Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19. BÖLÜM

@hiyera212

Sanırım bu yayınladığım en kısa bölüm olacak ama bölümün selameti ve bütünlüğü açısından böyle olması gerekiyordu. İyi okumalar.

:)

Deniz, kollarını birbirine sarmış ayın altında parlayan baraja bakıyordu, bense dünyanın en güzel manzarası olan yüzüne bakıyordum. Ne zaman gelmiş, nasıl gelmişti ve ben nasıl geldiğini fark edememiştim?

Arabanın kaputundan aşağı inip Deniz’e sarıldım, ona çok kızgındım ama beni burada bırakmadığı için ona minnettardım. Aklım başıma gelince arabayı tekrar sürmeye korkmuştum, şu içkicilerin vereceği zarardan da korkmuştum ama o kadar sarhoşlardı ki varlığımı bile anlamamışlardı.

Yalnız kalmaktan hep nefret ederdim, yalnız olduğumu düşünüp korkmuştum ama o yanı başımdaydı. Beni yalnız bırakmamıştı, onsuz kalmamıştım. Bana sarılmayan kollarını umursamadan ondan uzaklaştım, sinirli olduğu içindi, benden nefret edecek hali yoktu. Suçlu kendisiydi.

Yüzüme bakmaya başlayınca ayın ışığında görebildiğim şekilde yüzüne baktım. Uzun bir sessizliğin ardından bana bir adım yaklaşıp çenemden tutup bakışlarımı kaçırmamı engelledi. Zaten suçlu oyken bakışlarımı kaçıracak değildim.

"Seni üzmekten nefret ediyorum, bir daha seni üzmeyeceğim, bile diyemiyorum. Kalbini kırarım, biliyorum ama benden uzak dur da diyemiyorum! Ne diyeceğimi de bilmiyorum!”

"Yani-" sözünü kesme gereği duydum "Katlanamıyorsan git de diyemiyorsun?" çenemi bırakıp "Diyemiyorum işte, git desem gidecek misin ki?"

Deniz kimseden özür dilemezdi, kimseden de beklemezdi. Çünkü özrün bir şeyi düzeltemeyeceğine inanıyordu. Haklı sebepleri de vardı. Bu yüzden ondan özür beklemiyordum ama bir sarılsa her şey geçerdi; bunu ondan da isteyemiyordum. Aslında o kalabalık yerine buraya gelmemiz daha iyiydi, en azından bizi dikizleyecek kimse yoktu.

"Git desen gitmem, gel desen de gelmem! Bilirsin, başına buyruk biriyimdir!" Kıkırdayarak ona baktım, gülümsedi ve "Barıştık mı?" diye sordu, kocaman gülümsedim. "Küsmedim ki!"

“Yalan söylüyorsun, yalan!” repliği zihnime yankılandı.

Kolumdan tutarak beni önüne çekti, kollarını omzumdan aşağı bıraktı. Dışarıdan gören biri sarılıyor sanabilirdi ama bu sarılmaktan çok hapsetmekti. Kalbimin sesi kulaklarımda atıyordu, ellerimle kolundan tutup güç aldım. Uzun bir süre barajı seyrettik. Kendimi Al Yazmalım filminin Türkan Şoray'ı gibi hissetmem normal miydi?

"Sen nasıl geldin buraya?"

"Arabada takip cihazı var, Tuğra'ya beni bırakmasını söyledim.",

Tuğra'nın kim olduğunu bilmiyordum, kafamı biraz arkaya döndüm ama yüzü yukarda kaldığı için göremedim; istifimi bozmadan yukarı kaydırdım bakışlarımı. "Tuğra o yanımda benimle birlikte şarkı söyleyen çocuk, yeni tanışmıştık. Allah razı olsun kırmadı, getirdi."

“Burak da o partideydi?” dedim imayla.

“Şerefsizin neler yaptığını bilsen adını anmazsın da adabı muaşeret gereği susuyorum.”

Tamamen ona döndüm, göz bebeğinde yansımam olduğuna emindim ama şu anlık sadece ay ışığıyla parlıyordu. Bir müddet sadece gözlerine odaklandım, bir şey söylemedi, ben de söylemedim.

Sustuk.

Sessizlik sürdü ne o gözlerini çekti benden ne de ben çektim gözlerimi evrenimden. Sessizlik aslında aramızdaki sakinliği dile getirmeizdi.

Bir müddet sonra derin bir soluk aldı, yutkunmaya çalıştı; yutkunamadı. Görüş mesafesinden ayrıldım, kendine gelir gibi oldu. "Artık eve gitsek iyi olur?"

Kafamı sallayarak yolcu tarafına geçmek için Deniz'in önünden geçtim. Nefesimi ne zamandır tutuyordum bilmem ama kapıyı açıp kendimi içeri atınca nefesimi dışarı verdim. Nefesimi bırakmasam boğulur ölürdüm zaten.

