Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20. BÖLÜM

@hiyera212

Arkadaşlar lütfen desteğinizi esirgemeyin, her kitabın bir emek olduğunu unutmayın. Bol bol destek yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyorum. Oy verenlerin hayatı güzel geçsin, yorum yapanlar da en sevdiği kurgusal karakter ile rüya görsün. 😊

Neden sayısal sınıfta okuyordum bilmiyordum. Derslerin daha kolay olduğu sözel sınıf yokmuş gibi gelmiştik hepimiz buraya! Burak'ın biyolojiye (onuncu sınıfta eşeyli üreme konusundan sonra) olan tutkunluğu, Toprak'ın sayısal alanda zekâ küpü oluşu, benim fiziğe olan merakım ve Deniz'in kimyaya olan aşkı yüzündendi. Birbirimizden ayrılmamak için yine birkaç bahaneyle sayısal sınıfı tercih etmiştik, tüm hocalar şaşırsa da sırf ben ve Toprak için bile olsa sessiz kaldılar.

Ne kadar çok çalışırsam çalışayım yine de yeterli gelmiyordu. Denemelerde fiyasko bir şekilde ilerliyordum ya da daha doğru olacak ki geriliyordum. Acaba, neden daha fazla kendimi derslere veremiyorum? Benim ağabeyimden ablamdan neyim eksik?

"Fazlan var güzelim!" Mert'in sesiyle gözlerimi devirdim. Neden içimden değil de saçma salak şeyleri hep dışımdan söylüyordum ki! Tamam gerçekten ben de zekiydim ama ablam ve ağabeyim aşırıydılar, onlara bu konuda hayrandım.

"Fazlalığım gözüne çok battı her halde Mert!"

"Batmaz olur mu yer fıstığım, bana ablanı ayarlamadıkça da batmaya devam edecek!" Nasıl yani, Nihan’ı unutmuş muydu?

"Bana asılıp aynı anda Hilal’e yürüyeceğini de nerenden çıkarıyorsun bir türlü aklım almıyor!" Nihan'ın sözleriyle kahkahama engel olamadım. Mert sen nasıl bir manyaksın? Ruh hastası arkadaşım.

"Her türlü yürütürüm yer fıstığım!" Bu sefer Nihan'a dönüp söylemişti. Gözlerimi devirdim. Bir insan farklı bir hitap kelimesi de üretemez mi?

"Fıstık ne ala kuzen?" Bunu sormuş olamazsın Burak?

"Kuzen hani karnı ince göğüs ve kalça kalın ya, ondan fıstığa benzetiyorum kızları!" Nihan şok olmuş bir şekilde ağzını kapamıştı, terbiyesiz Mert’e bak sen!

"Ben seni herkesin içinde benzetmeden sus istersen!" Deniz sınıfa girdiğinden beri kaldırmadığı kafasını kaldırıp mahmur gözlerle ilk önce bana ardından ön sırada oturan salaklara baktı.

Bugün Toprak'ın gelmeyişi tutmuştu, Mert'te Burak’ın yanına oturmuş benimle dalga geçme rutinine başlamıştı. Kaç zamandan beri Nihan'la oturuyordu, beni sinir edecek ya işte, buraya oturacak günü bulmuştu.

Ders kimyaydı ve arka sırada oturmama rağmen hocanın sesi kulaklarımı sağır ediyordu. Kimi hoca vardı kısık sesle insanı bayardı kimisi de cırtlak sesi ile kulak zarınıza zarar verirdi.

"Sen uyumuyor muydun?"

"Kimya dersinde uyuduğumu ne zaman gördün?"

"Az önce?"

"Hocanın bütün dediklerini dinledim,"

"Ne anladın?"

"Mert'le Burak'ı aynı kapsülün içine koyup üstünüze amonyak dökersem ne olacağını düşünürken bir kısım yeri dinlememiş olabilirim!" Deniz bunu derken dişlerini sıkıyordu.

"Önünüze dönün evladım, bir sıkıntı mı var?" Burak ve Mert önüne döndüler.

"Sıkıntı yoksa başka bir şey illaki vardır hicam!" Mert ve gevzekliği der susarım.

