@hiyera212
|
“Tuana, lütfen gözlerini aç, lütfen.” Deniz’in sesini duyduğumda kalbim acıyla sıkıştı, gözlerimi açmak çok zor bir eylemmiş gibi hissediyordum ama birkaç denemeden sonra açabilmiştim. Deniz yere eğilmiş bana bakıyordu, gözleri dolmuştu ve kızarmıştı. Benim için korkmuştu, benim için endişelenmiş olmasına seviniyordum, bu heyecanımı daha da arttırmıştı. “Tuana, sen iyi misin?” Bir eli ile başımın altından diğer elini de bacaklarımın altından geçirip beni kucağına aldı, bu an nasıl bu kadar güzel olabilirdi. “De-Deniz?” Adını anabilmiştim anca, adı yüreğim olan çocuk, sen beni kucağına mı aldın? “Buradayım güzelim, buradayım. Gözlerini hiç kapatma olur mu, derin derin nefesler alıp ver!” Başımı göğsüne yaslayıp kendisine has olan kokuyu ciğerlerime çektim, beni sakinleştiren bu kokunun acilen seri üretime geçmesi gerekiyordu. “Deniz, beni hiç bırakma olur mu?” diyebildim, kollarını daha sıkı sardı ve beni daha da yaklaştırdı kendine. Kafasını boyun girintime yaklaştırıp derin bir nefes aldı, benim kokumu içine mi çekmişti? Kalbim biraz sakin olmalıydı, titremeye başladığımda bunun heyecandan kaynaklı olduğundan emindim. Toprağa attığı her adımda toprağın ezilen sesi kulaklarıma ilişiyor deprem hissi yaratıyordu, açılan kapı sesi ile bu his son buldu ama kafamı sindiğim yerden çıkarmadan kendimi sakladım. Etraftaki sesler birbirine karışmıştı, insanların ne dediğini anlayamıyordum ama bedenim yatakla bütünleştiğinde Deniz’in göğsünden ayrılmak benim için ölmek gibiydi. *** Çiftlik evinde bizden başka kimse yoktu, biz dediysem ben, Deniz ve yeni tanıştığım Arda ile nişanlısı Zeynep. Deniz beni hastaneye götürmek yerine -ölmemişim Allah’tan- amcaoğlunun evine getirip uyanmamı beklemiş. Hava kararmadan önce uyanmıştım, uyandığımda başucumda beni bekleyen bir adet Deniz ve ikizi Toprak ile karşılaşmıştım. Hatırladığım son şey Solmaz'ın boğazıma sarılı elleriydi, dahasını hatırlamıyordum. İkisi de onlarca kez özür diledikten sonra ben uyurken olanları yani Solmaz’ı amirlerine rapor ettiklerini ve buradan gitmesi gerektiğini ona söylemişler. Neyse ki bu sefer utanmazlık yapmadan çekip gitmiş, rahatça o zaman nefes alabilmiştim. Saat akşam dokuzu geçmişti ve ben Zeynep ile Arda'nın yatak odasında üçlü koltukta uzanıyordum, Zeynep ise elbise dolabına Arda'nın kıyafetlerini yerleştirmekle meşguldü. Ben yardım etmek istesem de buna izin vermemişti, zaten ben de olsam kocamın kıyafetlerini kendimden başkasının dokunmasına izin vermezdim. Yatak odalarında takıldığım için bile utanç duyuyordum ama salonda erkeklerin arasında da olmak istemiyordum. Zeynep çok tatlı bir kızdı, yüz hatları keskin olduğu için sert bir imajı varmış gibi görünse de aslında acayip samimi ve güler yüzlü birisiydi. Üzerinde lacivert kot pantolonu ile beyaz uzun kollu ince bir kazak vardı. Simsiyah uzun saçları kalçasına kadar geliyordu, vücut hatları hemen hemen benim ki gibiydi ama onun beli ince olduğundan mıdır nedir daha kadınsı görünüme sahipti. Arda ise Kerem ağabeye benziyordu, kahverengi saçlı, siyah gözlü ayrıca uzun boyluydu. Giyim tarzından mıdır yoksa görünüşünden midir nedir tam bir yetişkin imajı sergiliyordu. Müstakbel akrabam ve karısı çok yakışıyordu. Düğünden önce nikah kıymış olmalılar ki makyaj masasının üstünde aynanın kenarlarında nikahtan kalma fotoğrafları vardı, çok acayip tatlıydılar. Deniz ile Arda ağabey kapıdan içeri girince Deniz'e kaydı bakışlarım, beni göz hapsine alıp hızla yanıma gelip