Rahatladığımı hissedince direksiyona doğru uzanıp kornaya bastım. Deniz irkilip arkasını dönüp bana baktı ve kafasını yere eğip kapıyı açtı ve içeri girdi. Yüzü gergin bir şekilde kaşları çatık bana bir saniye bakıp arabayı çalıştırdı. Hâlâ doğru düzgün bir şekilde nefes alıp verdiği söylenemezdi.

"Takma beni kafana, bana öyle şeyler söylememeliydin, ben de tokadı yapıştırmamalıydım.” dedim. Kafasını aşağı yukarı sallayıp onayladı.

Öncekine nazaran uzun uzun bakıp "Sen arabayı nasıl sürdün buraya kadar, onu sorguluyordum?" diye şaşkınca soru dolu bakışlarla beni süzdü. Tek kaşı yukarıda dudağı da yukarı doğru kıvrılmıştı.

"Ne bileyim, ağabeyimin yaptığı gibi yapmaya çalışınca oluyormuş." dedim ve araba yolda kayıp giderken gözlerimi kapatıp kafamı pencereye dayadım. Harbi bendeki de ne cesaret arkadaş, arabayı da sürdürttün Deniz bana, helal olsun lan Yusufi!

Kafamı cama dayadığımda kafam titremeye başladı; bu uykumu getirdiği için kafamı camdan çekip tüm karizmatikliği ile araba süren Deniz Efe Kaya'ya baktım. Çok yakışıklıydı ama bundan onun haberi var mıydı?

Odunsu, baharatımsı erkeksi kokusu arabayı kaplamıştı ve bu koku benim için muazzam ötesiydi. İlk bu kokusuna âşık olmuştum, her şeyim bu kokuydu.

"İyi geceler Uyuyan Güzel." dediğinde zihnim uzun bir karanlığa kapıyı araladı ve beni alıp götürdü. Ben onu düşünürken uyuya kalıyordum, o ise uyuyacağımı anlıyordu.

Omuzlarımdan sarsılıp uyandırılmaya çalışıyordum ama gözümü açacak takatim yoktu. İlk defa bu kadar huzurlu uyuyordum, zaten hep araba yolculuklarını sevmişimdir. En güzel uyku araba rezilliğinde çekilen uykuydu.

“Evinize geldik Tuana, uyan da içeri girelim. Bak hava soğudu, benim kıçım donduğuna göre sen daha çok üşüyorsundur.”

“Bırak, uyicem beğn!”

“Tamam uyu da evinde, yatağında uyu.”

“Hayır, ben senle uyicem.”

“Tamam ben de geleceğim, hadi kalk.” Omuzlarımı silktim, gelmeyeceğini biliyordum.

“Tuanacığım lütfen kıçınızı kaldırıp evinize teşrif eder misiniz, babam kafasını pencereden bir çıkarsa 3. Dünya Savaşı başlar, haberin olsun!” diyen Hilal’in sesi ile büyülü bir an katledildi. Tüm nazım Deniz’eydi, Hilal’i boğduğumu hayal ederek gözlerimi araladım ve Deniz’i ittirerek arabadan çıktım.

“Siz katilsiniz, uyku katilleri!”

“Tamam tamam öyleyiz.” Ablamın omzuna omzumu geçirip arkamı döndüm, “Görüyorsun de mi, illaki beni rezil rüsva edecek?” diye söylendim.

“Ben yukarı çıkıyorum, sen de oyalanmadan gel.” Deyip uzaklaştı. Vay be, yine de bir işe yarıyordu işte.

“Tuana bugün olanlar için ve daha öncesinde sana kızdığım için beni affettin mi?”

“Bugün olanlar için affettim de kahvaltıda bana kızıp gittiğin için affetmedim.” Bir sarılıp öpsen onu da affederim.

“Affetmem için ne yapmam lazım, diz mi çökeyim?” ciddi ciddi bunu sorması gülmeme neden oldu. Başımı sağa sola salladım ve kollarımı iki yana doğru açtım. Bu bendeki cesaret kimsede yoktu, gel de sarılalım, diyemem ama gösterebilirim.

“Sarılsak geçer mi her şey?” diye sordu, onaylarcasına başımı salladım. Yavaşça yanıma yaklaştı ve kollarını bana sardı, sardı demek vücutlarımızı birleştirdi demek değildi. En az temasla sarılmaktı, yine de güzel bir histi.

Ondan uzaklaşıp gerisin geriye eve doğru ilerledim, merdivenleri çıkıp evin içine girene kadar bekledi. Mutfağın penceresinden el sallayana kadar da gitmedi, ne şapşik şeydi bu çocuk böyle.

 

Loading...
0%