"Gevşek gevşek konuşma, sen geç bakalım yerine. Her zaman orada mı oturuyordun sen?" Hocamızın görsel zekâsı şaka mıdır?

"Hayır hocam, bir ara kalbimin sahibinin yanında oturuyordum da beni kovunca burada oturmak zorunda kaldım!"

"Dersi dinlemiyorsun Burak'ın yanında!"

"Estağfurullah hocam, hiç öyle yapar mıyım?"

"Geç o zaman tahtaya da orada ne kadar dinledin test edelim!"

"Dinlemediğime göre test etmenize gerek yok hocam. Ben dışarıya çıkiyim, sizin muhterem dersinizi bölmeyeyim!" diyerek koşar adım dışarı kaçan Mert'in ardından sınıfta kahkaha seli tutuldu.

"Mert'e sinir oluyorum, baştan söyleseydi bare dinlemediğini. Yalancı durumuna düştü salak!" Burak yüzünü buruşturup gözlerini devirdi. "Her zaman ki denyo işte, boşver!" Burak'a bakarak kafamı salladım.

"Çıkışta görüşeceğiz Burak Efendi,"

"Tuana bir şey söyle, ben ne dedim?"

"Sus konuşma!" Gülmemi bastırıp önüne dönmesini söyledim.

“Çık Mert’i çağır Burak, beni deli etmeyin oğlum!” Burak totosunu sıradan kaldırıp sınıftan çıktı.

Saatler geçiyordu, etrafa baktım; herkes kendi halinde takılıyordu, canım o kadar sıkılıyordu ki sormayın. Dersler beni artık bunaltıyordu, son senemizdi ama kimsenin ders çalıştığı yoktu bu yüzden benim de hiç isteğim kalmamıştı. Aslında bu zamana kadar bayağı da sıkı fıkıydım derslerle ama bir müddet sonra ölecek gibi hissetmeye başlamıştım. Bir an önce eski düzenime dönüp ders çalışmam lazımdı yoksa ailem bu durumu fark eder arkadaşlarımdan beni uzaklaştırabilirdi.

Öğle arasına girene kadar kendimi zorladım; birkaç matematik testi çözdüm, biyoloji konularım bitmediği için konu çalıştım. Canım yemek istemediği için yemeğe gitmemiştim. Birkaç kişi dışında kimse yoktu sınıfta. Ders kitaplarını sıranın altına koymuş önümde defterim bir şeyler karalıyordum. Şiir yazmayı ya da söz yazmayı seviyordum. Ergenlikten kurtulamama hali denebilirdi ama ben seviyordum işte.

Bizimkiler öğle yemeğine gitmişlerdi ve konuşacağım kimse de yoktu yanımda. Kafamı sıraya koyup bunalma işime devam edeyim dedim ama çok sağ olsun Berrak şiirlerle dolu defterimi eline alıp en son yazdığım saçmalıklarımın olduğu sayfayı bağıra bağıra okumaya başlayınca hızla ayağa kalkıp "Berrak, getir onu bana yelloz!" diye bağırırken o koridora çıkmış ben de peşi sıra çıkmıştım. O ise bana aldırış etmeden okuyordu.

"Çaresiz bekliyorum gece gündüz seni,
Seni görmeyi değil belki ama sesini işitmeyi...
Bedenim yanında belki ama her şeyim uzak sana ruhum gibi.
Gözlerin gözlerime değmeli, sarmalı her yanımı bu sevda güneşi.
Dağlar gibi, toprak gibi gözlerine hasret bu kalp aşkın ateşiyle tutuşmalı,
Belki her saniye seni düşlemek için belki seninle yanmak için…"

"Yeter!" diye bağırdı Burak yanımıza gelerek, bense herkes dinlerken Berrak'a hiçbir müdahale yapmadan şiirimi bitirmesini bekliyordum.

Berrak utanmazca "Ne var ne olmuş yani, bizim Tuana âşık olamaz mı?" diye dalga geçerek sayfaları yere doğru silkeleyerek içindeki küçük not kağıtlarının ve fotoğrafların yere düşmesine neden oldu.