koltukta kalan boş yere oturdu. "Nasıl oldun, daha iyi misin?” Tatlı telaşı herkesi güldürdü. "Deniz, sakin ol ya. Sevgilini kimse yemedi." diye kızdı Zeynep. Zeynep öyle deyince kalbime bir sancı girdi. Sevgili derken, sevgili miydik, hafızamı mı kaybetmiştim acaba? Deniz’le göz göze geldiğimizde dudaklarını birbirine bastırıp omuz silkti, gözlerimle ‘Ne oluyor lan?’ bakışını atsam da kaş göz yaparak dudaklarını oynattı: “Sonra söylerim.” Gözlerimi açıp kapadım, tamam der gibi. "Ay, Arda ben bittim." Zeynep abla ciyaklayarak belini tuttu ve ayaklandı. O kadar çok kıyafet katlamış, askılığa asmıştı ki ayakları uyuşmuş, yatağa kendini zor atmıştı. Dört valizi boşaltırken görmüştüm ama öncesinden haberim yoktu. Arda ağabeyin dört valiz çıkmışsa Zeynep ablanın eşyalarını düşünemiyordum. "Hatun ne bitmesi, daha iç çamaşırlarımı katlamamışsın!" Arda ağabeyin utanmazca lafları nişanlısını utandırmış aynı zamanda da öfkelendirmişti. "Hah onu da bana katlat da tam olsun Arda!" Yattığı yerde doğrulan Zeynep'in yanına gelmişti Arda, Zeynep'te onun kafasına yan taraftaki yastığı fırlattı. Arda gülerek yastığı aldı ve kenara koydu. "Kız var ya acelemiz olmasa seni bayıltana kadar...” Gözleri bizle buluştuğunda kafasını olumsuz anlamda sağa sola sallayıp “Ama maalesef şimdi sırası değil. Bayılmadan önce bari hatunum bana yemek yap!" Bu erkekler kadınları hizmetçi olarak mı görüyor bana mı öyle geliyor, anlamıyorum ki. Kalkıp bir kere de ‘Bak senin için ne yaptım.’ diyemezler. “Vallahi yenge ben de çok acıktım, okuldan sonra daha bir şey yememiştim.” Dedi, oy kıyamam ben sana, sen acıktın mı? “Ben çok yoruldum, öleceğim galiba.” Dedi Zeynep, Arda ise dudaklarını büzüp bana bir bakış atıp haince -piçimsi bir gülüş- gülümseyerek “Sen yapsana kız, annenin yemekleri güzeldi.” Dedi. Annemi nereden tanıdığını soracakken Deniz lafa atladı. “Tuana daha yeni kendine geldi, çok acıktıysan yemek sipariş et!” Evet sevdiğim çocuk, sonuna kadar arkandayım ama bu dağ başına hangi kurye gelir? “Çok zekisin kardeşim, köydeyiz köyde. Sen burayı İstanbul mu sandın?” Deniz yüzünü buruşturup küfür etse de onlar duymasa da ben duydum, ‘Pezevenk!’ demişti. Ayağımla dizini dürttüm. “Tamam, son çare olarak teklif sunuyorum; biz bu odayı süpüreceğiz siz de yemek yapacaksınız. Hayır diyorsanız havanın yağışlı olması umurumda değil gider kömürlüğe bir el arabası dolusu odun getirirsiniz ayrıca burayı süpürür ardından da tuvaleti yıkarsınız.” Zeynep reise gururla baktığım, bu kadın benim yeni idolüm. Tehdit, şantaj, daha hangi terim varsa hepsi oydu. Arda yataktan kalktı ve Deniz’e el işareti ile çıkışı gösterdi, Deniz’de aynı şekil odadan topuklamak için koltuktan kalktı ve ben de onu ayağımla götünden itekledim. Ne de çok götüne dokunmak için fırsat kolluyordum, ben bu gidişle ırz düşmanı olacaktım. ‘Erkekler de vardır!’ ‘Erkeklerin namusunu koruyun!’ ‘Erkeklere tacize hayır!’ Zihnimi susturup kahkahamı içeri tıkarak “Deniz boğazım ağrıyor, çorba da yap olur mu?” diye nazikçe sordum, bu olay yüzünden kendini suçladığı için onu sonsuza dek kölem yapabilecek koza sahiptim. Gözlerini kapayıp başını aşağı yukarı salladı, dudaklarımı birbirine bastırıp gülümserken aynı zamanda burnumu buruşturup şirin bir şekilde “Teşekkürler,” dedim. Dejavu yaşıyor gibi hissetsem de kaynağını bulamadığım için düşünceme son vererek Zeynep’e baktım sırıtarak. İkisi çıktıktan sonra bir müddet bekledik. Sesler uzaklaşınca da ikimiz de yüksek sesli bir