ilk defa görüyordum. Deniz Bey pop şarkı da söyleyebiliyormuş, her ne kadar Kürtçe söylediği şarkılar daha çok hoşuma gitse de bu yanını da sevmiştim.

Etrafıma baktığımda diğer insanların da en az benim onu beğendiğim gibi onları beğendiğini anlayınca somurtmadan edemedim. Mağarana dön, der gibi bakmaya başladım. Zaten ona küstüm halen, onu kıskandığımı belli etmek de istemiyordum, kendin bir bok sanmasın yeterdi.

Herkes elindeki içecekleriyle coşmuş bir şekilde kafalarını sallıyorlardı. Kafam karışmış şekilde onları izliyordum, cidden bu yeteneğe nasıl sahip olabiliyordu. Bir insan nasıl bu kadar yetenekli ve zeki olabiliyordu?

Şarkı bittikten sonra birkaç şarkı daha söylediler, sırtımı bahçedeki bir ağaca yaslamış onu seyrediyor gözlerimle resmen yiyordum. Gözleri hep etrafı süzüyordu, ben onu görebiliyordum ama o beni göremiyordu. Görmesi için biraz bakış açısına doğru kaydım, sonunda gözleri bende takılı kaldı.

Son söylediği şarkıyı yarıda kesip bana doğru ağır çekimde geldiğinde bir adım geriledim, ne oluyordu be? Deniz ağır çekimden çıkmış hızlı adımlarla üzerime gelip kolumdan tuttuğu gibi beni kenara çekiştirince kalbim teklemeye başlamıştı. Ne yaptığını sanıyordu bu çocuk, kolumdan çekiştirmek nedir?

Bu ne cüretti, resmen beni herkesin içinde rezil ediyordu, hem de ilk defa böylesi bir partiye gelmişken, bunun sonunu getirmek neyin nesiydi?!! Kendisi kim oluyordu, hangi hakla beni çekiştiriyordu? Kendimi gaza getirmekte üstüme yoktu!

"Bu halin ne senin, çıplak gelseydin! Her halde çıplak gezip piçlerin bakışlarını üzerine çekmeye çok meraklısın!" diye bağırınca dayanamayıp tokadı yanağına geçirdim. Hiçbir şey düşünemiyordum. Bana bunu nasıl söylerdi, pes yani. Beni kimler yerine koyuyordu? Hangi hakla?

Üzerimdeki elbisenin dizimin altında bitmesi ayrı buna karışıyor olması ayrı deli etmişti beni. Babamın bir laf söylemeyip onun karışması da üstüne eklenince attığım tokattan hiçbir şekilde pişmanlık duymadan onu ittirip çekip gidecekken kolumu tutup beni duvara sertçe itti ve üzerime doğru sinirle nefesini verdi.

"Burada kaç tane erkek var, seni bu şekilde kalabalıkta bırakacağımı düşündüysen yanıldın güzelim. Şimdi şu tarafa doğru ilerle, arka kapıdan çık. Al anahtarı, bin arabaya, beni bekle." deyip kelimelerin üzerine basa basa söyledi.

Normalde olsa o güzelim kelimesinden sonra hayallere dalardım ama ona sinir olmuştum bu yüzden anahtarı alıp dediğini yaptım ve daha partiye alışamadan oradan ayrıldım.

Deniz'i beklemek yerine arabayı çalıştırıp ağabeyimin nasıl sürdüğünü gözümün önüne getirmeye çalışarak sürmeye başladım. Daha önce ağabeyim birkaç kez gösterse de sinirden ne yapacağımı bilmiyordum. Bu hızla yarın sabaha evdeydim. Sanırım vitesi ikiye atmam gerekti ama nasıl yapacağım konusunda bir fikrim yoktu, bizim arabaya nazaran vitesi farklı görünüyordu.

Vitesin üzerindeki görsele bakıp ikiye alınca arabanın hızı kırkı geçti; Karatepe’ye doğru arabayı sürmeye başladım. Biraz doğa manzarasıyla kendime gelirdim diye düşünüyordum. Zaman sinirimden olsa gerek hızla akıp geçti ve ben barajın yanında arabayı park ederken kendime henüz gelememiştim.

Arabayı durdurup kafamı direksiyona dayadım ve derin bir nefes aldım. Araba sürdüğüme inanamıyordum ama sinirden kasılan hücrelerim buna sevinmemi engelliyordu.

Ayağımdaki topuklu ayakkabıları çıkardım ve arka tarafa attım. Ardından arabadan zor da olsa çıkıp arabanın önüne doğru tutunarak yürüdüm ve totomu dayayıp ayın ışığında parlayan siyah su birikintisine baktım. Birikinti dediğime bakmayın, barajdı işte.

Etrafıma bakmayı yeni akıl edebilmiş bir şekilde süzdüm, hemen yirmi metre ötede bir grup kişi ellerindeki şişeyi kafalarına dikiyordu. Bira olduğunu düşündüğüm içecekle kafayı bulmuş olmalarına şaşırmazdım. Çoğu genç tayfadan oluşan çiftler sarmaş dolaş takılsalar da aralarında boş boş konuşan erkekler çoğunluktaydı.

Ya bu salaklar bana saldırırsa ve sabaha cesedimi şu barajdan çıkarırlarsa, ya çıkaramaz da balıklara yem olursam? Fatmagül’ün toplu tecavüz faciasını düşünerek irkildim ve gerçek hayatta böyle bir şeyin mümkün olmaması gerektiğini anca filmlerde olabileceğine kendimi inandırmaya çalıştım. Ne kadar da hayalperest bir kızçeydim.

Allah’ım o kadar yer varken neden burası, neden ben, neden? Ne günah işledim ben?

Tamam aklıma milyonlarcası geldiği için bu günah kısmını geçelim!

Ya neden ben? Oy oy...

Bir müddet orada öylece dikildim ve kafamın içinde dört dönen tilkilerden ıraklaşıp gözlerimi kapattım ve hiçbir şey düşünmemeye çalıştım. Bütün kötü fikirleri kafamdan attım. Hatta bunlar hiç olmayacağına kanaat getirip ruhumu tazelemek adına derin nefesler alıp verdim. Bunlar yerine Deniz ile dans ettiğimizi ve partide çok eğlendiğimizi hayal ettim. Keşke öyle bir anımız olsaydı, hayal etmesi daha kolay olurdu.

Derin nefesler alıp vermeye devam ettim, gözlerimi kapayıp açtım. Rahatladığımı hissedince bakışlarımı yan tarafıma çevirdim. Ne zaman geldiğini bilmiyordum ama kalbim acayip bir şekilde hızla atmaya başlayınca gözlerimi sıktım ve tekrar açtım.

Yok ebemizin örekesi, korkudan az kalsın altıma sıçacaktım.

Loading...
0%