Yere eğilip "Burada neler varmış?" diye sinsice kahkaha atarken "Eğer onlara elini sürersen seni buna pişman ederim!" seri katil edasıyla tiz bir şekilde bağırdım, yanına hızla gittim ve elindeki defteri hunharca aldım. Burak'ta yerdekileri topladı ve elimdeki defteri alıp içine düzgünce yerleştirdi. Burak'a ne kadar hakaret etsem de onun dünyanın en iyi arkadaş olduğunu bir kez daha anlamıştım.

"Bana bak kızım, seni dövmiyim diyorum ama sen öyle bir kaşınıyorsun ki bir gün seni elimden almaları zor olacak bak, kaşınma!" dedim ve işaret parmağımla alnından ittim. Oğuz bana bu hareketten yapardı ve ben bundan nefret ederdim.

Berrak elimi iterek "Yeter ya ne bu havalar, kendini okulun sahibi mi sanıyorsun!" diye bağırdı. Herkes bize bakıyordu ama çıt çıkaran yoktu, eğer karşımdaki bir erkek olsa Burak onu linç ederdi ama kızlara olan sevgisinden ya da bu durumun iticiliğinden olsa gerek bunu yapmıyordu. Ben de Deniz'in kuzeni diye parçalamıyordum.

"Bana bak kancık! Seni mahvederim, amele sümüğü gibi yapışırsın duvara demedi deme!" dedi yanımda biten Mehtap. Ardından Derya, Seher ve Aysel arkama geçmişlerdi. Aysel Burak'a bakıp "Buna karışma, bu senin boyunu aşar!" diyerek onu bir nevi kovdu.

"Siz karışmayın!"

"Niye, koktun mu sarı çiyan!"

"Ne korkacağım be, suratlarınızı görüp de midem boşalmasın diye diyorum!"

"Ama bugüne kadar bizim senin yüzünden midemizin boşalmasına ne diyeceksin!" dedi Aysel.

"Kes sesini sen ya!" diyerek ona doğru yürüyünce Mehtap saçından tuttu ve "Sen bulaşma benim kardeşime, senin derdin ne be, okulun huzurunu bozup duruyorsun, bıktık senden!" diyerek sınıf kapısına doğru ilerletti.

"Gelen olursa kafasını klozete sokarım!" diyerek tuvalete doğru götürdü, birkaç saniye sonra gözden kayboldular.

Berrak, Mehtap’ın sevgilisini ayartarak onunla aşna fişne yaptığı için onunla birinci sınıftan beri musibetleydik ama bu zamana kadar sabretmiştik. Mehtap’ta bu zamana kadar nasıl sabretmişse kızın artık zoruna gitmiş olacak ki haddini bildirmeye götürmüştü.

"Tuana iyi misin cancağızım?" diyerek yanıma geldi Mert, onun koluna vurarak "İyiyim ama sinirliyim, neden kimse insanların özel hayatına saygı duymuyor bunu da anlamıyorum, Cahit burada ne kadar haklıymış abi ya!" dedim. Bu dediğime Burak kahkaha attı. Mert: "Bunlardan Deniz'in haberi olmasın!" diye ciddi bir şekilde cümlesini bitirip yanımızdan uzaklaştı. Gerçekten de bunlardan haberi olmamalıydı yoksa kız falan demezdi.

Kızlarla sinirli bir şekilde tuvalete -Mehtap'ın Berrak'ı öldürmediğinden emin olmaya- gittik. Berrak'ı bayağı hırpalamıştı Mehtap, ondan da bu beklenirdi tabii. Berrak yerde diz çökmüş ağlıyor ama ettiği küfürler arşa çıkıyordu.

“Ben bu kızı öldürmeyip ne yapayım?” dedi Mehtap.

“Asıl ben öldürmeyip ne yapayım, orusbuluğu ün salmış zaten ölse kimin umurunda olur?” diyen Aysel’e Derya cevap verdi: “Bırakın gitsin, onun cezası dışlanmak olur ancak.”

“Defol git kız buradan, seni bir daha yakınımda görmeyeceğim. Gidip müdürle de konuşacaksın ve sınıfını değiştireceksin, son dönemin olması umurumda bile değil.” Dedim.