kahkaha attık. Gidip yemek yapacaklarına inanamıyordum, bana kalırsa erkekler de kesinlikle yemek yapabiliyor olmalılardı ama işte böyle coğrafyada ne beklenebilirdi? Zaten maksimum yapabilecekleri pilav salata ya da en fazla salçalı makarna odluğu için çok bir beklentiye girmesek de biz yapmayacağımız için mutlu olmuştuk. "Kızım var ya aklında bin yaşa, nereden geliyor senin aklına böyle zehir gibi fikirler?" dedim, karşımda adeta beş yıl sonraki ben vardı. "İki ablayla yaşamanın faydaları işte, naparsın.” Diyerek gözz kırptı, dişlerimi sıkıp “Allah kurtarmış.” Dedim. Ben birisiyle anlaşamıyordum onun iki ablası vardı. ‘Burası ev değil cehennem, cehennem!’ Umarım ben de o cehennemden kurtulurdum ve kendi evimde özgürce yaşayabilirdim. "İşe yarıyor desene. Bu arada Deniz ile sen nasıl tanıştın? Anlat bakalım." "Deniz ile ben mi, nasıl yani?” “İnsanların ilk karşılaşması, tanışmaya girmiyor mu?” “Ha, o şekilde tanışma.” Düşünmeye başladım ne anlatacağımı ne kadarını anlatacağımı bilmesem de kafamda toparladığım kadarıyla anlatmaya koyuldum. “Aslında ilk karşılaşmamız iyi bir olay üzerine denk gelmemişti,” ensemi kaşıyıp devam ettim. “İki bin beşli yıllarda olsa gerek, babamı bir nedenden ötürü polisler götürmek için eve geldi. O gün de Deniz ve ailesi bizim mahalleye taşınıyorlardı, annem ve babam da onlara yardım ediyordu. Polisler gelip babamı alıp götürdüler, ben ağlarken de Deniz gelip beni teselli etmişti.” “Vay be, kötü olmuş. Peki baban aklandı mı?” “Altı ay kadar hapis yattı ama sonrasında aklandı, bu süre zarfında annem ve biz bayağı sıkıntı çektik. Hem para konusunda hem de duygusal olarak kötü zamanlar yaşadık, lakin Deniz ve ailesi hep bize destek oldu.” “Çok merhametliler gerçekten, size de çok üzüldüm.” Dedi Zeynep, düşünceli bir şekilde bana bakıyordu. Aslında üzülsün diye de anlatmamıştım. “Annem Deniz’e ve Toprak’a bakıcılık yapmıştı, ben de Deniz’i odama kilitler asla dışarı çıkarmazdım.” Bu dediğimden sonra Zeynep kahkaha atmaya başlayınca ben de bu melankolik halimden kurtulup kıkırdadım. “Deniz’e sanırsam dokuz yaşından beri aşıktım, onu görmeden edemiyordum. Okul benim için bir bahaneydi, sırf o var diye her sabah erkenden hazırlanıp okula giderdim. Bu zamana kadar da böyle sürdü işte.” “Vay be, sizinki bizimkinden de ateşliymiş desene. Bir maziniz var, bu mazinin üstüne yaşanmışlıkları eklemek çok güzel bir duygu olmalı.” Dedi, gülümsedim, haklıydı. Keşke sevgili olmamız da gerçek olsaydı, böylelikle mazimiz aşkla bütünleşirdi. “Peki Deniz sana ne zamandan beri aşıkmış, söylemedi mi?” “Ya oraları kurcalama, utanıyorum.” Dedim, utandığım doğruydu ama yalan söylemekten utanıyordum. Ona tüm gerçekliğiyle doğru olmak, dürüst olmak istiyordum. Yarın bir gün karşılaşsak ve Deniz’le sadece arkadaş olduğumuzu öğrense tam bir rezillik yani. “Ya lütfen…” Ne kadar da ısrarcıydı bu kız, aynı ben. "Ben hep ona aşıktım, o da bana aşıkmış işte." “Yani birdenbire oluverdi, öyle şaşalı bir şey yoktu.” Başımı iki yana salladım: “Peki, öyle olsun.” "Haydi gelin, yemek hazır." Deniz'in sesini duyunca içime güneş doğdu sanki. Ruhum ısınıverdi adeta. Belki de açlıktan gözlerim kararmış ve sonra aydınlanmıştır. "Sen Arda'nın akrabası mısın?" soruma karşı şaşırsa da kafasını salladı. “Babamla annesi kuzenler. Belki biliyorsundur, sizin okulda Berrak var ya o benim teyzemin kızı.” Berrak da Deniz’in uzaktan akrabası oluyordu, kafam karışsa da soy ağaçlarına akıl sır erdiremedim. Kimin eli