Berrak aksak adımlarla ve halen küfürler eşliğinde tuvaletten çıktığında bakışlarımı Mehtap’a çevirdim ve yanına gidip ona sarıldım. Bana yaptığı neyse de Mehtap’a yaptığı çok koymuştu, en yakın arkadaşı Berrak’tı ama o eniştesine yan gözle bakmıştı.

Tuvalet kapısı hunharca açıldığında hepimiz birden o salağın geldiğini sanarak dönsek de Nihan elindeki tostu ile tuvalete girip ağzındaki lokmayı yutmadan “Nerede o suratsız, ağzına sıçacağım konular var!” homurtulu şekilde söylediklerini anlayan tek kişi bendim.

“Gitti o, geç kaldın anasının kuzusu.” Deyip güldüm, yanıma gelip kolunu omzuma attı ve başını başıma yasladı. “Özür dilerim yanında olamadığım için, midemi genişletiyordum aşkım.” Dedi. Kıkırdayıp gözlerimi yumdum, uzun zamandır aramıza giren mesafe de böylelikle son bulmuş oldu.

Son ders de bitmişti ve herkes çantalarını alıp aşağı iniyordu ama Deniz aşağı değil yukarı çıkmıştı. Nereye gittiğini merak edip peşi sıra gittim. Kütüphanenin terasına kadar hiç taviz vermeden takip ettim. O dışarıyı izlerken ben onun pürüzsüz yüzünü inceliyordum, sakalı az çıkmıştı Deniz'in, ikiz kardeşinin hafif hafif çıksa da Deniz'in sakalları daha azdı. Çünkü beyefendi yine tıraş olmuştu ve beni o güzel sakallarından mahrum bırakmıştı.

"Tıraş olmuşsun?" Bana döndü. Şaşkınlıkla bakarken ifadesi utangaçlığa doğru yol aldı. Yüzü kızarmıştı, Deniz'in en sevdiğim hali buydu işte. Utangaçlığı. Bu hâlini uzun zamandır görmediğimi ve özlediğimi anladım.

"Boş versen olmaz mı?" dedi. Yorulmuş gibiydi sesi, neşesi yoktu sanki. Nasıl boş verebilirdim ki onu? O belki de benim her şeyim, belki de hayatımın anlamı, kalbimin sahibiydi. Ben de bunu ona söyleyemesem de benzer şeyler söyleme gereği duydum.

"Seni boş veremem, bir daha böyle şeyler söyleme!"

Deniz'in her hali güzeldi, sakallı da sakalsız da güzeldi. Deniz kendine, dış görünüşüne çok önem veren birisiydi ama ben onun dış görünüşüne değil, sesine, bana hissettirdiklerine, saç renginden kokusuna kadar her zerresine aşıktım ama tabii bu o bundan bihaberdi.

"Olur. Tabii. Ne önemi var ki? Kimin umurunda?"

"Benim!" dedim ciddi bir şekilde. Gülümsedi ben de saçlarını karıştırdım, bundan nefret ediyordu, onun aksine benim de hoşuma gidiyordu.

"Ebeni-" diye küfür etmek için ağzım açsa da devamını getirmedi, "Sinir bozucu derecede gıcıksın!" deyip bana döndü. Üzerindeki okul gömleği kırışmıştı, kravatı boynunda olsa da gevşetmişti ve evrene resmen 'ben buraya ait değilim' izlenimi veriyordu. Dudakları hafif kızarmıştı, âşık olduğum koyu kahverengi saçları birbirine girmişti ve beyaz tenine adeta şarkılar yazdıran kahverengi gözleri, gözlerimin esiri oluvermişti.

Deniz'in bugün ki kavgayı bilmemesi benim için iyiydi; benim yüzümden kuzeni ile arası bozulsun istemiyordum, aslında zaten pek samimiyeti de yoktu ama yine de arada kalmasını istemiyordum.

Nasıl bu kadar âşık olunası olduğunu merak ediyordum. "Sinir bozucu derecede tatlısın!" Diyerek yanaklarını sıktım. O kadar güzel bir histi ki yeni doğan bir bebeği kucağına almak ve o cennetten gelen kokusunu içine çekmek kadar eşsiz ve benzersizdi.

"Ellerini çek Uyuyan Güzel, hadi gel seni evine bırakayım. Bütün yolu yalnız başıma aklımdaki saçmalıklarla geçirmek istemiyorum." Deyip elimden -bileğimden-tuttu ve beni sınıfa doğru çekiştirdi.

"Tabii paşa hazretleri nasıl isterse!" Onunla kesinlikle dalga geçmiyordum!

Bizi görenler her zaman ki gibi sevgili olduğumuzu düşünüyor olacaklar ki bakışlarında anlamsız kıskançlık peyda olmuş bir şekilde aralarında konuşuyorlardı. Onların böyle yapmaları asla umurumda değildi, onları ilgilendiren bir husus yoktu aramızda. Ben onu sonsuz bir aşkla severken o beni arkadaşı olarak görüyor ve öyle seviyordu. Kimse ile çıkmamıştı ama günlük takıldığı kızlar illa ki olmuştu. Bilmiyorum, dostuyum ama nedense hiç Burak gibi kızlar hakkında konuşmuyorduk.

"Acelen var gibi bir yere mi gideceksin?" diye sordum. Bana cevap vermeyeceğini bile bile hem de. Cevap da vermedi.

Okuldan çıkıp yokuş yukarı doğru hızla yürümeye başladık, ona yetişmek için attığı adımın iki katını atıyordum.

Sorduğum soruya on dakika sonra cevap verme gereği duymuştu: "Kuzenim nişanlandı, düğün hazırlıkları var. Düğünle ilgili bir işim yoktu ama babaannemin hasta bakıcısını götürmem gerekiyor, aslında Toprak ile gidecektik ama beni sattı! Gelirsem de seninle gelmem, dedi. Sanki kendisini yiyeceğim!" Açıklamasını dinlerken Deniz Efe'nin bana böyle uzun bir konuşma yapmasını beklemiyordum. Belki de en uzun konuşması buydu. Resmen bana açıklama yapmıştı.

Ya yiyeceğim o olacak bu çocuğu.

"Babaanneni de severim, keşke bizimkiler izin verse de ben de gelsem düğüne!" Amaç kesinlikle Deniz’i tek başına düğüne göndermemek.

"Düğün şimdi değil daha var da keşke şimdi sen de gelsen; Oğuzhan da yok, belki annen babanı ikna eder!”

“İzin verir mi ki?”

“Bir daha düşündüm de vermezler izin, annen hele başta izin vermez!"

Gerçekten gelmemi ister gibi bir hali vardı, gözlerinin içine baktım bir müddet. Umut ışığı saçan gözlerimle ona baktım ardından. "Merve'de kalıyorum desem?"

"Cidden bunu benim için yapar mısın?" Senin için değil kendim için akıllım.

"Neden olmasın?"

"Bakalım bakalım!" deyip telefonu çantamdan çıkarıp Merve'yi aradım. Birinci çalışta açtı ve "Daha okuldan çıkmadım yine bir vukuat mı işledin kuzen ya?" diye sorunca dediklerinden sadece okuldayım kelimesini anlamıştım.

"Okulda ne halt ediyorsun ki?" diye sordum, okulu bitireli çok olmuştu ve hatta evlenmişti bile. Okula neden gitmiş olabilirdi ki?

"Mehmet'le alışverişe çıkmıştık ve bam müdür çağırdı. Ama sana değil kendime kızıyorum, neden Oğuzhan rica etti diye numaramı müdüre vermesine izin verdim ki?”

“Niye çağırdı ki seni, benim haberim yok.” Dedim, müdürlük ne yaptığımı düşünsem de aklıma bir şey gelmedi.

“Berrak mıdır nedir, seni şikâyet etmiş, arkadaşları ile bir olup beni dövdüler, diye." Sevimli sevimli gülerek "Şikâyet mi etmiş bir de utanmadan!" diye sakince şaşkınlığımı belirttim. Deniz bilmemeliydi ama kaşları direkt çatılmıştı.

"Ben hallettim sen merak etme!"