kimin cebinde belli olmayan bir şekilde herkes akraba evliliği yapmış gibiydi. Salona doğru ilerlerken Arda heyecanla yolda bizi karşıladı, “Yemekler soğumadan gelin. Bakalım nasıl olmuş, sevgili eşimin yemekleri kadar güzel olmasa da bir şeyler yaptık.” Sofrayı salona koltukların ortasındaki halının üzerine sermişlerdi, birkaç boş tabak, bardak ve ayran sürahisi yerini alsa da yemekler henüz gelmemişti. Deniz mutfaktan kolunda ekmek poşeti ve iki eliyle tencerenin kulpundan tutmuş getiriyordu. Arda ise onu görünce mutfağa adımladı, sanırım eksik şeyleri getirecekti. “Buzlukta yeşil fasulye vardı, onu yapalım dedik.” Diyerek açıklama yapan sevdiceğime bakarken o sırada sofranın bir köşesine oturmuş ayranı bardaklara koyuyordum. “Eline sağlık canım,” dedi Zeynep, Deniz ise teşekkür edip tekrar mutfağa ilerledi. Buzluktaki donuk fasulyeden nefret etsem de Deniz’imin eli değdiği için mecbur yiyecektim. Arda elinde başka bir tencere ile geldi. “Pirinç pilavı, bir de mercimek çorbası var.” Tencereleri sofranın bir köşesine bırakınca Zeynep o köşeye oturup yemekleri tabaklara koymaya başladı. “Aşkımm, eline koluna sağlık. O kadar yorgundum ki ilaç gibi geldi.” Dedi samimiyetle ve Arda’nın yanağına öpücük bıraktı, başımı hemen önüme eğdim. Edep sen ne güzel şeysin. “Mercimek de geldi.” Deyip bir köşeye de Deniz kuruldu. Yemek yerken onları öve öve bir kalmıştık, eminim kötü bir yorum yapsak bir daha asla yemek yapmayacaklardı bu yüzden yorumlarımızın hepsi pozitifti. Fasulyeyi hele ki donmuşsa asla yemezdim ama sırf biricik sevgilim(!) yaptığı için tabağımı silip süpürmüştüm. Yemeklerin tuzu fazla olduğu için dört bardak ayranı içmiştim ve sürahiyi bitirdiğim için Arda’dan laf yemiştim. Sanki karşımda Oğuzhan vardı ve benimle dalga geçiyordu. Ağabeyimden asla kurtuluş yoktu. Karnımı sıvazlayarak "Valla bu kadarını beklemiyordum! O kadar yedim ki yarın akşama kadar başka bir şey yemesem de olur.” derken Deniz’de benim yanıma yaslanmıştı. Kalbim üç buçuk atmaya başladığında hafifçe öksürdüm. “Ben de beğendim, midem doldu taştı.” “Bu sofrayı kimin kaldıracağına taş, kağıt, makas mı oynayarak karar versek?” Arda’nın teklifine Zeynep karşı çıkıp “Saçmalama, kalk biz kaldıralım.” ayaklandı. "Düğün tarihi netleşti mi kuzen?" Deniz’in sorusu üzerine Zeynep’i umursamadan sırtını koltuğa yaslayan Arda cevap verdi: “İki ay sonra, normalde bir ay sonra olacaktı ama babaannen biraz toparlasın, kadın çok iyi değil.” Dedi üzgün bir ses tonuyla. Benim ebemin durumu çok mu kötüydü acaba, yarın yanına uğrayıp helallik alsam iyi olurdu. Canım ebem benim. "Umarım sende gelirsin Tuana." dedi Zeynep, üst üste koyduğu tabaklarla kalkarken. Benim yerime cevap verdi Deniz: "O gelemez yenge, abisinden zor izin aldık bir daha tövbe izin vermez." Kaşlarımı çattım, ağabeyimden izin almamıştık, bu çocuk ne zamandan beri bu kadar iyi yalan söyleyebiliyordu. Gözlerini bile kaçırmıyordu, bu nasıl yetenektir? "Aynen öyle, zaten bugün nasıl izin verdi, ben bile anlamadım" dedim yalanına ortak olup, Deniz’in gözlerine bakıp dudaklarımı oynattım: “Yalancı!” Benden utanmış olacak ki gözlerini başka yöne çevirip “Haydi gel kuzen, sigara içip gelelim.” dedi. Ben de ayağa kalkıp Zeynep’e sofrayı toparlamasına yardım ettim, zaten erkeklerin ne zaman bir yeri toparladığı görülmüştür ki? En iyi yaptıkları dağıtmak, pisletmek, kirletmek… Kadınlar öyle mi, kadınlar düzeltir, temizler, gittiği her yere çiçek açtırır. Bunlar anca soldurur. |
0% |