"Sen biriciksin, aşk kuşum benim. Senden bir şey isteyecektim?" tuhaf bir ses çıkardı ama itiraz etmedi. "Buyur küçük hanım, ne isteyeceksin yine?" Mehmet eniştenin arkasından “Bir şey istemese şaşarım.” Dediğini duysam da umursamadım.

"Deniz köye gidiyormuş. Bir tane kız bakıcı mı ne götürecekmiş ayıp olmasın diye yanında bir kız daha olsun istemiş ninesi. Bende hemen atladım ben gelirim, diye. E haliyle bana kimse izin vermez, burada sen devreye giriyorsun ve bizde kalacak diyorsun. Anlaştık mı canımın içi?" Merve sessizleşti ve birkaç soluk alıp verdi. "Bir işe atlamadan önce haber verilir; müsait misin değil misin ne bileyim?" Sahte bir şekilde birkaç kez öksürdüm, kötü konuşacak durumda olmadığımı anlayarak rota değiştirdi.

"Senin amaç farklı da işte şu an yanında Deniz var diye diyemiyorsun." Kıkırdadı ve ben daha itiraz etmeden "Umarım kimse onu elinden almaz, o dediğin bende. Sen Efe'ne sahip çık kâfi!" Telefonu kapattım ve ona döndüm.

"Ne konuştunuz yahu bu kadar?" diye merakla sordu Denizciğim, şu an öyle yaklaşmıştı ki kendisine has kokusu beni bayıltacak kıvama getirmişti.

"İyi misin kız?" sorusu karşısında bedenim titredi, kalbimde ki bu sıkışmaya anlam veremesem de alışamasam da belli etmemeye çalışarak yutkundum ve cevap verdim. "İyiyim, sigara kokusu midemi talan etti." Yalan, yalan söylüyorsun ve bunu sen de biliyorsun.

“Tamam, bir daha yanında içmemeye çalışırım ya da ceketsiz içer sonra ceketimi giyerim.” Dedi, gülümsedim.

"İlk olarak eve gidelim üzerimizi değiştirelim. Uyar mı?" kafamı olumlu anlamda aşağı-yukarı salladım.

Deniz ile yürümek bana terapi gibi geliyordu ve buna bayılıyordum. Yürürken arada ellerimiz birbirine çarpıyor utanıp kızarıyorduk, yokuş yukarı çıkarken zorlandığımı anlayınca ya çantayı alttan kaldırıp bana yardım ediyor ya da belimden ittirerek yürümemi hızlandırıyordu. Adımları iki metre atıyor benim minicik adımlarıma laf ediyordu.

“Biraz hızlı mı yürüsen canımcım, senin yüzünden geç kalacağız.”

“Sanki oy vermeye gideceksin, alt tarafı bakıcıyı köye götüreceksin.” Deyip somurttum.

“Babaannemin tansiyonu düşse eben mi kurtaracak?”

“Ya ne istiyon benim ebemden, ebem de senin nenen lan!” diye bağırdım. Benim ebem gerçekten de Deniz’in babaannesiydi.

“Kendi kendini kurtarsın diye dedim.” Kahkaha attı, beyaz dişlerini ve iki dolgulu dişini görünce ben de kahkaha attım.

“Deniz çok salaksın, malsın ama iyi ki varsın ya!” deyip sırtına bir tane şaplak attım, boy farkı olunca sırtına diye attığım şaplak Deniz’in totişine gelince yerinde zıplayıp “Oha, oha ne yapıyorsun?” önümden birkaç adım koşup arka arkaya yürüyerek bağırmaya devam etti.

“Lan sen diye ırzıma dokunuyorsun, imdat sapık, eşkâl bildiriyorum: Tuana Bozkurt!”

“Rezil etme lan beni!” koşarak ona yetişmeye çalışsam da o daha hızlıydı. Evlerinin önüne gelince eve girip kapıyı kapatmadan “Yarım saate evinden alırım.” Diye bağırdı.

Okul ile ev arasındaki mesafe çok uzun değildi, bu yüzden yolculuk kısa sürmüştü. Deniz’in ilk defa totosuna dokunduğum için bedenimde istemsiz duygular perişan olmuştu, insan buna da yükselmezdi canım.

Loading...
0%